Genç yazar Yusuf Koşal’ın "Alnımda Kanat İzleri" adlı kitabı raflardaki yerini aldı. Yazar Koşal, şiirinin zor anlaşıldığı yorumlarına, "Kolay şiir ,bir savaş meydanında hemen teslim olan ere benzer" yanıtını verdi.
Genç yazar Yusuf Koşal’ın ’Alnımda Kanat İzleri’ adlı kitabı raflardaki yerini aldı. Yusuf Koşal, yeni kitabının ayrıntılarını İHA’ya anlattı.
- İlk olarak bize biraz kendinizden bahsedermisiniz?
- Kendimi nasıl ve ne şekilde anlatabilirim bilmiyorum ama, Allah’ a kul olamaya ve onu tanımaya çalışıyorum. Sırtımdaki söz heybesinden inciler çıkarmaya ve onları birbiriyle uyumlu bir zanaate dönüştürmeye gayret ediyorum. Soren Kierkegaard’ ın ’’ Göle giden yol gölden daha güzeldir ’’ dediği gibi gaye edindiğim söz iklimine henüz varamamış olsam da bu istikamette devam etmem ve bunun derdine talip olmam da benim için büyük bir nimet. Bu yolda niceleri yürüdüler, kimisi gururun tuzağına kaptırdı ayağını , kimisi günü kurtarıp bazı otoritelere şirin görünmeye çalışırken yitirdi söz sadağını ve kimisi de edebin edebiyatın rahminde gövermesi için sancılar yaşadı. Bu yolun ulularını başımızın tacı addedip onların bıraktığı hazineyi korumaya ve daha da zenginleştirmeye çalışıyoruz. Dilerim Rabbim bunda beni ve kardeşlerimi muvaffak eder. Sadî ’ nin dediği gibi ’’ Sizinle beraber ata binemesem de atlarınızın eğerini taşırım’’. O büyüklerin atına binmek ne haddime. Onların atının eğerini taşımak ta benim için büyük bir şeref. Şiir bize hakikati hissettirdiği ölçüde geçer akçedir. O yüzden sürekli ’’ Allah’ım eğer şiir beni senden uzaklaştıracaksa , bana bir enaniyet ve kibir bulaştıracaksa , dilim susuversin kalemim duruversin ’’ diye dua ederim.
...
Şiir yazmaya kaç yaşında, ve nasıl başladınız ?
Şiir yazmaya orta okul birde başladım. O sıralar geceleri yayınlanan bir radyo programında ses tonu çok güzel bir adam fon müziği eşliğinde şiirler okurdu. Onu dinlerdim geceleri . Ama çocukluğumda elektrikler sık sık kesilirdi ve bu programdan mahrum kalırdım. Sonradan kendim yazmaya başladım ve hocalarım yaşıma göre iyi yazdığımı söylerlerdi. Şiir aslında bizde bir gelenektir. Bizde dediğim ailemde yani. Şöyle ki ; rahmetli ninem önce kıssalar anlatır (nazımlı ve kafiyeli) sonra da onun şarkısını doğaçlama bir şekilde söylerdi. Annemde de vardı bu denbejlik( ozanlık) babamda da. Ama yoğun olarak anneannem beni çok etkilemiştir. Çok yıllar sonra Mevlana hazretlerinin Mesnevi’ ni okuduğumda anneannemin anlattığı kıssaları orada bulunca çok şaşırmış , bir yandan da çok sevinmiştim. Şiir hassasiyetinin oradan kaynaklandığını düşünüyorum. İlk şiirlerim yerel ve amatör dergilerde yayınlandı. Kendi sesimi bulmaya çalıştığım zaman İktisat fakültesinde okuyordum. Daha sonra kapital teorilerle hastalanmış bu bölümün ruh yapıma uygun olmadığını hissettim. Edebiyatı ve sözün gücünü seviyordum. Sonra Fatih Sultan Mehmet Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü okudum. Orada A. Ali Ural Hocamla tanıştım. Onun teşvikleri ve desteğiyle ilk profesyonel şiirlerim Karabatak Dergisinde yayınlandı.
...
Bu yolda en büyük destekçiniz kim?
Bu yolda en büyük destekçim Ali Ural Hocam oldu. Ben bile kendime inanamazken bana inandı ve beni yazarlık atölyesine çağırdı. Atölye deyince aklıma suni ve mekanik bir ortam gelirdi. Ama hiç de sandığım gibi bir ortamla karşılaşmadım. Orada çok derin bir sevgi ve merhametle tanıştım. İyi bir şiir götürdüğümde sevinen ve dualar eden insanlarla karşılaştım. En büyük destekçilerim onlardı. Hem atölye günlerinde hem de atölye haricinde buluşup muhabbet ettiğim bu insanlar, kardeşliğin ve dostluğun ne kadar kıymetli olduğunu bir kere daha kanıtladılar.
