Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Görmez, 'Daiş ve benzeri hareketler, İslâm’ın farklı yorumlarından oluşan tuhaf ve ilginç bir kolajlamayla Müslümanların bütün dini duyarlılıklarını rehin almış, ürettiği nahoş imajlarla İslâm’ı yeryüzü ölçeğinde kanlı bir din olarak takdim etmekte sınır tanımamıştır. Bu tür hareketlerin tek sermayesi araçsallaşıtırılmış din ve acımasızca kullandığı silahlardır' dedi. PaylaşTweetlePaylaşGönderYorum Yap
17 Ağustos 2015 20:13
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Görmez, 31. İl Müftüleri İstişare Toplantısı’nın açılışına katıldı. Bilkent Otel’de başlayan ve 19 Ağustos tarihine kadar devam edecek olan toplantının açılış konuşmasını yapan Görmez, konuşmasına ülke ve millet olarak zor bir süreçten geçildiğini belirterek, menfur terör saldırıları neticesinde hayatını kaybeden aziz şehitlere Allah’tan rahmet; acılı ve kederli ailelerine sabır ve metanet dileyerek başladı.
Görmez, 17 Ağustos Depreminin de yıldönümü olduğunu hatırlatarak, hayatını kaybedenlere rahmet diledi.
30. İl müftüleri istişare toplantısının bundan 7 ay önce Edirne’de Balkan ülkeleri Diyanet İşleri Başkanlarının da iştirakiyle gerçekleştirildiğini kaydeden Görmez, “O günden bu güne İslam coğrafyasında, ülkemizde ve dünyada yeni gelişmelere tanık olduk ve halen olmaya devam ediyoruz. Üç gün devam edecek olan bu toplantımızda 81 il müftümüzle Din-i Mübin-i İslam’ın gerek ülkemiz gerekse dünya ölçeğinde karşı karşıya kaldığı problemleri, aziz milletimizin ve Yüce Dinimizin içine çekilmeye çalışıldığı kaos ve buhranları ihmal etmeksizin mütalaa edeceğiz. Her biri bulunduğu bölgenin ruhu, vicdanı ve tabii ki iyi bir gözlemcisi olarak temayüz etmiş il müftülerimizle bizim bu pencereden gördüklerimizi karşılaştırmak ve temel birtakım konularda görüş alışverişinde bulunmak istiyoruz. Toplantı boyunca 4 önemli konuyu derinlemesine müzakere edeceğiz. Bu çerçevede hizmet ve faaliyetlerimizi yeniden gözden geçireceğiz. Buna göre yeni stratejiler, hizmet politikaları ve yol haritaları belirleyeceğiz” diye konuştu.
“BUGÜN, SADECE İSLÂM DÜNYASI DEĞİL, SADECE MÜSLÜMANLAR DEĞİL, BİZZAT İSLAM’IN KENDİ BÜNYESİ TEHDİT ALTINDADIR”
Üzerinde duracakları birinci konunun bütün dünyada İslâm dini, Müslümanlar ve İslâm coğrafyasının içinden geçtiği zorlu süreçlerle ilgili olacağını ifade eden Görmez, “Bugün, İslam ve Müslümanlar pek çok yerde haksız ve insafsız bir saldırının muhatabıdır. Yüce Dinimizin rahmet yüklü mesajı ile insanlığın arasına girmek maksadıyla ta Haçlı seferlerinden beri varlığını sürdüren menhus bir mekanizma, emellerine hiç mi hiç ara vermemiştir. Bugün de aynı şekilde İslamofobiyi körükleyerek İslâm’ı ve Müslümanları içinde yaşadığımız yüzyıldan, bu mübarek topraklardan, kısaca tarihten ve sosyolojiden çıkarmak isteyenler mevcuttur ve ne yazık ki bu kirli amaç sahiplerinin kendilerine destek bulma konusunda içimizden de paydaş bulmakta sıkıntı çekmemeleri hayli manidardır. Bugün, sadece İslâm dünyası değil, sadece Müslümanlar değil, bizzat İslam’ın kendi bünyesi tehdit altındadır. Bugün, İslâm’ın genleriyle ve Müslüman coğrafyanın fay hatlarıyla oynanmaktadır. Bugün, bir din olarak, kültür ve medeniyet olarak İslam var olmak ile yok olmak arasında bir mücadeleye mecbur bırakılmıştır. Her geçen gün daha da tahripkâr hâle gelen bu durum karşısında sessiz çoğunluğun vicdanı yaralanmış, yürekler bu acıyı taşıyamaz hâle gelmiştir. Ümmetin hafızası zedelenmiş, Müslüman nesillerin bilinçleri yaralanmıştır” dedi.
