Özel Haber

İngiltere, Birleşik Arap Emirlikleri ve IHH ortak projesi: Isra-Turkey

Gerçek Hayat'ta yayınlanan ve İngiltere’de kurulan ISRA’nın amacı ve bu kuruluşun faaliyetlerini yürütmekle sorumlu olanların gerçek hüviyetini ortaya koyan Filistin tarihi üzerinde uzmanlaşmış tarihçi Dr. Ömer Tellioğlu tarafından kaleme alınan yazıya karşı, TIMETURK'te yayınlanan "reddiye"ye karşı Tellioğlu'nun reddiye ve tekzip yazısı...

İngiltere, Birleşik Arap Emirlikleri ve IHH ortak projesi: Isra-Turkey
05-10-2019 10:34

-Abd AL-Fattah Al Awaisi’nin TIMETÜRK’teki iftiralarına reddiye…

Dr. Ömer Tellioğlu

TIMETURK haber sitesi, Gerçek Hayat dergisinde yayınlanan ve İngiltere’de kurulan ISRA’nın amacı ve bu kuruluşun faaliyetlerini yürütmekle sorumlu kişinin-kişilerin gerçek hüviyetini ortaya koyan Filistin tarihi üzerinde uzmanlaşmış bir isim olan tarihçi Dr. Ömer Tellioğlu tarafından kaleme alınan yazıya karşı, tutarsızlıklarla, küstahça hakaret ve ithamlarla dolu bir tekzip yazısı yayınladı. 

Bu yazı, ilk önce “tekzip yazısı” olarak “Gerçek Hayat” dergisine gönderilmiş ve Basın Kanunu’nun 104. Maddesi uyarınca vakit geçirilmeden yayınlanması talep edilmişti.

Abd al-Fattah el-Awaisi’nin gönderdiği bu tekzib yazısında yalanladığı hususların tamamının gerçekleri yansıtması ve dergi yönetiminin elinde Awaisi ve çalışmalarının amacı, kimler tarafından organize edilip desteklendiği hakkında şüphe götürmez kanıtlar bulunduğu için Awaisi’nin bu talebi dikkate alınmamıştı. 

BÜTÜN BİLGİLER AWAİSİLERİN YAYINLARINDAN!

Awaisi ve faaliyetleri hakkında yazar tarafından ortaya konulan tüm hususlar, ikincil kaynaklara dayalı olarak değil, bizzat Awaisi’nin kendi makalelerine, kitaplarına, ISRA’nın yayın organı İslamic Jerusalem Studies dergisine, karısı ve kızının yazılarına, ISRA’nın faaliyetlerinin yürütülmesi için İngiliz lordlar ve parlamenterler tarafından Birleşik Arap Emirlikleri’ne kurdurtulan al-Maktoum Enstitüsü’nün yayınlarındaki bilgilere dayalı olarak ortaya konmuştur.

Ayrıca Awaisi’nin Türkiye’de değişik mecralarda yayınlanan açıklamaları da onun Kudüs-i Şerif ve Filistin üzerindeki dezenformasyon çalışmalarını açıklayan kaynaklar olarak kullanılmıştır. 

Yani Gerçek Hayat dergisinde yayınlanan yazıda ikincil hiçbir kaynak kullanılmamış olup doğrudan İngiltere’den bir İngiliz projesi olan ISRA projesini yürütmekle görevli olarak Türkiye’ye gelmiş bulunan Awaisilerin kendileri kaynak alınmıştır. Ancak derginin formatı gereği ve yazının genel iddiasını açık bir şekilde ortaya koyan bir yazı olması nedeniyle bilgilerin alındığı makale ve yazıların yer ve sayfa bilgilerine yer verilmemişti. 

AWAİSİ KENDİ KENDİNİ YALANLIYOR

A.F.Awaisi çoğunun bizzat kendisinin yazılarından alınan bu bilgilerin doğruluğunu bilmektedir. Ancak bunca emek ve kaynak harcanarak İngiliz projesinin uzantısı olarak Türkiye’de elde ettiği başarının bir anda yerle yeksan olmasından korktuğu için, üslubunun ortaya koydurduğu gibi şaşkınlık ve dehşet içerisinde, “saldırı en iyi savunmadır”a sığınarak vaziyeti kurtarmanın çırpınışı içine girmiştir. Zira efendileri tarafından kendisine yapılan onca yatırım boşa gidecektir. Tabii bu konuda kendisine bir takım “yerli” odakların da destek verdiği, her halükarda destek vermeye devam edecekleri, Gerçek Hayat dergisinde yayınlanmayan tekzip yazısını -arka planında büyük bir vakfın olduğu bilinen- TIMETURK haber sitesinde yayınlatabilmiş olmasından açık bir şekilde anlaşılmaktadır. 

TIMETURK NEDEN KONUYA MÜDAHİL OLUYOR?

TIMETURK Haber Merkezi İmzasıyla güya haber formatında yayınlanan Awaisi’nin sözde “yalan ve iftiralara reddiye” yazısı “Türkiye’de faaliyet gösteren Kudüs odaklı çalışmalarıylı ön plana çıkan…” şeklinde olumlanarak takdim edilmektedir. Oysa Awaisi’nin temel görevi Kudüs isminin inkârı, ortadan kaldırılması, hafızalardan silinmesidir.

TIMETURK haber sitesi ve arkasındaki odağın (IHH olduğu söyleniyor), Awaisi’nin Türkiye’de gerçekleştirdiği İngiliz menşeli dezenformasyon çalışmalarına Gerçek Hayat’ta ortaya konulan bilgilerden sonra dahi arka çıkabilmesi ayrıca manidardır.

Bu çevrelerin en azından iç içe geçtikleri, yükünü sırtlandıkları bu oluşum hakkında söylenenlerin gerçek olup olmadığını sorgulamaları gerekirken sahiplenme yolunu seçmeleri, işin içinde birtakım başka kirli ilişkilerin olduğu izlenimini vermektedir. 

HER AKADEMİK KURUM ONU İFRAZ ETTİ, TÜRKİYE’DE EL ÜSTÜNDE!