...
- Neden öykü, resim, müzik değil de şiir?
- Çünkü istidadımın şiire daha uygun olduğunu düşünüyorum. Şiir benim kendimi ifade etme biçimim. Bunun yanı sıra şiir pek çok sanatı rahminde barındıran bir alan. Orada manzalar resmi geçit halinde, sesler müzikal bir nağme havasında , öyküler ise örtülerini başlarına çekmiş ve metaforlarla kendini hissetirme vaziyetinde arz-ı endam eder. Şiirin bir terbiye ve keşif mekanizması olduğunu da düşünüyorum. Dusturunuz edepse şiiriniz edepsiz olamaz. Edepsiz şiir sadece bir tutam süslü laf ; içi kurtlarla dolu , görünüşü ise bir illüzyon. Şiirin sureti neyse suratı da odur. Dolayısıyla kalemi elimize aldığımızda ilk önce nefsimize sesleniriz. İlk iş ona kabul ettirmek. Bediüzzaman Hazretlerinin dediği gibi ’’ Nefsini ıslah edemeyen başkasını ıslah edemez’’. Bu hem şiir hem de diğer bütün sanat dalları için geçerli bir dusturdur. Edep edep edep...
...
- Kitabınızın ismi oldukça dikkat çekici “Alnımda Kanat İzleri” bu isim olmasına nasıl karar verdiniz? Bir hikayesi var mı?
- Alnımda Kanat İzleri , Sonra Anlatırım Sana adlı şiirimin bir mısrasında geçiyor. Hiç şüphesiz insan bu dünyada uçamaz; çünkü kanatları yoktur. Ancak bir istisna var ki insan alnıyla uçabilir. Secdeye varıldığında Allah ’a doğru bir miraç başlar . Alnımızı onun huzur-u pakisine değdirdiğimizde kanat sesleri ’’ sübhane rabbiyel ala’’ şeklinde duyulur. Kitabın bu isimde çıkması fikri bana ait değildi. Kıymetli öykücü ve editör Naime Erkovan’ nın tavsiyesi idi. Ben de kabul ettim.
...
- Yaşadığınız veya gördüğünüz olayların birebir oranla tasvir ettiğiniz bir şiiriniz var mı ?
- Yaşadığım ve gördüğüm olayları birebir anlatmadım. Yaşadım ve gördüm. Onu birebir anlatmak onu aktarmak olurdu anlatmak değil. Edebiyat teorilerinde yansıtma kuramı diye bilinen bir teori vardır ki tabiatı ve olguları olduğu gibi tasvir etme esastır. Ama sanatçıya düşen bunun çok ötesinde , kendi ruhuna ve kalbine sirayet ettiği biçimiyle anlatmak. Birebirlik esas alınsa idi ressamların yerini fotoğraf makinelerı, şairlerin yerini gazeteler alırdı. Benim şiirlerimi yazdığım zaman dilimi savaşların yaşandığı kanlı ve şiddetli olayların hüküm sürdüğü tarihlere denk geldi. Herkes kadar ben de insandım. Etkilendim, üzüldüm ve uykularım kaçtı. Eğer şairsem ben de bunu şiirimle kınamalıydım. Çünkü birey olarak elimden bu geliyordu. Doktor olsaydım oralara gider onların yaralarını sarardım, ressam olsaydım sergiler açar insanların dikkatini kırmızıya kalbetmiş duvarlara çekerdim. Ama elimde söz vardı. Az değildi ama yeterli de değildi. Çünkü şiir okuyan çok az insan var. Saç Teline bir Ağıt şiiri, Şengal Dağına sığınan beş yüz Yezidî kadının susuzluktan ölmek üzere olan çocuklarını tükürükleriyle hayatta tutmaya çalıştığı ve onları hayatta tutamayınca çığlıklar atıp onlarla beraber can verdiği bir dramın şiiridir. Tuzlu Biberon şiiri dört buçuk yaşında bir kız çocuğunun gözüyle ve cümleleriyle yazılmış bir savaş şiiridir. Yarın Bir Olay Olacak şiiri de ölülerini sayıp evlerine dağılan ve ertesi gün hiçbir şey olmamış gibi sosyal hayatına devam eden insanlara yazılan bir serzeniş şiiridir. Esasında her mısra bize atılan kancaların izlerini taşır. Bizler bu izleri toplar sancı çeker ve onu şiiri olarak doğururuz. Şiir aslında birebir şairin kendisidir. 1
...
