Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş, ’Paralel yapıyla mücadele sadece AK Parti’nin meselesi değil CHP’nin de MHP’nin de meselesidir. Bir gün gelir diğer partiler de bu meselelerle uğraşmak durumunda kalırlar. Sayın Bahçeli’nin de diğer bütün siyasi liderlerin de bu meseleyi bu çerçevede görmesinin daha sağlıklı olacağı kanaatindeyim. Bu milli meseledir’ dedi.
TGRT Haber’de yayınlanan "Neler Oluyor" programına Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş konuk oldu. TGRT Haber ve İhlas Haber Ajansı Ankara Temsilcisi Batuhan Yaşar’ın gündeme ilişkin sorularını yanıtlayan Kurtulmuş, "Rusya’dan çılgınlıkla ifade edilecek açıklamalar devam ediyor. Bunun absorbe edilmesi konusunda sabrın sonu nedir? Nasıl hareket edeceksiniz, ne kadar bekleyeceksiniz?" sorusuna, "Bütün bu örneklerin hiçbirisi Türkiye ile Rusya arasında doğrudan bir krizin yansıması değildir. Bütün bu olaylar aslında Suriye’de devam eden krizin Türk-Rus ilişkilerine yansımış halidir. Dolayısıyla bir doğrudan Suriye üzerinden ortaya çıkmış olan birçok krizle karşı karşıya kaldık. Daha doğrusu bizim uçağımızın düşürülmesi, İHA’nın düşürülmesi, en son Rus uçağının düşürülmesi gibi. Dolayısıyla olay doğrundan doğruya Türkiye ile Rusya tarafının karşılıklı hasmane tavırlarından dolayı gelişmiş olan bir takım olaylar değildir. Bunun tespit edilmesi lazım" karşılığını verdi.
"RUS UÇAĞI OLDUĞU BİLİNSEYDİ SONUÇ BAŞKA OLURDU"
Rus uçağının düşürülmesinin durduk yerde olan bir mesele olmadığına dikkat çeken Kurtulmuş, olaya ilişkin detayları şöyle sıraladı:
"Bununla ilgili olarak dört tane temel tespitte bulunmamız lazım. Birincisi, bu uçağın defaatle daha önce de olduğu gibi Türkiye sınırları içerisinde düşürüldüğünü tespit etmemiz lazım. İkincisi, bu uçak düşürüldüğü zaman bu uçağın Rus uçağı olduğu bilinmiyordu. Ben bunu söylediğim zaman bazıları bunu yanlış anlayarak, ikinci cümleyi duymadan kasıtla da belki lafı tersinden çevirerek ’Bunu ne yapacaktık yani Rus uçağı olduğunu bilseydik düşürmeyip de okşayacak mıydık’ diyenler de oldu. Burada bizim söylediğimiz şey şu: Eğer Rus uçağı olduğu bilinseydi sonuç başka olurdu. Şundan dolayı, Rus uçağının Türk sınırları içerisine, Türkiye topraklarına karşı hasmane bir tutum içerisinde olmayacaklarını bildiğimiz için cümlesi var. Bunu almıyorlar. İkincisi, bu yani Rus olduğu bilinmiyordu. Üçüncüsü, bu olay sırasında defaatle ikaz edilmiş, bunu artık bütün dünya biliyor. Bir de Genelkurmay Başkanlığımızın vermiş olduğu brifingten biz de öğrendik ki her savaş uçağının, motoru çalıştırır çalıştırmaz kullandığı herkese açık ve VHF kanalından bu yayınlar yapılmış. Bunların kayıtları var. Dördüncüsü ve belki bunlardan daha önemlisi Rusya tarafı ve ilgili diğer bütün ülkeler, özellikle son Suriye’deki gelişmelerden sonra angajman kurallarımızın değişmesi konusunda defaatle uyarılmış."
"MESELENİN DAHA FAZLA DALLANIP BUDAKLANMASINDAN YANA DEĞİLİZ"
Türkiye’nin haklı olduğu ancak sonuç olarak istenmeyen bir durumla karşı karşıya olduğunu belirten Kurtulmuş, "Yani böyle bir durumu biz de istemeyiz. Keşke böyle bir durum olmasaydı. Şimdi bu durumun üzerinden daha büyük bir kriz üretmek yerine bu durumu çözebilecek adımların atılması lazım. Bunun için de diyalog kanallarının siyasi ve askeri anlamda açık tutulması lazım. Bu kanalları bizim açımızdan Sayın Cumhurbaşkanımız da Sayın Başbakanımız da bu arada çok sayıda uluslararası platform vesilesiyle gittikleri gezilerde bunları dile getirdiler. Hem Brüksel’de hem Paris’te bunlar en üst düzeyde dile getirildi. Yani biz bu meselenin daha fazla büyümesi daha fazla dallanıp budaklanmasından yana değiliz. Zaten maalesef tam manasıyla bir yangın yerine dönmüş olan Ortadoğu’da diğerlerine benzemeyecek kadar büyük potansiyele sahip olan yeni bir krizin ortaya çıkmasını istemeyiz. Bunun için elimizden gelen gayreti gösteriyoruz. Hem tansiyonun düşürülmesi hem diyalog kanallarının açık tutulması hem de bir an evvel karşılıklı bir araya gelerek acaba bu sonuçları nasıl ortadan kaldırırız, bunun müzakerelerini ümit ediyoruz" ifadelerini kullandı.
"VATANDAŞLARIMIZ MÜSTERİH OLSUN"
Rusya’nın yaptırımlarının Ocak ayında yürürlüğe gireceğinin sorulması üzerine Kurtulmuş, "Uzun süre devam edebilecek bir takım yaptırımlar olacağını zannetmiyoruz. Ama sonuçta geçtiğimiz Cuma günü yaptığımız Bakanlar Kurulu’nda ekonomiyle ilgili bütün bakan arkadaşlarımızın her açıdan, enerji bakımından, çalışma hayatı bakımından, ekonomik, ithalat, ihracat bakımından, tarım bakımından, müteahhitlik hizmetleri bakımından bütün farklı alanlarda karşımıza nasıl bir senaryo çıkabilir? Bunlar konuşuldu. İlgili arkadaşlarımız Sayın Mehmet Şimşek’in başkanlığında toplantılar yaptılar. Sonuçta şunu biliyoruz, bundan sonra A, B, C planı uygulanabilecek her şeye karşı bizim de tedbirlerimiz var. Burada Türkiye’de hem tarım hem de ihracatla ilgili bütün kesimlerin mağduriyeti oluşmaması için neler yapılabileceğini biliyoruz. Bunları zikretmeyi uygun bulmuyorum. Ama inşallah karşımıza böyle bir tablo çıkmaz. Bu tablo karşımıza çıkarsa neler yapılabileceği, bunları bildiğimiz için bu anlamda rahatız. Vatandaşlarımız da müsterih olsun. İnşallah zaten böyle bir ekonomik yaptırımın da Rusya’nın ekonomik şartları bakımından da uzun süre uygulanmayacağını tahmin ediyoruz" karşılığını verdi.
"YÜKSEK DAĞLARIN DUMANI ÇOK OLUR"
"Ekonomik anlamda uçağın burnunu tekrar kaldırabilecek misiniz?" sorusuna ise şöyle yanıt verdi:
"Hiç şüphesiz. Diyelim ki bizi etkileyecek alanlar turizm alanı, tarım ürünleri ve ihracatla ilgili bir takım alanlarda bazı sıkıntılarla karşı karşıya kalacağız. Ama dünya sadece Türkiye ile Rusya arasındaki ticari ilişkilerden ibaret değil. Türkiye diye üzerinde konuştuğumuz ülke öyle sıradan bir ülke değil. Biz bu ülkenin evladıyız, bu milletin çocuğuyuz diye bundan gurur duyarak, övünerek bunu söylemiyorum. Övünüyorum ayrı bir şey. Hepimiz övünüyoruz bu ülkenin çocuğu, bu milletin bir ferdi olmaktan ama sonuçta siyaset rasyonel davranma işidir. Rasyonel şartlar içerisinde baktığınız zaman Türkiye’nin böyle bir coğrafyada bu kadar derin jeopolitik sıkıntılar içinde bulunması, Suriye meselesi, Ukrayna meselesi, daha önce Balkanlar, Kafkaslar meselesi... Bütün bu sorunlar yumağında Türkiye’nin olması ne yapalım, kaçamayacağız bir şey. Terörden bahsettik, başka bir ülkede olsa belki bu şekilde bir terör olmayacak, başka bir şekilde olabilir. Zaman zaman hasmane tavırlar, zaman zaman Türkiye’nin içerisini karıştırma numaraları. Sadece bu son döneme ilişkin söylemiyorum, 1980 öncesini hatırlayın, sağ-sol kavgaları, Türkiye’de Alevi-Sünni kavgalarını kışkırtma çabaları. Bütün bunları yaşadık. Bunu söylemek lazım: Yüksek dağların dumanı çok olur. Yani biz büyük bir ülke olmanın, büyük bir medeniyete, büyük bir birikime, büyük bir potansiyele sahip olmanın riskleriyle karşı karşıyayız. Doğru ama çok büyük avantajlarıyla da karşı karşıyayız. Yani risk olduğu kadar hatta çok daha fazla bir sürü fırsatlarla karşı karşıyayız. Birden son bu yaz aylarında başlayan, olağanüstü yüksek düzeyde Avrupa’yı alarma geçiren bir mülteci krizi, biz bunları 5 senedir yaşıyoruz. ’Hazmetme kapasitesi’ diyorlar ya, bizim millet olarak hazmetme kapasitemiz, mazlum ve mağdurların seslerini duyma ve onlara el uzatma kapasitemiz çok yüksek olduğu için biz hiçbir şekilde bundan yüksünmüyoruz. Hiçbir şekilde şikayet etmiyoruz. 5 senedir bunu yapıyoruz. Avrupa karşılaşınca başladı feveran etmeye.
