Gündem

Tartışmaların odağındaki 'İstanbul Sözleşmesi'

Uluslararası kamuoyunda "İstanbul Sözleşmesi" olarak bilinen "Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi"ne yönelik tartışmalar sürüyor.

Tartışmaların odağındaki 'İstanbul Sözleşmesi'
28-07-2020 18:52
İstanbul

İstanbul Sözleşmesi 11 Mayıs 2011'de İstanbul'da imzaya açıldığı için kamuoyunun gündeminde "İstanbul Sözleşmesi" olarak yer alıyor.

Resmi Gazete'de 8 Mart 2012'de yayımlanan İstanbul Sözleşmesi, Avrupa Konseyi üye devletleri ile bazı ülkeler tarafından imza altına alındı. Sözleşme, onay yeter sayısına (10) ulaştığı 1 Ağustos 2014'te yürürlüğe girdi.

Sözleşmede, “kadına karşı şiddet”, "aile içi şiddet", "toplumsal cinsiyet", "kadınlara karşı toplumsal cinsiyete dayalı şiddet" ve "mağdur"un tanımı ayrı ayrı ele alınırken, "kadın" teriminin 18 yaşından küçük kızları da kapsadığı ifade edildi.

Sözleşmedeki bazı kavramlar ve tanımlamaları şu şekilde geçiyor:

"Kadına karşı şiddet: Kadınlara karşı bir insan hakları ihlali ve ayrımcılık anlaşılacak ve bu terim, ister kamu ister özel yaşamda meydana gelsinler, söz konusu eylemlerde bulunma tehdidi, zorlama veya özgürlüğün rastgele bir biçimde kısıtlanması da dahil olmak üzere, kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik zarar ve acı verilmesi sonucunu doğuracak toplumsal cinsiyete dayalı tüm şiddet eylemleri olarak anlaşılacaktır.

Aile içi şiddet: Eylemi gerçekleştiren, mağdurla aynı ikametgahı paylaşmakta olsun veya olmasın veya daha önce paylaşmış olsun veya olmasın, aile içinde veya aile biriminde veya mevcut veya daha önceki eşler veya birlikte yaşayan bireyler arasında meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik şiddet eylemleri olarak anlaşılacaktır.

Toplumsal cinsiyet: Herhangi bir toplumun, kadınlar ve erkekler için uygun olduğunu düşündüğü sosyal anlamda oluşturulmuş roller, davranışlar, faaliyetler ve özellikler olarak anlaşılacaktır.

Kadınlara karşı toplumsal cinsiyete dayalı şiddet: Bir kadına karşı, kadın olduğu için yöneltilen veya kadınları orantısız bir biçimde etkileyen şiddet olarak anlaşılacaktır.

Mağdur: A ve b fıkralarında belirtilen davranışlara maruz kalan herhangi bir şahıs olarak anlaşılacaktır.

Kadın: 18 yaşından küçük kızları da kapsayacaktır."

12 bölüm 81 madde

Amacı, "Kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetten arınmış bir Avrupa yaratmayı hedef edinmek" şeklinde belirlenen İstanbul Sözleşmesi, 12 bölüm 81 maddeden oluşuyor.

Şiddete maruz kalanlara yönelik destek ve buna karşı tedbir alma, cezalandırma gibi birçok konuda tarafları yükümlülük altına alan sözleşmede, kadınlarla erkekler arasında "de jure" ve "de facto" eşitliğin gerçekleştirilmesinin kadına karşı şiddetin önlenmesinde temel bir unsur olduğuna işaret ediliyor.

Sözleşmede, kadına karşı şiddetin, kadınlarla erkekler arasında tarihten gelen eşit olmayan güç ilişkilerinin bir tezahürü olduğu ve bu eşit olmayan güç ilişkilerinin, erkeklerin kadınlara üstünlüğüne, kadınlara karşı ayrımcılık yapmalarına ve kadınların tam anlamıyla ilerlemelerinin engellenmesine yol açtığı belirtilerek, kadına karşı şiddetin yapısal özelliğinin toplumsal cinsiyete dayandığı gibi birçok konuda taraf ülkelerde görüş birliği oluştuğu vurgulanıyor.