- Şiirde alışık olduğunuz bir tarz var mı yoksa örneğin aşık tarzı, serbest ölçüde şiir ya da kafiye tarzını mı tercih ediyorsunuz ?
- İlk şiir yazmaya başladığımda ölçülü yazıyordum. Edebiyat fakültesinde iken aruzu deneyerek yazdığım şiirlerim de vardı. Daha sonra bu şiirlerin hepsini yaktım. Çünkü yeni değillerdi , bana ait oldukları belli olmuyordu. O zaman bana ait olan bir şeyler yazmalıydım. Ben de serbest tarzda yazmaya başladım. Günümüz edebiyatının ifade biçiminin bu şekilde daha uygun dile getirilebileceğini düşünüyorum. Serbest kelimesi köken olarak farsça bir kelimedir.’’Ser’’ ve ’’ besten’’ kelimelerinin kombinezonundan oluşur. ’’Ser’’ baş anlamına gelirken ’’ besten - best’’ bağlı olmak , bağlamak anlamlarına gelir. Dolayısıyla serbest şiir istediği gibi koşan bir şiir değil başı bağlı ya da başı bağlanmış bir şiirdir. Serbest şiir demek şairin serbest olması anlamını da gelmiyor. Sözün kanatlarını çırpacağı alan açmak için , şairin düzlükteki kayalıkları sırtlanıp taşıması lazım ya da söz ırmağının fıtratına uygun akması için şairin dere yatağını temizlemesi gerekiyor. Serbest şiir ancak bu şekilde serbest olabiliyor. Onun da kendine has ölçüleri, ritimleri ve resimleri var. Ufacık bir hata bazen şiiri bir hilkat garibesine dönüştürebiliyor. O yüzden serbest şiir çok boyutlu düşünmeyi de gerektiriyor. Anlamı, sesi ve duyguyu taşırmamalı ve dengenin muhafazası sağlanmalıdır. Bu yüzden şimdilik tercihimi zor bir serbestlikten yana kullanıyorum.
...
- İlk kitabınız ve yaşınız bir hayli genç. Neler hissediyorsunuz?
- Neler hissettiğimi ben de bilmiyorum. Kendi adıma değişen bir şey yok. Neysem oyum yine. Çok büyük bir beklentim de yok. Yaşım genç ama ruhumun yaşlılık ve çocukluk arasında gidip gelen bir sarkaç gibi olduğunu hissediyorum bazen. Bir kitabım olsun diye yazmadım şiirlerimi. Böyle bir düşünce aklımda yoktu. Ali Ural hocam, şiirlerini topla getir kitabın çıkacak dediğinde şaka yaptığını zannetmiştim. Sonra ciddi olduğunu anladığımda çok şaşırdım. İyi bir eser ortaya çıkarmak için sürekli okumak ve kalbin ilhamlarını besleyen kaynaklara inmek lazım. İlk kitabımın ilham kaynakları daha çok Doğu’’nun irfanını taşıyan eserlerdi. Bu süreçte Abdülkadir Geylanî ’ nin El fethur- Rabbanî’si Feridüddin Attar’ın eserleri, Bediüzzaman’ nın risaleleri , Muhyiddin Arabî hazretlerinin Futuhat-ı Mekkiye ve Füsusu’l- Hikem’ i bana yoldaş oldular.Bunun haricinde yaptığım okumalar da oldu. Özellikle divan okumaları beni hep şiirimizin asli kodlarına irtibatlı kıldı. Şeyh Galib , Fuzuli, Necati ve Nevai’ yi çok sevdim. Yaşımın geç oluşu benim için çok büyük bir nimet ve de bir imtihan. Hadis’ te ’’ Gençliğinde ilim öğrenen taştaki damga gibi, yaşlılığında öğrenen ise su üzerine yazı yazan gibidir. ’’ buyuruyor peygamber efendimiz. İnşaallah bu hadiste ifade edilen gençlerden oluruz.
...
- İkinci kitabınızı yine şiir üzerine mi düşünüyorsunuz?
- 1Yazabilmek şairin en büyük ödülü. Gerisi biraz teferruat . İlk kitabım çıktıktan sonra da şiir yazdım. Yine bir kitap daha olur mu , bunun için kesin bir şey söylemek doğru değil gibi geliyor bana. Ama Allah nasip ederse o da olur. Çünkü yarına çıkacağımız meçhul ve biz elimizde sürekli öbür tarafa çağrılma davetiyesiyle bekleyen fanileriz. İlk kitap benim için bir tecrübeydi eğer kaderimde yazılmışsa ikinci kitap bu tecrübenin üzerine inşa edilecek. Şiirde yapmayı düşündüğüm yeni şeyler var. Buna takat getirebilir miyim bunu da zamanla anlayacağız.