“1979 İLÂ 2010 YILLARI ARASINDA, İSLAM DÜNYASINDA, TOPLAM 11 MİLYON MÜSLÜMAN ÖLDÜRÜLDÜ”
“Uluslararası kuruluşların, münhasıran İslam İşbirliği Teşkilâtı’nın hazırladığı raporlara göre: 1979 ilâ 2010 yılları arasında, İslam dünyasında, toplam 11 milyon Müslüman öldürüldü” diyen Görmez, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“60 milyon Müslüman sakat bırakıldı. Sadece 1990 ila 2009 yılları arasında, İslam dünyasında, 34 bin 906 devlet adamı; 127 bin iş adamı, 2 bin 411 kanaat önderi katledildi. 23 bin büyük ölçekli ticarî işletme yok edildi. 1979 yılından bugüne, sadece Afganistan’da, işgallerde, toplam 4 milyon Müslüman Afganlının öldürüldüğü bilinmektedir. 7 Milyon Afganlı Müslüman ileri düzeyde sakat kalmıştır. Sovyetler Birliği ve ABD’nin işgalleri, Afganistan’da, beş Afganlıdan birinin ileri derecede sakat kalmasına yol açmıştır. Keza, ABD’nin son Irak saldırılarında toplam 1 milyon 300 bin kişi öldürüldü. 3,5 milyon Irak’lı sakat kaldı. Suriye’deki iç savaşta şimdiye kadar en az 250 bin kişi hayatını kaybetti. İsrail’in, sadece son Gazze büyük saldırısında, 2 bin 147 kişi öldü. Ağır yaralıların zaman içindeki ölümleri bunun dışındadır. Yaklaşık 23 bin Gazzeli, geçtiğimiz Ramazan’ı çadır dahi bulamaz bir halde sokakta geçirdi. Onlarca okul, hastane tahrip edildi. Geçen bunca süreye rağmen Gazze’de kuşatma kaldırılmadığı, aksine daha da güçlendirildiği için yardım, onarım ve iyileştirme yapılamıyor. Son verilere göre dünya 2,2 milyar çocuk nüfusu sahip ve bunların 150 milyonu yetim, bakıma ve korunmaya muhtaç çocuklar. Özellikle İslam coğrafyası içerisinde süren savaşlar yetim üretme fabrikasına dönüşmüş durumdadır. Bunun yanında Irak’ın ve Şam’ın tarih boyunca sahip olduğu ve muhafaza ettiği sosyal, kültürel ve dini dokunun işgal ve istibdat eliyle yok edilmesi tüm İslam dünyasına örneklik eden, Abbasiler döneminden itibaren farklı dini anlayışları birlikte yaşatan bu toprakları bağnazlık ve şiddetin boy verdiği bir fideliğe dönüştürmüştür.”
“DAİŞ VE BENZERİ HAREKETLER, İSLÂM’IN FARKLI YORUMLARINDAN OLUŞAN TUHAF VE İLGİNÇ BİR KOLAJLAMAYLA MÜSLÜMANLARIN BÜTÜN DİNİ DUYARLILIKLARINI REHİN ALMIŞ”
Sünni kardeşleriyle ortak bir dil geliştirmekte başarılı olan Kazımiye ve Necef-i Eşref Şiiliği tarihten silindiğini söyleyen Görmez, “Aynı felaketler bilad-ı Şam’da tarih boyunca egemen olan tarihi, dini, kültürel dokunun başına da geldi. Bugün DAİŞ ve benzeri örgütlerin üremesini hazırlayan ve gelişmesine hız kazandıran en önemli sebep budur. Bütün bu olup bitenler bir şiddet kültürü oluşturmuş durumdadır ve bunları sadece dine yüklemek hiçbir hakikatle bağdaşmaz. Üzülerek belirtmek isterim ki dün el-Kaide bugün Daiş sadece bunun birer neticesinden ibarettir. En başta Daiş ve benzeri hareketler, İslâm’ın farklı yorumlarından oluşan tuhaf ve ilginç bir kolajlamayla Müslümanların bütün dini duyarlılıklarını rehin almış, ürettiği nahoş imajlarla İslâm’ı yeryüzü ölçeğinde kanlı bir din olarak takdim etmekte sınır tanımamıştır. Bu tür hareketlerin tek sermayesi araçsallaşıtırılmış din ve acımasızca kullandığı silahlardır. Oysa insanlara rahmet vaad etmeyen, huzur ve sekinetvaad etmeyen, tüm insanlığı Din-i Mübin-i İslâm’dan soğutan hareketlerin hiçbir değeri yoktur. Unutmayalım ki İslâm herkes için, inanan inanmayan herkes için rahmettir. Elbette biz olayın siyasi, politik ve uluslararası boyutunun farkında olacağız bu toplantıda dinî, manevî ve ahlâkî cephesiyle ilgileneceğiz. Bilhassa terör ve tedhiş hareketlerinin temel felsefesi ve dinî argümanlarıyla birinci dereceden alakadar olmak zorundayız. Modern zamanlarda ortaya çıkan bu nevzuhur dini yapı; İslâm’ın cihanşümul hak ve adalet anlayışına, sevgi, şefkat ve rahmet mesajına gölge düşürmüş, medeniyet yürüyüşünü sekteye uğratmış, Batı dünyasında İslâmofobik korkuların oluşmasına sebep olmuş ve medeniyetler arası çatışma üretmek isteyen görüş ve çıkar odaklarının aracı hâline gelmiştir. Tarihin hiçbir döneminde İslâm medeniyetinde baskın olmayan, şaz ve marjinal kalan bu anlayış, önceleri tamamen selefe ve dinî metinlere bağlılığı ifade ederken Moğol istilasıyla birlikte bir eylem ve hareket alanına kavuşmuştur. Daha sonraları Osmanlı Devleti’nin dağılma sürecinde dâhili ve harici etkenlerle siyasal bir zemin bularak varlığını korumuş; hatta bazı devletlerin ideolojisi haline gelmiştir” ifadelerini kullandı.
