2005 yılında iktidara gelen Bolivya Cumhurbaşkanı Evo Morales'ın, görevinden istifa ederek siyasi sığınmacı olarak Meksika’ya gitmesini ve ülkedeki gelişmeleri AA muhabirine değerlendiren Washington Merkezli Küresel Araştırmalar Merkezi Araştırmacısı Doç. Dr. Mehmet Özkan, Morales'ın, 20 Ekim'de yapılan cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrasında girdiği türbülanstan çıkamadığını söyledi
Seçim sürecinde oy sayımının durdurulması, sonrasında artan siyasal protestolar, gösteriler ve Amerikan Devletler Örgütü’nün seçimlerde ciddi ihlaller yapıldığı yönündeki raporun Morales'ın iktidarının sonunu getirdiğini kaydeden Özkan, "Askeriyenin artan protestolara karşı koymayacağını ilan etmesinden sonra Morales, ülke içindeki en büyük desteğini kaybetmiş oldu." ifadesini kullandı.
Bolivya'da yaşananların 28 Şubat süreci gibi bir tür post-modern darbe gibi gözükse de tam anlamıyla bir darbe olmadığına dikkati çeken Özkan, şunları kaydetti:
"Bolivya Evo Morales döneminde çok büyük ekonomik ilerlemeler sağladı, fakat bu süreci bizatihi Morales’in kendisi 2016 yılında yapılan bir referandumla Cumhurbaşkanın görev süresini uzatma çabalarıyla aslında sona erdirdi. Bolivya 2005-2014 yılında önceki son 35 yılından daha hızlı bir ekonomik büyüme yaşadı ve bunu halk günlük yaşamında hissetti. Ülkedeki fakirlik oranı yüzde 45 oranında azaldı, sosyal harcamalar yüzde 43 civarında arttı.
Bunun yanında asgari ücret yaklaşık yüzde 88 civarında artarken uluslararası kuruluşlar 'gelir dağılımını düşürebilen nadir ülkelerden biri' olarak Bolivya’nın hakkını verdi. Fakat 2016 yılında tekrar seçilebilmek için yaptığı referandumda halk buna küçük bir farkla onay vermedi. Daha sonra Morales Anayasa Mahkemesi üzerinden bir karar aldırarak tekrar seçilebilmenin önünü açtı fakat sosyal taban bundan hiç mutlu olmadı."
"Bolivya'daki gelişmelerin darbeyi aşan bir boyutu var"Özkan, askerin zımnen göstericilere karşı koymayacağını söyleyerek Morales’in karşısında durması ve diğer etkenler dikkate alındığında da bunun bir askeri darbe niteliği gösterdiğini vurguladı.
Bolivya'da güçlü bir sosyal mobilizasyonun bulunduğunu, bu tür durumlarda müzakere yolunun her zaman açık olduğunu ifade eden Özkan, şöyle devam etti:
"Dolayısıyla ülkede gelişmelerin darbeyi aşan bir boyutu var. Ama işin özü aslında Bolivya’daki krizin kökleri 2016’lara kadar gittiğidir. 2015 yılında Latin Amerika’da sol siyasetin gerilemeye başlaması süreci Bolivya’nın bölgedeki destekçilerini azaltmış, yine aynı dönemde petrol fiyatlarının düşmesiyle ekonomik anlamda aynı diğer ülkeler gibi işler eskisi kadar iyi gitmemeye başlamıştır. 2016 referandumu işte tam da bu sürece denk geldiği için halk tarafından reddedilmişti. Bolivya’daki siyasal süreç, kıtadaki değişim-dönüşümle paralel olarak eskisi kadar iyi gitmemeye başlamıştı.
İkincisi, Bolivya ilginç bir ülke. Nüfusunun yaklaşık yüzde 60’ı yerel halktan oluşuyor. Denize çıkışı yok ve bu açıdan bir kara ülkesi. Büyük dağlar var ve başkentinde bile rakımının 3700 metre olmasından dolayı otellerde oksijen tüpünün olması gayet normal. Fakat asıl mesele şu: Latin Amerika’da yerel halkların dahil olduğu sokak gösterilerini yönetmek gerçekten çok zor. Yakınlarda Ekvador’daki gösterileri Devlet Başkanı Lenin Moreno ancak isteklerini kabul ederek durdurabildi. Yerel halklar bir istek için örgütlendikleri zaman çok keskinler, müzakereye kapalılar ve karşıdakilerden istediklerini almak için son derece sabırlıdırlar. 2003 yılında yapılan ve sonrasında Morales’i iktidara getiren gösterilerde çoğunluğu yerel halk oluşturmuştu. Şu an için de durum tam o kadar olmasa da yerel halktan destek aldığı bir gerçek."