Bundan dolayı BAE-Britanya yetiştirmesi küçük ekibiyle karaladıkları metinlerde birbirlerine atıf yaparak Kudüs ve Filistin tarihi üzerindeki dezenformasyonlarını, çarpıtmalarını, yalanlarını çoğaltma çabası içine girmişlerdir. Bunu İngiltere’de siyasî hâmileri tarafından yerleştirildiği hiçbir üniversitede tutunamayışı, oradan transfer edildiği başka ülkelerde de hiçbir akademik çevrede uzun süre barınamaması açık biri şekilde ortaya koymaktadır. Yani içine sokulduğu her akademik kurum bir ifrazat gibi onu bünyesinden dışarı atmıştır.

Şu anda projesini uygulamaya koyma imkânına kavuştuğu Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi bile Türkiye’de çalıştığı üçüncü üniversitedir. 

AWAİSİ MUHATAP ALINACAK BİR KİŞİLİK DEĞİLDİR 

Açıkça ifade etmemiz gerekir ki, Al-Awaisi ne ilmi bakımdan ve ne de fikri bakımdan ciddiye alınacak, ortaya sürdüğü fikirlere cevap verilecek ilmi bir şahsiyettir. Zira ilmi olarak bugüne kadar hiçbir yerde ciddiye alınmamış, hiçbir ciddi yayında ne kendi ürettiklerine ne de yetiştirmesi öğrencilerinin ürettiklerine atıf yapılmamıştır. Ürettikleri metinler bir projeye ait ilmi-akademik görünüm verilmiş müsveddelerden ibarettir. 

Yani konu sadece Awaisi ve ekibinin uzun süredir üretmeye çalıştıkları hezeyanlar olsaydı bunlara cevap verme tenezzülünde bulunmazdık.

Ancak konunun bir İngiltere-Birleşik Arap Emirlikleri projesi olması ve bu projenin ülkemizde belirli İslamcı çevrelerin desteği ve organizasyonları ile genç nesli hedef alması konuyu gündeme getirme, Fetovari butik bir projeden Türk ve İslam kamuoyunu haberdar etme ihtiyacını hâsıl etmiştir. 

AWAİSİ, TÜRKİYE’YE ALLAH TARAFINDAN DEĞİL, İNGİLİZLER TARAFINDAN GÖNDERİLDİ

Konu, ilgili “eleman” ile değil, Türkiye’de zemin oluşturan ve bunu üniversitelerimizde program haline getirme aşamasına gelen proje ile ilgilidir. Şahısla kişisel bir tanışıklığım olmadığı gibi, ilmi ve akademik bakımdan görüşleri dikkate alınacak, tenkide tabi tutulacak bir seviyesi de yoktur.

Birleşik Arap Emirlikleri ile Britanya odaklı bir projenin misyoneri olmaktan başka bir vasfa sahip değildir. 2007 yılında İngiltere’de alınan bir kararla Türkiye, Mısır ve Malezya ile birlikte hedef ülke seçilmiştir.

Bu kararda hedef seçilen ülkelerin karar mercilerine ulaşma ve onları etki altına alarak projelerine en üst düzeyde destek sağlama hedefi de bu tarihte alınan kararlar arasındadır. Bak. Abd al-Fattah Awaisi, el-Meşru’ el Ma’rifi li-Beyti’l-Makdis 1994-2024, s. 26, 36. 

Yani Türkiye’ye gelişi onunda ifade ettiği onun ifade ettiği gibi haşa Allah tarafından planlanmamıştır. “Hatta bana ‘Türkiye’ye geliş tarihini özellikle mi seçtin’ diye sorulmuştu. Ben planlamamıştım.

Bunu ancak benim bu tarihte Türkiye’ye gelmemi isteyen Allah-ü Teala planlamış olabilir. Ben bunun Türkiye’nin Beytül Makdis’in kaderindeki büyük rolüyle bağlantılı olduğunu düşünüyorum”. https://www.star.com.tr/pazar/dunyaya-baris-beytul-makdisten-gelecek-haber-1262082/

TÜRK İNSANININ KUDÜS DUYARLILIĞI İŞLERİNİ KOLAYLAŞTIRMIŞ!

Ayrıca adamın Türkiye’de iştahı o kadar kabarmıştır ki, Türk insanının Filistin ve Kudüs meselesine olan duyarlılığını ne kadar kolay istismar edebileceğini şu ifadeleriyle ortaya koymaktadır: “Türkiye’de bunu (ISRA projesi) gerçekleştirmek çok kolay hatta olmak üzere bile diyebilirim.

Çünkü sadece İstanbul değil Anadolu’nun herhangi bir yerine gittiğinizde bile Beytülmakdis’ten bahsettiğinizde insanlar heyecanlanıyor ve ilgi duyuyor. Bir müddet sonra bunu artık kendi davalarına dönüştürüyorlar. Dolayısıyla Türkiye’de böyle bir zemin oluşması çok yakın”. (https://www.ilimvemedeniyet.com/abdulfettah-el-awaisi-ile-beytulmakdis-uzerine.html)

Peki, gençlerimizi Kudüs-i Şerif ve Filistin davası konusunda iğfal etsin diye bu adama Anadolu’yu dolaştıran, konferanslar, seminerler verdiren, medyada reklamını yapan vakıfın yanında onu göklere çıkartan gazeteci, yazar-çizerler kimler? Ona destek olan, programlarına katılan siyasetçiler… Ve bunu neden yaparlar! SETA gibi bir kuruluş bu adamın hezeyanlarını nasıl olurda kitap olarak yayınlar?

NEDEN ABD AL-FATTAH AL-AWAİSİ?:

a.f.Awaisi nereden ortaya çıktı. Onun üzerinden Müslümanlara karşı yürütülen projeden nasıl haberdar olduk. Filistin tarihi üzerinde, bilhassa Osmanlı Arşiv kaynaklarına dayalı akademik çalışmalar yürüten biri olarak, tez çalışmam sırasında dikkatimi çeken bir husus olmuştu.

1900’lü yılların başlarından itibaren Yahudi tarihçiler, Hz. Ömer tarafından Kudüs halkına verilen emannamenin Taberi rivayetindeki; “Hiçbir Yahudi Kudüs’te iskân edilmeyecek” (Taberi, Tarih, C. III, s. 604)  maddesinin uydurma olduğunu ispat etmeye çalışıyordu. 