Sözleşme, "kadınlara yönelik şiddetin önlenmesi" üzerine şekillenirken içeriğindeki bazı maddelerde yer alan terimler, bazı STK, akademisyen, gazeteci ve hukukçuların tepkisine neden oluyor.

İstanbul Sözleşmesi'nin "Temel haklar, eşitlik ve ayrımcılık yapılmaması" konusunu düzenleyen 4. maddede geçen "cinsel yönelim" ve "toplumsal cinsiyet kimliği" ifadeleri, özellikle kamuoyunda tartışmaların odağındaki konular arasında yer alıyor.

Sözleşmeye karşı çıkan ve Türkiye'nin bu sözleşmeden çekilmesini isteyenler, İstanbul Sözleşmesi'nin toplumsal desteğini kaybettiğini, aile kurumu ve eşler arası ilişkilerde problemlerin ortaya çıktığını savunuyor.

İstanbul Sözleşmesi'nin 6 yıllık uygulamasında aile yapısının güçlenmediğini ve kadın cinayetlerinin de devam ettiğine dikkat çekilen bu görüş, ayrıca sözleşmeyi kendisine kalkan yapan LGBT ve bazı marjinal grupların, gelecek kuşakları riske attığını da ifade ediyor.

Bu görüşlerin karşısında yer alan kesim ise İstanbul Sözleşmesi'nin kadınların en başta yaşam hakkı olmak üzere toplumdaki konumunu koruduğuna ve yükseltmeyi amaçladığına vurgu yaparak sözleşmeyi sahipleniyor.

İstanbul Sözleşmesi'nin tartışılan maddeleri

İstanbul Sözleşmesi'nde bulunan, Türk toplum yapısına uymadığı gerekçesiyle eleştirilen kavramlar ve bu terimlerin geçtiği maddelerden bazıları şunlar:

"Madde 2/2: Taraflar bu sözleşmenin hükümlerinin uygulanmasında toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin kadın mağdurlarına özel olarak dikkat göstereceklerdir.

Madde 4/3: Taraflar bu sözleşme hükümlerinin, özellikle de mağdurların haklarını korumaya yönelik tedbirlerin, cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya başka tür görüş, ulusal veya sosyal köken, bir ulusal azınlıkla bağlantılı olma, mülk, doğum, cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet kimliği, sağlık durumu, engellilik, medeni hal, göçmen veya mülteci statüsü veya başka bir statü gibi herhangi bir temele dayalı olarak ayrımcılık yapılmaksızın uygulanmasını temin edeceklerdir.

Madde 14/1: Taraflar, yerine göre, tüm eğitim seviyelerinde resmi müfredata, kadın erkek eşitliği, toplumsal klişelerden arındırılmış toplumsal cinsiyet rolleri, karşılıklı saygı, kişisel ilişkilerde çatışmaların şiddete başvurmadan çözüme kavuşturulması, kadınlara karşı toplumsal cinsiyete dayalı şiddet ve kişilik bütünlüğüne saygı gibi konuların, öğrencilerin zaman içinde değişen öğrenme kapasitelerine uyarlanmış bir biçimde dahil edilmesi için gerekli tedbirleri alacaklardır."

Kurtulmuş: "Bu sözleşmeden çıkılır"

Son olarak bu tartışmalara katılan AK Parti Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş, İstanbul Sözleşmesi'ne parti olarak bigane kalamayacaklarını belirterek, "Nasıl usulünü yerine getirerek bu sözleşme imzalanmışsa, aynı şekilde usulü yerine getirilerek bu sözleşmeden çıkılır." dedi.

İstanbul Sözleşmesi'nin imzalanmasının yanlış olduğunu ve "İstanbul Sözleşmesi olmazsa Türkiye'de kadına karşı şiddet artar." tezinin de bir şehir efsanesi olduğunu belirten Kurtulmuş, şu ifadeleri kullandı:

"Bu metnin içerisinde iki tane önemli husus var dikkat çekmemiz gereken ve bizimle asla uyuşmayan, bunlardan birisi toplumsal cinsiyet meselesi bir de cinsel yönelim tercihi. Şimdi bunlar ve başka şeyler de var ama bu iki meselenin, LGBT vesaire gibi marjinal unsurların ekmeğine yağ sürecek kavramlar olduğu ya da onların arkasına sığınarak faaliyet yapabilecekleri alanlar olduğu görülüyor."