"TÜRKİYE’DE ’ÜRETİM DEVRİMİ’ DİYECEĞİMİZ BİR EKONOMİK MODELE GEÇİYORUZ"
Numan Kurtulmuş, 64. Hükümet’in ilk 1 yıllık programına ilişkin soru üzerine, şu yanıtı verdi:
"64. Hükümet bir reform hükümetidir. Yarım kalmış özellikle 2009’dan sonra hem Avrupa’daki ekonomi ve siyaset hem Türkiye’nin içinde bulunduğu şartlar değişmeye başladı. 2009’dan sonra bu alanda AK Parti’nin daha önce çok hızlı yapmış olduğu reformlarda belli bir hız düşmesiyle karşı karşıya kaldık. Şimdi inşallah hızlı bir şekilde bu eksik kalan kısımları tamamlayacak 4 yılımız var. Bu 4 yılın önemi, önümüzdeki 4 yıl boyunca seçim yok. Hiç kesilmeden 2019’a kadar Allah’ın izniyle Türkiye, hem siyasi hem ekonomik istikrarı sağlayacak. Reformdan kastımız ne? Türkiye’de üretim devrimi diyebileceğimiz bir ekonomik modele doğru geçiyoruz. Yani Türkiye’de hem makro istikrarın sağlanması hem bu anlamda fiyat istikrarını önceleyen politikaların olması hem bütçe dengelerine ve bütçe disiplinine sahip olan bir ekonomi anlayışına geçmemiz lazım. Ama bu yetmez, bununla birlikte Türkiye’de özellikle yüksek teknoloji ürünlerini teşvik eden, yüksek teknolojiye dayalı mal ve hizmetlerin küresel anlamda rekabet edebilecekleri bir perspektifin ortaya çıkması için birçok teşvikler hükümet programımızda da seçim beyannamemizde de yer aldı. Üretim reformu, üretim devrimi diyebileceğimiz bir şey."
"TÜRKİYE’NİN EKONOMİK OLRAK YARIM KALMIŞ ADIMLARINI ATACAĞIZ"
Bütün bunlarla beraber orta direğin güçlendirilmesi özellikle Türkiye’nin en büyük ümidi olan genç girişimci orta sınıfların desteklenmesi, gençlere yatırım desteklerinin verilmesi gibi konuların hızlı bir şekilde realize edileceğini vurgulayan Kurtulmuş, "Üçüncü alanda ekonomiyle ilgili olarak Tükiye’de alt gelir gruplarının alım gücünün artırılması. Mesela asgari ücret tartışması, bugün Sayın Çalışma Bakanımız da ifade etti. 1300 lira asgari ücret olacak. Dolayısıyla alt gelir gruplarının bu yarışın içerisinde daha güçlü bir alım gücüne sahip olması, emekliliklerle ilgili değişiklikler. Bu alanda Türkiye’nin ekonomik olarak yarım kalmış adımlarını atacağız" dedi.
Kurtulmuş, sözlerine şöyle devam etti:
"Biz hep mesela Türkiye ile ilgili konuştuğumuz, orta gelir tuzağı. Türkiye, 10 bin dolarlar seviyesine geldi ama buradan bir adım yukarıya sıçraması lazım. Bunu yapabilmek için de ekonomik yapıyı değiştirmek gerekiyor. Yani bildik yöntemlerle mevcut şekliyle bunu yapamazsınız. Bunun için mutlaka ileriye gitmek lazım. Ama en az orta gelir tuzağı kadar Türkiye için tehlikeli olan başka bir şey var. Bendeniz bunu yıllardır ifade etmeye çalışıyorum. O da orta teknoloji tuzağıdır. Türkiye, yüksek teknoloji ürünlerini, hizmetlerini üreten bir ülke haline dönmek mecburiyetindedir. Bu da çok ciddi bir teşvikle olacak. Bunların hepsinin bir perspektifi vardır. ’Ekonomide 25 Dönüşüm Programı’ dediğimiz programı hemen uygulamaya başlayacağız. Bunun bir takvimi var. Bir kısmı hemen 3 ayda yapılabilecek olanları var, 6 ayda yapılabilecek olanlar var. Bir kısmı için yasa değişikliğine ihtiyaç var, bir kısmı için yasak değişikliklere ihtiyaç yok. Yönetmelik ve uygulamalarla yapılabilecek durumda. Birinci alan burasıdır."
"YENİ ANAYASA KONUSUNDA DAYATMA İÇİNDE OLMAYACAĞIZ"
İkinci alanda ise hukuki ve siyasi reformların yer aldığını anlatan Kurtulmuş, "En başta yeni bir anayasa. Türkiye’de demokratik, sivil, katılımcı, yeni bir anayasa yapma mecburiyetimiz var. Bu sadece AK Parti’nin boynunun borcu değildir. Parlamentodaki bütün partilerin en büyük siyasi ödevi budur. Eğer Türkiye, yeni bir anayasa yapmayacaksa hala 12 Eylül’ün getirmiş olduğu bu anayasayla Türkiye yoluna devam edemez. Bunu yapmak durumundayız. Bu şu demektir yani elimizde anayasayı tek başına yapacak sayısal gücümüz yok ama toplumda bu yönde büyük bir siyasal beklenti var. Bunun için biz hiçbir dayatma içinde olmayacağız. ’Bizim anayasamız budur, buyrun bunun üzerinde uzlaşalım’ demeyeceğiz. Biz kendi fikirlerimizi ortaya koyacağız. Diğer partilerden de aynı şekilde son derece açık görüşlülükle eteklerindeki bütün taşları ortaya koymalarını isteriz, sepetlerindeki bütün birikimleri ortaya koymalarını isteriz. Ve herkes Türkiye’nin yeni bir anayasal reform için nasıl ki ekonomide bir üretim reformundan bahsediyorsak anayasal ve siyasal reformun da ana ekseni demokratik bir reform olmalıdır. Bu demokratik reform için bir anayasal reform perspektifi içerisinde herkes katkıda bulunsun. Ayrıca Siyasi Partiler Yasası’nda, Seçim Yasası’nda, Meclis İç Tüzüğü’nde en önemli sıkıntılarımızdan birisi, bütün bunlar çalışamıyor, bütün bunları bir an evvel aşabilecek perspektifin ortaya konulması lazım" açıklamalarında bulundu.
"TOPLUMSAL BÜTÜNLÜĞÜN SAĞLANMASIYLA İLGİLİ BİR DÜZENLEME YAPILABİLİR"
Üçüncü alan olarak toplumsal bütünlüğün sağlanmasına dikkat çeken Kurtulmuş, şöyle devam etti:
"Toplumsal bütünlüğün sağlanması için toplumda kendini farklı hisseden hangi gruplar varsa bu grupların haklarını, hukukunu anayasal vatandaşlık çerçevesinde, özgür ve eşit yurttaşlar çerçevesinde mesela burada Alevi kardeşlerimizin Cemevi ve İrfan Merkezleriyle ilgili bir takım talepleri var. Bunları biliyoruz. Ama bu talepler üzerinde Alevi yurttaşlarımızın hepsi de uzlaşmış, ortak bir çizgide değiller. Bununla ilgili ana perspektifi söylüyoruz. Bunların bir yasal statüye kavuşturulması zorunludur, geç kalınmış bir durumdur ama bunun için de herkesin fikirlerini ortaya koymasını, ortak bir anlayışın, sivil toplumun, üniversitelerin, bu anlamda Alevi dergahlarının kendi fikirlerini ortaya koyması... Nihayetinde bunların hak ve özgürlükler çerçevesinde gerçekleşmesidir. Zaman zaman mesele geçmişte medreseden yetişmiş olanların ’melle’ olarak Diyanet İşleri Bakanlığı’na alınması, bunlar gerçekleşti ama yeterince verimli olmadı. Bunlarla ilgili bir düzenleme yapılabilir. Nihayetinde bunlar devletin vatandaşına karşı yapmak durumunda kaldığı bir takım yaklaşımlardır, adımlardır. Bizim ödevimiz, siyasi olarak sorumluluğumuz, bu memlekette gerçekten iç gerilimleri mümkün olduğunca azaltacak bir perspektife sahip olmaktır."
