İSTANBUL
Geçen hafta yeni bir protesto dalgası İran'ı vurdu. İran sokakları bu denli büyük kitlesel protestolara ilk defa sahne olmuyor. Dini mercilerin belirleyici olduğu teokratik sistem önceki dönemlerde ciddi meşruiyet sorunlarıyla yüz yüze kaldı. Sonuç olarak, İranlılar, kızgınlıklarını açığa vurmak için hep fırsatlar aradı. Diğer yandan rejim, halkın kızgınlığını ve çaresizliğini yatıştırmak amacıyla düzenli seçimler gibi, bazı emniyet supapları yaratmaya çalıştı.
Daha yedi ay önce İran cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldı ve İranlıların hevesle katıldığı bu seçimi Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani açık ara üstün gelerek ikinci defa kazandı. Öte yandan Tahranlılar, iki yıl önce Ruhani'nin Dışişleri Bakanı Cevad Zarif'i uluslararası toplumla nükleer anlaşma imzaladığı Viyana'dan dönerken karşılamak üzere Tahran Havaalanı'na akın etmişti.
İranlılar, nükleer anlaşmanın ülkeye refah getireceği konusunda büyük umutlar taşıyordu. Yaptırımların hafifletilmesinin yanında, ülke dışında dondurulmuş durumdaki milyonlarca dolar serbest bırakıldı. Ancak bu paralar halka ulaşmadı. İranlılar, paranın Lübnan'da Hizbullah'a, Suriye'de Beşşar Esed'e, Irak'taki Şii milisler ve de Yemen'de Husilere aktarıldığını veya mezhep eksenli yayılmacılık projesi kapsamında Kum'daki güçlü din adamlarının hesabına aktarıldığını düşünüyordu. Tüm bu varsayımlar tehlikeli bir şekilde sokak söylentilerine dönüştü.
Sorunlar bütçenin açıklanmasıyla başladı
İlk sorun, 10 Aralık'ta Cumhurbaşkanı Ruhani mecliste yıllık bütçe tasarısını sunduğunda ortaya çıktı. Bütçe tasarısı, daha çok bir iflas raporu gibi görünüyordu ancak ulusal servetin nereye gittiği konusunda İranlıların gözlerini açtı. Örneğin, Endonezya'dan Burkina Faso ve Nijer'e kadar dünya genelinde Şiiliğin yayılması için çalışan El Mustafa Uluslararası Üniversitesi'nin bütçesi Yol ve Kentsel Kalkınma Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal İşler Bakanlığı ile Gıda ve İlaç Ulusal Kurumu'nun toplam bütçesinden fazlaydı. Bütçe tasarısı, halkın yaşam standartlarında olası bir değişim umudunu söndürdü.
Bu arada, muhafazakarlar Ruhani'ye seçim öncesi açıklamalarından ve de Mayıs 2017'deki seçimlerde elde ettiği zaferden dolayı zaten kızgındı. Toplumun ezilmiş alt kesimlerinin sıkıntılarından faydalanarak cumhurbaşkanının ekonomik başarısızlığından kazanç sağlamayı planlıyorlardı. Bu amaç bakımından Meşhed kenti, iki bakımdan ideal bir yerdi.
Öncelikle, kent Ruhani'nin en son gerçekleştirilen cumhurbaşkanlığı seçimindeki rakibi ve İmam Rıza Türbe ve Külliyesi Vakfı Başkanı İbrahim Reisi ve de onun kayınpederi, Meşhed kentinde Cuma namazlarının imamı ve Dini Lider'in şehirdeki temsilcisi olan Alemü'l-Hüda'nın güç merkezi. İkinci olarak da kent, geniş bir fakir nüfusa ev sahipliği yapıyor. Genel olarak, dini açıdan önemli kentler zekat ve sadaka arayan daha fazla fakir halkı cezbediyor. Son yıllardaki ekonomik sıkıntılar nedeniyle verilen zekat ve sadaka miktarı azaldı, bu durum fakir insanları daha da yoksullaştırarak istismara daha açık hale getirdi.
Muhafazakarlar, protestoların kontrollü olacağını ve onlara cumhurbaşkanına baskı yapacak bir vesile sağlayacağını umuyordu. Ancak protestocular rejim aleyhinde sloganlar atınca gidişat değişti ve eylemler ertesi gün diğer İran kentlerine yayılarak kontrolden çıktı.
Protestoların 2009'daki gösterilerden farkı
Bununla beraber, protestoların olası sonuçları hakkında düşünmeden varsayımlarda bulunmak için çok erken. Yine de güvenli bir şekilde şu soru sorulabilir: "Bu protestoların en önemli yönleri nelerdir ve öncekilerden hangi yönleriyle farklıdır?" Bu soruyu cevaplandırmak için, göstericilerin demografik özelliklerini, attıkları sloganları ve de ayaklanmanın coğrafi dağılımını deşifre etmek gerekiyor.
Aslına bakılırsa, devam eden protestolar her yönden daha önceki eylemlerden ciddi anlamda farklı. Örneğin, 2009'daki cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası patlak veren gösterilerde, protestocuların çoğu orta üst sınıftandı ve ana sloganları "Oyum nerde?" idi. Vatandaşlık haklarını talep ediyorlardı. Bu eylemlerde ise göstericilerin çoğu "yalın ayak", aç, ezilmiş sınıftan ve sloganları ise "Param nerde?" Bu da göstericilerin en temel haklarını talep ettiğini gösteriyor. Dahası, bu son ayaklanmada, göstericiler, "Reformcu! Muhafazakar! Hikaye bitti!", "Bağımsızlık, özgürlük, İran Cumhuriyeti" sloganları atıyor.
