AK Parti’nin ’Yeni Türkiye Sözleşmesi’ başlıklı 100 maddelik seçim beyannamesi, Başbakan Ahmet Davutoğlu tarafından açıklandı.
[gallery columns="5" ids="38021,38022,38023,38024,38025"]
Başbakan Ahmet Davutoğlu, Ankara
Arena Spor Salonu’nda gerçekleştirilen ’AK
Parti Seçim Beyannamesi ve
Milletvekili Aday Tanıtım Toplantısı’nda ’Yeni Türkiye Sözleşmesi’ni okudu. Davutoğlu, "Her siyasal
düşünce ve düzen, insana hitap etmek ve belli bir mekana ve zamana dayanmak zorundadır. İnsana hitap etmeyen ve zaman ve mekânın gereklerini gözetmeyen hiçbir siyasal
düzen kalıcı olamaz. Yeni Türkiye, Cumhuriyetimizin 100. yılına yürürken insana, zamana ve mekâna hakkıyla hitap eden kapsayıcı bir yenilenmenin ve süreklilik
içinde yeniden inşa sürecinin
eseri olacaktır.
Yüz yıl önce Trablusgarp,
Balkan ve
Birinci Dünya Savaşı’nın acıları
üzerinde onurlu bir
İstiklal Savaşı vererek Cumhuriyetimizi kuran neslin torunları
olarak bizler bu onurlu
savaş sonunda özgürleştirilen vatanımızın asli sahipleriyiz. Etnik, dini, mezhebi ve
bölgesel zenginliğimiz, kadim
ortak geçmişimizin güzel yansımalarıdır ve vatanımızın asli sahipleri ve devletimizin eşit vatandaşları olduğumuz gerçeğinin en güçlü dayanaklarıdır. Yüz yıl önce kadim coğrafyamızın her bir köşesinden, Anadolu’dan, Rumeli’den,
Orta Doğu’dan, Kafkasya’dan gelerek sömürgeciliğe
karşı omuz omuza
mücadele eden dedelerimiz
için de, onları Orta Asya’dan Hint’e,
Güneydoğu Asya’dan
Afrika içlerine
kadar ellerindeki dar imkânlarla ve
dualarla destekleyen mazlum milletler için de İstiklal Savaşımız,
sadece bir milletin var olma
savaşı değil,
bütün bir
insanlık onuru için verilen kutsal bir mücadele idi. Bugün de
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin en temel ilkesi
insan onurunun korunmasıdır. Bu ilkeyi,
Şeyh Edebali’nin kadim siyasal bilincimizin ve devlet ahlakımızın temelini dokuyan ‘insanı yaşat ki devlet yaşasın’ ilkesinin çağdaş siyaset dilindeki karşılığı olarak
görüyor ve gelenek ile çağdaşlığı bu çerçevede bir zıtlık içinde değil, ayrılmaz bir bütünlük içinde değerlendiriyoruz. İnsan onuruna yakışır bir
kültürel ve ekonomik gelişmişlik seviyesine
sahip olmak ‘insanı yaşatmak’ idealinin ayrılmaz unsurudur ve devletin asli sorumluluğu vatandaşlarının onurlu bir hayat sürmelerine zemin oluşturacak siyasi, kültürel ve ekonomik şartları sağlamaktır. İnsan onuru siyasi, ekonomik ve kültürel düzenimizin de,
dış politikamızın da temelini teşkil etmektedir. İnsan onurunu zedeleyen hiçbir uygulama ve politika meşru görülemez ve gösterilemez. İnsan onuru ile taçlandırılan Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşlığı kimliği
taşıyan hiç kimse, hiçbir
makam ve güç
sahibi tarafından tahkir edilemez. İnancı, rengi, cinsiyeti, dili, ırkı, siyasi düşüncesi, felsefi anlayışı ve hayat tarzı
sebebiyle ayrımcılığa maruz bırakılamaz, herhangi bir şekilde
nefret söylemine muhatap kılınamaz. Devletler ve milletler
ancak ve ancak onları
oluşturan bireylerin aidiyet bilinciyle