Mesela S.D. Goitein, Hz. Ömer’in 70, Yahudi aileyi Taberiye’den getirterek şehre ikamet ettiğini mevhum bir Geniza dokümanına istinaden iddia etmekteydi. (S.D. Goitein, Yahudiler ve Araplar, İz yay. s. 146).

Bu iddia daha sonra bir gerçekmiş gibi tekrarlanıp durdu. Türkiye’de de akademik çalışmalarda bu bilgi hiçbir tenkide tabi tutulmadan, gerçek bir bilgiymiş gibi 1970’li yıllardan itibaren tekrarlana gelmektedir. 

Kudüs’te Emeviler döneminden beri bir Yahudi mahallesi vardır ve günümüze kadar hiçbir Arap ya da Müslüman onların Kudüs’teki mahallelerinin varlığını yadsımamıştır.

Buna rağmen çağdaş Yahudi tarihçiler neden bu konuya bu kadar önem vermektedir? 1400 yıl önce olmuş bitmiş bir hadise neden günümüzde bu kadar ehemmiyetlidir?

Bu sorunun cevabını ararken ISRA ile karşılaştım. Bu yapının bünyesindeki a.f. Awaisi, bu konuda Yahudi tezlerini destekleyerek Taberi rivayetinde Yahudilerin Kudüs’te ikametlerini yasaklayan maddenin uydurma olduğunu, tekrar eden yazılarında kanıtlamaya çalışmaktaydı.

Bunun için 2000 yılından 2018 yılına kadar aynı içerikli makale görünümlü metni defalarca hiçbir değişiklik yapmadan yayınlamıştır. Nasıl bir akademik ahlak ise…

FİLİSTİNLİ BİR ŞAHSİYET, YAHUDİLERİN TEZLERİNİ NEDEN DESTEKLER?

“Filistinli bir şahsiyet, Yahudilerin tezlerini neden destekler?” sorusunun cevabını bulmaya çalışırken, bu İngiltere-BAE ortak projesi olan ISRA projesi ile karşılaştım.

Ancak kimsenin ilim dünyasında bu projenin ürünlerini dikkate almadığını gördüğüm için o yıllarda (2010) konunun üzerinde durulacak ciddiyette bir mesele olmadığını düşündüm ki zaten öyleydi. Ancak bu tarihten sonra proje Türkiye’de faaliyete sokuldu. 

a.f. Al-Awaisi birtakım, üniversite, vakıf, siyasetçi, gazeteci vb. İslamcı çevreler üzerinden (internette basit bir arama ile bunların kimler olduğuna kolayca ulaşmak mümkün) insanımıza, gençlerimize tasallut etmeye başladı.

Filistin ve Kudüs-i Şerif hassasiyeti bu kadar yüksek olan insanımızın İngiltere’den bir proje olarak aramıza sızması, sızdırılması ve hezeyanlarının ilmi hakikatmiş gibi gençliğimize ilka edilmeye çalışılması karşısında, herkes sussa bile susmak elbette çok büyük bir vebaldi.

İşte bu sebeple bir Abd al-F. Al-Awaisi fenomeni karşımıza çıktı. Onun ve projesinin nasıl mülevves bir yalan, İslam tarihine ve mukaddesatına iftira bir proje olduğu, bizzat kendisinin, karısına yazdırdıklarından ve diğer yayınlarından iktibasla, yalanladıklarına cevap olarak ortaya konulmuştur.  

Al-AWAISININ YALANLARINA CEVAP:

TIMETURK’te uydurduğu gibi, tarafımızdan Awaisi’nin ”ISRA’nın genel müdür yardımcısı olduğu” iddia edilmemiştir. Söylediğimiz a.f.Al-Awaisi al-Maktoum Enstitüsü’nde Genel Müdür Lord Murray Elder’in genel müdür yardımcısı olduğudur. Ve bu bir iddia değildir.

Bu bilgi B.A.E bursuyla düzmece bir yüksek lisans tezi yaptırılan ve Al-Maktoum’da iş verilen (tezinin konusu kocasının o tarihe kadar ISRA’da yaptığı şeylerin abartı hikayesinden ibarettir) Awaisi’nin karısı tarafından kaleme alınan akademik makale görünümünde, aşağıda kupürleri verilen şu metinde yer almaktadır:

Aisha al-Ahlas, The Institutional Developmend of The New Field of Inquiry of Islamicjerusalem Studies Within British Higher Education: 1998-2004, Journal of Islamicjerusalem Studies (Summer 2007)s. 77, 84. https://dergipark.org.tr/download/article-file/294443

AWAİSİ: “VAKFIN İNGİLTERE HÜKÜMETİYLE ALAKASI YOKTUR”, “VAKFIN KURUCULARI SÖZ EDİLEN İNGİLİZ İSİMLER DEĞİLDİR”

Awaisi sözde tekzip yazısında; “Beytülmakdis Çalışmaları Akademisi (Islamic Research Academy ISRA)'nin Britanya Hükümeti ile uzaktan yakından ilişkisi yoktur” demektedir. Ancak Awaisi’nin bizzat kendisi bu ilişkiyi açık şekilde ortaya koymaktadır. Yani Awaisi şaşkınlık içinde kendisini tekzip etmektedir. Bizim İngilizcemizin yetersizliğinden dolayı herşeyi birbirine karıştırdığımız sahif yakıştırmasını yaptığı için alıntıları İngilizce metniyle birlikte verdik. Eğer bu İngiliz isimlerin ISRA’nın kuruluşu ile ilgileri yoksa, Awaisi’nin, bu şahıslar için; “projeye, ISRA’ya kuruşundan itibaren dahil oldukları” ifadesi ne anlama gelmektedir!?

Kendisi tercüme etsin diyeceğiz ama on yıldır bu ülkenin ekmeğini çocuklarıyla birlikte yiyen, ancak Türkçe öğrenmeye “tenezzül” etmeyen, Britan’ya tabiiyetine geçip, İngiliz kraliçesine ve onun soyuna bağlılık yemini yapan, kendi kutsalına (Kudüs ismine) saldıran birisinden bunu beklemek yersiz olurdu. Onun, söylediklerimizi anlaması için bize karşı yalanlarla dolu tekzip yazısını kaleme alan yandaşlarından destek alması gerekmektedir. 

