İSTANBUL
Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın “mutlak krallık” yolunda muhtemel rakiplerini saf dışı etme çabası, “anayasal krallık” gibi eski bir sistem tartışmasını yeniden gündeme taşıdı.
Bu tartışmayı tetikleyen en önemli gelişme ise genç veliahdın geçtiğimiz Mart ayında amcası Prens Ahmed bin Abdülaziz ve bir önceki veliaht prens olan kuzeni Muhammed bin Nayif’i tutuklatmasıydı.
Esasında Kral Selman’ın 21 Haziran 2017’de anayasanın 50’inci maddesinde değişikliğe giderek oğlu Bin Selman’ı veliaht tayin etmesi, aile içinde tepkilere ve rahatsızlıklara neden olmuştu. İlgili madde, yeni kralın kurucu lider Abdülaziz’in oğulları arasından seçilmesini öngörüyordu; ancak bu maddeye “torunları” ifadesi de eklenmiş oldu.
Bu rahatsızlıklara ilaveten, genç veliahdın o günden itibaren sarf ettiği reform vaatlerinin, keyfi tutuklamalar, içerideki ve dışarıdaki muhalif sesleri susturma çabaları, cezaevlerindeki ölümler ve işkence iddialarıyla değerini yitirdiği ortada.
Diğer yandan ise zaten kraliyet ailesinin modern tarihi boyunca verdiği reform sözlerini tutmadığını, iç ve dış dengeleri gerekçe göstererek sert şekilde bastırdığını gözlemliyoruz.
Hatırlanacağı üzere, Riyad yönetimi 2010 yılı sonlarında Tunus’ta başlayan, oradan Mısır’a geçerek Libya, Yemen ve Suriye’de kanlı bir boyut alan Arap Baharı olaylarının sonuçlarından kıl payı kurtulmuştu.
Kral Abdullah o dönemde bazı Suudi kentlerinde patlak veren gösterilerin önünü kesmek için kesenin ağzını açmış, işsizlere ve yoksul kesime yaklaşık 29 milyar dolarlık bir ödenek ayırmış, kadınlara yerel seçimlerde seçme, seçilme ve Şura Meclisi’nde yer alma hakları tanıdığını açıklamıştı.
O vakitten sonra devasa meblağlar akıtarak karşı devrimlerin sponsorluğuna soyunan Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan, başta Libya ve Yemen olmak üzere, müdahale ettikleri tüm ülkelerde arzu ettikleri sonuçları elde edemediler.
Yemen savaşının ağır maliyetinin Suudi ekonomisinin belini kırdığını söyleyebiliriz. Mısır ve Sudan’a darbe sonrası akıtılan paralar, Türkiye, İran ve Katar’la ilişkilerin geldiği nokta, hatta Kuveyt, Fas ve Umman’ın içişlerine müdahalelerin doğurduğu rahatsızlık Riyad-Abu Dabi hattını çıkmaza soktu.
İç ve dış politikadaki bu başarısızlıkların, başta Suudi müesses nizamı olmak üzere, ülkede belli çevrelerde rahatsızlık oluşturduğu muhakkak. Merhum Cemal Kaşıkçı kraliyet ailesine yakın, içeriden biri olarak, genç veliahdın politikalarına yönelik yapıcı eleştirilerinin bedelini hayatıyla ödedi.
Yine geçtiğimiz Ramazan ayının ilk günü, yani 24 Nisan 2020’de, anayasal krallık talebinin önemli savunucularından, insan hakları savunucusu ve hukukçu Abdullah el-Hamid’in cezaevinde tıbbi ihmal sebebiyle öldüğü haberi geldi.
Kraliyet ailesi ülkeyi şirket gibi yönetiyor
Hamid’in uğruna hayatını verdiği anayasal krallık önerisine geçmeden önce, Suudi Arabistan’daki yönetimin yapısı ve işleyişiyle ilgili bazı detaylar vermek uygun düşer.
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki Suudi Arabistan dünyada kraliyet ailesinin adının verildiği tek diktatör ülke. İngiliz The Economist dergisi 1995 yılında bu ülkeye “aile şirketi” yakıştırması yaparken Prens Talal bin Abdülaziz 2009 yılında Al Arabiya kanalında Turki Dahil’e verdiği röportajda, bunu doğrularcasına, “kraliyet ailesi ülkeyi bir şirket gibi yönetiyor” diyordu.
Bu bağlamda, kurucu kralın oğulları ve torunları da haliyle şirketin yönetim kurulu üyeleri oluyor.