"CEBERRUT DEVLETTEN KERİM DEVLETE GEÇİŞTE BÜYÜK BİR MESAFE ALINDI"
Kurtulmuş, AK Parti’nin Türkiye’ye sağlayacağı en büyük katkının zihniyet devrimini başlatmış olması olduğunu belirterek, şunları söyledi:
"En zor olan kısım burasıdır. Yani yollar yaparsınız, köprüler yaparsınız, fabrikalar yaparsınız. Bunlar zordur ama bundan daha zor olan devletin zihniyetini değiştirmektir. Bu anlamda Türkiye, o ceberrut devlet anlayışından yani vatandaşını kontrol ve baskı altında tutulması gereken, inançları, düşünceleri, kültürleri, medeniyetleri, ötekileştirilerek dizginlenmesi gereken bir güruh olarak görmek yerine ’Hayır, devletin sahibi de ülkenin sahibi de bizatihi milletin kendisidir. Millet de hangi farklılık varsa bu farklılıklar da hem yönetime hem siyaset hem de toplumun bütün kesimlerine yayılmalıdır anlayışına geçtik. Hala bütünüyle buraya geldiğimizi de söyleyemem? O eski devlet alışkanlıklarının bir kısmı hala devam ediyor. Ama ceberrut devletten kerim devlete doğru geçişi sağlamak bir algı değişimiydi, bir anlayış değişimiydi. Burada çok büyük bir mesafe alındı. İnşallah sonuna kadar yürüyeceğiz. Biz yüzde 50’nin oyunu almış bir partiyiz ama yüzde 50’nin de oyunu alamamış bir partiyiz. Diğer bu yüzde 50’ye oy veren insanların arasında kim ne söylüyorsa iyi niyetle söylenen her sözü biz de koşar adım ilerliyor olsak bile duracağız, dinleyeceğiz, ’Ne söylüyorsun kardeş’ diye bakacağız ve ondan istifade etmeye çalışacağız. Birileri de kötü niyetli olarak sözler söylerse hiç kusura bakmasınlar bizi işimiz çok, kötü niyetli söz söyleyip, kem söz söyleyerek yolumuzdan bizi alıkoymak isteyenlere dönüp ’Ne diyorsun’ diye cevap bile vermeyeceğiz. Biz yolumuza devam edeceğiz."
"KEŞKE BU GAZETECİLERİN YARGILAMASI TUTUKSUZ OLARAK DEVAM ETSEYDİ"
Numan Kurtulmuş, Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın yönetmeni Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanması konusunda ise "Biz hükümet olarak da görüşümüz açıkladık. Keşke bu gazetecilerin yargılanması tutuksuz olarak devam etseydi ama sonuçta yargılamadan, yasama, yürütme, yargı birbirinden bağımsız. İnanın ki biz de hükümet olarak sonradan bunlardan, olay ortaya çıktıktan sonra haberdar olduk. Dolayısıyla burada bu yargılama sürecinden sanki sorumlu hükümetmiş gibi kimse davranmasın. Oradan eleştiri oklarını hükümete döndürmek de kimsenin hakkı değil. Kaldı ki bu gazetecilerle ilgili suçlamalar bizim de görebildiğimiz kadarıyla devlete ait olan bir takım mahrem bilgilerin, sırların ifşa edilmesi suçlamasıdır. Mahkemeler devam ediyor. Ümit ederiz ki mahkemeler adil bir şekilde karar verecektir. Sonuçlarını da göreceğiz" ifadelerini kullandı.
"TERÖRLE MÜCADELE TÜRKİYE’NİN SOKAKLARI, DAĞLARI, OVALARI TERÖRDEN TEMİZLENENE KADAR DEVAM EDECEK"
Diyarbakır’da yaşanan saldırıya ilişkin konuşan Kurtulmuş, şunları kaydetti:
"Diyarbakır meselesi, Türkiye’nin terörle mücadelesinde ne kadar haklı olduğunu ve ne kadar zor bir pozisyonda olduğunu gösteriyor. Avrupa da terörle maalesef son yıllarda çok kötü bir şekilde yüzleşiyor. Hiçbir yerde terörün olmasını istemeyiz. Bir tek kişinin burnunun terör dolayısıyla kanamamasını isteriz. Ama Diyarbakır’daki görüntüleri gördünüz yani orada polisleri, gün ortasında kendilerini durdurmak isteyen polisleri kurşunlayan, şehit eden insanlar kaçıyorlar, gelirken oradaki çatışmada da Sayın Tahir Elçi vefat ediyor. Hem Sayın Tahir Elçi’ye hem de şehit polislerimize bir kere daha Allah’tan rahmet diliyoruz. Bu Türkiye’nin ne kadar zor durumda olduğunu gösteriyor. Yani birileri Türkiye’yi terörle mücadelede eleştirirken aynı şekilde Türkiye’nin her yerini, ilçelerini, sokaklarını böyle terör yuvasını haline döndürmüş olan terör çetelerine karşı da üç çift laf söylemelerini bekleriz. Tamam, Türkiye teröre karşı mücadelede mümkün olduğunca dikkatli, hassas davranıyor. Mesela bugün yine Diyarbakır Sur’da bir kadının polislerimizi ateşe tutmasını gördük. Bu çok zor bir pozisyon. Sur ilçesinin çıkış noktasında, orada polisler mümkün olduğu kadar sivil halka zarar gelmesin diye son derece itinalı davranıyor ama bir tanesi de çantasından silahı çıkartıyor, polislere ateş ediyor. Diyarbakır hadisesi, Tahir Elçi’nin öldürülmesi, polislerimizin şehit edilmesi aslında bir taraftan da herkesin ’Ya şu Türkiye terörle mücadelede ne kadar haklı, en azından sözle destek verelim’ demesini gerektiriyor. Bu bakımdan bizim yapacak bir şeyimiz yok. Bu mücadele devam edecek, ta ki Türkiye’nin bütün sokakları, dağları, ovaları terörden temizlenene kadar."
"HSYK’NIN YAPISI, HIZLI VE ADİL OLMASI BAKIMINDAN AYRILABİLİR"
Numan Kurtulmuş, "Yargı alanı Türkiye’de herkesin güvendiği bir alan haline getirilebilecek mi? Buna ilişkin önümüzdeki dönemde neler göreceğiz?" şeklindeki soruya, şöyle yanıt verdi:
"Türkiye’nin uzunca süredir iki temel problemi var. Bunlardan birisi bizim yıllardır eleştirdiğimiz bürokratik oligarşinin bir takım kurumlarının da yargı kurumlar olması. İşte yüksek yargının bu anlamda zaman zaman siyasetin üstüne çıkması. Parlamentoda çıkan bir yasaya rağmen onu iptal eden kararlar verebilmesi ya da yıllarca uygulanan başörtüsü yasağının dayanağını teşkil eden Anayasa Mahkemesi’nin yorumlarında olduğu gibi. Siyasi partileri kapatan Anayasa Mahkemelerinin kararlarında olduğu gibi Türkiye, üst yargı kurumlarının hem hükümetin hem de siyasetin üstünde zaman zaman nasıl bir vesayet müessesesi oluşturduğunu gördü. Bunu tecrübe etti. Bunlardan bir şekilde Türkiye’nin kurtulması lazım. İkincisi ise yargının süratli ve adil işleyişi bakımından yapılması gerekenler. Bununla ilgili mesela HSYK’nın yapısıyla ilgili tartışmalar çok sürüyor. Yapısal olarak orada hızlı ve adil olması bakımından bu ayrılabilir. Mahkeme sayıları artırılabilir. Buralarda bir takım düzenlemelerle hız temin edilebilir. İkincisi de yargıda adaletin sağlanmasıdır. Bunlar hakikaten bir siyasi iktidarın Türkiye’ye yapabileceği en önemli hizmetlerdir. Bunların olması lazım. Buradaki temel mesele de yine geliyor demokratikleşme meselesine. Yıllardır söylediğimiz, Türkiye’de zaman zaman devleti ele geçirme, yargıyı ele geçirme, polisi ele geçirme, devletin şu kadrolarını ele geçirme meselesi niye oluyor? Türkiye’de maalesef siyasi kararlar da ekonomik kararlar da hala birçok iyileştirme adımlarına rağmen merkezde alınıyor. Yani merkezde siz siyasi ve ekonomik kararları toplarsanız, bu merkezi birileri ele geçirmeye çalışır. Dolayısıyla biz öyle bir demokrasi perspektifiyle hareket etmek zorundayız ki hiç kimsenin ele geçiremeyeceği kadar demokratik, şeffaf bir devlet yapısının oluşması gerekiyor. Anayasa konusunda ısrar etmemizin temel nedeni budur."
Demokratikleşme paketlerinin devam edeceği mesajı veren Kurtulmuş, önce yapısal meselelerin çözülmesi gerektiğini belirtti.
PARALEL DEVLET YAPILANMASIYLA MÜCADELE
"Paralel yapıyla ilgili yeni dönemde yeni bir perspektif konulacak mı?" sorusuna yanıt veren Kurtulmuş, "Yani bir günde oluşmuş bir yapıdan bahsetmiyoruz. Dolayısıyla bununla mücadele bir günde bitecek değildir. Bu artık sadece 64. Hükümet’in bir meselesi de değildir. Onu söyleyeyim. Bu, devletin bir kararlılığıdır. Devletin, Milli Güvenlik Kurulu’nun takip ettiği bir meseledir" dedi.