İŞTE AWAISI’NIN KENDİ KALEMİNDEN TOWNSEND-ISRA İLİŞKİSİ

İngilizce: “The conference also acknowledged and celebrated the 10th anniversary of the establishment of the project on 4 August 1994. Sir Cyril Townsend, the Honorary President of the Islamic Research Academy (ISRA) said in his opening remarks that he is happy and privileged to be associated with this great project. He was involved in the project from its early days when it was still in its initial stages.”

Tercümesi: “Sempozyumda ayrıca bu projenin (ISRA  projesi) 4 Ağustos 1994’te kululuşunun 10. Yıldönümü kutlandı. Islamic Research Academy (ISRA) Onursal Başkanı Sir Cyril Townsend, sempozyumda (2004) yaptığı açıklamada, bu büyük projeyle iç içe olduğu için mutlu ve ayrıcalıklı olduğunu söyledi.

Townsend, henüz başlangıç aşamasında olduğu ilk günlerinde projeye (ISRA) dahil oldu.” Bak. Abd al-Fattah el-Awaisi, IslamicJerusalem Studies: A Guide, Al-Maktoum Instutite Academic Press, Dundee 2007, s. 32. Şu linkten indirilebilir: http://isravakfi.org/elibrary/trabstract/?data=11 

LORD WATSON VE TOWNSEND, İSRA İLİŞKİSİ

İngilizce: “Amongst the guests were Sir Cyril Townsend and Lord Watson of Invergowrie, who have been involved with the project from the beginning”.

Tercümesi: “Konuklar arasında Sir Cyril Townsend ve projeye başlangıcından itibaren katılan Lord Watson Invergowrie vardı”. Abd al-Fattah el-Awaisi, IslamicJerusalem Studies: A Guide, Al-Maktoum Instutite Academic Press, Dundee 2007, s. 33.

Yani bu iki sir ve lord 1994 yılında kuruluşundan itibaren ISRA’nın içindedir. İddiasına göre Awaisi ISRA’yı karısı ve küçücük sabileri ile kuruyor, bu İngiliz üst düzey siyaset ve devlet adamları Awaisi’nin hizmetine mi girmiş oluyor! Türkiye’de hala koca koca üniversite hocaları, siyasetçi ve gazeteciler, bu adamın peşine takılmaya, onun bu projesine alet olmaya devam edebiliyor.

LORD WATSON HEYET BAŞKANI

Lord Watson ISRA projesine mali destek bulmak için bizzat başında bulunduğu bir heyetle Birleşik Arap Emirliklerine gitmektedir. Emirle görüşmekte ve proje kapsamında yetiştirilecek öğrenciler için kaynak temin etmektedir. Bir çalışmanın içinde olmak daha başka nasıl olur!? Bak. Awaisilerin dergisi:  Sir Cyril Townsend, Journal of Islamic Jerusalem Studies (Summer 2000), 3:2, s. 92. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/294163

Görüleceği üzere bizzat Awaisi’nin itiraf ettiği gibi Sir Ciyril Towsend ve Lord Watson gibi isimler 1994’te ISRA’nın kuruluşundan itibaren projenin içindedir. Ayrıca Lord Watson’un heyetinde başka hangi üst düzey İngiliz devlet adamlarının bulunduğunu da bilmiyoruz.

AWAİSİ’NİN HAMİSİ SIR TOWNSEND KİMDİR: 

Sir Cyril, asker kökenli bir aile olan Townsend ailesine mensup bir Yarbaydır. Malezya-Endonezya savaşına katılmış, Hong Kong’da vali yardımcısı olarak görev yapmıştır.

Dedesi Çanakkale savaşında karaya çıkarma yapan İngiliz birliklerinden birinde albay rütbesinde görevliydi. Babası ise Dunkirk’te ağır yaralanmıştı.

Sir Townsend, Türkiye’nin 1974’teki Kıbrıs harekâtına şiddetle karşı çıkmıştır. Yani subay olarak görev yaptığı Kıbrıs’ta bu karşı çıkışla Kıbrıslı Türklerin Rumlar tarafından katledilmesini onaylamış, Türkiye’nin bu katliama son vermek için gerçekleştirdiği harekatın karşısında durmuş ve bunu bir işgal olarak nitelendirmiştir.

Sir Cyril Townsend siyasete girmiş ve İngiliz siyasetinin etkin isimlerinden biri olmuştur. Geniş bilgi için bkz. https://www.independent.co.uk/news/obituaries/sir-cyril-townsend-member-of-parliament-8974043.html

Kutu’l-Amare savaşında İngiliz ordusunun komutanı da aynı aileden General Charles Townsend’dir. Yani aile bireyleri Çanakkale’de, Irak cephesinde Müslümanlara, Osmanlıya, Türklere karşı savaşmış bir ailedir. Çanakkaleyi geçemeyen dede Townsend bir anlamda torun Townsend vasıtasıyla Awaisi üzerinde, onun ruhuna sızarak Türkiye’ye girebilmiştir.  

AWAİSİ: “VAKIF, İNGİLTERE HÜKÜMETİNDEN YA DA ONA BAĞLI HİÇBİR KURUMDAN DESTEK ALMAMAKTADIR” 

Awaisi, “Britanya Hükümeti'nden veya ona bağlı hiçbir kurumdan mali destek almadığımız gibi, akademideki faaliyet ve etkinlikleri gerek Britanya'daki gerekse Britanya dışındaki Müslümanlardan topladığımız bağışlarla yürütüyorduk (Bu bağışların hepsi mali denetimden geçmiştir)” demektedir. Gerçek Hayat’taki Yazımızda Britanya hükümetinden mali destek aldıklarına dair bir ifade geçmemiştir. İngilizler bu çalışmaların masraflarını Birleşik Arap Emirliklerine karşılattırmışlardır. (Amerikanın Asrın Antlaşması dediği projenin mali yükünü Birleşik Arap Emirlikleri, Suud gibi ülkelere yüklemesi vb. gibi).  Bunun için ilk olarak 1999 başlarında Lord Watson’un başkanlığından bir heyet Dubai’ye gitmiş, şeyhle görüşülmüş, gerekli mali destek sağlanmıştır. Bak. Sir Cyril Townsend, Journal of Islamic Jerusalem Studies (Summer 2000), 3:2, s. 92. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/294163