“BÖLGESEL DİNAMİKLERİN DE ETKİSİYLE HIZLA GENİŞLEYEN BU HAREKET, ULUSLARARASI STRATEJİLERİN DE BİRER PARÇASI OLARAK BUGÜN NAMLUSUNU MÜSLÜMANLARA YÖNELTMİŞ DURUMDADIR”
Görmez, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Afrika’nın sömürgeleştirilmesi, Afganistan işgali, Bosna ve Çeçenistan savaşları, Körfez Savaşları, Irak işgali ve Suriye’de yaşanan trajedi gibi İslam dünyasının dinî ve kültürel fay hatlarını sarsan büyük acılardan sonra bu anlayış sömürge, şiddet, savaş, işgal ve istibdatların gölgesinde yetişen “yaralı bilinçlerin” ve “ölümcül kimliklerin” hatta Batı’da varlıkları ve kimlikleri yok sayılarak ötekileştirilen genç kuşakların, uğruna canlarını verdikleri ve insanları hunharca katlettikleri bir kurtuluş ideolojisine dönüşmüştür. İslâm dünyasının sorunlu bölgelerinde varlığını kuvvetlendiren bu anlayış, İslâm’ın ilk fitne hadiselerinde ortaya çıkan harici unsurların düşünce, tavır ve diliyle birleşince bugün itibariyle Müslüman toplumlar ve İslâm’ın bekası açısından en büyük sorun hâline gelmiştir. Bölgesel dinamiklerin de etkisiyle hızla genişleyen bu hareket, uluslararası stratejilerin de birer parçası olarak bugün namlusunu Müslümanlara yöneltmiş durumdadır. Bu anlayışa göre hakikat “selef” adı verilen sadece ilk üç neslin inhisarındadır. Ancak zamanla modernitenin etkisiyle ihdas ettikleri kendi hakikatlerini, ilk üç nesle izafe ettiklerinin farkında değildirler. Kendi hakikatlerine ve dinî anlayışlarına inanmayanları, İslâm’ın ana yolunun tarih boyunca prensibi olan “ehl-i kıble tekfir edilmez” düsturunu yok sayarak kolaylıkla kâfir ilan eden bu zihniyet, kendi dışındaki bütün inanış ve mezheplerle savaşmayı cihad olarak kabul etmeye başlamıştır. Halbuki ahlak ve hukuk tanımayan hiçbir savaşa cihad denemeyeceği açıktır. Bunlara göre halefin yani sonraki nesillerin Kur’an ve Sünnet yanında akla, re’ye, içtihada yer veren dini anlama metotları geçerli değildir. Kitap ve Sünnet’i okuma ve hayata tercüme etmede belli bir usûl ve metodoloji takip ederek oluşan mezhepler ve tarih boyunca medeniyet üreten bütün düşünce okulları ehl-i bidat; irfan geleneğimizin derunî dini tecrübesini yaşayan bütün tasavvuf mektepleri de ehl-i dalalettir. Bütün tekkeler, zaviyeler, Hüseyniyeler, türbeler, tarihi eserler, yıkılması ve tahrip edilmesi gereken birer şirk unsuru olarak kabul edilmiştir. Bu düşüncede Allah’ın cemal sıfatının bir tezahürü olarak İslâm medeniyetinin var ettiği bilim, sanat, estetik, edebiyat, bediiyat ve mimarinin herhangi bir yeri yoktur. Kullandıkları terminoloji Müslümanların ıstılahlarından kolaycı ve sathi bir şekilde devşirilmiş İslam’a yabancı bir lehçedir. Dinî referansları bağlamından kopararak doğrudan birer kanun metni gibi algılayan, Kur’an’la ilişkisi lafzi ve harfi, Sünnetle ilişkisi zahiri ve şekli olan, Allah’ın insana bahşettiği akıl ve istidatları vahyin karşısına koyarak reddeden bu anlayış, tarih boyunca İslam’ın ana yolunu