tarih içindeki varlıklarını sürdürebilirler. Vatandaşların
ülkelerine duydukları aidiyet
bilinci ve hiçbir
vatandaşı veya
vatandaş grubunu dışlamayan ve ötekileştirmeyen içselleştirici bir siyaset anlayışı, devletlerin bekasının en temel garantisidir. Ülkeleri aidiyet bilinci kurar ve ayakta tutar; ekonomik, siyasi ve askeri güç ise yükseltir ve tahkim eder. İnsan onuru ilkesinin anayasal ve siyasal düzenimizdeki dayanakları aidiyet bilincimizi oluşturan ortak tarihdaşlık ve hak, hukuk ve adalete
dayalı eşit vatandaşlıktır. Ortak tarihdaşlık ortak kadim geçmişimizi ve geleceğe dönük ortak
kader bilincimizi yansıtmaktadır. Yüz yıllardır Anadolu’da gerçekleştirdiğimiz ortak medeniyet birikimi, bu medeniyet birikimi üzerinde yükselen
Selçuklu ve
Osmanlı düzenleri, yüz yıllık
Cumhuriyet kazanımları ve yarım asrı geçen
demokrasi tecrübesine dayanarak son 12 yıllık toparlanma döneminden
sonra tam bir özgüven içinde 21. yüzyılın yükselen
güçleri arasına girmeye hazırlanıyoruz. Bu çerçevede dinamik
tarihi akış içinde hedefimiz, bütün unsurlarıyla milletimizi tarihin nesnesi
değil öznesi; millet iradesine dayanan devletimizi de tarihi akışın edilgen takipçisi değil, öncüsü kılmaktır” dedi.
“EŞİT VATANDAŞLIK İLKESİ ÇAĞDAŞ SİYASAL MEŞRUİYETİN TEMELİDİR”
Yeni Türkiye Sözleşmesi’nde eşit
vatandaşlık vurgusu
yapan Başbakan Davutoğlu, şunları söyledi:
“Eşit vatandaşlık ilkesi ise çağdaş siyasal meşruiyetin temelidir ve bu temel hiçbir surette ve hiçbir gerekçe ile zayıflatılamaz,
göz ardı edilemez. Bu temel üzerinde Cumhuriyetimizin 100. yılına yürürken önceliğimiz ülkemizin katılımcı, çoğulcu, özgürlükçü, demokratik ve
sivil bir anayasa ile yönetilmesini sağlamaktır. Özgürlük,
eşitlik ve
adalet değerleri
üzerine inşa edilecek
yeni anayasal düzenimizin en temel ilkesi, ahlaki referansı ve ruhu insan onuru olacaktır. İnsan onuru ancak ve ancak insanın tercih ve irade gücünü yansıtan özgürlükler ile hayat bulabileceğinden, yeni anayasal düzenimizin odağında insan hak ve özgürlükleri yer alacaktır.
Kadim kültürümüzde esasları konmuş olan canın, aklın, neslin, inancın ve mülkün
korunması kamunun sorumluluk alanlarını, çağdaş toplumsal hayatın temelini dokuyan Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi ise vatandaşların temel özgürlük alanlarını tanımlar. Bu çerçevede düşünce, inanç,
ifade ve girişim özgürlüğü insan onurunun ve kimliğinin ayrılmaz bir parçasıdır ve anayasal
koruma altındadır. Bu özgürlükleri sınırlayan yegâne unsur eşit haklara sahip diğer vatandaşların özgürlük alanları ve onurlarıdır.
Her özgürlük bir sorumluluk getirir.
Basın ve ifade özgürlüğü
özel hayata saygılı basın ahlakını, girişim özgürlüğü meşru ve vergilendirilmiş kazanç anlayışını, inanç özgürlüğü diğer inançlara saygıyı gerektirir. Kamu düzenini insan hak ve özgürlüklerinin hayat
alanı olarak görüyor; bu çerçevede özgürlük ve
güvenlik kavramlarını birbirlerinin
karşıtı değil, tamamlayıcı unsurları olarak değerlendiriyoruz.