"PARALEL YAPIYLA MÜCADELE SADECE AK PARTİ’NİN MESELESİ DEĞİL CHP’NİN DE MHP’NİN MESELESİ"
MHP’de genel başkanlık yarışının hatırlatılarak, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin genel başkanlık adaylarından birini "Paralel yapının adamı" olarak nitelendirmesini değerlendiren Kurtulmuş, şunları söyledi:
"Biz ’paralel yapı’ derken şimdi isminin ne kadar doğru konulduğu da ortaya çıkıyor. Yani bir devlet işleyişi var, bir kamu işleyişi var, partilerin bir takım işleyişleri var. Bunlara bir de paralel oluşturulan, kendi emir komutası olan bir yapıdan bahsediyoruz. Biz paralel yapıyla mücadele ederken hep şunu söylemiştik: Bu, sadece AK Parti’nin meselesi değil CHP’nin de MHP’nin de meselesidir. Bir gün gelir diğer partiler de bu meselelerle uğraşmak durumunda kalırlar. Dolayısıyla burada ilke üzerinde durmak lazım. Bugün böyle bir yapıdan bahsediyoruz, yarın başka bir yapı ortaya çıkar. Siz devletin bu yapısını, çatısını demokratikleştirmediğiniz sürece ve devlet bütün kararların merkezi olmaya devam ettiği sürece birileri gelir, bugün bu yapı gider yarın başka bir yapı buraya gelir. Dolayısıyla burada Sayın Bahçeli’nin de diğer bütün siyasi liderlerin de bu meseleyi bu çerçevede görmesinin daha sağlıklı olacağı kanaatindeyim. Bu milli meseledir. Siyasi farklılıklarımız olur, AK Parti, MHP, CHP, HDP... Herbirimiz farklı taraflarda olabiliriz, başka siyasi kanaatler olur. Zaman zaman ortaklaştığımız zaman zaman çok taban tabana zıt geldiğimiz noktalar olabilir ama herkesin... Paralel yapının en çok engellediği şey ne? Birincisi devletin yapısını bozuyor, ikincisi, milletin iradesini bozuyor. Esas önemlisi burası. Yani millet bir irade koyuyor, millet derse ki ’Ben HDP’yi iktidara getiriyorum.’ Başımızın üstüne. Ama millet bir parti iktidara getirirken bir başka, hiç milletten oy almamış, sınava hiç girmemiş olan birisi kalkıp der ki ’Ben bu partiyi ele geçireyim. Toplasan toplam sayısı, sağdan say birkaç bin kişi, soldan say birkaç bin kişi. Ben bu birkaç bir kişi, bu parti marifetiyle devleti ele geçireyim’ derse kabul edilmeyecek olan şey budur. Bu parti ister iktidarda olsun ister muhalefette olsun. Dolayısıyla burada hepimizin ortak noktada durması lazım. Bütün herkese Türkiye’de siyasetin kapıları açıktır. Kim istiyorsa gelsin siyaset yapsın, milletten destek alsın parlamentoya gelsin, Türkiye’yi yönetsin. Millet iradesine saygı budur. Ama milleten oy istemeyeceksiniz, milleti yönetmek gibi bir talebiniz olmayacak, milleti yönetmek için ortaya çıkmış olan insanların sırtına binerek milleti yönetmeye kalkacaksınız, devleti ele geçirmeye kalkacaksınız. Bu kabul edilemez."
RTÜK’LE İLGİLİ ŞİKAYETLER
Numan Kurtulmuş, RTÜK’le ilgili şikayetler hatırlatılarak, "Size bağlı olan RTÜK’e el atacak mısınız?" sorusuna, "Dün bir bugün iki. Biliyorsunuz RTÜK bir de yapısı itibarıyla ben bu anlamda sorumlu Başbakan Yardımcısıyım ama yapısı itibarıyla da Başbakan Yardımcısı ya da Hükümete karşı RTÜK’ün bir sorumluluğu yok. Yani biz tabii ki siyaseten neler yapılabilir, RTÜK’ün eksikleri nelerdir, bunlar nasıl tamamlanabilir? Bunları çalışacağız. Herkesi dinleyeceğiz. Dediğiniz nokta doğrudur. Burada RTÜK’ün esas denetlemesi gereken şey, toplumun genel olarak kültürü, ahlakı, genel anlayışıyla yapılan yayınların tezat teşkil edip etmediği, haksızlık yapılıp yapılmadığıdır. İnsanların onurlarının zedelenip zedelenmediğidir. Ama yoksa tabii ki yayın kuruluşlarının hepsi ayrı bir siyasi kanaat sergileyebilir, destekleyebilir. Bu son derece normaldir" karşılığını verdi.
ÇÖZÜM SÜRECİ BUZDOLABINDAN NE ZAMAN ÇIKACAK?
"Çözüm süreci buzdolabından ne zaman çıkacak?" sorusu üzerine Kurtulmuş, şunları kaydetti:
"Bu Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi. Bundan sonra ısrarla bu şekilde ifade etmeye çalışıyoruz. Devam eden bir süreç vardı. O süreç tesadüfen de ortaya konulmadı. Yani siyaset olsun diye bir siyasi proje olarak ortaya konulmadı. Türkiye için hayati ve insani bir proje olarak ortaya konuldu. Neden? Türkiye yaklaşık 37 yıl terörle mücadele etti, 40 bine yakın insanını kaybetti, 8 bin insanı şehit oldu bu süreç içerisinde. Gerçekten çok ağır bir faturadır. 1.5 trilyon dolar da Türkiye’nin maddi kaybı oldu. Bunun kısaca Türkçesi şu: Türkiye’nin 20 yılı teröre heba edildi. Şimdi bu bitmesi gereken bir şey. Bunun için Türkiye’de siyasi irade ortaya çıktı. Sayın Cumhurbaşkanımızı bir kere daha takdirle, şükranla yad etmemiz lazım. O dönemde siyasi sorumluluğunu üstüne alarak Başbakanken bu süreci başlattı. Sonra AK Parti hükümetleri, Sayın Başbakanımız döneminde de bunu yasal bir süreç haline getirdi. 62. Hükümet’le birlikte bu süreç başlamış oldu. Ama şöyle bir de filmi başa saralım. Bu sürecin olmasını isteyen siyasi irade var, hala var millet iradesi. Yani barışın sağlanmasını, ülkede silahların susmasını, bombaların patlamamasını isteyen büyük bir irade var. Ama buna mukabil savaş devam etsin, insanlar ölmeye devam etsin isteyen bir takım karanlık odaklar da var. Alın bunların bir kısmı terör örgütü, bir kısmı da terör örgütünün ekmeğine yağ süren siyasi çevreler. Oslo görüşmelerini kim, niçin deşifre etti? Hiç farkı yoktur, Oslo görüşmelerini deşifre edenlerle Nusaybin’de hendek kazarak terör estirenler arasında mantık olarak bir fark yoktur. Arkasından Habur’da çıkan görüntüler, oradaki provokasyonlar. Arkasından 6-7 Ekim olayları aradaki küçükleri geçiyorum ve arkasından Suruç saldırısı ve terör dönemi. Bütün bunlara baktığınız zaman buraların hepsinde bir takım çeteler. Şimdi biz yolumuza devam ederken terör örgütü tekrar silahları ateşlemeye başladı. Önce bu sürecin çok net, çok açık söylüyorum, bunu da bazıları yanlış anlıyor ve tersinden alarak yanlış anlıyor. Büyük bir haksızlık ve vicdansızlık yapıyorlar. Bizim söylediğimiz şudur: Devam etmekte olan süreci bozan terör örgütüdür, Türkiye’yi 1990’lara geri döndürmeye çalışan terör örgütüdür. Biz her hal ve şart altında terörün sona erdirilmesi, silah ve bombaların gömülmesini talep ediyoruz, istiyoruz. Bu ayrı bir iştir ama biz her hal ve şart altında bu ülkede yaşayan Kürt kardeşlerimizin hakkını, hukukunu, onurunu korumak için de bütün gücümüzle mücadele edeceğiz. Yeni dönemde Kürt kardeşlerimizin onurlarını, terör örgütlerinin eylemleri içerisinde ezdirmeyeceğiz. ’Önce terör bitsin, biz Kürtlerin hakkını korumak için bunu şart koşuyoruz’ derlerse bu insafsızlıktır, vicdansızlıktır."
"TRT WORLD DÜNYA ÖLÇEĞİNDE BİR KANAL OLACAK"
TRT World’le ilgili değerlendirme yapan Kurtulmuş, "Gezi olaylarında, 17-25 Aralık’ta nasıl uluslararası yayın kuruluşlarının algı operasyonu yaptığını gördük. İnşallah TRT World, dün de TRT’den birifing aldık, çok güzel çalışmalarına başladı. Ümit ediyoruz ki en kısa zamanda bununla ilgili her türlü desteği vereceğiz ve dünya ölçeğinde bir TRT kanalı olacak. Türkiye’ye bu yakışır. İnşallah TRT World, dünyanın önemli yayın kuruluşlarından birisi haline gelir" dedi.