Bolivya’da son dönemde yaşanan süreç ve ordunun tavrının 2003 yılında gaz fiyatlarının artması sonrasında yaşanan halk ayaklanmasına benzediğini hatırlatan Özkan, "O dönemde milletvekili olan Evo Morales bu süreçte yürüttüğü etkili liderlik sonrasında ülke çapında yapılan protestolar ve yürüyüşlerle devlet başkanının istifa etmesini sağlamış ve sonrasında kendisinin iktidarının önü açılmıştı. 2003 olayları sürecinde ordu protestoculara karşı durmuş ve bu süreçte yaklaşık 70 civarından insan hayatını kaybetmişti. Bolivya ordusunun Morales karşıtı göstericilere karşı durmayacağını söylemesi kendisini 2003 yılındaki duruma düşürmek istememesiyle okunmalıdır. O dönemden ders çıkaran ordu kitlesel protestoların engellenemeyeceğini tecrübeyle görmüştür." değerlendirmesinde bulundu.
"Kıtada yaşanan her türlü gelişmeyi ABD kendi lehine çevirmeye çalışıyor"Özkan, başarılı yönetimlerden sonra iktidarda ısrar eden Arjantin’de Krichner, Venezuela’da Hugo Chavez’in ölümü sonrası Nikolas Maduro'nun yaşadığı sürecin aynısını Morales’in de yaşadığını belirtti.
"Morales’in hikayesi tipik bir Latin solu hikayesi." diyen Özkan şunları kaydetti:
"Morales, ilk yıllarında ekonomik ve sosyal politikalar alanında özellikle de petrol fiyatlarının katkısıyla son derece başarılı bir grafik, sonrasında ise hem iktidarda kalmaya devam etmek için anayasal sınırları zorlama hem de ekonomik ve sosyal anlamda artık eskisi gibi işlerin iyi gitmemesi sebebiyle kendi tabanında eleştirinin artması. Arjantin’de Krichner, Venezuela’da Hugo Chavez’in ölümü sonrası Nikolas Maduro ve en sonunda Evo Morales’in yaşadığı sürecin özeti bu aslında.
Kıtada bu konuda tek istisna iki dönem görev süresi bitince muhalefetin anayasayı değiştirme teklifine rağmen bunu reddedip görevden ayrılan eski Brezilya Devlet Başkanı Lula’dır. Brezilya’daki siyasal gelgitlere ve kendisine yapılan haksızlıklara rağmen Lula bugün hala Brezilya siyasetinde en kilit lider olmaya devam etmektedir."
Özkan, Latin Amerika'nın 1823 Monroe Doktrini'nin ilanından beri ABD’nin arka bahçesi konumunda olduğunu, Washington'ın bu bölgedeki etkisini kendisinin doğal hakkı ve alanı olarak gördüğünü söyledi.
Sosyal şartların son derece dinamik olduğu Latin Amerika’da işleri kontrol etmenin eskisi kadar kolay olmadığını vurgulayan Özkan sözlerini şöyle sürdürdü:
"ABD, Soğuk Savaş döneminde bile ancak kıtada darbe üstüne darbe yaparak tam hakimiyetini sağlamıştı. Kıtada yaşanan her türlü gelişmeyi ABD kendi lehine çevirmeye çalışır, bu çerçevede elindeki bütün imkanları kullanır. Bütün çabasına rağmen Küba ve Venezuela gibi başarısız olduğu örnekler yanında Kolombiya gibi başarılı olduğu ülkeler vardır. Latin Amerika’daki gelişmeleri sadece ABD politikaları üzerinden bir aktif-pasif ilişkisiymiş gibi okumak kıtadaki sosyal mobilizasyona, bu uğurda çabalayan ve kıtanın ABD radarı dışında bir haritasını çizmek için uğraşan yüzlerce milyonlarca insanın çabasına saygısızlıktır.
Fakat Batı'nın kıtada bulduğu en küçük fırsatı bile çok iyi değerlendirdiği ve dolayısıyla yerel siyasetçilerin daha akıllı ve dikkatli olmaları gerektiği de üzerinde durulması gereken bir realitedir. Dolayısıyla Bolivya’daki yaşananlara bu açıdan da bakmak gerekir. Sonuç olarak, Evo Morales 2005 yılında Bolivya tarihin son 40 yılında ilk defa ilk turda yüzde 53,7 oy oranıyla seçimi kazanan lider olmuştu. Kendisini iktidara getiren güçlü sosyal mobilizasyondu, daha düşük de olsa bir sosyal mobilizasyon onu iktidardan indirdi. Önümüzdeki dönemde Bolivya’da tekrar seçim olacak. Morales’in aday olup olmayacağı halen net değil, fakat Morales’i destekleyen güçlü sosyal taban Bolivya siyasetinde güçlü bir şekilde var olmaya devam edecektir."
Kaynak: AA
dikGAZETE.com