Özgürlüğü garanti edilmemiş insanın
kendi onurunu koruması,
güvenliği tehdit altında olan birinin kendi özgürlük alanını yaşaması
mümkün değildir. Güvenlik
adına özgürlüklerin kısıtlanmasının insan onurunu yok eden dikta rejimlerine, özgürlük adına güvenliğin ihmal edilmesinin ise kaosa ve iç çatışmalara yol açtığı gerçeğinden hareketle, özgürlük-güvenlik dengesini ve uyumunu siyasal meşruiyetin temeli olarak görüyoruz. Siyasal meşruiyet, siyasal düzenin asli kurucusu olan
vatandaşlar ile bu düzenin görünen
yüzü olan devlet
arasında kurulan bir rıza ilişkisinin ve toplumsal sözleşmenin ürünüdür. Dolayısıyla siyasal meşruiyetin ve egemenliğin kaynağı da, denetleyicisi de sadece ve sadece eşit vatandaşlardan oluşan millettir. İstiklal Savaşımızın yürütülmesinin ve Cumhuriyetimizin kurulmasının anayasal temelini oluşturan
1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun 1. maddesinde de ifade edildiği gibi ‘Hâkimiyet bilâ kaydü şart milletindir’. Bu kurucu ilke, ilan edildiği ilk günkü gibi
bugün de geçerlidir;
yarın da geçerli olacaktır.
Devlet mekanizmaları
toplum üzerinde egemenlik kurma araçları değildir. Bütün bu mekanizmalar milletin emrindedir. Yani amir olan millettir,
memur olan devlettir. Meşruiyetini milletten almayan ve milletin denetimine açık olmayan hiçbir gücün, cuntanın, vesayet odağının, paralel yapının veya bürokratik seçkinciliğin küllî
ya da kısmî egemenliği
kabul edilemez.Meşruiyetini milletten almış yönetimlere karşı gerçekleştirilen 27 Mayıs, 12
Mart ve 12
Eylül gibi doğrudan, 28 Şubat, 27
Nisan ve paralel
yapı oluşumları gibi dolaylı
darbe ve
müdahale girişimlerini kınıyor, meşruiyetini milletten alan demokratik güçler olarak ileride olabilecek
benzer girişimlere karşı ortak tavır alacağımızı ilan ediyoruz. Demokrasiyi 1947 yılında ‘açık oy-gizli tasnif’ esasına dayalı muhtarlık seçimlerinde kaçırılmak istenen sandığa ‘Sandık namusumuzdur’ diye kapanarak sadece sandığı değil, millet iradesini ve vatandaşlık onurunu da koruyan
Mersin Arslanköylü yiğit
Anadolu kadınlarının kutsal bir emaneti olarak görüyoruz. Her seçimde vatandaşlarımızca korunan bu emanet demokrasimizin kökleşmesini sağlamıştır.
Açık ve şeffaf seçimler, bundan sonra da demokrasiye dayalı siyasi istikrarımızın en temel düsturu olacaktır. Bu çerçevede
sandık ile sembolleşen seçme ve seçilme
hakkı en temel vatandaşlık hakkıdır ve bu hak hiçbir surette ve hiç bir gerekçeyle sınırlandırılamaz, yok sayılamaz ve
iptal edilemez.
Cumhuriyetimizin demokrasi ile taçlanması geri döndürülemez bir kazanımdır. Cumhuriyetimiz ortak aidiyetimizin, demokrasi bu ortak aidiyet alanındaki farklılıklarımızın korunmasının teminatıdır. Nihai hedefimiz evrensel ölçekte çoğulcu, eşitlikçi ve katılımcı demokrasiyi hayatın bütün alanlarında yaşanır kılmaktır.”
İLK SİVİL ANAYASA İÇİN UZLAŞMA ÇAĞRISI
“Temsili demokrasi bütün unsurları ile korunurken, çağdaş teknolojik
gelişmelerin gerekli kıldığı yeni katılım kanalları geliştirilerek katılımcı demokrasi derinleştirilecek ve
yerinden yönetim ilkesi ile tabana yayılacaktır” diyen Davutoğlu, “Bu çerçevede çoğulcu ve katılımcı demokrasinin zeminini oluşturan sivil toplumun güçlenmesine imkân sağlayacak ve sivil toplum kuruluşlarının demokratik yönetime daha aktif
katkı sağlamasının önündeki engelleri kaldıracağız. Güçler ayrılığı ilkesine dayanan anayasal düzenimizde demokratik hukuk devleti ve milli irade perspektifiyle denetlenmeyen hiçbir güç olmayacaktır.