...
- Pekiyi, Türkiye’de ve dünyada genel olarak şiir üzerine bize neler söylemek istersiniz?
- Çok haddim değil ama kendi aynama yansıyan cihetiyle şunu belirmek isterim. Ülkemizde şiir alanında bir şaha kalkma söz konusu. Gerek profesyonel gerekse de amatör dergilerde pek çok genç şairin kaliteli şiirler yazdığını görüyoruz. Artık insanlar ontolojik sorgulamalarda bulunabiliyor. Bu da şiire bir imkan olarak yansıyor. Yeraltı , yerüstü ve de her cenahtan bizi sevindiren kımıldamalar var. İlerde bu kımıldamaların yeni şiir kuşakları , yeni şiir toplulukları ve de yeni şiir hareketleri olarak doğum yapacağını düşünüyorum. Ülkemizi dünyaya kıyasladığımızda ,özellikle de 2000 den sonra edebiyat alanında, onlardan daha derin ve estetik edebi ürünler ortaya koyduğumuzu düşünüyorum. 2000’lerden önce de bu üstünlük vardı ama çok dar bir alanda ve belli başlı kişilerle sayesinde. Ama şimdi seksen ve doksan kuşağından daha kuvvetli ve daha boyutlu bir şiirin varlığıyla karşı karşıyayız.Bunu anlamak için kuşakların antoloji ve yıllıklarına bakmamız ve de ufak bir kıyaslama yeterli olacaktır. Farsça ve ingilizce şiirleri kendi dillerinden okuma fırsatım oluyor. Şunu diyebilirim ki fars şiiri hala çok kuvvetli. Çünkü onun tarihine baktığızda şiir doğal seyrinde gelişip serpilmiştir.Bizdeki gibi müdahalelere maruz kalmamıştır. İran’ da çeşitli devrimler olmuş hatta çok farklı anlayışlar da yönetime geçmiştir. Ama kimse Hafız’ a, Mevlana ’ ya, Attar’ a Sadî’ ye dokunmamıştır. Bundan dolayı hala ordaki şairler, eski metinleri anlayabiliyor ve şiir yazarken ana damarın zenginliğinden istifade edebiliyorlar. Bundan dolayı kuvvetli bir’’yeni- eski sentezi’’ ile şiirler yazılmıştır. Bizde ise modernitenin müdahaleleri ile birlikte şiir köksüz yetiştirilmeye zorlanmış ve kendi ekseni etrafında dönmeye başlamıştır. Ama artık rüzgarın tersine döndüğünü düşünüyorum. Sıkışan bir enerjinin yavaş yavaş açığa çıkacağı bir gelecek bizleri bekliyor. Bundan dolayı umutluyum.
...
- Şiirde pek çok şair anlaşılmadığını düşünüyor. Sizin de kapalı bir diliniz var. Bu hususta endişeleriniz var mı?
- Bu hususta hiç endişem yok. Kolay şiir ,bir savaş meydanında hemen teslim olan ere benzer. Teslim olmasının bazı sebepleri vardır. Ya silahsızdır ya güçsüzdür ya da yenilgiyi en başta kabullenmiştir.Kapalı şiir ise bir savaşçıdır teslim olmak onun fıtratında yoktur. Silahına ve gücüne dayanır. Onu zaptetmek öyle kolay değildir. İşte biz böyle bir savaş meydanındayız. Şiiri birilerinin gönlü hoş olsun diye yazmıyoruz. Edebiyatın izzeti ve şerefi bizi böyle bir tutumdan men eder. Mazimizin sıcak nefesini içinde barındıran , geleceğe de köprüler inşa etmeye çalışan bir ruh işçiliğinin derdindeyiz. Bu hususta gelen eleştirileri acı bir tebessümle karşılıyor ve istikametimize bakıyoruz. Örtülü olmak izzetin gereğidir. Nitelikli bir şiirin ruhuna nüfuz etmek ise bir birikim işidir. Örtüler ancak kendini ehil olana açar. Namahrem örtülere dokumaz. Dokunamadığı gibi de bu durumu tenkit eder durur. Şiirde kapalılık meselesi başlı başına üzerinde eğilmemiz gereken mevzu. Kapalı şiir okuyucuya da yorum ve anlam(lar) imkanı sunması ölçüsünde kıymetlidir. Her kim ki böyle bir maden bula, kaybetmeye. diyelim Vesselam."