"Siyaset, halkın taleplerine daha fazla seyirci kalamazdı"

Katıldığı seminer, söyleşi ve programlarda İstanbul Sözleşmesi'yle ilgili eleştirel görüşleri ile bilinen ve "İstanbul Sözleşmesi'nden İnsanı ve Aileyi Korumak" isimli kitap çıkaran Avukat Muharrem Balcı da AA muhabirine sözleşmeye ilişkin değerlendirmede bulundu.

Kendi adına hazırladığı internet sitesinde İstanbul Sözleşmesi'ne ilişkin bugüne kadar lehte ve aleyhte çıkan bütün yazıların derlendiğini anlatan Balcı, bu arşivin sözleşmeyle ilgili çalışma yapmak isteyenler için faydalı olacağını söyledi.

Balcı, İstanbul Sözleşmesi'nin görünen amacının "kadına karşı şiddeti önlemek" olduğuna dikkati çekti. Bunun bir de görünmeyen asıl amacının olduğunu belirten Balcı, "Asıl amacı toplumsal cinsiyet eşitliği, cinsel yönelim gibi kavramları taraf devletlerin politikası haline getirmektir. Sözleşme, taraftarları sözleşmenin şiddet yönünü toplumun önüne getirerek, asıl amacı gizlemektedirler." dedi.

"Sözleşmeden çekilmeden de durum düzeltilebilir"

Milletin üzerinde hiçbir iradenin olmadığına işaret eden Balcı, sözleşmeden çıkılabildiğini söyledi.

Balcı, Avrupa Birliği'ne (AB) girmek için bekleyen bir ülkenin uluslararası bir sözleşmeyi kolayca feshedemeyeceğine vurgu yaparak, şöyle konuştu:

"Yapılan yanlışı düzeltmeye çalışmak, AB ülkeleri tarafından dışlanma sonuçlarına gebedir. Kaldı ki sözleşmeden çekilmeden de durum düzeltilebilir. TCK'de ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun'da gerekli düzenlemeler ve Türk Medeni Kanunu'ndan çıkartılan, din, ahlak, örf, adet, gelenek, namus kavramları tekrar yerlerine konarak iyileştirmeler yapılabilir. 6284 sayılı Kanun, 'Özel Ceza Kanunu' olmaktan çıkarılmalıdır. Bunlar yapılmadan İstanbul Sözleşmesi'nin feshedilmesinin anlamı yoktur."

"Toplumsal cinsiyet" ve "cinsel tercih/yönelim" gibi kavramların Batı seküler medeniyetinin kavramları olduğunu anlatan Balcı, "Her kavram, geldiği medeniyetin ruhunu taşır. Bu kavramlar her ne kadar bizim kültürümüzmüş veya adalet kavramı ile bütünleştirerek anlam kazandırılabilirmiş gibi halkın önüne getirilip meşrulaştırılmaya çalışılsa da halk işin farkına varınca bunu reddetmiştir." diye konuştu.

İstanbul Sözleşmesi'nin meşruiyet kazandırdığı ve devlet politikası haline getirdiği kavramların, sözleşmenin asıl kimliğini oluşturduğunu dile getiren Balcı, "Sözleşmenin şiddetle ilgili hükümleri, bu kavramlarla birlikte düzenlendiği için, sözleşmenin gerçekleştirmek istediği hususun şiddeti önlemek değil, bu sıfat adı altında bu kavramlara meşruiyet ve etkinlik/aktivite alanı açmaktır." ifadesini kullandı.

Toplumsal cinsiyet eşitliğinin, toplumun cinsler için uygun gördüğü davranışların, değerlerin eşitlik içermesi, ayrımcılık yapılmaması anlamında kullanıldığını belirten Balcı, "Ancak dikkat edilecek nokta, sadece yaradılışın değil, toplumun belirlediği cinslere, cinsiyet rollerine, tercihlere/yönelimlere karşı ayrımcılık yapmamak dayatılmaktadır." değerlendirmesini yaptı.