Millet tarafından doğrudan seçimle işbaşına
gelen TBMM, yasama görevini yaparken hiçbir şekilde ve hiçbir güç tarafından baskı altına alınamaz. TBMM’nin 7
Haziran seçimleri sonrasında öncelikli asli
görevi ülkemizin ilk sivil anayasasını uzlaşı
kültürü içinde yazmaktır. Ülkemizin bütün siyasi partilerini ve sivil toplum kesimlerini bu uzlaşının oluşumuna katkıda bulunmaya davet ediyoruz.
TBMM yeni sivil anayasanın kabulünden sonra bu anayasal çerçeve içinde yasama ve denetim faaliyetlerini yürütür. Bu faaliyetler anayasal çerçeve içinde denetime açık olacaktır.
Demokratik hukuk devleti ilkeleri çerçevesinde
yargı bağımsızlığı esastır. Bu bağımsızlık diğer anayasal güçler ile ilişkilerde olduğu kadar kendi içinde oluşabilecek örgütlenmelere karşı da korunacak ve juristokrasi (yargıçlar iktidarı) benzeri oluşumların önüne geçilecektir. Yargı bağımsızlığının tamamlayıcı unsuru, insan onurunun korunması amacıyla hukuk ve adalet ekseninde teminat altına alınan tarafsızlık ilkesidir.
Hukuk düzenine, her bir yargıcın objektif hukuk normları içinde tek başına ve sadece kendi vicdanı ile
karar vermesini sağlayacak bir işlerlik kazandırılacak; yargı kararları, demokratik hukuk devleti kuralları içinde denetime açık olacaktır. Darbe dönemlerinde milli iradeyle işbaşına gelen hükümetleri sınırlamak için
yapılan müdahaleler sonucu parlamenter
sistem özünden ve işleyiş ilkelerinden uzaklaştırılmış; güçlü yetkilerle donatılmış olmakla birlikte hukuken sorumluluk taşımayan
Cumhurbaşkanlığı makamı ile yetkileri sınırlandırılmış olmakla birlikte bütün hukuki ve siyasi sorumluluğu üstlenen başbakanlık makamı arasında son olarak 2001 ekonomik krizine de yol açan, yetki çatışmalarından kaynaklanan krizler yaşanmıştır. Yetki kargaşası ile malul
hale gelmiş olan idari yapının ve yürütme erkinin yeniden düzenlenmesine
ihtiyaç bulunmaktadır. Yürütme erkinde yetki-sorumluluk dengesinin hiçbir tereddüde mahal vermeyecek bir açıklıkta ortaya konması yönetimde
etkinlik ve hesap verilebilirlik ilkelerinin hayata geçirilmesi açısından bir zarurettir” dedi.
BAŞKANLIK SİSTEMİ
Yeni Türkiye Sözleşmesi’nde başkanlık sistemine de değinen Davutoğlu, şunları söyledi:
“2007 yılında yapılan anayasal reformunun ilk
uygulaması olarak 2014 yılında Cumhurbaşkanı’nın doğrudan halk tarafından seçilmesi ile birlikte idari yapının başkanlık sistemi yönünde yeniden yapılandırılmasını, yetki kargaşasının giderilmesi ve hesap verilebilirliğin gerçek anlamda
tesisi için gerekli görmekteyiz.
