Muş
Van'ın Erciş ilçesindeki trafik kazasında hayatını kaybeden Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Prof. Dr. Ahmet Haluk Dursun, son konuşmasını bugün Malazgirt Zaferi'nin 948. yıl dönümü kapsamında düzenlenen "4. Tarihi Roman ve Romanda Tarih Bilgi Şöleni"nde yaptı.
Bakan Yardımcısı Prof. A. Haluk Dursun trafik kazasında vefat etti
Dursun, Türkiye Yazarlar Birliği öncülüğünde, kaymakamlık, belediye, Türk Tarih Kurumu ve Muş Alparslan Üniversitesi (MŞÜ) desteğiyle gerçekleştirilen şölende, hasbihal etmekten, halleşmekten ve bu coğrafyayla helalleşmekten, bütün bunların hepsiyle bir arada olmaktan büyük bir mutluluk duyduğunu söyledi.
Bakan yardımcılığı dışında tarih ve Osmanlı tarihi profesörlüğü bulunduğunu aktaran Dursun, şunları kaydetti:
"Bugünkü çalışmanın da içeriğinde dercedilmiş olan mevzuya bir Türkoloji kongresinde, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde, bir konuşmacının bir uyarısıyla kendime geldim, tarihçi nasıl olunur duygusunu anlama bakımından.
Orhan Şaik Gökyay hocaydı. Kongrenin kapanış konuşmalarından bir tanesinde, çok kıymetli hocalar vardı. 'Tarihçiler siz kendi aranızda konuştunuz. Kendinize göre tarihi tefsir ettiniz, tarihi yorumladınız ama kendinize çok da fazla güvenmeyin.
Bu işin eksiği edebiyatçılardır. Edebiyatçıların da ağzından tarihi onların da hissiyatını, heyecanını dinlemek, sizin kuru tarihinizin içerisine biraz heyecan biraz ruh katmak lazım.
Bir şiirle ben sizi şimdi baş başa bırakacağım, çekileceğim, siz biraz düşünün ve bu şiir üzerinden bir tarih yorumlamaya gayret edin.' dedi."
"Tuna şiiri üzerinden kendimi yeniden bir tarih anlayışı disiplinine soktum..."
Dursun, Aşık Çelebi'nin "Tuna Kasidesi"nden Gökyay'ın okuduğu "Kiver-i kafirden iman ehline akup gelür/ Kıbleye tutmı yüzini bir müselmandur Tuna/ 12 Habs-i kafirden boanmı gibi zencirin sürür/ Şah-ı İslama gelür bir ehl-i imandur Tuna" kısmını okuyarak, "(Gökyay) 'Şimdi Tuna'yla ilgili ne biliyorsanız tekrar okuyun.
Halkın nezdindeki gazavatnameler, saltuknameler nezdindeki o fetihleri bu şiirler üzerinden bir daha değerlendirin ve hangi sahayı çalışıyorsanız bir daha o sahaya dönün.' dedi.
Ben de gerçekten o Tuna şiiri üzerinden onun yanına Gazi Giray Han'ı da koyarak kendimi yeniden bir tarih anlayışı disiplinine soktum." ifadelerini kullandı.
Önce nereden çıktığını görmek için Tuna'nın kaynağına gittiğine dikkati çeken Dursun, sonra Tuna'yı şiirler üzerinden takip ederek Tuna ile uzun bir süre geçirdiğini dile getirdi.
"Dicle’nin, Karasu’nun, Aras’ın kuzularını çakallara kaptırmayacağız"
Ahmet Haluk Dursun, bir kaç sene önce Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesinde konuşma yaparken yaşadığı bir anısını da şu sözlerle anlattı:
"Genç bir kız öğrenci söz istedi ama muhalefet dozu yüksek heyecanlı bir şekilde, 'Sizin burada ne işiniz var? Ben sizin yaptığınız çalışmalara baktım, siz Tuna tarihçisisiniz, sizin hayatınız Tuna'yla geçmiş. İkinci kitabınız da Nil. Nil'le ilgili de çalışmışsınız. Sizin hayatınızda Dicle yok. Siz Dicle'siz bir tarihçisiniz, o yüzden sizin burada bulunmaya hakkınız yok, konuşmaya hiç hakkınız yok' dedi.
Bütün akademik unvanlar bir tarafa gidiyor tabii.
'Tamam, bir dakika haklısın ama biraz dinle. Konuşmayı nerede yapıyoruz? Dicle Üniversitesinde yapıyoruz. Kampüsün içerisinden Dicle geçer. Ben buraya nereden geldim? Cizre'den geldim, Cizre tam bir şehirdir ve tam bir Dicle şehridir.
Bir gün önce de Hasankeyf'te idim. Batman, oradan da yine Dicle gelir. Demek ki gözümüz Dicle'de ama gönlümüz de Tuna'da. Bunda da bir zarar yok günah yok ama haklısın bu bir gecikme, bu bir tehir. Zaten her işin, her vazifenin rehine bırakılmış bir vakti vardır.
'Vakti şerif' denir zaten ona. İşte o vakti şerif gelmiş ben Dicle'de sizle bugün beraberim.' dedim. Sonra gösterdim, gençlerin hepsi zaten aynı frekans gençler. 'Siz Dicle'nin kuzularısınız ve siz Dicle’nin kuzuları bize emanetsiniz.
Haklısınız geç kaldık bu emanete sahip olmakta ama bundan sonra sizinle hep beraber olacağız ve bu bölgede Dicle’nin, Murat’ın, Karasu’nun, Zap Suyu’nun, Aras’ın kuzularını çakallara kaptırmayacağız.' dedim.