Bu sloganlar, protestocuların, sistem içindeki reformcuların desteklediği siyasi reformlara karşı güvenlerini kaybettiğini, sorunlarının çözümünü sistem içinde aramadıklarını ve siyasi sistemin tamamen yeniden yapılanması peşinde olduğunu gösteriyor. Şaşırtıcı bir şekilde, son 50 yılda İran sokaklarının temel sloganı olan "Allahu ekber" bu protestolarda hiç kullanılmadı.
Diğer yandan en temel hakların sağlanmasından tüm siyasi sistemin yeniden kurgulanmasına kadar çeşitlenen sloganlar, taleplerin eşiğinin de farklı olduğu anlamına geliyor. Her slogan ayrı bir alt sınıfı temsil ediyor. Bu nedenle protestoların çoğulcu bir doğası bulunuyor. Başka bir deyişle, tek ortak noktaları "değişim isteği" olan farklı insanlar farklı taleplerini yan yana dile getiriyor.
Bu protestolar, ülkenin neredeyse her köşesine yayıldı. Daha da önemlisi, önceki eylemlerden farklı olarak, bu defa küçük, uzak ve merkezin dışında kalan kentler ve kasabalar protestoların ön sıralarında yer alıyor; çünkü bu kentlerde yaşayanlar, kötü ekonomik durumdan büyük şehirler ve merkezi kentlerde yaşayanlara kıyasla daha olumsuz etkilendi. Toplumsal hareketliliğin en fazla olduğu şehirlerin Lurlar, Araplar, Kürtler gibi Fars olmayan etnik grupların çoğunlukta olduğu kentler olması da dikkat çekiyor.
Son protesto dalgası, İran'daki en radikal ve geniş çaplı eylemler olsa da, protestoların gidişatını belirleyecek temel meseleler bulunuyor.
Öncelikle, protestoların bir lideri bulunmuyor, bu da hem olumlu hem de olumsuz bir özellik olabilir. Liderler hareketi yönlendirip, üyeleri belirli amaçlar ve hedefler etrafında bir araya getirebilir, onlara müstakbel bir hareket tarzı sağlayabilir. Yine de, İran gibi otoriter bir sistemde, bu özellik taviz riskini de taşıyor. Ayrıca, 2009 yılında gerçekleşen Yeşil Hareketinin liderleri Mir Hüseyin Musavi ile Mehdi Kerrubi'nin tutuklanmasında olduğu gibi liderin tutuklanması hareketin motivasyonunu bozabilir.
İkinci olarak, protestolar coğrafi olarak çok geniş alanlara yayılmasına rağmen orta ve üst sınıflardan tam destek almadı. Bunun nedeni bu sınıfların 2009 seçimleri sonrasında yaşadıkları baskının travmasını halen atlatamamış olmaları olabilir. Ayrıca onların nezdinde bu protestoların kaynağı biraz şüpheli. Çünkü, bu hareketlenmeyi Cumhurbaşkanı Ruhani'ye baskı yapmak için muhafazakar kanat tarafından uydurulmuş bir komplo olarak görüyorlar.
Üçüncü olarak uluslararası toplumun yaklaşımı da, göstericilerin motivasyonu üzerinde önemli bir rol oynayabilir. 2009'daki protestolar sırasında, sloganlardan biri, "Obama! Obama! Ya onlarla ya bizle!" idi. Ancak bu defa ABD Başkanı Donald Trump ve kabine üyeleri protestoculara açık destek veriyor ve bunun için sosyal medyayı aktif bir şekilde kullanıyor. Bununla birlikte, bu durum rejime, göstericileri "ABD ajanı" olarak yaftalayarak baskı altına almasını kolaylaştıracak gerekçe sağlıyor.
Yönetimde görüş birliği yok
İranlı yetkililerin protestolara nasıl yaklaşacağını bekleyip görmek gerekiyor. Şu ana kadar rejimin kafasının karışık olduğu anlaşılıyor. Ayrıca, farklı kişilikler ve siyasi gruplar arasında devam eden güç kavgası nedeniyle yönetici elit arasında meselenin nasıl ele alınacağına dair bir fikir birliği de bulunmuyor.
Her durumda, İran bu protestoları bastıracak kadar güçlü. Suriye ve Yemen’de devrimleri bastırma konusunda büyük deneyime sahip olan rejim kendi ülkesindeki bir hareketi bastırmakta zorlanmayacaktır. Ancak İran’daki müesses nizam bu konuda her ne kadar maharetli olsa da yönetme konusunda hiç de öyle değil. Gerçekliği olduğu gibi kabul etmeye hazır olmadıklarına dair işaretler şimdiden görülmeye başlandı. Protestocuların İsrail ve Suudi Arabistan gibi yabancı ülkelerin çağrısıyla sokaklara döküldüğünü iddia ediyorlar.
Atılan sloganların mahiyetine, protestocuların demografik özelliklerine ve protestoların coğrafi dağılımına bakıldığında, bu hareketin İran'da rejimin sonunu getireceği söylenemezse de rejim için oldukça meşakkatli bir süreci başlatacağı açık, çünkü ülkede insanlar, en azından teorik olarak, müesses nizamın ve onun reform programının sorunlarına çözüm olmayacağı sonucuna varmış görünüyor. Halkın ne istediğine ve ne istemediğine dair teorik düzeyde bir kanaate varması durumunda pratiğin onu izlemesi uzun zaman almayacaktır.
Mütercim: Ayşe Aktaş, Emre Aytekin
[Selim Celal İstanbul’da yerleşik bir araştırmacıdır ve İran dış politikası ve iç siyaseti hakkında çalışmaktadır]
"Görüş” başlığıyla yayımlanan makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansı’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Kaynak: AA
dikGAZETE.com