GENEL MÜDÜR YARDIMCISI OLDUĞU ENSTİTÜDE YOLSUZLUK

Awaisi, hesapların mali denetimden geçtiğini iddia etmektedir. Ancak Al-Maktoum Enstitüsü’nün Genel Müdürü Lord Elder enstitünün harcamalarında yolsuzluk yaptığı iddiasıyla soruşturma geçirmiş, İngiliz makamları bu soruşturmanın sonuçlarını kamuoyuyla paylaşmaktan kaçınmıştır. https://en.wikipedia.org/wiki/Murray_Elder,_Baron_Elder 

Awaisi, Al-Maktoum Enstitüsü’nde Lord Elder’in yardımcısı pozisyonunda görev yapmaktaydı. Ayrıca bu paralar değişik şekilde toplanan bağışlardan değil yukarda da gösterildiği gibi Birleşik Arap Emirlikleri’nden gelmekteydi. Genel Müdür Yardımcısı olarak bu yolsuzluk soruşturmasına dahil olup olmadığını bilmiyoruz… 

Awaisi, İngiliz ISRA projesinin yürütücüsü Al-Maktum Instutite’de yardımcısı olduğu Genel Müdürü Lord Elder'i muti bir şekilde alkışlarken. http://isra.org.uk/awards.html

AWAİSİ: “İDDİA EDİLDİĞİ GİBİ STIRLING ÜNİVERSİTESİ'NDE KURULMAMIŞTIR”

Akademi’nin Stirling Üniversitesi’nde kurulmadığı doğrudur. Ancak Sir ve Lord’ların marifetiyle şekillendirilen ISRA projesinin üniversitelere taşınıp akademik hüviyet kazandırılmasının ilk teşebbüsü Stirling Üniversitesi’nde a.f. al-Awaisi’ye bu üniversitede kadro temin edilmesi ve onun üzerinden “oluşturulan yeni Yeruşalem projesi çerçevesinde dersler vermesi için Islamic Jerusalem başlıklık bir birimin kurulmasının sağlanmasıdır. Sir Townsend 1999’da bunu sevindirici bir haber (!) olarak sunmaktadır. Bak. Sir Cyril Townsend, Journal of Islamic Jerusalem Studies (Summer 2000), 3:2, s. 93. 

Yani yazımızda, ISRA projesinin bu üniversite üzerinden yürürlüğe konulmasından bahsedilmiştir. Awaisi’nin bu başlıkta uydurduğu gibi yazımızda ISRA’nın 1998’de kurulduğu gibi bir ifade geçmemektedir.

Awaisi bu başlık altında, basit teknik ayrıntı konuları önemliymiş gibi, söylemediğimiz şeyleri söyleterek verdiğimiz bilgileri kendince itibarsızlaştırmaya çalışmaktan başka bir şey yapmamaktadır. 

AWAİSİ: “SÖZ EDİLEN İNGİLİZLER BU ÇALIŞMANIN NERESİNDE YER ALIYOR?”

Bu başlık altında Awaisi, bahsedilen İngiliz siyasetçilerin Filistin meselesine duydukları sempati(!)den dolayı ISRA’ya onursal başkan seçildiklerini ileri sürerek, “Ancak şahsiyetlerin strateji ve akademik siyaset üretme noktasında bizlerle hiçbir teması olmamış ve hiçbiri yönetim kurulu toplantılarımıza katılmamıştır.

Yalnızca akademik sempozyumlarımızın açılışları gibi bazı etkinliklerimize onursal başkan sıfatıyla iştirak etmişlerdir. Söz konusu şahsiyetler Sir Cyril Townsend ve Lord Watson'dır.

Lord Elder ise hiçbir zaman akademinin onursal başkanı olmamıştır ve bu ismin akademiyle hiçbir ilişkisi bulunmamaktadır.” demektedir.

Bu kuyruklu bir yalan ve kendi kendini inkârdır. Sir Cyril Townsend ve Lord Watson, yukarıda Awaisi’den yaptığımız alıntıda da görüldüğü gibi kuruluşundan itibaren projenin içindedir. Bunu Awaisi kendisi söylüyor. Sonra da kendisini yalanlıyor!

SİR CYRİL TOWNSEND ISRA İLİŞKİSİ:

Şimdi Awaisi’nin inkar ettiği, Sir Townsend’den ISRA ile olan ilişkisini doğrudan “Awaisilerin dergisinden!” aktaralım. 1999 Uluslararası İslamic Jerusalem Akademik Konferansı "Jerusalem'de Müslüman-Hristiyan İlişkileri" başlıklı sempozyumda yaptığı konuşmaya bakalım. Burada Townsend akademinin (ISRA) faaliyetlerini anlatırken faaliyetlerin bizzat içinde bulunan, planlayan, her konudan haberdar bir uslupla anlatmaktadır. (Sir Cyril D. Townsend, Journal of Islamic Jerusalem Studies (Summer 2000), 3:2, 9 1 -94. Dileyen yazıya şu linkten ulaşabilir: https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/294163)

SİR TOWNSEND DİYOR Kİ:

“Ancak bazılarınız Akademi'nin çalışmalarında yeni olabileceğinizden ve kalanınız ise muhtemelen geçen yıl boyunca neler yaptığımızı merak ediyor olacağınızdan, konuşmama son çalışmalarımızda elde ettiğimiz sonuçların kısa bir özetiyle başlayacağım”.

- “1997’de birinci sempozyumda açıkladığımız Jerusalem ile ilgili yeni referans çerçevesi oluşturma konusunda daha da güçlendik. Ki, Akademya ile yeni bir disiplin kurmak ve genç öğrencileri bu alanda uzmanlaşmaya teşvik etmek, Akademi’nin (ISRA) daima ana hedefi olmuştur”.

"Genç Araştırmacılar için Şeyh Hamdan bin Rashid Al Maktoum Jerusalem Araştırmaları Bursu"nu açıklamak için, majesteleri Shaikh Hamdan bin Rashid Al Maktoum'dan bu yılın başlarında Dubai'yi ziyaret için bir davet aldık”. (not: bu davetin daha üst düzeylerde ayarlandığı anlaşılmaktadır. Yoksa durup dururken Birleşik Arap Emirlikleri emiri İngiliz lordlara neden böyle bir davet göndersin!”. 