temsil eden Ehl-i Sünnet yorumunu kendi tekeline alma iddiasıyla kendileri dışındaki bütün Müslümanları ötekileştirerek mezhep çatışmalarına zemin hazırlamış, medeniyet içi bir çatışma isteyen siyasal mühendisliklere hizmet eder hâle gelmiştir. Ayrıca bu anlayış, ibadetlerdeki içtenliğin yaşanması, Allah sevgisinin mahlûkata şefkat olarak yansıtılması, yaratılanın Yaratandan ötürü hoş görülmesi gibi ahlaki hassasiyetlerin kaybolup gitmesi, onun yerine, din adına baskı, şiddet ve zulüm üretilmesi gibi yanlış sonuçlar doğurmuştur. Başından beri İslâm medeniyetinin bir emaneti olarak kabul edilen ve Müslümanlarla birlikte yaşama ahlakı ve hukuku çerçevesinde iç içe olan ehl-i kitap ve diğer dinî azınlıklar üzerinde korku üreten, asırlardan beri Müslümanlardan iyilikten başka bir davranış görmeyen Ezidileri katleden ve sürgün eden bu zihniyetten dolayı ne yazık ki barış ve esenlik dini olan İslâm, şiddet ve terörle yaftalanmaya, İslam toprakları da selam ve eman yurdu olmaktan uzaklaşmaya başlamıştır.”
“BÜTÜN HARİCİ ETKENLERE, HER TÜRLÜ KOMPLO VE MANİPÜLASYONA RAĞMEN İSLÂM ÜMMETİ BU VAKIANIN İÇ SEBEPLERİ ÜZERİNE YOĞUNLAŞMALI, DAİŞ VE BENZERİ YAPILARI DOĞURAN DÜŞÜNCELER ÜZERİNDE DURMALIDIR”
“Binaenaleyh bütün harici etkenlere, her türlü komplo ve manipülasyona rağmen İslâm ümmeti bu vakıanın iç sebepleri üzerine yoğunlaşmalı, Daiş ve benzeri yapıları doğuran düşünceler üzerinde durmalıdır” ifadesini kullanan Görmez, “İslâm dünyasının hemen her bölgesinde farklı adlarla ortaya çıkan ve Müslümanlara hayatlarını zehir etmeyi kafalarına koymuş bu ve ve benzeri “tekfirci” eğilimler sadece “dış mihrakların komplosu” denilerek geçiştirilemez. Velev ki komplodur, “peki bu komplonun tutmasında bizim bünyemizin hiç mi zaafları yoktur?” suali sorulmalıdır. Bu anlayış karşısında bugün her Müslüman bireyin, her Müslüman âlimin ve her dinî kurumun üstleneceği bir sorumluluk, yerine getireceği bir görev vardır. Bugün, basiretimizi canlandırmaya, bizden kaynaklanan sorunları bütün boyutlarıyla birlikte gecikmeden ele almaya ve hiç kuşkusuz bizi içeriden vuran haince tezgâhlara karşı da yüksek bir bilinçle teyakkuz halinde adımlar atmaya ihtiyacımız var. Sağlıklı bilgi yollarını açmak, genişletmek ve herkes için ulaşılabilir bir örneklik içinde hayata katmak zorundayız. Merhamet bizim şanımızdır, iz’an bizim adalet tarzımızdır. Bunları kaybetmeyi göze alamayız. Bütün bir Diyanet teşkilatı İslâm’ın yüksek ideallerini pervasızca tehdit edip yok eden bu ve benzeri yapılara karşı her düzeyde aziz milletimize ulaşmaya ve halkımızı Kitab-ı Mübin’in idrak haritasına daha fazla yakınlaştırmak için çabalarını arttırması gerekir. Bu bağlamda Daiş’in aldatarak bünyesine kattığı gençlerin, hangi ülkeden olursa olsun bizim evlatlarımız olduğunu unutmadan, terör ve şiddet zihniyetiyle mücadele ederken, bunların aldattığı zümrelere temas edilmeli, hakikate ulaşmaları için çabalar arttırılmalıdır” şeklinde konuştu.