(İHA)
TGRT Haber’de yayınlanan "Neler Oluyor" programına Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş konuk oldu. TGRT Haber ve İhlas Haber Ajansı Ankara Temsilcisi Batuhan Yaşar’ın gündeme ilişkin sorularını yanıtlayan Kurtulmuş, "Rusya’dan çılgınlıkla ifade edilecek açıklamalar devam ediyor. Bunun absorbe edilmesi konusunda sabrın sonu nedir? Nasıl hareket edeceksiniz, ne kadar bekleyeceksiniz?" sorusuna, "Bütün bu örneklerin hiçbirisi Türkiye ile Rusya arasında doğrudan bir krizin yansıması değildir. Bütün bu olaylar aslında Suriye’de devam eden krizin Türk-Rus ilişkilerine yansımış halidir. Dolayısıyla bir doğrudan Suriye üzerinden ortaya çıkmış olan birçok krizle karşı karşıya kaldık. Daha doğrusu bizim uçağımızın düşürülmesi, İHA’nın düşürülmesi, en son Rus uçağının düşürülmesi gibi. Dolayısıyla olay doğrundan doğruya Türkiye ile Rusya tarafının karşılıklı hasmane tavırlarından dolayı gelişmiş olan bir takım olaylar değildir. Bunun tespit edilmesi lazım" karşılığını verdi.
"RUS UÇAĞI OLDUĞU BİLİNSEYDİ SONUÇ BAŞKA OLURDU"
Rus uçağının düşürülmesinin durduk yerde olan bir mesele olmadığına dikkat çeken Kurtulmuş, olaya ilişkin detayları şöyle sıraladı:
"Bununla ilgili olarak dört tane temel tespitte bulunmamız lazım. Birincisi, bu uçağın defaatle daha önce de olduğu gibi Türkiye sınırları içerisinde düşürüldüğünü tespit etmemiz lazım. İkincisi, bu uçak düşürüldüğü zaman bu uçağın Rus uçağı olduğu bilinmiyordu. Ben bunu söylediğim zaman bazıları bunu yanlış anlayarak, ikinci cümleyi duymadan kasıtla da belki lafı tersinden çevirerek ’Bunu ne yapacaktık yani Rus uçağı olduğunu bilseydik düşürmeyip de okşayacak mıydık’ diyenler de oldu. Burada bizim söylediğimiz şey şu: Eğer Rus uçağı olduğu bilinseydi sonuç başka olurdu. Şundan dolayı, Rus uçağının Türk sınırları içerisine, Türkiye topraklarına karşı hasmane bir tutum içerisinde olmayacaklarını bildiğimiz için cümlesi var. Bunu almıyorlar. İkincisi, bu yani Rus olduğu bilinmiyordu. Üçüncüsü, bu olay sırasında defaatle ikaz edilmiş, bunu artık bütün dünya biliyor. Bir de Genelkurmay Başkanlığımızın vermiş olduğu brifingten biz de öğrendik ki her savaş uçağının, motoru çalıştırır çalıştırmaz kullandığı herkese açık ve VHF kanalından bu yayınlar yapılmış. Bunların kayıtları var. Dördüncüsü ve belki bunlardan daha önemlisi Rusya tarafı ve ilgili diğer bütün ülkeler, özellikle son Suriye’deki gelişmelerden sonra angajman kurallarımızın değişmesi konusunda defaatle uyarılmış."
"MESELENİN DAHA FAZLA DALLANIP BUDAKLANMASINDAN YANA DEĞİLİZ"
Türkiye’nin haklı olduğu ancak sonuç olarak istenmeyen bir durumla karşı karşıya olduğunu belirten Kurtulmuş, "Yani böyle bir durumu biz de istemeyiz. Keşke böyle bir durum olmasaydı. Şimdi bu durumun üzerinden daha büyük bir kriz üretmek yerine bu durumu çözebilecek adımların atılması lazım. Bunun için de diyalog kanallarının siyasi ve askeri anlamda açık tutulması lazım. Bu kanalları bizim açımızdan Sayın Cumhurbaşkanımız da Sayın Başbakanımız da bu arada çok sayıda uluslararası platform vesilesiyle gittikleri gezilerde bunları dile getirdiler. Hem Brüksel’de hem Paris’te bunlar en üst düzeyde dile getirildi. Yani biz bu meselenin daha fazla büyümesi daha fazla dallanıp budaklanmasından yana değiliz. Zaten maalesef tam manasıyla bir yangın yerine dönmüş olan Ortadoğu’da diğerlerine benzemeyecek kadar büyük potansiyele sahip olan yeni bir krizin ortaya çıkmasını istemeyiz. Bunun için elimizden gelen gayreti gösteriyoruz. Hem tansiyonun düşürülmesi hem diyalog kanallarının açık tutulması hem de bir an evvel karşılıklı bir araya gelerek acaba bu sonuçları nasıl ortadan kaldırırız, bunun müzakerelerini ümit ediyoruz" ifadelerini kullandı.
"VATANDAŞLARIMIZ MÜSTERİH OLSUN"
Rusya’nın yaptırımlarının Ocak ayında yürürlüğe gireceğinin sorulması üzerine Kurtulmuş, "Uzun süre devam edebilecek bir takım yaptırımlar olacağını zannetmiyoruz. Ama sonuçta geçtiğimiz Cuma günü yaptığımız Bakanlar Kurulu’nda ekonomiyle ilgili bütün bakan arkadaşlarımızın her açıdan, enerji bakımından, çalışma hayatı bakımından, ekonomik, ithalat, ihracat bakımından, tarım bakımından, müteahhitlik hizmetleri bakımından bütün farklı alanlarda karşımıza nasıl bir senaryo çıkabilir? Bunlar konuşuldu. İlgili arkadaşlarımız Sayın Mehmet Şimşek’in başkanlığında toplantılar yaptılar. Sonuçta şunu biliyoruz, bundan sonra A, B, C planı uygulanabilecek her şeye karşı bizim de tedbirlerimiz var. Burada Türkiye’de hem tarım hem de ihracatla ilgili bütün kesimlerin mağduriyeti oluşmaması için neler yapılabileceğini biliyoruz. Bunları zikretmeyi uygun bulmuyorum. Ama inşallah karşımıza böyle bir tablo çıkmaz. Bu tablo karşımıza çıkarsa neler yapılabileceği, bunları bildiğimiz için bu anlamda rahatız. Vatandaşlarımız da müsterih olsun. İnşallah zaten böyle bir ekonomik yaptırımın da Rusya’nın ekonomik şartları bakımından da uzun süre uygulanmayacağını tahmin ediyoruz" karşılığını verdi.
"YÜKSEK DAĞLARIN DUMANI ÇOK OLUR"
"Ekonomik anlamda uçağın burnunu tekrar kaldırabilecek misiniz?" sorusuna ise şöyle yanıt verdi:
"Hiç şüphesiz. Diyelim ki bizi etkileyecek alanlar turizm alanı, tarım ürünleri ve ihracatla ilgili bir takım alanlarda bazı sıkıntılarla karşı karşıya kalacağız. Ama dünya sadece Türkiye ile Rusya arasındaki ticari ilişkilerden ibaret değil. Türkiye diye üzerinde konuştuğumuz ülke öyle sıradan bir ülke değil. Biz bu ülkenin evladıyız, bu milletin çocuğuyuz diye bundan gurur duyarak, övünerek bunu söylemiyorum. Övünüyorum ayrı bir şey. Hepimiz övünüyoruz bu ülkenin çocuğu, bu milletin bir ferdi olmaktan ama sonuçta siyaset rasyonel davranma işidir. Rasyonel şartlar içerisinde baktığınız zaman Türkiye’nin böyle bir coğrafyada bu kadar derin jeopolitik sıkıntılar içinde bulunması, Suriye meselesi, Ukrayna meselesi, daha önce Balkanlar, Kafkaslar meselesi... Bütün bu sorunlar yumağında Türkiye’nin olması ne yapalım, kaçamayacağız bir şey. Terörden bahsettik, başka bir ülkede olsa belki bu şekilde bir terör olmayacak, başka bir şekilde olabilir. Zaman zaman hasmane tavırlar, zaman zaman Türkiye’nin içerisini karıştırma numaraları. Sadece bu son döneme ilişkin söylemiyorum, 1980 öncesini hatırlayın, sağ-sol kavgaları, Türkiye’de Alevi-Sünni kavgalarını kışkırtma çabaları. Bütün bunları yaşadık. Bunu söylemek lazım: Yüksek dağların dumanı çok olur. Yani biz büyük bir ülke olmanın, büyük bir medeniyete, büyük bir birikime, büyük bir potansiyele sahip olmanın riskleriyle karşı karşıyayız. Doğru ama çok büyük avantajlarıyla da karşı karşıyayız. Yani risk olduğu kadar hatta çok daha fazla bir sürü fırsatlarla karşı karşıyayız. Birden son bu yaz aylarında başlayan, olağanüstü yüksek düzeyde Avrupa’yı alarma geçiren bir mülteci krizi, biz bunları 5 senedir yaşıyoruz. ’Hazmetme kapasitesi’ diyorlar ya, bizim millet olarak hazmetme kapasitemiz, mazlum ve mağdurların seslerini duyma ve onlara el uzatma kapasitemiz çok yüksek olduğu için biz hiçbir şekilde bundan yüksünmüyoruz. Hiçbir şekilde şikayet etmiyoruz. 5 senedir bunu yapıyoruz. Avrupa karşılaşınca başladı feveran etmeye.