Çakallara kaptırmamak için onlarla hemhal olmak, hemdert olmak ve beraber olmak lazım."
"Yahya Kemal, Arif Nihat Asya olmadan tarihimizin ruhuna inmek mümkün mü?
Fuat Sezgin, İhsan Süreyya Sırma gibi değerlerin gençlere anlatılmasının önemine değinen Dursun, "Mehmet Doğan ağabeyimiz gerçekten bizim kuru akademik tarihçilerin, kendimi koyarak söylüyorum, başkalarını tenzih ediyorum.
Bir türlü fark edemedikleri bir noktaya temas etti. ‘Bu tarihin içinde biz tarih derslerini niye başarılı bir şekilde sevdiremiyoruz?’ sorusu çok önemli bir sorudur. Gençlerimize tarih dersini niye sevdiremiyoruz? Çünkü tarihin geleneksel kültürden ve sohbet kültüründen gelen aktarım kabiliyetini kaybettik.
Battal Gazi'yi, Battalnameleri, Danişmentler’i çocuk kimden duyacak? Bu bölge için Battal Gazi ne kadar önemli birisidir değil mi?
O kesikbaş hikayeleri, Hazreti Ali cenkleri, bunlar nasıl duyulacak? İşte bunlar yaşayan kültürle nesilden nesle aktarılmak suretiyle duyulacak.
Şimdi biz tarihçiler, nasıl Rumeli’ye geçildiğini anlatır bir sürü tarihsel şeylerle. 'Keramet gösterip halka suya seccade salmışsın/ Rumeli’nin öte yakasın dest-i takva ile almışsın.' diyor şair. Hadi bakalım buyurun böyle anlatımı kim yapacak şimdi?
Bu ayrı bir alem. Sarı Saltuk’u bilmeden, Saltukname okumadan, 'Geldik bir zamanlar Sarı Saltuk'la Asya'dan/ Dağıldık bir bir diyar-ı Ruma Sakarya’dan' diyen Yahya Kemal'i okumadan, Arif Nihat Asya olmadan, Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun o serisini koymadan bizim bu tarihimizin ruhuna inmek mümkün olabilir mi?" diye konuştu.
Haluk Dursun, Malazgirt, Çanakkale, Sakarya ve Sarıkamış’ı hatırlamadan tarihin doğru dürüst yorumlanamayacağına vurgu yaparak, "Muş’ta ve diğer bütün bölge üniversiteleri gezip dolaştıktan sonra o kızın bana 'Ne işin var senin burada?' deyip o dersi verdikten sonra ders aldım yani ondan.
Geri kalan kısmını hep bu bölgede geçirdim. Tamamıyla Ankara’nın doğusunda yani özellikle bu Dicle, Fırat, Zap üçlüsünün olduğu yerlerde geçiriyorum." dedi.
"Yapmamız gereken, sohbet ağırlıklı mekanlar kurulmasıdır"
O bölgenin gençleriyle Anadolu Tarih ve Kültür Birliği'ni kurduklarına işaret eden Dursun, şöyle devam etti:
"Bizim yaptığımız bu çalışma grubunda liseliler var, Batı liseleri, İstanbul'un en iyi liseleri, ilk 100'e giren çocukları var.
Galatasaray, İstanbul ve Kabataş Erkek Lisesi üçlüsü pilot olarak belirlendi ve 100. yıl dolayısıyla 100 genç seçtik.
Bunlara Çanakkale ruhu olsun diye ilk programı Çanakkale'de yaptık. Sonra Anadolu'yu gezdirmeye başladık.
Geçen ay Ahlat'a götürdük. Çünkü Ahlat görülmeden Anadolu anlaşılmaz."
Prof. Gr. Dursun, bu grupla Mardin, Hasankeyf ve Batman'a gittiklerini, Sarıkamış, Bitlis ve Doğu Beyazıt'a da gideceklerini belirterek, şunları söyledi:
"Bizim temelimiz Anadolu'dur, Malazgirt'tir, Sakarya'dır, Sarıkamış'tır, Ahlat'tır.
Kudüs bizim için mukaddes, hep söylüyorum ama Kudüs kadar Müküs'ü (Bahçesaray) tanıyacağız. Çok güzel bir çaydır. Rahmetli Fethi Gemuhluoğlu'nun dediği gibi, biz bu coğrafyaya, tarihe, edebiyata, şiire ve gazavatnamelere dost olacağız.
Bu kültürel gelişimimizi akademik çalışmalarla da tamamlayacağız, tekemmül ettireceğiz, mükemmelleştireceğiz ve inşallah geleceği o zaman çok daha emin bir şekilde karşılamış olacağız."
Televizyon dizilerinin tarih konusunda merak uyandırmadaki rolünün altını çizen Dursun, şunları söyledi:
"Ömer Seyfettin'in 'Pembe İncili Kaftan'ını da mutlaka okumak lazım. Ömer Seyfettin'siz de bu heyecanın, kendi kültürümüzün eksik kalacağı kanaatini taşıyorum.
Ben Feridun Fazıl Tülbentçi'ye de yetiştim. Bir de bu işin söz ve sohbet ustaları var. Eşref Şefik vardı mesela. Bunlardan tarih dinlemek ayrı bir keyifti, akademik kürsülerden dinlemenin dışında çok büyük bir alternatif tarih kültürü ortaya koyuyordu.
Biz millet kıraathanelerini kurduk. Şu anda bana göre yapmamız gereken, sohbet ağırlıklı mekanlar kurulmasıdır."
Kaynak: AA
dikGAZETE.com