“BUGÜN, İSLÂM DÜNYASININ İÇİNDEN GEÇTİĞİ VAHİM SÜREÇ HEPİMİZİ DERİN ÜZÜNTÜLERE GARK EDERKEN, SAYISIZ İNSAN GÖÇE ZORLANMAKTADIR”
Üzerinde durulacak ikinci konunun ise göç meselesi olduğunu bildiren Görmez, “Bugün, İslâm dünyasının içinden geçtiği vahim süreç hepimizi derin üzüntülere gark ederken, sayısız insan göçe zorlanmaktadır. Bugün, İslâm beldeleri ekseriyeti itibariyle selam ve eman yurdu vasfını kaybettiği içindir ki, nice mazlum mümin kardeşimiz, kendilerinin ve masum çocuklarının canını kurtarmak gayesiyle bir zamanlar eman ve selam olmadığından daru’l-harb olarak adlandırılan ülkelere sığınma umuduyla, hem de ölümü göze alma pahasına namüsait teknelere doluşarak uzak denizlere açılmakta ve nice canlar denizlerde heder olmaktadır. Artık Akdeniz sadece bir mülteci mezarlığına değil; aynı zamanda vicdan ve merhamet mezarlığına da dönüşmüştür. Dini ve milliyeti ne olursa olsun İslâm âleminin bütün mazlumlar için bir selam ve eman yurdu olması gerekirken, İslâm ülkeleri ahalisi bugün, kendi ülkelerinden kaçarak Batı dünyasının kalpsiz sinesinde eman arayacak hale gelmişse her şeyden önce her birimizin bunun üzerinde düşünmesi gerekmektedir. Bugün, dünyanın farklı coğrafyalarında kesintisiz devam eden göç, ülkemizin de yabancı olmadığı bir vakıadır. Yurdumuz, 15. yüzyılda İspanya’dan sürülen Yahudilere; İran-Irak savaşı, Filistin işgali, Afganistan ve Çeçenistan savaşları gibi insanlık dramlarıyla evlerini terk eden dindaşlarımızdan, Balkanlarda ve Kafkasya’da Rus rejiminin dayatmalarından kaçarak yurdumuza sığınan soydaşlarımıza kadar birçok mülteciye sığınak olmuştur. Bölgesel sorunlar nedeniyle son yıllarda ülkemiz tam anlamıyla bir hicret yurduna dönmüş, Suriye’den ülkemize birçok ilimizin nüfusundan fazla hatta bazı ülkelerin nüfusunu da aşacak şekilde iki milyona yakın mazlum sığınmıştır. Her göç aslında trajiktir. Göçen kendi dünyasını geride bırakmıştır, ayrılış hüzünlüdür. Karşılayan yeni gelene bir alan açmakla mükelleftir. Bütün bunların yüce ve mukaddes karşılıklarını İslâm’ın şanlı hicret tecrübelerinde bulabilir, kendimize sağlıklı bir atıf zinciri oluşturabiliriz” dedi.
“DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI VE TÜRKİYE DİYANET VAKFI OLARAK 20 BİN SURİYELİ ÖĞRENCİMİZ VAR”
“Bugün, Suriye’den, Ortadoğu coğrafyasından hicret eden ve bizden Ensar yakınlığı bekleyen milyonlarca kardeşimiz bizim misafirimizdir” diyen Görmez, “Göçmen kardeşlerimiz bizim için din dilindeki adlarıyla muhacir olarak anlam kazanmaktadır. Biz bu kardeşlerimizle yüz yıllarca aynı tarihi, aynı kültürü, aynı coğrafyayı ve aynı değerleri paylaştık. Geçmişten bugüne aynı medeniyet havzasında birlikte var olmuş kardeş topluluklar olarak silinmez hatıralar biriktirdik. Biz bugün Suriye diye tabir ettiğimiz Diyar-ı Şam ile sadece komşu değil, aynı zamanda kardeş ve akraba olarak beraber sevindik, beraber üzüldük, beraber güldük, beraber ağladık. Aynı atmosferi soluyup bu coğrafyayı birlikte imar ettik. Artık evrensel bir mesele haline gelmiş; bütün dünyadaki vicdan sahiplerinin gönlünü yaralayan ve bir insanlık dramına dönüşen göç ve iltica meselesini dinî açıdan ele almak mecburiyeti vardır. Zira yeni göç hareketlerinin ve bunların dini hayata etkilerinin boyutlarını bilmek durumundayız. Kendimizi, bilgimizi, kadromuzu, projelerimizi buna göre güncellemek zorundayız. Biz bu toplantıda göç sorununu bütün boyutlarıyla ele almak ve muhacir kardeşlerimiz için Diyanet olarak neler yapabileceğimizi enine boyuna tartışmak niyetindeyiz. Burada iftiharla belirtmek isterim ki Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfı olarak 20 bin Suriyeli öğrencimiz var. Onlara öğretmenler bulduk. Ders materyalleri sağladık. İaşe ve ibatelerini karşıladık. Ülke çapında pek çok Kur’an kursunda bir Suriyeli sınıfı açtık. Suriyeli âlimlerin bilgisinden istifade etmeye çalıştık. Ancak bütün bunlar yeterli değil. Gönül ister ki öğrenci sayımız 200 bin olsun. STK’larımızın işbirliği ile bu hedefe ulaşmak mümkündür. Biz tecrübemizi ve imkânlarımızı paylaşmaya hazırız. Her ilde müftülerimiz bu koordinasyonu yapmaya hazırdır. Diyanet İşleri Başkanlığı olarak elimizden geleni hatta daha fazlasını yapmak için bilumum seferberiz. Ancak hareketlilik çok yoğundur ve yetersizliklerimiz daha çok işin sosyolojik boyutuna yetişememekten kaynaklanmaktadır. Suriyeli misafirlerimize yönelik hizmetlerimizi daha düzenli ve kaliteli bir şekilde sunabilmek için acilen “Koordinatör Müftülük” ihdas edilmesine ihtiyacımız olduğunu buradan tekrar ifade etmek isterim” ifadelerini kullandı.