"TÜRKİYE’DE ’ÜRETİM DEVRİMİ’ DİYECEĞİMİZ BİR EKONOMİK MODELE GEÇİYORUZ"
Numan Kurtulmuş, 64. Hükümet’in ilk 1 yıllık programına ilişkin soru üzerine, şu yanıtı verdi:
"64. Hükümet bir reform hükümetidir. Yarım kalmış özellikle 2009’dan sonra hem Avrupa’daki ekonomi ve siyaset hem Türkiye’nin içinde bulunduğu şartlar değişmeye başladı. 2009’dan sonra bu alanda AK Parti’nin daha önce çok hızlı yapmış olduğu reformlarda belli bir hız düşmesiyle karşı karşıya kaldık. Şimdi inşallah hızlı bir şekilde bu eksik kalan kısımları tamamlayacak 4 yılımız var. Bu 4 yılın önemi, önümüzdeki 4 yıl boyunca seçim yok. Hiç kesilmeden 2019’a kadar Allah’ın izniyle Türkiye, hem siyasi hem ekonomik istikrarı sağlayacak. Reformdan kastımız ne? Türkiye’de üretim devrimi diyebileceğimiz bir ekonomik modele doğru geçiyoruz. Yani Türkiye’de hem makro istikrarın sağlanması hem bu anlamda fiyat istikrarını önceleyen politikaların olması hem bütçe dengelerine ve bütçe disiplinine sahip olan bir ekonomi anlayışına geçmemiz lazım. Ama bu yetmez, bununla birlikte Türkiye’de özellikle yüksek teknoloji ürünlerini teşvik eden, yüksek teknolojiye dayalı mal ve hizmetlerin küresel anlamda rekabet edebilecekleri bir perspektifin ortaya çıkması için birçok teşvikler hükümet programımızda da seçim beyannamemizde de yer aldı. Üretim reformu, üretim devrimi diyebileceğimiz bir şey."
"TÜRKİYE’NİN EKONOMİK OLRAK YARIM KALMIŞ ADIMLARINI ATACAĞIZ"
Bütün bunlarla beraber orta direğin güçlendirilmesi özellikle Türkiye’nin en büyük ümidi olan genç girişimci orta sınıfların desteklenmesi, gençlere yatırım desteklerinin verilmesi gibi konuların hızlı bir şekilde realize edileceğini vurgulayan Kurtulmuş, "Üçüncü alanda ekonomiyle ilgili olarak Tükiye’de alt gelir gruplarının alım gücünün artırılması. Mesela asgari ücret tartışması, bugün Sayın Çalışma Bakanımız da ifade etti. 1300 lira asgari ücret olacak. Dolayısıyla alt gelir gruplarının bu yarışın içerisinde daha güçlü bir alım gücüne sahip olması, emekliliklerle ilgili değişiklikler. Bu alanda Türkiye’nin ekonomik olarak yarım kalmış adımlarını atacağız" dedi.
Kurtulmuş, sözlerine şöyle devam etti:
"Biz hep mesela Türkiye ile ilgili konuştuğumuz, orta gelir tuzağı. Türkiye, 10 bin dolarlar seviyesine geldi ama buradan bir adım yukarıya sıçraması lazım. Bunu yapabilmek için de ekonomik yapıyı değiştirmek gerekiyor. Yani bildik yöntemlerle mevcut şekliyle bunu yapamazsınız. Bunun için mutlaka ileriye gitmek lazım. Ama en az orta gelir tuzağı kadar Türkiye için tehlikeli olan başka bir şey var. Bendeniz bunu yıllardır ifade etmeye çalışıyorum. O da orta teknoloji tuzağıdır. Türkiye, yüksek teknoloji ürünlerini, hizmetlerini üreten bir ülke haline dönmek mecburiyetindedir. Bu da çok ciddi bir teşvikle olacak. Bunların hepsinin bir perspektifi vardır. ’Ekonomide 25 Dönüşüm Programı’ dediğimiz programı hemen uygulamaya başlayacağız. Bunun bir takvimi var. Bir kısmı hemen 3 ayda yapılabilecek olanları var, 6 ayda yapılabilecek olanlar var. Bir kısmı için yasa değişikliğine ihtiyaç var, bir kısmı için yasak değişikliklere ihtiyaç yok. Yönetmelik ve uygulamalarla yapılabilecek durumda. Birinci alan burasıdır."
"YENİ ANAYASA KONUSUNDA DAYATMA İÇİNDE OLMAYACAĞIZ"
İkinci alanda ise hukuki ve siyasi reformların yer aldığını anlatan Kurtulmuş, "En başta yeni bir anayasa. Türkiye’de demokratik, sivil, katılımcı, yeni bir anayasa yapma mecburiyetimiz var. Bu sadece AK Parti’nin boynunun borcu değildir. Parlamentodaki bütün partilerin en büyük siyasi ödevi budur. Eğer Türkiye, yeni bir anayasa yapmayacaksa hala 12 Eylül’ün getirmiş olduğu bu anayasayla Türkiye yoluna devam edemez. Bunu yapmak durumundayız. Bu şu demektir yani elimizde anayasayı tek başına yapacak sayısal gücümüz yok ama toplumda bu yönde büyük bir siyasal beklenti var. Bunun için biz hiçbir dayatma içinde olmayacağız. ’Bizim anayasamız budur, buyrun bunun üzerinde uzlaşalım’ demeyeceğiz. Biz kendi fikirlerimizi ortaya koyacağız. Diğer partilerden de aynı şekilde son derece açık görüşlülükle eteklerindeki bütün taşları ortaya koymalarını isteriz, sepetlerindeki bütün birikimleri ortaya koymalarını isteriz. Ve herkes Türkiye’nin yeni bir anayasal reform için nasıl ki ekonomide bir üretim reformundan bahsediyorsak anayasal ve siyasal reformun da ana ekseni demokratik bir reform olmalıdır. Bu demokratik reform için bir anayasal reform perspektifi içerisinde herkes katkıda bulunsun. Ayrıca Siyasi Partiler Yasası’nda, Seçim Yasası’nda, Meclis İç Tüzüğü’nde en önemli sıkıntılarımızdan birisi, bütün bunlar çalışamıyor, bütün bunları bir an evvel aşabilecek perspektifin ortaya konulması lazım" açıklamalarında bulundu.
"TOPLUMSAL BÜTÜNLÜĞÜN SAĞLANMASIYLA İLGİLİ BİR DÜZENLEME YAPILABİLİR"
Üçüncü alan olarak toplumsal bütünlüğün sağlanmasına dikkat çeken Kurtulmuş, şöyle devam etti:
"Toplumsal bütünlüğün sağlanması için toplumda kendini farklı hisseden hangi gruplar varsa bu grupların haklarını, hukukunu anayasal vatandaşlık çerçevesinde, özgür ve eşit yurttaşlar çerçevesinde mesela burada Alevi kardeşlerimizin Cemevi ve İrfan Merkezleriyle ilgili bir takım talepleri var. Bunları biliyoruz. Ama bu talepler üzerinde Alevi yurttaşlarımızın hepsi de uzlaşmış, ortak bir çizgide değiller. Bununla ilgili ana perspektifi söylüyoruz. Bunların bir yasal statüye kavuşturulması zorunludur, geç kalınmış bir durumdur ama bunun için de herkesin fikirlerini ortaya koymasını, ortak bir anlayışın, sivil toplumun, üniversitelerin, bu anlamda Alevi dergahlarının kendi fikirlerini ortaya koyması... Nihayetinde bunların hak ve özgürlükler çerçevesinde gerçekleşmesidir. Zaman zaman mesele geçmişte medreseden yetişmiş olanların ’melle’ olarak Diyanet İşleri Bakanlığı’na alınması, bunlar gerçekleşti ama yeterince verimli olmadı. Bunlarla ilgili bir düzenleme yapılabilir. Nihayetinde bunlar devletin vatandaşına karşı yapmak durumunda kaldığı bir takım yaklaşımlardır, adımlardır. Bizim ödevimiz, siyasi olarak sorumluluğumuz, bu memlekette gerçekten iç gerilimleri mümkün olduğunca azaltacak bir perspektife sahip olmaktır."