Başkanlık sistemini, zikrettiğimiz özgürlükçü Anayasal çerçevede, yasama ve yürütmenin müstakil olarak etkin olduğu, demokratik denge ve kontrol mekanizmalarının öngörüldüğü, toplumsal farklılıkların siyasal temsilinin sağlandığı bir yönetim
modeli olarak tasavvur ediyoruz. Bütün siyasi
tarafları ve sivil toplum kesimlerini etkin yönetim ve hesap verilebilirlik ilkeleri çerçevesinde bu yeniden yapılandırma sürecine katkıda bulunmaya davet ediyoruz. Her ne surette olursa
olsun yürütme erki de yasama ve yargı erki gibi anayasal denetime açık olacaktır. Yürütme erkinin aygıtları olan sivil ve askeri bürokrasi, kadim siyaset kültürümüzden gelen ehliyet ve liyakat esasları ile çağdaş bürokrasinin rasyonel ve profesyonel kuralları içinde yapılanırlar ve çalışırlar. Üstlendikleri işlevler ve görevler açısından hesap
verme makamında bulunan ve milli iradeyle göreve gelmiş sivil otoriteye
tek tek ve bir bütün olarak tâbidirler. Kamu otoritesi sadece ve sadece yetkiyi demokratik seçimlerle halktan almış yürütme erki sahiplerince kullanılır. Bürokraside hiç bir gerekçeyle yatay ya da paralel örgütlenmelere
izin verilmez. Bürokratik hiyerarşiyi dolayısıyla da devlet düzenini bozan uygulamalara karşı
gereken tedbirler alınır. Sömürgecilikten kaynaklanan sermaye birikimine ve zengin
doğal kaynaklara sahip olmayan ülkemizin en
önemli ekonomik güç unsurları özgürlükçü demokrasisi, iyi eğitilmiş dinamik insan kaynağı ve jeoekonomik açıdan eşsiz coğrafyasıdır. Bugün bütün çağdaş örneklerde
çok açık bir şekilde görüldüğü gibi, ekonomik kalkınma ile demokratik hukuk devleti ilkeleri arasında doğrudan bir irtibat söz konusudur. Girişim özgürlüğünü teminat altına alan açık ve şeffaf hukuk kurallarının
olmadığı ülkelerin uzun dönemli yatırımlar çekebilmesi de,
sürdürülebilir bir kalkınma gerçekleştirmesi de mümkün değildir. Demokratikleşme süreçleri ile ekonomik kalkınmamız arasında son 12 yıl içinde sağlanan güçlü bağ korunacak ve derinleştirilerek güçlendirilecektir. 3Y olarak tanımladığımız yasaklar, yolsuzluklar ve yoksulluğa karşı mücadeleyi ahlaki dokumuzun korunması,
adil gelir dağılımına dayalı sosyo-ekonomik dengenin
sağlanması ve demokrasi ile kalkınma
arasındaki ilişkinin güçlendirilmesi açısından bir zorunluluk olarak görüyoruz.
Dünyada hiçbir ekonomik güç kaynağı insan kaynağından daha önemli ve kalıcı değildir. Kişi başına
düşen milli gelir açısından alt orta gelir grubundan üst orta gelir grubuna yükseldiğimiz son 12 yıl içindeki kalkınmamızın niteliksel bir atılım içinde
yeni bir aşamaya taşınması ve en kısa sürede yüksek gelir grubuna ulaşmamız temel hedefimizdir.
2023 hedefleri doğrultusunda ikinci atılım döneminde temel hedefimiz insan
odaklı kalkınmadır. Ülkemizin insan kaynağını çağdaş
dünya ile
rekabet edebilir donanıma kavuşturan ve hayat boyu süren
bir süreç olarak eğitimi
insani kalkınmamızın odağına yerleştiriyoruz. Ar-Ge ve yüksek teknoloji yatırımlarına büyük
destekler vererek teknoloji tüketen değil teknoloji üreten bir
ülke olacağız. Niceliksel kalkınma niteliksel
derinlik kazanacaktır. İnsan onuruna dayalı siyaset anlayışımızın ve insan odaklı kalkınma stratejimizin en temel araçlarından
birisi bütün vatandaşlarımızı kuşatan
sağlık politikalarımız ve
sosyal devlet uygulamalarımızdır. Devlet, geleceğimizin teminatı olan gençlerimizin bedenî, ruhî ve zihnî donanımı için