(İHA)
Genç yazar Yusuf Koşal’ın ’Alnımda Kanat İzleri’ adlı kitabı raflardaki yerini aldı. Yusuf Koşal, yeni kitabının ayrıntılarını İHA’ya anlattı.
- İlk olarak bize biraz kendinizden bahsedermisiniz?
- Kendimi nasıl ve ne şekilde anlatabilirim bilmiyorum ama, Allah’ a kul olamaya ve onu tanımaya çalışıyorum. Sırtımdaki söz heybesinden inciler çıkarmaya ve onları birbiriyle uyumlu bir zanaate dönüştürmeye gayret ediyorum. Soren Kierkegaard’ ın ’’ Göle giden yol gölden daha güzeldir ’’ dediği gibi gaye edindiğim söz iklimine henüz varamamış olsam da bu istikamette devam etmem ve bunun derdine talip olmam da benim için büyük bir nimet. Bu yolda niceleri yürüdüler, kimisi gururun tuzağına kaptırdı ayağını , kimisi günü kurtarıp bazı otoritelere şirin görünmeye çalışırken yitirdi söz sadağını ve kimisi de edebin edebiyatın rahminde gövermesi için sancılar yaşadı. Bu yolun ulularını başımızın tacı addedip onların bıraktığı hazineyi korumaya ve daha da zenginleştirmeye çalışıyoruz. Dilerim Rabbim bunda beni ve kardeşlerimi muvaffak eder. Sadî ’ nin dediği gibi ’’ Sizinle beraber ata binemesem de atlarınızın eğerini taşırım’’. O büyüklerin atına binmek ne haddime. Onların atının eğerini taşımak ta benim için büyük bir şeref. Şiir bize hakikati hissettirdiği ölçüde geçer akçedir. O yüzden sürekli ’’ Allah’ım eğer şiir beni senden uzaklaştıracaksa , bana bir enaniyet ve kibir bulaştıracaksa , dilim susuversin kalemim duruversin ’’ diye dua ederim.
...
Şiir yazmaya kaç yaşında, ve nasıl başladınız ?
Şiir yazmaya orta okul birde başladım. O sıralar geceleri yayınlanan bir radyo programında ses tonu çok güzel bir adam fon müziği eşliğinde şiirler okurdu. Onu dinlerdim geceleri . Ama çocukluğumda elektrikler sık sık kesilirdi ve bu programdan mahrum kalırdım. Sonradan kendim yazmaya başladım ve hocalarım yaşıma göre iyi yazdığımı söylerlerdi. Şiir aslında bizde bir gelenektir. Bizde dediğim ailemde yani. Şöyle ki ; rahmetli ninem önce kıssalar anlatır (nazımlı ve kafiyeli) sonra da onun şarkısını doğaçlama bir şekilde söylerdi. Annemde de vardı bu denbejlik( ozanlık) babamda da. Ama yoğun olarak anneannem beni çok etkilemiştir. Çok yıllar sonra Mevlana hazretlerinin Mesnevi’ ni okuduğumda anneannemin anlattığı kıssaları orada bulunca çok şaşırmış , bir yandan da çok sevinmiştim. Şiir hassasiyetinin oradan kaynaklandığını düşünüyorum. İlk şiirlerim yerel ve amatör dergilerde yayınlandı. Kendi sesimi bulmaya çalıştığım zaman İktisat fakültesinde okuyordum. Daha sonra kapital teorilerle hastalanmış bu bölümün ruh yapıma uygun olmadığını hissettim. Edebiyatı ve sözün gücünü seviyordum. Sonra Fatih Sultan Mehmet Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü okudum. Orada A. Ali Ural Hocamla tanıştım. Onun teşvikleri ve desteğiyle ilk profesyonel şiirlerim Karabatak Dergisinde yayınlandı.
...
Bu yolda en büyük destekçiniz kim?
Bu yolda en büyük destekçim Ali Ural Hocam oldu. Ben bile kendime inanamazken bana inandı ve beni yazarlık atölyesine çağırdı. Atölye deyince aklıma suni ve mekanik bir ortam gelirdi. Ama hiç de sandığım gibi bir ortamla karşılaşmadım. Orada çok derin bir sevgi ve merhametle tanıştım. İyi bir şiir götürdüğümde sevinen ve dualar eden insanlarla karşılaştım. En büyük destekçilerim onlardı. Hem atölye günlerinde hem de atölye haricinde buluşup muhabbet ettiğim bu insanlar, kardeşliğin ve dostluğun ne kadar kıymetli olduğunu bir kere daha kanıtladılar.