"CEBERRUT DEVLETTEN KERİM DEVLETE GEÇİŞTE BÜYÜK BİR MESAFE ALINDI"
Kurtulmuş, AK Parti’nin Türkiye’ye sağlayacağı en büyük katkının zihniyet devrimini başlatmış olması olduğunu belirterek, şunları söyledi:
"En zor olan kısım burasıdır. Yani yollar yaparsınız, köprüler yaparsınız, fabrikalar yaparsınız. Bunlar zordur ama bundan daha zor olan devletin zihniyetini değiştirmektir. Bu anlamda Türkiye, o ceberrut devlet anlayışından yani vatandaşını kontrol ve baskı altında tutulması gereken, inançları, düşünceleri, kültürleri, medeniyetleri, ötekileştirilerek dizginlenmesi gereken bir güruh olarak görmek yerine ’Hayır, devletin sahibi de ülkenin sahibi de bizatihi milletin kendisidir. Millet de hangi farklılık varsa bu farklılıklar da hem yönetime hem siyaset hem de toplumun bütün kesimlerine yayılmalıdır anlayışına geçtik. Hala bütünüyle buraya geldiğimizi de söyleyemem? O eski devlet alışkanlıklarının bir kısmı hala devam ediyor. Ama ceberrut devletten kerim devlete doğru geçişi sağlamak bir algı değişimiydi, bir anlayış değişimiydi. Burada çok büyük bir mesafe alındı. İnşallah sonuna kadar yürüyeceğiz. Biz yüzde 50’nin oyunu almış bir partiyiz ama yüzde 50’nin de oyunu alamamış bir partiyiz. Diğer bu yüzde 50’ye oy veren insanların arasında kim ne söylüyorsa iyi niyetle söylenen her sözü biz de koşar adım ilerliyor olsak bile duracağız, dinleyeceğiz, ’Ne söylüyorsun kardeş’ diye bakacağız ve ondan istifade etmeye çalışacağız. Birileri de kötü niyetli olarak sözler söylerse hiç kusura bakmasınlar bizi işimiz çok, kötü niyetli söz söyleyip, kem söz söyleyerek yolumuzdan bizi alıkoymak isteyenlere dönüp ’Ne diyorsun’ diye cevap bile vermeyeceğiz. Biz yolumuza devam edeceğiz."
"KEŞKE BU GAZETECİLERİN YARGILAMASI TUTUKSUZ OLARAK DEVAM ETSEYDİ"
Numan Kurtulmuş, Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın yönetmeni Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanması konusunda ise "Biz hükümet olarak da görüşümüz açıkladık. Keşke bu gazetecilerin yargılanması tutuksuz olarak devam etseydi ama sonuçta yargılamadan, yasama, yürütme, yargı birbirinden bağımsız. İnanın ki biz de hükümet olarak sonradan bunlardan, olay ortaya çıktıktan sonra haberdar olduk. Dolayısıyla burada bu yargılama sürecinden sanki sorumlu hükümetmiş gibi kimse davranmasın. Oradan eleştiri oklarını hükümete döndürmek de kimsenin hakkı değil. Kaldı ki bu gazetecilerle ilgili suçlamalar bizim de görebildiğimiz kadarıyla devlete ait olan bir takım mahrem bilgilerin, sırların ifşa edilmesi suçlamasıdır. Mahkemeler devam ediyor. Ümit ederiz ki mahkemeler adil bir şekilde karar verecektir. Sonuçlarını da göreceğiz" ifadelerini kullandı.
"TERÖRLE MÜCADELE TÜRKİYE’NİN SOKAKLARI, DAĞLARI, OVALARI TERÖRDEN TEMİZLENENE KADAR DEVAM EDECEK"
Diyarbakır’da yaşanan saldırıya ilişkin konuşan Kurtulmuş, şunları kaydetti:
"Diyarbakır meselesi, Türkiye’nin terörle mücadelesinde ne kadar haklı olduğunu ve ne kadar zor bir pozisyonda olduğunu gösteriyor. Avrupa da terörle maalesef son yıllarda çok kötü bir şekilde yüzleşiyor. Hiçbir yerde terörün olmasını istemeyiz. Bir tek kişinin burnunun terör dolayısıyla kanamamasını isteriz. Ama Diyarbakır’daki görüntüleri gördünüz yani orada polisleri, gün ortasında kendilerini durdurmak isteyen polisleri kurşunlayan, şehit eden insanlar kaçıyorlar, gelirken oradaki çatışmada da Sayın Tahir Elçi vefat ediyor. Hem Sayın Tahir Elçi’ye hem de şehit polislerimize bir kere daha Allah’tan rahmet diliyoruz. Bu Türkiye’nin ne kadar zor durumda olduğunu gösteriyor. Yani birileri Türkiye’yi terörle mücadelede eleştirirken aynı şekilde Türkiye’nin her yerini, ilçelerini, sokaklarını böyle terör yuvasını haline döndürmüş olan terör çetelerine karşı da üç çift laf söylemelerini bekleriz. Tamam, Türkiye teröre karşı mücadelede mümkün olduğunca dikkatli, hassas davranıyor. Mesela bugün yine Diyarbakır Sur’da bir kadının polislerimizi ateşe tutmasını gördük. Bu çok zor bir pozisyon. Sur ilçesinin çıkış noktasında, orada polisler mümkün olduğu kadar sivil halka zarar gelmesin diye son derece itinalı davranıyor ama bir tanesi de çantasından silahı çıkartıyor, polislere ateş ediyor. Diyarbakır hadisesi, Tahir Elçi’nin öldürülmesi, polislerimizin şehit edilmesi aslında bir taraftan da herkesin ’Ya şu Türkiye terörle mücadelede ne kadar haklı, en azından sözle destek verelim’ demesini gerektiriyor. Bu bakımdan bizim yapacak bir şeyimiz yok. Bu mücadele devam edecek, ta ki Türkiye’nin bütün sokakları, dağları, ovaları terörden temizlenene kadar."
"HSYK’NIN YAPISI, HIZLI VE ADİL OLMASI BAKIMINDAN AYRILABİLİR"
Numan Kurtulmuş, "Yargı alanı Türkiye’de herkesin güvendiği bir alan haline getirilebilecek mi? Buna ilişkin önümüzdeki dönemde neler göreceğiz?" şeklindeki soruya, şöyle yanıt verdi:
"Türkiye’nin uzunca süredir iki temel problemi var. Bunlardan birisi bizim yıllardır eleştirdiğimiz bürokratik oligarşinin bir takım kurumlarının da yargı kurumlar olması. İşte yüksek yargının bu anlamda zaman zaman siyasetin üstüne çıkması. Parlamentoda çıkan bir yasaya rağmen onu iptal eden kararlar verebilmesi ya da yıllarca uygulanan başörtüsü yasağının dayanağını teşkil eden Anayasa Mahkemesi’nin yorumlarında olduğu gibi. Siyasi partileri kapatan Anayasa Mahkemelerinin kararlarında olduğu gibi Türkiye, üst yargı kurumlarının hem hükümetin hem de siyasetin üstünde zaman zaman nasıl bir vesayet müessesesi oluşturduğunu gördü. Bunu tecrübe etti. Bunlardan bir şekilde Türkiye’nin kurtulması lazım. İkincisi ise yargının süratli ve adil işleyişi bakımından yapılması gerekenler. Bununla ilgili mesela HSYK’nın yapısıyla ilgili tartışmalar çok sürüyor. Yapısal olarak orada hızlı ve adil olması bakımından bu ayrılabilir. Mahkeme sayıları artırılabilir. Buralarda bir takım düzenlemelerle hız temin edilebilir. İkincisi de yargıda adaletin sağlanmasıdır. Bunlar hakikaten bir siyasi iktidarın Türkiye’ye yapabileceği en önemli hizmetlerdir. Bunların olması lazım. Buradaki temel mesele de yine geliyor demokratikleşme meselesine. Yıllardır söylediğimiz, Türkiye’de zaman zaman devleti ele geçirme, yargıyı ele geçirme, polisi ele geçirme, devletin şu kadrolarını ele geçirme meselesi niye oluyor? Türkiye’de maalesef siyasi kararlar da ekonomik kararlar da hala birçok iyileştirme adımlarına rağmen merkezde alınıyor. Yani merkezde siz siyasi ve ekonomik kararları toplarsanız, bu merkezi birileri ele geçirmeye çalışır. Dolayısıyla biz öyle bir demokrasi perspektifiyle hareket etmek zorundayız ki hiç kimsenin ele geçiremeyeceği kadar demokratik, şeffaf bir devlet yapısının oluşması gerekiyor. Anayasa konusunda ısrar etmemizin temel nedeni budur."
Demokratikleşme paketlerinin devam edeceği mesajı veren Kurtulmuş, önce yapısal meselelerin çözülmesi gerektiğini belirtti.
PARALEL DEVLET YAPILANMASIYLA MÜCADELE
"Paralel yapıyla ilgili yeni dönemde yeni bir perspektif konulacak mı?" sorusuna yanıt veren Kurtulmuş, "Yani bir günde oluşmuş bir yapıdan bahsetmiyoruz. Dolayısıyla bununla mücadele bir günde bitecek değildir. Bu artık sadece 64. Hükümet’in bir meselesi de değildir. Onu söyleyeyim. Bu, devletin bir kararlılığıdır. Devletin, Milli Güvenlik Kurulu’nun takip ettiği bir meseledir" dedi.