her türlü tedbiri almakla yükümlüdür. Pozitif ayrımcılığı anayasal teminat altına aldığımız kadınlarımızın sosyal hayat içindeki konumlarının güçlendirilmesi, sosyal güvencelerinin sağlanması ve karar mekanizmalarındaki etkinliklerinin artırılması en öncelikli hedeflerimiz arasındadır. Engelli
vatandaşlarımızın toplumsal hayata katılımının önündeki bütün engelleri kaldırmak devletimizin sadece anayasal bir görevi değil aynı zamanda ahlaki bir sorumluluğudur. Asya,
Avrupa ve Afrika ana kıtasının merkezinde ve önemli denizlerin ve ekonomik havzaların kesişim hattında bulunan coğrafyamız enerji,
tarım ve ticaret stratejilerimiz bağlamında en etkin şekilde değerlendirilecektir. Kadim İpek Yolu’ndan küresel enerji hatlarına ve ticaret yollarına geçişte öncü bir rol üstlenilecek ve bu yolla ekonomik karşılıklı bağımlılık ilkesinden hareketle bölgesel barış alanları oluşturulmaya çalışılacaktır. Ekonomide nihai hedefimiz ülkemizin her köşesinde vatandaşlarımızın evrensel standartlarda onurlu bir hayat yaşamasını sağlayacak gelişmişlik düzeyine ulaşmak, uluslararası rekabette
dünyanın en güçlü 10
ekonomisi arasına girerek Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi
Mustafa Kemal Atatürk’ün muasır
medeniyetler seviyesine ulaşmak ve onu geçmek
hedefini gerçekleştirmektir.
Ekonomik gücümüz ile ulusal güvenlik ihtiyaçlarımızın kesişim alanında milli savunma sanayimizin dışa bağımlılığını azaltacak şekilde güçlendirilmesi milli bekamızın en önemli dayanaklarından biridir. Bugün
çevre bölgelerde yaşanan krizlerin oluşturduğu
ateş çemberi ile kuşatılmış bulunan ülkemizin bir istikrar adası olma hüviyeti korunacak, bunun için gerekli güvenlik
altyapısı oluşturulacaktır. Dış politikamızda tarihi ve
stratejik derinliğimize dayalı olarak bu siyasi ve ekonomik hedefler doğrultusunda milletimizin uluslararası alanda onurlu bir yer edinmesi temel hedefimizdir. İstiklal Savaşımızın temel ilke ve ruhundan hareketle dış politikamızda her zaman mazlumların ve mazlum milletlerin yanında yer alarak insan onurunu koruyan
değer odaklı bir
yaklaşım benimsenecektir. Bu yaklaşım gerçekçi dış politika uygulamaları ile hayata geçirilerek bölgesel ve küresel barışa katkı sağlayan özgün bir
vizyon ortaya konacaktır. Çok boyutlu tarihi ve
coğrafi zeminden hareketle dış politikada benimsediğimiz dinamik ve
çok boyutlu yaklaşım sürdürülecektir. Bu çerçevede uluslararası kurumlara üyeliğimiz ve
ittifak ilişkilerimiz uluslararası
barış ve istikrara katkı
hedefine yönelik olarak etkin bir şekilde değerlendirilecek ve AB üyeliği yönündeki stratejik perspektifimiz korunacaktır. Komşu
ülkeler ile geliştirdiğimiz
Yüksek Düzeyli İş
Birliği mekanizmaları her alanda derinleştirilecektir.
Balkanlar, Kafkaslar, Orta
Asya ve
Orta Doğu gibi
komşu bölgelerde kalıcı istikrar ve barışı temin
edecek öncü ve vizyoner rolümüz pekiştirilecektir. Özellikle son yıllarda iç gerilimler
yaşayan İslam dünyasında ve
gönül coğrafyamızda birlik ve barış ortamının tesisi yönünde gereken her türlü çaba gösterilecektir. Afrika, Asya ve
Latin Amerika derinliğinde geliştirilen açılım politikaları kararlı bir şekilde çeşitlendirilecektir. Vicdani diplomasimizin bir gereği olarak çevremizdeki
kriz bölgelerinde ve Afrika gibi yardıma ihtiyaç
hisseden coğrafyalarda sürdürdüğümüz insani yardımların, bu dost ve kardeş ülkelerde silinmeyecek izler bırakacağına inanıyoruz. Bütün bu dış politika alanları, ülkemizin küresel bir güç
haline gelmesini sağlayacak şekilde bütüncül bir strateji çerçevesinde uygulanacaktır.