“KARDEŞİ KARDEŞE KIRDIRAN BU FİTNE ATEŞİNİ SÖNDÜRMEK İÇİN EVLERİMİZDEN, MEDRESELERİNİZDEN VE KURSLARINIZDAN DIŞARIYA ÇIKALIM”
“Şiddeti, vahşeti, tedhişi ve terörü benimseyenler, bundan beslenenler, bundan destek bulanlar, terör eylemlerini hangi gerekçeyle yaparlarsa yapsınlar kendilerine maşeri vicdanda asla meşruiyet bulamayacaklar ve ilahi adalete hesap vereceklerdir” diyen Görmez, şöyle konuştu:
“Her şeyden önce elleri kalem tutması, zihinleri ve gönülleri bilgiyle, ilimle, irfanla meşgul olması gereken çocuklarımızın ve gençlerimizin, İslam’ın asla tasvip etmediği bir dava uğruna dağlara kaçırılması, ellerine silah tutuşturulup ölüme gönderilmesi, kardeş katili yapılması, gayr-i meşru ve gayr-i İslami bir hayata mahkum edilmesi, insaf ve vicdan sahibi her insanı derinden yaralamaktadır. Bugün, buradan 81 il müftümüzle birlikte ülkemizin bütün güzel insanlarına, Alevi'siyle, Sünni'siyle, Türk'üyle, Kürt'üyle, Çerkez'iyle, Laz'ıyla, doğulusuyla batılısıyla, kuzeylisiyle, güneylisiyle mezhebi, meşrebi, etnik kimliği, dünya görüşü ve ideolojisi ne olursa olsun milletimizin her bir ferdine seslenmek istiyorum: Ülkemizin etrafının ateş çemberine döndüğü bir zaman diliminde gelin, birbirimize ensar olalım! Her türlü olumsuzluğa, saldırıya, oyuna, tuzağa, komplo ve plana rağmen gelin birbirimize muhacir olalım. Kur’an-ı Kerim’i ve Hz. Peygamberin (sas) çağlar üstü örnekliğini esas almakla mükellef olduğumuzu asla unutmayalım. Barış ve esenlik dini İslam’ın rahmet ve merhamet mesajlarıyla zihin ve gönül dünyamızı imar edelim. Farklılıklarımızı çatışma ve yıkım sebebi değil; gelişme ve zenginleşme fırsatı olarak görelim. Barış, huzur, sükun ve güven ortamını el birliğiyle yeniden oluşturalım. Ortak kültürümüz ve değerlerimiz etrafında kenetlenelim. Birlikte barış ve huzur içinde yaşamanın ahlak ve hukukunu tesis edelim. Tarihte ve günümüzde yaşanmış acılardan ders ve ibret çıkaralım. Her fırsatta insan onurunu yüceltelim. Özgürlüklerimize sahip çıkalım. Güvenle geleceğimizi hep birlikte inşa edelim. Bugün buradan bir çağrımı da bölgedeki bütün hocaefendilere, seydalara, mollalara, şeyhlere, kanaat ve maneviyat önderlerine ve STK’lara yapmak istiyorum: Sizler, ülkemizin en zor zamanlarında, din eğitiminin yasaklandığı dönemlerde bile bölgede İslam’ın ilim, hikmet ve marifetini ayakta tutabilmek için gayret gösterdiniz, irşat hizmetlerini sürdürdünüz. Yeri geldi samanlıklarda Kur’an okudunuz ve okuttunuz. Halkımızın Din-i Mübin-i İslam’la, Kur’an ve sünnetle ilişkisini sıcak tuttunuz. Şimdi gelin, bu ülkeyi bir ateş çukurunun kenarından kurtarmak üzere harekete geçelim. Gelin cahiliye asabiyetinin ürünü olan bu ateşi birlikte söndürelim. Kardeşi kardeşe kırdıran bu fitne ateşini söndürmek için evlerimizden, medreselerinizden ve kurslarınızdan dışarıya çıkalım. Müftülerimizle, vaizlerimizle, din gönüllüsü kardeşlerimizle birlikte milletimizin her ferdini yanımıza alarak barışın kelamını yazalım. Kalemin her türlü kılıçtan ve silahtan üstün olduğunu haykıralım. Uykudaki çocukların ensesine kurşun sıkan bu cahiliye anlayışına tenezzül etmeyerek hep birlikte sesimizi yükseltelim. Bu kirli kavgada hakkın, hukukun, adaletin, ahlak ve faziletin tarafında yer alalım. Unutmayalım ki barışa sadece ülkemizin ve milletimizin değil, umutlarını bu ülkeye ve bu millete bağlayan tüm mağdur ve mazlumların ihtiyacı var. Eğer bu ülkeye ateş düşerse sadece bu topraklarda yaşayanlar değil, dünyanın yedi iklim dört köşesinde yaşayan tüm mazlumların da bağrı yanar. Bunu unutmayalım.”