Bunlara ilaveten, Suudi Arabistan meşruiyetini İslam’dan alan bir ülke. Devlet bu meşruiyeti dini referans olarak gösterilen ulema üzerinden sağlıyor. Ulema sadece rejime dini bir “sos” katmakla kalmayıp fetvalarıyla yönetime bağlılığı destekleyen bir İslami anlayış servis ediyor.
Yönetimdeki aileye dini bir kutsallık atfedilerek en basit bir eleştiri ve siyasi reform talebi “fitne” ve “ümmetin dinamiklerini yıkma çabası” olarak gösteriliyor.
Suudi Arabistan’da oturmuş bir anayasadan bahsetmek mümkün değil. 31 Ağustos 1926’da Hicaz ve Necid Krallığı döneminde kabul edilen bazı temel öğretiler ve Prens Talal bin Abdulaziz’in 1960 yılında, Kral Suud döneminde ülkenin temel sistemi olarak sunduğu Anayasa Taslağı dışında, Kral Fahd’ın 1992 yılında hazırlattığı 83 maddelik Temel Yönetim Esasları’ndan bahsetmek mümkün.
Kaldı ki Kral Abdullah 2006 yılında kral ve veliahdın seçilme yöntemlerini vaz eden maddelerde önemli değişikliklere giderek veliaht tayini için bir biat heyeti kurdu.
Bu sisteme göre, yasamadan (150 mensubunun tamamı kral tarafından 4 yıl süre için atanan) Şura Meclisi sorumlu. Siyasi partilerin bulunmadığı ve merkezi yönetimin belirlenmesi için seçimlerin yapılmadığı bu sistemde, belediye meclis üyelerinin dahi önemli bir kısmını kral atıyor.
Yani ortada halkla ilişkisi olmayan, kabile üyeleri ve ulema üzerinden işlerin yürütüldüğü zayıf ve puslu bir sistem var.
Anayasal krallık
Anayasal krallık ise kralın ülkeyi anayasanın belirlediği yetkilerle yönettiği sistemin adı. Temel çıkış noktasını ise kralın yetkilerinin azaltılması veya sınırlandırılması, kararlarının ve yaptıklarının denetime tabi tutulması düşüncesi oluşturuyor.
Kral yönetimi veraset yoluyla üstlenen en yüksek devlet görevlisi olurken bu sistemde meclisi ve iktidarı tümüyle halk seçiyor. Kralın fiili bir yetkisi bulunmuyor ve iktidar tümüyle halkın seçtiği kurumlarda temerküz ediyor.
İngiltere, Kanada, İspanya ve Japonya gibi ülkelerdeki anayasal krallıkta, kral devlet başkanı konumunda olmakla birlikte, gücü elinde bulunduran başbakandır. Arap ülkelerinden Kuveyt, Ürdün, BAE ve Fas’ta da bu sistemin modellerini görmek mümkün.
Hamid Suudi Arabistan’ın Mandela’sı
Merhum Abdullah el-Hamid, Suudi ailesinin geldiği Necid kabilesinden olmasının da verdiği cesaretle, bu projesini otuz yıldır dillendiriyordu. Yönetimin şura temelli olması ve halkın seçtiği kişileri hesaba çekmesi gerektiği üzerinde duruyor ve sosyal adaletin dinin temel unsurlarından biri olduğunu vurguluyordu.
Erklerin ayrılması, yargının bağımsızlığı, yolsuzlukla mücadele, tedrici ıslah ve birey yönetiminden katılımcı yönetime ve oradan anayasal krallığa geçiş çağrısı yapıyordu. Abdullah el-Hamid şiddetle arasına hep mesafe koydu.
Merhum Kaşıkçı Hamid’i, dışarıdan ithal edilmeyen anayasal bir yenilik sunduğu gerekçesiyle, “Suudi Arabistan’ın Nelson Mandela’sı” olarak adlandırıyor ve Nobel ödülünü hak ettiğini söylüyordu. Hamid 2012’deki bir mahkeme duruşmasında “insan haklarının ancak anayasal krallıkla ve iktidardaki ailenin tahtla yetinmesiyle sağlanabileceğini, parlamentonun hükümeti hesaba çekebileceğini” ifade etmişti.
Hamid’in bu talepleri aslında yeni değil, ülke içinde ve dışında farklı reform hareketleri şimdiye kadar benzer talepleri dile getirdiler.