"PARALEL YAPIYLA MÜCADELE SADECE AK PARTİ’NİN MESELESİ DEĞİL CHP’NİN DE MHP’NİN MESELESİ"
MHP’de genel başkanlık yarışının hatırlatılarak, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin genel başkanlık adaylarından birini "Paralel yapının adamı" olarak nitelendirmesini değerlendiren Kurtulmuş, şunları söyledi:
"Biz ’paralel yapı’ derken şimdi isminin ne kadar doğru konulduğu da ortaya çıkıyor. Yani bir devlet işleyişi var, bir kamu işleyişi var, partilerin bir takım işleyişleri var. Bunlara bir de paralel oluşturulan, kendi emir komutası olan bir yapıdan bahsediyoruz. Biz paralel yapıyla mücadele ederken hep şunu söylemiştik: Bu, sadece AK Parti’nin meselesi değil CHP’nin de MHP’nin de meselesidir. Bir gün gelir diğer partiler de bu meselelerle uğraşmak durumunda kalırlar. Dolayısıyla burada ilke üzerinde durmak lazım. Bugün böyle bir yapıdan bahsediyoruz, yarın başka bir yapı ortaya çıkar. Siz devletin bu yapısını, çatısını demokratikleştirmediğiniz sürece ve devlet bütün kararların merkezi olmaya devam ettiği sürece birileri gelir, bugün bu yapı gider yarın başka bir yapı buraya gelir. Dolayısıyla burada Sayın Bahçeli’nin de diğer bütün siyasi liderlerin de bu meseleyi bu çerçevede görmesinin daha sağlıklı olacağı kanaatindeyim. Bu milli meseledir. Siyasi farklılıklarımız olur, AK Parti, MHP, CHP, HDP... Herbirimiz farklı taraflarda olabiliriz, başka siyasi kanaatler olur. Zaman zaman ortaklaştığımız zaman zaman çok taban tabana zıt geldiğimiz noktalar olabilir ama herkesin... Paralel yapının en çok engellediği şey ne? Birincisi devletin yapısını bozuyor, ikincisi, milletin iradesini bozuyor. Esas önemlisi burası. Yani millet bir irade koyuyor, millet derse ki ’Ben HDP’yi iktidara getiriyorum.’ Başımızın üstüne. Ama millet bir parti iktidara getirirken bir başka, hiç milletten oy almamış, sınava hiç girmemiş olan birisi kalkıp der ki ’Ben bu partiyi ele geçireyim. Toplasan toplam sayısı, sağdan say birkaç bin kişi, soldan say birkaç bin kişi. Ben bu birkaç bir kişi, bu parti marifetiyle devleti ele geçireyim’ derse kabul edilmeyecek olan şey budur. Bu parti ister iktidarda olsun ister muhalefette olsun. Dolayısıyla burada hepimizin ortak noktada durması lazım. Bütün herkese Türkiye’de siyasetin kapıları açıktır. Kim istiyorsa gelsin siyaset yapsın, milletten destek alsın parlamentoya gelsin, Türkiye’yi yönetsin. Millet iradesine saygı budur. Ama milleten oy istemeyeceksiniz, milleti yönetmek gibi bir talebiniz olmayacak, milleti yönetmek için ortaya çıkmış olan insanların sırtına binerek milleti yönetmeye kalkacaksınız, devleti ele geçirmeye kalkacaksınız. Bu kabul edilemez."
RTÜK’LE İLGİLİ ŞİKAYETLER
Numan Kurtulmuş, RTÜK’le ilgili şikayetler hatırlatılarak, "Size bağlı olan RTÜK’e el atacak mısınız?" sorusuna, "Dün bir bugün iki. Biliyorsunuz RTÜK bir de yapısı itibarıyla ben bu anlamda sorumlu Başbakan Yardımcısıyım ama yapısı itibarıyla da Başbakan Yardımcısı ya da Hükümete karşı RTÜK’ün bir sorumluluğu yok. Yani biz tabii ki siyaseten neler yapılabilir, RTÜK’ün eksikleri nelerdir, bunlar nasıl tamamlanabilir? Bunları çalışacağız. Herkesi dinleyeceğiz. Dediğiniz nokta doğrudur. Burada RTÜK’ün esas denetlemesi gereken şey, toplumun genel olarak kültürü, ahlakı, genel anlayışıyla yapılan yayınların tezat teşkil edip etmediği, haksızlık yapılıp yapılmadığıdır. İnsanların onurlarının zedelenip zedelenmediğidir. Ama yoksa tabii ki yayın kuruluşlarının hepsi ayrı bir siyasi kanaat sergileyebilir, destekleyebilir. Bu son derece normaldir" karşılığını verdi.
ÇÖZÜM SÜRECİ BUZDOLABINDAN NE ZAMAN ÇIKACAK?
"Çözüm süreci buzdolabından ne zaman çıkacak?" sorusu üzerine Kurtulmuş, şunları kaydetti:
"Bu Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi. Bundan sonra ısrarla bu şekilde ifade etmeye çalışıyoruz. Devam eden bir süreç vardı. O süreç tesadüfen de ortaya konulmadı. Yani siyaset olsun diye bir siyasi proje olarak ortaya konulmadı. Türkiye için hayati ve insani bir proje olarak ortaya konuldu. Neden? Türkiye yaklaşık 37 yıl terörle mücadele etti, 40 bine yakın insanını kaybetti, 8 bin insanı şehit oldu bu süreç içerisinde. Gerçekten çok ağır bir faturadır. 1.5 trilyon dolar da Türkiye’nin maddi kaybı oldu. Bunun kısaca Türkçesi şu: Türkiye’nin 20 yılı teröre heba edildi. Şimdi bu bitmesi gereken bir şey. Bunun için Türkiye’de siyasi irade ortaya çıktı. Sayın Cumhurbaşkanımızı bir kere daha takdirle, şükranla yad etmemiz lazım. O dönemde siyasi sorumluluğunu üstüne alarak Başbakanken bu süreci başlattı. Sonra AK Parti hükümetleri, Sayın Başbakanımız döneminde de bunu yasal bir süreç haline getirdi. 62. Hükümet’le birlikte bu süreç başlamış oldu. Ama şöyle bir de filmi başa saralım. Bu sürecin olmasını isteyen siyasi irade var, hala var millet iradesi. Yani barışın sağlanmasını, ülkede silahların susmasını, bombaların patlamamasını isteyen büyük bir irade var. Ama buna mukabil savaş devam etsin, insanlar ölmeye devam etsin isteyen bir takım karanlık odaklar da var. Alın bunların bir kısmı terör örgütü, bir kısmı da terör örgütünün ekmeğine yağ süren siyasi çevreler. Oslo görüşmelerini kim, niçin deşifre etti? Hiç farkı yoktur, Oslo görüşmelerini deşifre edenlerle Nusaybin’de hendek kazarak terör estirenler arasında mantık olarak bir fark yoktur. Arkasından Habur’da çıkan görüntüler, oradaki provokasyonlar. Arkasından 6-7 Ekim olayları aradaki küçükleri geçiyorum ve arkasından Suruç saldırısı ve terör dönemi. Bütün bunlara baktığınız zaman buraların hepsinde bir takım çeteler. Şimdi biz yolumuza devam ederken terör örgütü tekrar silahları ateşlemeye başladı. Önce bu sürecin çok net, çok açık söylüyorum, bunu da bazıları yanlış anlıyor ve tersinden alarak yanlış anlıyor. Büyük bir haksızlık ve vicdansızlık yapıyorlar. Bizim söylediğimiz şudur: Devam etmekte olan süreci bozan terör örgütüdür, Türkiye’yi 1990’lara geri döndürmeye çalışan terör örgütüdür. Biz her hal ve şart altında terörün sona erdirilmesi, silah ve bombaların gömülmesini talep ediyoruz, istiyoruz. Bu ayrı bir iştir ama biz her hal ve şart altında bu ülkede yaşayan Kürt kardeşlerimizin hakkını, hukukunu, onurunu korumak için de bütün gücümüzle mücadele edeceğiz. Yeni dönemde Kürt kardeşlerimizin onurlarını, terör örgütlerinin eylemleri içerisinde ezdirmeyeceğiz. ’Önce terör bitsin, biz Kürtlerin hakkını korumak için bunu şart koşuyoruz’ derlerse bu insafsızlıktır, vicdansızlıktır."
"TRT WORLD DÜNYA ÖLÇEĞİNDE BİR KANAL OLACAK"
TRT World’le ilgili değerlendirme yapan Kurtulmuş, "Gezi olaylarında, 17-25 Aralık’ta nasıl uluslararası yayın kuruluşlarının algı operasyonu yaptığını gördük. İnşallah TRT World, dün de TRT’den birifing aldık, çok güzel çalışmalarına başladı. Ümit ediyoruz ki en kısa zamanda bununla ilgili her türlü desteği vereceğiz ve dünya ölçeğinde bir TRT kanalı olacak. Türkiye’ye bu yakışır. İnşallah TRT World, dünyanın önemli yayın kuruluşlarından birisi haline gelir" dedi.
(İHA)