“DİNİ VE AHLAKİ OLARAK BİLİNEN BİR YAPININ GÜNDELİK POLİTİKAYA EVRİLME SÜREÇLERİNDE YAŞANANLARDAN, BU TOPRAKLARDA VE BU ÜLKEDE SADECE KARDEŞLİK YARA ALMAMIŞ AYNI ZAMANDA DİN-İ MÜBİN-İ İSLAM BUNDAN BÜYÜK BİR ZARAR GÖRMÜŞTÜR”
Üzerinde durulacak dördüncü konunun da Türkiye’nin dini, ilmi ve manevi hayatına katkı sunan dini-sosyal teşekküllerin ve sivil dini yapıların Diyanet İşleri Başkanlığı ile ilişkileri ve hizmetleri hakkında olacağına dikkati çeken Prof. Dr. Görmez, “Tarih boyunca bu toprakların maneviyatını inşa eden Ahmed Yesevi’den Hacı Bektaş-ı Veliye, Mevlana’dan Yunus Emre’ye sayısız gönül insanı, Ahiyan-i Rum’dan Baciyan-ı Rum’a, Fütüvvetten Hisbe Teşkilatına, tasavvuf ve tarikatlere varıncaya kadar pek çok sivil dini yapı, insanımızın gönüllerini fethetmiştir. Bütün bu yapılar, modern zamanların kendi şartları içerisinde değişime uğramıştır. Bugün de ülkemizin 'de facto' bir sosyolojik gerçeği olan bu sivil dini yapılar kendi tarihi ve sosyolojik sınırlarına ve İslam’ın ilmi, dini ve ahlaki ilkelerine riayet etmesi esastır. Milletimizin hayır eliyle kurulan bu yapılar bu sınırlar içerisinde kaldığı sürece Diyanet İşleri Başkanlığının destek ve himayesini görmüşlerdir. Her birinin irtica ile yaftalandığı zamanlarda dahi Diyanet İşleri Başkanlığı bu himaye ve desteğini esirgememiştir. Ancak zaman zaman bazı yapıların güç tutkusuna kapılması, dini söylemler üzerinden güç devşirmesi, hakikati kendi tekelinde görmeye başlaması, insanların iradesini teslim almaya kalkışması, ülkemize, milletimize ve tüm insanlığa sahih dini bilgiyi esas alarak hizmet sunmaya devam etmemesi durumunda Diyanet İşleri Başkanlığından destek ve himaye görmeleri mümkün değildir. Son olarak dini ve ahlaki olarak bilinen bir yapının gündelik politikaya evrilme süreçlerinde yaşananlardan, bu topraklarda ve bu ülkede sadece kardeşlik yara almamış aynı zamanda Din-i Mübin-i İslam bundan büyük bir zarar görmüştür. İmamından müezzinine, müftüsünden Diyanet İşleri Başkanına kadar her biri bu süreçlerde bu çalışmalara gönül vermiş her vatandaşımız kadar büyük bir hüzün ve derin bir ıstırap duyduğumu ifade etmek isterim. Bilinmelidir ki İslam’a göre hakikat hiç kimsenin tekelinde değildir. Mümine düşen görev, hakikate sahip olmak ve insanları kendi hakikatine davet etmek değil, daima hakikatin yolunda olmaktır. Baki hakikatler fani şahsiyetler üzerine bina edilemez” şeklinde konuştu.