1- Ülke içindeki reform hareketleri
Hür Prensler Hareketi
Suudi Arabistan içindeki anayasal krallık ve reform taleplerini kendi tarihi süreci içinde değerlendirmek gerekir. Dünyadaki gelişmelere paralel olarak 1950’li ve 1960’lı yıllarda Nasırcı, Baasçı, sol, liberal ve milliyetçi muhalif seslerin tüm bölge ülkeleri gibi bu ülkeyi de etkilediğini söyleyebiliriz.
Dönemin kralı Suud ile Veliaht Prens Faysal arasındaki gerginliklerin ardından, kurucu kralın 18’inci oğlu Prens Talal ve beraberindeki bir grup prens Hür Prensler Hareketi’ni (1958-1964) kurarak 200 maddelik bir anayasa taslağı hazırladılar ve liberal taleplerde bulundular.
Hareket, ülkede anayasal krallık yönetiminin kurulmasını, kralın yetkilerinin sınırlandırılmasını, bir kısmı seçilmiş olan bir Şura Meclisi’nin kurulmasını ve kadın-erkek eşitliğini savunuyordu.
İlk başlarda hareketi “şifreli komünizm” olarak niteleyen kral ve veliaht bu reformlara karşı çıkarken sonraki süreçte her iki isim de bu hareketi birbirlerine karşı koz olarak kullandılar. Prens Talal ve beraberindekiler son kertede Faysal’ı desteklese de, kral ile veliaht aralarında anlaşıp hareketin üyelerini Lübnan’a sürdüler, vatandaşlıktan çıkarıp emirlik unvanlarını aldılar.
Bu hareketin mensupları sonradan çıkan bir afla 1960’ların ortasında sürgünden döndüler. Prens Talal’ın dahi başarı elde edemediği bu talepleri dillendiren Arap sol ve milliyetçi hareketlerin muhafazakâr Suudi toplumunda bir ağırlıklarının olmaması sebebiyle rejim tarafından tasfiyeleri daha kolay oldu.
Sahva hareketi
Yalnız otuz yıllık uzun bir aradan sonra, doksanlı yılların başında ülke içindeki reform yanlıları tarafından benzer talepler dile getirilmeye başladı. Özellikle Suudi Arabistan’ın II. Körfez Savaşı’nın (1990-1991) ekonomik maliyetini karşılaması, ülkedeki yabancı askerlerin varlığı, devlet kurumlarındaki yolsuzluklar, reform yanlılarının seslerinin daha gür çıkmasına yol açtı.
Mayıs 1991’de Selman el-Avde, Sefer el-Havali, Aid el-Karni ve Nasır el-Ömer’in aralarında bulunduğu bir grup alim ve hukukçu, İslami çerçevede hukuki, idari, içtimai alanlarda ve medya alanında reform taleplerini kapsayan bir talepler dilekçesini imzaladılar.
Avde II. Körfez Savaşı’nda ABD ile işbirliği yapılmasını şiddetle eleştirdi. Eylül 1993’te Avde ve Havali’nin hutbe ve konferans vermesi yasaklandı. 16 Ağustos 1994’te Avde ve arkadaşları Sahva hareketi liderlerine yönelik kapsamlı tutuklama operasyonlarında gözaltına alındılar ve Nisan 1999’da serbest bırakıldılar.
Avde ve Sahva hareketinden bazı isimler Eylül 2017’de tekrar tutuklanarak cezaevine konuldu ve o günden beri idamla yargılanıyorlar.
Suudi Arabistan Islah Hareketi
Suudi Arabistan Islah Hareketi Suudi Arabistan’da çözümün anayasal krallıktan geçtiğini düşünen bir grup davetçi ve aktivist tarafından kurulmuştur. Bu kimselere göre, Suud ailesinin varlığı istikrarın ve ülkenin bütünlüğünün garantisidir.
Bu harekette yer alan isimlerin başında ise Muhsin el-Avaci gelmektedir. Hareket 1991’deki Körfez Savaşı sonrası oluşturulmaya başlandı ve Amerikan güçlerinin savaş sonrasında ülkede kalmasıyla birlikte faaliyetlerini artırdı.
Suudi Arabistan 21’inci yüzyıla siyasi ve ekonomik reform talepleriyle girdi. 11 Eylül olaylarından sonra, siyasi unsur Suud ailesi ile dini unsur Şeyh ailesi arasında bir asırdan fazla süredir topluma dayatılan ittifak formülü kabul görmediğinden, Hamid gibi aydın, hukukçu, aktivist ve ulemadan geniş bir kesim reform taleplerinin dozunu artırdılar ve 2003-2004 yılları arasında iktidardaki ailenin mutlak krallıktan vazgeçmesine, katılımcılığa, adalet ve özgürlüklere dayalı anayasal krallığa geçilmesine ve yargının bağımsızlığına dair talepleriyle ilgili bir dizi mektup gönderdiler, beyanatlarda bulundular.