...
- Neden öykü, resim, müzik değil de şiir?
- Çünkü istidadımın şiire daha uygun olduğunu düşünüyorum. Şiir benim kendimi ifade etme biçimim. Bunun yanı sıra şiir pek çok sanatı rahminde barındıran bir alan. Orada manzalar resmi geçit halinde, sesler müzikal bir nağme havasında , öyküler ise örtülerini başlarına çekmiş ve metaforlarla kendini hissetirme vaziyetinde arz-ı endam eder. Şiirin bir terbiye ve keşif mekanizması olduğunu da düşünüyorum. Dusturunuz edepse şiiriniz edepsiz olamaz. Edepsiz şiir sadece bir tutam süslü laf ; içi kurtlarla dolu , görünüşü ise bir illüzyon. Şiirin sureti neyse suratı da odur. Dolayısıyla kalemi elimize aldığımızda ilk önce nefsimize sesleniriz. İlk iş ona kabul ettirmek. Bediüzzaman Hazretlerinin dediği gibi ’’ Nefsini ıslah edemeyen başkasını ıslah edemez’’. Bu hem şiir hem de diğer bütün sanat dalları için geçerli bir dusturdur. Edep edep edep...
...
- Kitabınızın ismi oldukça dikkat çekici “Alnımda Kanat İzleri” bu isim olmasına nasıl karar verdiniz? Bir hikayesi var mı?
- Alnımda Kanat İzleri , Sonra Anlatırım Sana adlı şiirimin bir mısrasında geçiyor. Hiç şüphesiz insan bu dünyada uçamaz; çünkü kanatları yoktur. Ancak bir istisna var ki insan alnıyla uçabilir. Secdeye varıldığında Allah ’a doğru bir miraç başlar . Alnımızı onun huzur-u pakisine değdirdiğimizde kanat sesleri ’’ sübhane rabbiyel ala’’ şeklinde duyulur. Kitabın bu isimde çıkması fikri bana ait değildi. Kıymetli öykücü ve editör Naime Erkovan’ nın tavsiyesi idi. Ben de kabul ettim.
...
- Yaşadığınız veya gördüğünüz olayların birebir oranla tasvir ettiğiniz bir şiiriniz var mı ?
- Yaşadığım ve gördüğüm olayları birebir anlatmadım. Yaşadım ve gördüm. Onu birebir anlatmak onu aktarmak olurdu anlatmak değil. Edebiyat teorilerinde yansıtma kuramı diye bilinen bir teori vardır ki tabiatı ve olguları olduğu gibi tasvir etme esastır. Ama sanatçıya düşen bunun çok ötesinde , kendi ruhuna ve kalbine sirayet ettiği biçimiyle anlatmak. Birebirlik esas alınsa idi ressamların yerini fotoğraf makinelerı, şairlerin yerini gazeteler alırdı. Benim şiirlerimi yazdığım zaman dilimi savaşların yaşandığı kanlı ve şiddetli olayların hüküm sürdüğü tarihlere denk geldi. Herkes kadar ben de insandım. Etkilendim, üzüldüm ve uykularım kaçtı. Eğer şairsem ben de bunu şiirimle kınamalıydım. Çünkü birey olarak elimden bu geliyordu. Doktor olsaydım oralara gider onların yaralarını sarardım, ressam olsaydım sergiler açar insanların dikkatini kırmızıya kalbetmiş duvarlara çekerdim. Ama elimde söz vardı. Az değildi ama yeterli de değildi. Çünkü şiir okuyan çok az insan var. Saç Teline bir Ağıt şiiri, Şengal Dağına sığınan beş yüz Yezidî kadının susuzluktan ölmek üzere olan çocuklarını tükürükleriyle hayatta tutmaya çalıştığı ve onları hayatta tutamayınca çığlıklar atıp onlarla beraber can verdiği bir dramın şiiridir. Tuzlu Biberon şiiri dört buçuk yaşında bir kız çocuğunun gözüyle ve cümleleriyle yazılmış bir savaş şiiridir. Yarın Bir Olay Olacak şiiri de ölülerini sayıp evlerine dağılan ve ertesi gün hiçbir şey olmamış gibi sosyal hayatına devam eden insanlara yazılan bir serzeniş şiiridir. Esasında her mısra bize atılan kancaların izlerini taşır. Bizler bu izleri toplar sancı çeker ve onu şiiri olarak doğururuz. Şiir aslında birebir şairin kendisidir. 1
...