“HEPİMİZ HER HAREKETİMİZDEN SORUMLUYUZ”
İslam’ın yardımlaşma ve dayanışmayı esas alan bir ahlak doğrultusunda birlik olmayı ve bütün Müslümanların ortak hedef, ortak gaye ve ortak idealde birleşmelerini istediğini kaydeden Görmez, “Ancak Kur’an, dini fırkalara bölenleri ve kendinden başkasına cenneti layık görmeyenleri Hristiyanlık ve Yahudilik anlayışını örnek vererek zemmeder. İslam’ın daveti ve tebliği aşikardır. Meşru olan gayeye hiçbir zaman gayr-i meşru yöntemlerle ulaşılmaz. Hile yapmak, şantaj uygulamak, desise oluşturmak ve fitne çıkarmak İslami ahlakın asla tasvip etmeyeceği hususlardır. İslam fitneyi savaştan beter görür. Dini, kişilere ve anlayışlara hasretmeyi değil, Allah’a has kılmayı ve tüm eylemlerin sadece O’nun rızasına uygun olmasını ister. Bugüne kadar halis niyetlerle İslam’a hizmet ediyor düşüncesiyle bu tür yapılara yardımcı olmuş, dişinden tırnağından arttırdığı imkanlarla senelerce onları desteklemiş olan kardeşlerimizin, ortaya çıkan gerçeklerden sonra uğradığı hayal kırıklığını tasavvur etmek hiç de zor değildir. Bu hayal kırıklığından nasibini almamış insaf sahibi hiçbir mümin yoktur. Halen propagandaların tesiri altında kalarak söz konusu yapının, haksızlığa uğradığını düşünen ve iyi niyetlerinden hiç kuşku duymadığım kardeşlerimize bugün, buradan bir çağrıda bulunmak istiyorum; Hepimiz her hareketimizden sorumluyuz; her türlü tercih ve icraatımızdan hesap gününde Allah’ın huzurunda sorguya çekilecek ve kendi hesabımızı bizzat vereceğiz. Her birimiz Sevgili Peygamberimizin (sas) kızı Fatıma’ya 'Kızım, babanın peygamber olmasına sakın güvenme!' uyarısını daima hatırımızda tutmalıyız.”
Diyanet İşleri Başkanı Görmez, konuşmasını şöyle tamamladı:
“Sözlerimi bir mütefekkirimizin bütün yaşadıklarımızın sebeplerini ifade eden şu anlamlı sözüyle bitirmek istiyorum: 'İslamiyetinmağz ve lübbünü terk ederek kışrına ve zahirine vakf-ı nazar ettik ve aldandık. Ve sû’-i fehm ve sû’-i edeb ile İslamiyetin hakkını ve müstehak olduğu hürmeti ifa edemedik… Zira biz İsrailiyatıusulüne ve hikayatı akaidine ve mecazatıhakaikine karıştırarak kıymetini takdir edemedik. O da ceza olarak bizi dünyada te’dib için zillet ve sefalet içinde bıraktı. Bizi kurtaracak yine onun merhametidir.' Zira, İslam, barışın, adaletin, merhametin ve sevginin adıdır. Merhamet Allah’ın bütün varlığın kalbine ektiği en aziz ve en bereketli bir tohumdur. İnsanlık bu merhamet tohumunun yeşerdiği anlarda yerkürede barış ve adaletle dolu bir hayat sürmüştür. Barış ancak gerçek bir sevgiyle gürbüzleşebilir. İslam öldürmeyi değil oldurmayı, yıkmayı değil yapmayı, yakmayı değil söndürmeyi, ağlatmayı değil güldürmeyi, yitirmeyi değil bulmayı öngörür. İslam varlığı nuruyla kuşatan Yüce Yaratıcı’nın rahmetiyle müjdeler, adaletiyle hükmeder, merhametiyle nimetlendirir.”
'TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ BÜTÜN MÜSLÜMANLAR İÇİN BİR ALLAH'IN LÜTFUDUR'
Konuşmaların ardından Başkan Görmez, Karadağ Müftüsü Rıfat Feyziç'e cübbesini giydirdi. Feyziç, cübbesini giymesinin ardından yaptığı konuşmada, 'Türkiye bütün Müslümanlar bütün mazlumlar için önemli bir ülke. Bu devlet bu millet bize ve diğer Müslüman halklara o kadar sahip çıktı ki hiçbir zaman bizim Türk olup olmadığımızı araştırmadı. Sadece Müslüman olduğumuz için her zaman bize sahip çıktı. Onun için Türkiye'deki Müslümanlara seslenmek istiyorum; Karadağ'daki Müslümanlar olmasaydı Karadağ'da bağımsız olmayacaktı. Biz kendi devletimizi seviyoruz ama Türkiye Cumhuriyeti Devleti bütün Müslümanlar için bir Allah'ın lütfudur. Ne kadar bereketli olduğunuzu şanslı olduğunuzu bilmiyorsunuz. Ben bunu kenardan daha iyi biliyorum. Azınlıkta yaşayan Müslümanlar da burada ne kadar serbestçe İslamı yaşayabiliyorsunuz. Her tarafta ezan, dini çalışanlara her türlü imkanı sağlıyor. Devlet mani olmuyor, dine sahip çıkıyor, bu Allah'ın bir lütfu. Keşke 82 sayıya bende talibim izin verirseniz. Bu sayıya talibim' diye konuştu.
PELİN ÜZEK-İBRAHİM BERAT YILMAZ
dikGAZETE