“Akademi’den bir heyet Lord Watson başkanlığında burs almak için Dubai'yi ziyaret etti ve ilk öğrenci grubu şu anda bu ülkede, Ekim ayında başlayacakları lisansüstü çalışmalarına hazırlanıyorlar. Akademinin en önemli projelerinden birine, burs ile sponsorluk konusundaki cömertliği için Majestelerine bir kez daha teşekkür etme fırsatı bulduğum için mutluluk duymaktayım”

Bu amaçla, şimdi bununla ilgili olarak İngiliz Üniversitelerinden biriyle akademik bir ilişki kurmak ve bu ülkede (İngilterede) İslami Jerusalem çalışmalarına bir mekan sağlamak için gayretlerimiz devam etmektedir”.

Ayrıca, yönetim komitesi, genç öğrencileri İslami Jerusalem üzerinde araştırma yapmaya teşvik etmek için Jerusalem Ödülüne ilişkin kriterleri değiştirmeye karar verdi. Buna göre her yıl bir ödül teklif etmek yerine, Britanya üniversitelerine on beş küçük ödül, dünyanın geri kalanından öğrenciler için de beş ödül takdim edeceğiz.

Geçen yıldan beri en güzel haber, Dr. Abdülfattah El-Awaisi’nin Stirling Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde, İngiliz üniversiteleri içinde benzersiz bir lisans ünitesi olacak "İslami Jerusalem" başlıklı bir lisans dersi için onay almasıdır. Bununu bu alandaki boşluk için bir köprü olacağını ummaktayım.

Yine geçen yıl, en son sayısı şu an ulaşılabilir durumda olan Journal of Islamic Jerusalem Studies dergisini yayınlamaya devam ettik… “Jerusalem’deki Batı veya Ağlama Duvarı ile ilgili olarak Müslümanların ve Yahudilerin hak ve iddialarını” belirleyen Uluslararası Komisyon Raporu’nu yayınladığımızı duyurmaktan memnuniyet duyuyorum.

Akademi’de biz, Komisyon’un müzakerelerini ve neticelerini ortaya koyan bu yeni yayını … eski ve yeni tüm yayınlarımızı girişteki salonda inceleyebilirsiniz.

Akademinin “yeni bir referans çerçevesi” kurma girişiminin bir diğer kilit faaliyeti ise İslami Jerusalem üzerine her yıl yapılan sempozyumdur. … Bu yıl Millennium'un (Haçlı Seferlerinin 900. yıldönümü) ışığında bugünün sempozyumunun Müslüman-Hristiyan ilişkileri konusuna odaklanmak için uygun olduğunu düşündük.

Suriye, Ürdün, Jerusalem ve İngiltere'den pek çok seçkin konuşmacıyı bir araya getirmeyi başardığımız için çok mutluyuz.

Son olarak şunu da eklemeliyim ki, Al-Tajr World of Islam Trust’a üçünçü yılda da sempozyumun bazı masraflarını karşıladıkları için çok müteşekkiriz. Al-Muntada al Islami'ye de, düzenleme komitesi Londra'da kalırken konaklama ve ofis imkânları sağlayarak üçüncü yıl çalışmaları için de bize verdikleri destekten dolayı teşekkürlerimizi ifade etmek isterim. Dileyen bu yazıya şu linkten ulaşabilir: https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/294163)

a.f. al-Awaisi bize yönelik reddiye yazısında, bu yazıyı Townsend adına kendisinin kaleme aldığını söylemektedir! “Merdi kıbti şecaat arzederken yalanın söyler” darbı meselinin ilginç bir örneği. Yani Towsend’in sekreteri olarak yazmış. Bu belgeye dayalı olarak ortaya koyduğumuz tespitleri itiraf ederek bizi tekzip ediyor! Türünün tek örneği olsa gerek.

Awaisi yayınımızla deşifre olmasından sonra kendisini savunmak için hazırlayıp Facebook'ta paylaştığı videoya bu fotoğrafı ekleyerek bizi doğrulamayı ihmal etmemiş!

Merd-i Kıptı misali, şecaat arzederken sırkatın söylemiş.  Awaisi iki patronunun arasında oturuyor. Sağında Sir Cyril Townsend, solunda diğer patronu, al-Maktoum Enstitüsü’nde amiri Lord Murray Elder. Buna da iftira diyeceğinden kuşkum yok!

LORD WATSON İSRA İLİŞKİSİ:

Awaisi Lord Watson’un da ISRA ile ilişkisinin onursal başkanlıktan öteye geçmediğini söyleyerek, bizim yalan bilgi verdiğimizi ileri sürmektedir. Ancak Sir Townsend’e ait ve İsra Vakfı.org olarak etiketlenmiş aşağıda görüntüsünü verdiğimiz dokümanda görüleceği üzere Lord Watson, Birleşik Arap Emirlikleri Emiri’nin daveti üzerine ISRA’nın “proje” dâhilinde yetiştireceği öğrencilerin masraflarının karşılanmasını sağlamak için Dubai’ye gitmiştir.

Awaisi’nin yalanladığı gibi, ISRA’nın hiçbir faaliyeti ile ilgileri yoksa bir İngiliz Lordu neden Dubai’ye kadar gider ve üst düzey temaslarda bulunarak Awaisi’nin “benim” dediği projeye kaynak bulmaya çalışır!?

Ki Gerçek Hayat dergisine gönderdiği tekzip yazısında bu dokümanı Townsend adına kendisinin kaleme aldığını söyleyen Awaisi, bu bağlantıyı hem itiraf ediyor, hem de bizim, ondan aktararak yazdıklarımızı “iftira, yalan ve hayali” olarak damgalayabiliyor! İlginç bir fenomen doğrusu.

ISRA projesinin kurucularından Sir Townsend’in konuşma metni için bak.  https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/294163

ISRA’nın faaliyetlerinin içinde olmayan bir İngiliz Lord’u neden Dubai’den davet alır ve bir heyetin başında Awaisi’ye kaynak sağlamak için bu ülkeye ziyarette bulunur!!!? 