Bu hareket Suud ailesinin anayasal krallık üzerinden yönetimini sürdürmesini istiyor ve hatta onu bir istikrar unsuru olarak görüyordu. Ancak o yıllarda radikal bazı grupların intihar saldırılarına maruz kalan ülkede, bu sesler yönetim tarafından en ağır şekilde bastırıldı, önemli isimleri tutuklandı.
Sivil ve Siyasi Haklar Cemiyeti (Hasm)
Sivil ve Siyasi Haklar Cemiyeti (Hasm) 2009 yılında 11 hukukçu, akademisyen ve aktivistin kurduğu bir insan hakları örgütüdür. Bu cemiyet İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi temelinde insan hakları alanında bir bilinç oluşturmayı hedefliyordu.
9 Mart 2013’te Riyad Ceza Mahkemesi cemiyeti kapattı ve mallarına el koydu. Hamid’in de kurucuları arasında olduğu hareketin bünyesindeki liberal ve İslamcı kesimler, tüm siyasi ve ideolojik farklılıkları bir kenara koyarak ortak taleplerde birleştiler; ancak rejim buna da geçit vermedi.
Hamid 11 yıl ceza aldı. Suud el-Haşimi 30, Musa el-Karni 20, Abdurrahman eş-Şehiri 10, Muhammed el-Kahtani 10, Abdulkerim el-Hıdır ise 8 yıla mahkûm oldu.
2- Ülke dışındaki reform hareketleri
Devletin anayasal krallığı ülkenin yapısına uymadığı gerekçesiyle reddetmesiyle muhalefet ağır bir darbe almış oldu. Reddetmek bir yana, devlet birçok ismi hapse atarak ikinci darbeyi vurdu. Devlet reform taleplerini reddederken bunların “dış güçlerle bağlantılı” olması gibi klasik argümanlara sığındı. “Terörle savaş” Suudi devletinin reform dosyasını rafa kaldırmasının güçlü bir gerekçesi oldu.
Bu sebeple bazı çevrelerin reform çalışmalarını dışarıya taşıdıklarını gözlemliyoruz.
Islah İçin İslami Hareket
Dr. Saad Fakih’in kurduğu hareket 1994 yılında Londra’da bir ofis açtı. Hareket 2003-2004 yıllarında, Riyad başta olmak üzere, ülkenin bazı kentlerinde gösteriler organize etti; ancak rejim göz açtırmadı.
Hareket Suud ailesi çatısı altında reformun imkânsız olduğunu ve reformların ancak krallık rejiminin yıkılması, seçilmiş halkçı yönetimin kurulmasıyla gerçekleşeceğini dillendiriyor.
Fakih, iktidardaki ailenin reform yapma gücüne sahip olmadığı yönünde siyasi ve dini bir kanaate sahip. Dolayısıyla Suud ailesinin yıkılmasını ve şuraya dayalı İslami bir rejim kurulmasını hedefliyor.
Arap Yarımadası Halk Özgürlük Hareketi
Arap Yarımadası Halk Özgürlük Hareketi veya Yeni Hür Prensler, kraliyet ailesinden ayrılarak Almanya’da yaşayan muhalif Suudi Prens Halid bin Ferhan es-Suudi tarafından Eylül 2019’da kuruldu.
Prens Halid bir vizyon açıklayarak ülkesindeki sistemin mutlak krallıktan anayasal krallığa evrilmesi çağrısı yaptı ve halkın kendi kendisini yönetmesi gerektiğini ifade etti.
Sonuç olarak, Suudi kraliyet ailesi iktidarda kendisine ortak istemiyor. Çözümü ise anayasal krallık gibi reform düşüncelerini benimseyen herkesi ortadan kaldırmakta görüyor. Merhum Hamid de zaten bir konferansında “Bu ülkede çöl kültürü hâkim ve işlerin çözümü için hâlâ kılıca olan bir inanç mevcut” derken bu gerçeğin altını çiziyordu.
Prens Talal da bir demecinde, mutlak krallıkların bu çağın ruhuna uymadığı eleştirisi yapmış ve Suudi Arabistan’ın Sovyetler Birliği gibi çökme tehlikesine dikkat çekmişti. En büyük temennimiz bu kötü senaryonun yaşanmaması ve aklıselimin galip gelmesidir. Artık bekleyip göreceğiz.
Kaynak: AA
.
dikGAZETE.com