"Özel ceza kanunu, hukuk ve ceza sistemine aykırıdır"

Balcı, bu kavramları literatüre ve hukuka kazandıran iradenin yanlış yaptığını kabul ettiğini anlatarak, "Sözleşmeyi yasalaştıran ve uygulama kanunlarını düzenleyen iradenin söylemi, savunucularından daha bir önemi haizdir. İstanbul Sözleşmesi'nin altın tasta sunduğu zehir, 'toplumsal cinsiyet' ve 'cinsel tercih' gibi kavramlardır. Bunları 'şiddet karşıtı söylemi' suç ortağı yaparak gerçekleştirmektedir." dedi.

Kanunda şiddeti önleyici hükümlerin, İstanbul Sözleşmesi'nin kabulünden önce olduğuna vurgu yapan Balcı, "Şiddeti önlemek için TCK’de yeterli hükümler vardır. 6284 Sayılı Kanun'a da ihtiyaç yoktur. Kaldı ki özel ceza kanunu, hukuk ve ceza sistemine aykırıdır." diye konuştu.

"TCK'de şiddetle ilgili tek bir madde yok"

İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi Başkanı Avukat Şükran Eroğlu ise İstanbul Sözleşmesi'nde kadın, çocuk, ırk, din, dil gibi geniş bir kesime vurgu yapılarak, hiçbir ayrım yapılmaması gerektiğine dikkat çekildiğini söyledi.

Sözleşmede yer alan "cinsel yönelim" ve "toplumsal cinsiyet" kavramından hareketle bazı kişilerin konuyu LGBT'ye bağladığını aktaran Eroğlu, "Sözleşmenin hiçbir yerinde ne bir aileyi parçalamak ne de aileyi kabul etmemek gibi marjinalliğe yol açacak tek bir madde yok." ifadesini kullandı.

Eroğlu, 6284 sayılı koruma kanunu dışında TCK'de şiddetle ilgili tek bir maddenin olmadığını aktararak, "TCK'de istismar var. Taciz var, cinayet var ama kadına yönelik şiddete ilişkin hiçbir madde yok." dedi.

Sözleşmede, "Kadının hakları var ve bunu ihlal etmek insan hakkı ihlalidir." dendiğine vurgu yapan Eroğlu, şöyle konuştu:

"Sözleşme, 'Kadın henüz şiddete uğramadan bunun önüne geçeceksin.' diyor. İkincisi, 'Şiddet mağdurunu korumaya alacaksın.' diyor. Üçüncü olarak 'Şiddet uygulayan faili cezalandıracaksın ki caydırıcı olsun.' diyor ve bir daha suç işlememeyi öğrensin. Dördüncü olarak 'Kadın politikası üreteceksin.' diyor."

Avukat Şükran Eroğlu, bütün dünyanın "İstanbul Sözleşmesi" dediği için bundan gurur duymak gerektiğini anlatarak, sözleşmeden çekilme durumunda bunu dünyaya anlatmakta zorlanacaklarını söyledi.

Türkiye'nin İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme tartışmalarının yerine 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun'un tam olarak uygulanması için adımlar atması gerektiğini ifade eden Eroğlu, hakim ve savcıların bu konuda duyarlı olmasının önemine işaret etti.

"Sözleşmeden çekilmesi halinde kadını koruyamazsınız"

Eroğlu, kadını şiddetten korumak için bu sözleşmenin yapıldığını dile getirerek, şunları kaydetti:

"Türkiye'nin bu sözleşmeden çekilmesi halinde kadını koruyamazsınız, şiddeti önleyemezsiniz ve ne yazık ki kadınları bu şiddete boyun eğmeye mahkum edersiniz. Şimdi kadınlar bir parça bu haklarını kullanıp en azından koruma kararı alabiliyorlar. O zaman kadını tamamen korumasız bırakırsınız ve erkeğin eline teslim edersiniz, ondan sonra olacak olayların hesabını kimse veremez."

Sözleşmeden çekilmeyi değil tam olarak orada yer alan maddelerin uygulanmasını istediklerini belirten Eroğlu, "Şiddetin önlenmesini istiyoruz. Aile içi şiddet toplumda çok ciddi oranda artıyor. Bütün bunları nazara alıp sözleşmede taahhüt edilenlerin yerine getirilmesi gerekiyor." diye konuştu.

Kaynak: AA

dikGAZETE.com
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
TÜRKİYE GÜNDEMİ
BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
ÇOK OKUNAN HABERLER