GELECEK NESİLLERE BORCUMUZDUR
Dünyada hiçbir ülke ve mekân medeniyet mirası bakımından bizim
ülkemiz kadar şanslı ve birikimli değildir. İnsanlık tarihinin kadim, modernite ve
küreselleşme evreleri, bu topraklarda
yoğun bir şekilde yaşanmış ve yaşanmaktadır. İlk tarım toplumunun yaşandığı Çatalhöyük’ten kadimin en
renkli son örneği olan Osmanlı İstanbul’una kadar kadim birikimin bütün renkleri bu mekanda hayat bulmuş; modernite ile kadimin en kapsamlı yüzleşmesi bu coğrafyada yaşanmıştır. Bugün de küreselleşmenin getirdiği bütün dinamik süreçlere en derinden ve en yakından muhatabız. Kaynağında
derin bir insan, zaman ve mekân idraki barındıran bu engin
tecrübe birikiminin en doğal sonuçlarından
biri çevre ve şehir bilinci konusundaki duyarlılığımızdır. Varoluşumuzun ontolojik zeminini oluşturan doğanın ve çevrenin korunması
gelecek nesillere olan bir borcumuzdur ve bu ülkenin havası, suyu, toprağı, güneşi, ırmakları, dağları, ormanları ve ovaları vatandaşlarımızın
mekan bilincine ve devletimizin sorumluluk alanına emanettir. Mimari, insani ve sosyal doku açısından en kadim şehir kültürüne sahip olma bilinci ile bu zengin kültürü koruyarak şehirlerimizi insanlık birikimine açmamız ve küreselleşmenin meydan okumalarına karşı insan odaklı bir şehir bilincini yaşanır kılmamız kültürel sürekliliğimizin en temel şartıdır. Bütün bu engin birikime dayanan kültürel birlikteliğimizin esası ‘kesrette vahdet’
yani ‘ çoklukta birlik’ ilkesidir. Bu ilke ile içselleştirici, kuşatıcı ve bütünleştirici bir yaklaşımla büyük bir kültürel uyanışa zemin teşkil edecek bir harmanlanma gerçekleştirecek; hiçbir medeniyet birikimini ötekileştirmeyen ve dışlamayan bu kültürel harmanlanma ile köklü medeniyet birikimimizden evrensel insanlık kültürüne özgün katkılar sunacak, büyük bir varoluşsal kriz yaşanan bu tarihi
dönemde insan onuruna dayalı yeni bir medeniyet çağrısının öncüsü olacağız. Türkiye, zengin kültürel birikimi, özgürlükçü demokrasi tecrübesi, güçlü ekonomisi, insan odaklı siyaset anlayışı, sağlam sosyal dokusu, dinamik insan unsuru, etkin dış politikası ile insanlık âleminin onurlu bir üyesi ve küresel düzenin yükselen gücüdür. Bu yükseliş insan onurunu
esas alan Yeni Türkiye sözleşmesi ile geleceğe taşınacaktır."
“ALKIŞLAMAYI BIRAKIN, ALKIŞLANACAK İŞLER YAPIN”
CHP’ye seslenen Davutoğlu, "Eğer heybenizde bu millet için yeni bir düşünce varsa onu çıkarın. Alkışlamayı bırakın, alkışlanacak işler yapın. Biz alkışlanacak işler yapmaya kendimizi adadık ama bu bizim milletimizin alkışı, desteğidir" dedi.
“7 Haziran’a kadar emek vermeye hazır mısınız" diyerek tribünlere seslenen Davutoğlu, "52 gün içinde ahbaplarınıza
AK Parti davasını anlatmaya, çağrıda bulunmaya hazır mısınız? Yüzde 55’e AK Parti iktidarını taşımaya hazır mısınız" diye sordu.
Davutoğlu, daha sonra vatandaşları AK Parti için hazırlanan 6 seçim şarkısını dinlemeye davet etti. Seçim şarkılarını hazırlayan isimler arasında Erhan Güleryüz,
Uğur Işılak,
Alper Kış,
Volkan Arslan ve
Özhan Eren yer alıyor.