Ki zaten Awaisi bizzat kendisinin itiraf ettiği üzere Sir Townsend gibi, Lord Watson Invergowrie, başlangıcından itibaren ISRA projesinin içinde bulunmaktadır. Bak: Abd al-Fattah el-Awaisi, IslamicJerusalem Studies: A Guide, Al-Maktoum Instutite Academic Press, Dundee 2007, s. 33

Lord Watson da Sir Townsend gibi,  1998’deki "İslam'da Jerusalem'in Merkeziliği" başlıklı sempozyumda yaptığı açış konuşmasında ISRA projesi çerçevesinde yapılan faaliyetleri anlatırken, “Odak noktamız”, “gerçekleştirmekte olduğumuz”, “çeşitli etkinliklerimizle”, “oluşturmayı başardık”, “çok sayıda yorum aldık”, “elde ettiğimiz başarı”, “çalışmalarımıza devam etmemiz” gibi doğrudan bütün faaliyetlerin içinde bulunduğunu açıkça ifade eden bir dil kullanmaktadır.

Lord Watson’un konuşma metni için bak. ISRA’nın yayın organından: Lord Watson, Journal of lslamic Jerusalem Studies (Winter 1998), 2:1, 39-41. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/293745

Bu durum projenin gerçek sahiplerinin kimler olduğunu açık bir şekilde ortaya koyarken, Awaisi foyasının ortaya çıkmasından dolayı şaşkınlık içinde kendi yazdıklarını bile inkâr yoluna gidebilmiştir. 

Kendisinden aktarılan bu bilgilere rağmen bu kişilerin ISRA’nın hiçbir faaliyetine katılmadıklarını, projeyle alakalarının olmadığını iddia edebilmektedir. Ve kendisinin kaydettiği bilgileri aktardığımız için kendi seviyesine yakışır üslupla bize “yalancı”, “müfteri” diyebilmektedir. 

İngiliz ISRA projesinin sahiplerinden ve Awaisi’nin patronlarından Lord Watson. Baron Watson sıradan bir siyasetçi değildir, 2001’de Turizm Kültür ve Spor Bakanı’dır. 2005’te hapse girdi.

Bundan dolayı İşçi partisinden ihraç edildi, daha sonra geri döndü. 2015’te, Jeremy Corbyn Watson’u İşçi partisi sözcüsü olarak atadı. Bak: http://www.worldheritage.org/articles/Mike_Watson,_Baron_Watson_of_Invergowrie

AWAİSİ: “BEYTÜLMAKDİS ÇALIŞMALARI NASIL DOĞDU?”

Awaisi, “Lübnan'dan Britanya'ya taşındıktan sonra sağlığıma kavuşur kavuşmaz eşimle birlikte Britanya'da bu projeyi başlattık.

Çocuklarıma bu projeyi anlattım ve onlar da proje için açtığımız banka hesabına destekte bulundular. Büyüdüklerinde ise aralarından ikisi projenin birer ferdi haline geldi” demektedir.

Awaisi eşiyle beraber kuruyor, açtığı banka hesabına küçük (en büyük çocuğu yaşı itibarıyla muhtemelen 15 yaşlarında!) çocukları destekte bulunuyor! Sonra o çocuklar büyüyor ve projeye dâhil oluyor! Demiştik ya Türkiye’ye gönderilen bu Filistinli görünümlü İngiliz “adam” aklımızla dalga geçiyor… 

Şimdi bu ifadenin yalan olduğunu burada kurduğu cümlenin kendisi ortaya koyuyor. Ayrıca Awaisi’nin, Lord Watson ve Sir Townsend için “kuruluşundan itibaren projenin içindeydiler” şeklindeki kendi ifadesi Awaisi’nin minik yavrularından banka hesabına aldığı destek ile bu işleri yürüttüğü şeklindeki, çocukların bile inanmayacağı yalanını çürütmektedir. Bak: Abd al-Fattah el-Awaisi, IslamicJerusalem Studies: A Guide, s. 32, 33

Yani ISRA’nın bir proje olduğunu, bu İngiliz isimlerin projeye başlangıcından beri dâhil olduğunu Awaisi kendisi söylüyor.

ISRA’ya mali, manevi, akademik vs. çeşitli imkânların bu şahıslar tarafından sağlandığını yine Awaisi kendisi itiraf ediyor.

Sonra zerre kadar ahlaki değere sahip birisinin bile yapamayacağı şekilde, kendisinden aktarılan bu bilgileri inkar ederek, bizi, iftira atmakla, yalancılıkla itham edebiliyor. 

Türkiye'de Awaisi'nin ISRA'si ile ortak çalışan “stratejik ortaklık kuran” ilgili vakfın sahibi olduğu TIMETURK, projeyi içselleştirmiş olacak ki, Gerçek Hayat’ta ortaya konan ve tamamı Awaisilerin yazıp çizdiklerinden iktibas edilen bilgilerin doğruluğunu bile sorgulama ihtiyacı duymadan, onun saçma sapan yalanlarını “Reddiye” kisvesi altında yayınlama ihtiyacı duydu.

O yazıda verilen bütün bilgiler bu metinde kaynaklarını açıkça gösterdiğimiz gibi doğrudur. Awaisi ve onun İngiliz projesini arkalayanların Müslüman kesimin içinden ve İslami mücadelede en önde gözüken bir vakıf ve medyanın olması ayrıca manidardır.

Yani işaret etmeye çalıştığımız gibi, zamanı gelince Siyonizmi ayet ve hadislerle savunacak bir zümrenin Müslümanların içinde şimdiden oluşturulmuş olduğunu görmüş olduk. TIMETURK haber sitesinin Yayın yönetmeninin mensup olduğu medya grubunun başındaki zatın da bu İngiltere-BAE projesine arka çıkması başka bir ibretamiz tablo oluşturmaktadır. 

AWAİSİ: “NEDEN "BEYTÜLMAKDİS" TERİMİ TERCİH EDİLİYOR?” 

a.f. al-Awaisi, Hadislerin anlamlarını çarpıtarak, Kudüs’e Kudüs demenin bidat olduğu düşüncesini, bize reddiye müsveddesinde şu şekilde devam ettiriyor:

Tellioğlu yazısında el-Awaisi'nin ilk iş olarak Müslümanlar tarafından bin seneden fazla kullanılagelen Kudüs ismini değiştirmekle görevlendirildiği iddiasında bulunmakta ve peşinden Neden “Awaisi sürekli Beytülmakdis diyor”? sorusunu sormaktadır.