- Şiirde alışık olduğunuz bir tarz var mı yoksa örneğin aşık tarzı, serbest ölçüde şiir ya da kafiye tarzını mı tercih ediyorsunuz ?
- İlk şiir yazmaya başladığımda ölçülü yazıyordum. Edebiyat fakültesinde iken aruzu deneyerek yazdığım şiirlerim de vardı. Daha sonra bu şiirlerin hepsini yaktım. Çünkü yeni değillerdi , bana ait oldukları belli olmuyordu. O zaman bana ait olan bir şeyler yazmalıydım. Ben de serbest tarzda yazmaya başladım. Günümüz edebiyatının ifade biçiminin bu şekilde daha uygun dile getirilebileceğini düşünüyorum. Serbest kelimesi köken olarak farsça bir kelimedir.’’Ser’’ ve ’’ besten’’ kelimelerinin kombinezonundan oluşur. ’’Ser’’ baş anlamına gelirken ’’ besten - best’’ bağlı olmak , bağlamak anlamlarına gelir. Dolayısıyla serbest şiir istediği gibi koşan bir şiir değil başı bağlı ya da başı bağlanmış bir şiirdir. Serbest şiir demek şairin serbest olması anlamını da gelmiyor. Sözün kanatlarını çırpacağı alan açmak için , şairin düzlükteki kayalıkları sırtlanıp taşıması lazım ya da söz ırmağının fıtratına uygun akması için şairin dere yatağını temizlemesi gerekiyor. Serbest şiir ancak bu şekilde serbest olabiliyor. Onun da kendine has ölçüleri, ritimleri ve resimleri var. Ufacık bir hata bazen şiiri bir hilkat garibesine dönüştürebiliyor. O yüzden serbest şiir çok boyutlu düşünmeyi de gerektiriyor. Anlamı, sesi ve duyguyu taşırmamalı ve dengenin muhafazası sağlanmalıdır. Bu yüzden şimdilik tercihimi zor bir serbestlikten yana kullanıyorum.
...
- İlk kitabınız ve yaşınız bir hayli genç. Neler hissediyorsunuz?
- Neler hissettiğimi ben de bilmiyorum. Kendi adıma değişen bir şey yok. Neysem oyum yine. Çok büyük bir beklentim de yok. Yaşım genç ama ruhumun yaşlılık ve çocukluk arasında gidip gelen bir sarkaç gibi olduğunu hissediyorum bazen. Bir kitabım olsun diye yazmadım şiirlerimi. Böyle bir düşünce aklımda yoktu. Ali Ural hocam, şiirlerini topla getir kitabın çıkacak dediğinde şaka yaptığını zannetmiştim. Sonra ciddi olduğunu anladığımda çok şaşırdım. İyi bir eser ortaya çıkarmak için sürekli okumak ve kalbin ilhamlarını besleyen kaynaklara inmek lazım. İlk kitabımın ilham kaynakları daha çok Doğu’’nun irfanını taşıyan eserlerdi. Bu süreçte Abdülkadir Geylanî ’ nin El fethur- Rabbanî’si Feridüddin Attar’ın eserleri, Bediüzzaman’ nın risaleleri , Muhyiddin Arabî hazretlerinin Futuhat-ı Mekkiye ve Füsusu’l- Hikem’ i bana yoldaş oldular.Bunun haricinde yaptığım okumalar da oldu. Özellikle divan okumaları beni hep şiirimizin asli kodlarına irtibatlı kıldı. Şeyh Galib , Fuzuli, Necati ve Nevai’ yi çok sevdim. Yaşımın geç oluşu benim için çok büyük bir nimet ve de bir imtihan. Hadis’ te ’’ Gençliğinde ilim öğrenen taştaki damga gibi, yaşlılığında öğrenen ise su üzerine yazı yazan gibidir. ’’ buyuruyor peygamber efendimiz. İnşaallah bu hadiste ifade edilen gençlerden oluruz.
...
- İkinci kitabınızı yine şiir üzerine mi düşünüyorsunuz?
- 1Yazabilmek şairin en büyük ödülü. Gerisi biraz teferruat . İlk kitabım çıktıktan sonra da şiir yazdım. Yine bir kitap daha olur mu , bunun için kesin bir şey söylemek doğru değil gibi geliyor bana. Ama Allah nasip ederse o da olur. Çünkü yarına çıkacağımız meçhul ve biz elimizde sürekli öbür tarafa çağrılma davetiyesiyle bekleyen fanileriz. İlk kitap benim için bir tecrübeydi eğer kaderimde yazılmışsa ikinci kitap bu tecrübenin üzerine inşa edilecek. Şiirde yapmayı düşündüğüm yeni şeyler var. Buna takat getirebilir miyim bunu da zamanla anlayacağız.
...
- Pekiyi, Türkiye’de ve dünyada genel olarak şiir üzerine bize neler söylemek istersiniz?
- Çok haddim değil ama kendi aynama yansıyan cihetiyle şunu belirmek isterim. Ülkemizde şiir alanında bir şaha kalkma söz konusu. Gerek profesyonel gerekse de amatör dergilerde pek çok genç şairin kaliteli şiirler yazdığını görüyoruz. Artık insanlar ontolojik sorgulamalarda bulunabiliyor. Bu da şiire bir imkan olarak yansıyor. Yeraltı , yerüstü ve de her cenahtan bizi sevindiren kımıldamalar var. İlerde bu kımıldamaların yeni şiir kuşakları , yeni şiir toplulukları ve de yeni şiir hareketleri olarak doğum yapacağını düşünüyorum. Ülkemizi dünyaya kıyasladığımızda ,özellikle de 2000 den sonra edebiyat alanında, onlardan daha derin ve estetik edebi ürünler ortaya koyduğumuzu düşünüyorum. 2000’lerden önce de bu üstünlük vardı ama çok dar bir alanda ve belli başlı kişilerle sayesinde. Ama şimdi seksen ve doksan kuşağından daha kuvvetli ve daha boyutlu bir şiirin varlığıyla karşı karşıyayız.Bunu anlamak için kuşakların antoloji ve yıllıklarına bakmamız ve de ufak bir kıyaslama yeterli olacaktır. Farsça ve ingilizce şiirleri kendi dillerinden okuma fırsatım oluyor. Şunu diyebilirim ki fars şiiri hala çok kuvvetli. Çünkü onun tarihine baktığızda şiir doğal seyrinde gelişip serpilmiştir.Bizdeki gibi müdahalelere maruz kalmamıştır. İran’ da çeşitli devrimler olmuş hatta çok farklı anlayışlar da yönetime geçmiştir. Ama kimse Hafız’ a, Mevlana ’ ya, Attar’ a Sadî’ ye dokunmamıştır. Bundan dolayı hala ordaki şairler, eski metinleri anlayabiliyor ve şiir yazarken ana damarın zenginliğinden istifade edebiliyorlar. Bundan dolayı kuvvetli bir’’yeni- eski sentezi’’ ile şiirler yazılmıştır. Bizde ise modernitenin müdahaleleri ile birlikte şiir köksüz yetiştirilmeye zorlanmış ve kendi ekseni etrafında dönmeye başlamıştır. Ama artık rüzgarın tersine döndüğünü düşünüyorum. Sıkışan bir enerjinin yavaş yavaş açığa çıkacağı bir gelecek bizleri bekliyor. Bundan dolayı umutluyum.
...
- Şiirde pek çok şair anlaşılmadığını düşünüyor. Sizin de kapalı bir diliniz var. Bu hususta endişeleriniz var mı?
- Bu hususta hiç endişem yok. Kolay şiir ,bir savaş meydanında hemen teslim olan ere benzer. Teslim olmasının bazı sebepleri vardır. Ya silahsızdır ya güçsüzdür ya da yenilgiyi en başta kabullenmiştir.Kapalı şiir ise bir savaşçıdır teslim olmak onun fıtratında yoktur. Silahına ve gücüne dayanır. Onu zaptetmek öyle kolay değildir. İşte biz böyle bir savaş meydanındayız. Şiiri birilerinin gönlü hoş olsun diye yazmıyoruz. Edebiyatın izzeti ve şerefi bizi böyle bir tutumdan men eder. Mazimizin sıcak nefesini içinde barındıran , geleceğe de köprüler inşa etmeye çalışan bir ruh işçiliğinin derdindeyiz. Bu hususta gelen eleştirileri acı bir tebessümle karşılıyor ve istikametimize bakıyoruz. Örtülü olmak izzetin gereğidir. Nitelikli bir şiirin ruhuna nüfuz etmek ise bir birikim işidir. Örtüler ancak kendini ehil olana açar. Namahrem örtülere dokumaz. Dokunamadığı gibi de bu durumu tenkit eder durur. Şiirde kapalılık meselesi başlı başına üzerinde eğilmemiz gereken mevzu. Kapalı şiir okuyucuya da yorum ve anlam(lar) imkanı sunması ölçüsünde kıymetlidir. Her kim ki böyle bir maden bula, kaybetmeye. diyelim Vesselam."
(İHA)