Arapça “Beytülmakdis” kavramı bizzat Rasulullah aleyhisselam tarafından kullanılan nebevi bir kavram olup, erken İslam kaynaklarında özellikle “İlya” olarak bilinen bölgeye işaret etmekteydi.

Bununla birlikte Rasulullah aleyhisselam birçok hadisinde Beytülmakdis'ten bahsetmiş ancak bir kez bile Kudüs kelimesini kullanmamıştır. O, “Beytülmakdis” kavramını bizlere sunarak mukaddes toprakları fethetmemiz için mihenk taşını elimize vermiştir”.

HADİSLERDE BEYTÜLMAKDİS MESCİDİ AKSA’NIN İSMİDİR

Beytülmakdis, Kudüs şehrini veya Filistin bölgesini tanımlayan nebevi bir kavram değildir, Resülüllah (s.a.s) tarafından Mescid-i Aksa kastedilerek kullanılan bir isimdir. İlgili hadislerin tamamında Beytülmakdis ismi Mescidi Aksa’yı tanımlamaktadır

Hiçbir hadiste ne şehri ve ne de bölgeyi kapsayan bir isim olarak kullanılmıştır. Hadislerden hareketle Kudüs için “Beytülmakdis isminin kullanılması sünnettir” demek, Resulullaha iftiradır.

Kudüs’e İliya diyen ashabı ve sonraki Müslümanları bidatçılıkla itham etmek kadar büyük bir sapıklıktır. Awaisi, hadislerin muhtevasında olmayan anlamları uydurarak, sorumluluk sahibi hiçbir Müslümanın cesaret edemeyeceği şekilde kendince yeni sünnetler ihdas etmektedir. Anlaşılan, Kitap, Sünnet, İcma-ı ümmet gibi dinin şeri kaynaklar kendisi bağlamamaktadır.

HZ. ÖMER VE SAHABİLER KUDÜS’E İLİYA DEMİŞTİR

Hz. Ömer Kudüs halkına verdiği eman metninde “İliya” ismini kullanmşıtır. Sahabiler, tabiin de bu ismi kullanmakta bir beis görmemiştir.

İlk İslam siyercilerinden İbn İshak, “Resulullah (s.a.s) Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya isra yaptı. O (yani Mescidi Aksa) İliya’daki Beytü’l-Makdis’tir” (İbn İshak, Fas 1976, s. 274) diye kaydetmektedir.

Kıblenin tahvili hadisinde; Beytülmakdis’ten Kabe’ye dönüldüğü ifade edilmektedir. Yani Mescidi Aksa’dan Kâbe’ye. Eğer şehir kastedilmiş olsaydı, hadisin lafzı “Beytülmakdis’ten Mekke’ye” şeklinde olmalıydı. Yani şehirden şehire.

Oysa burada “mescidden mescide” dönüş söz konusudur. Merak edenler Beytülmakdis ve İliya isimlerinin ne şekilde kullanıldığına hadis külliyatında bakabilirler.

Kudüs’e İliya diyen Hz. Ömer’i (Taberi’deki eman metninde) ve sahabileri sünneti terk etmekle itham etme, dolayısıyla onlara bidat ehli deme cüretini nereden alıyor bu adam!

AMAÇ KUDÜS’ÜN İSMİNİ HAFIZALARDAN SİLMEK

Müslümanlar tarafından bazen şehrin ismi Beytülmakdis olarak da kullanılmıştır. Mekke’ye giden birinin “Kabe’ye gidiyorum” demesi gibi. Ancak bin yıldır Müslümanların üzerinde icma ettikleri isim “Kudüs” ismidir. Selahaddin Eyyubi zamanında bu isme “eş-Şerif” sıfatı eklemiştir.

Osmanlılar da tarihleri boyunca bu şehri Kudüs-i Şerif olarak saygı ve hürmetle yad etmişlerdir.

Awaisi, yukarıda açıkça ortaya konulduğu gibi bir İngiliz projesi çerçevesinde, Abbasilerden Osmanlıya ve günümüze kadar ümmet tarafından İCMAEN kullanılagelmekte olan bu ismi yadsıyarak, Kudüs’ü tarihiyle birlikte Müslümanların hafızasından silmeye çalışmaktadır. 

ISRAİL’E ZIMNEN DESTEK

Yani İsrail Kudüs’ü ilhak edip başkent ilan ettiği, Mescid-i Aksa’nın altını oyarak yıkmaya çalıştığı, fanatik siyonist işgalcilerce hareminin kirletildiği, Filistinlilerin girişlerinin kısıtlandığı ve her türlü zulmün yapıldığı bir zamanda bir Filistinlinin kalkıp Kudüs-i Şerif’e karşı komplo kurması nasıl izah edilebilir.

Başka hiçbir şeye gerek kalmadan onun Kudüs’ün ismine takmış olması bile ipliğinin pazara çıkması için yeterliyken nasıl olur da, koca koca vakıflar, profesörler, üniversiteler, gazeteler, medeniyet kuramcısı veya tarihin derinliklerinde dolaşan yazarlar, milletvekilleri vs. onu “kutsal Hind ineği” gibi dokunulmaz bir varlık haline getirebilirler?

Kendisinin “Türkiye’ye geliş tarihinin Allah tarafından planlanmış olabileceğini” (https://www.star.com.tr/pazar/dunyaya-baris-beytul-makdisten-gelecek-haber-1262082/) söyleyebilen bir FETÖ müsveddesi bu kadar geniş bir kesimi nasıl kandırılabilir. Bunu bir saflık ve gaflet olarak nitelendirmek mümkün müdür?

SÜNNET UYDURMASI, RİVAYETLERİ ÇARPITMASI

Al-Awaisi, “Rasulullah aleyhisselam birçok hadisinde Beytülmakdis'ten bahsetmiş ancak bir kez bile Kudüs kelimesini kullanmamıştır” diyerek uydurduğu sünnete haklılık kazandırmaya çalışmaktadır. Oyasa Resulüllah (s.a.s) Beytülmakdis derken Mescid-i Aksa’yı kastettiği için Sahabiler ve sonraki Müslümanlar şehre İliya demekte bir beis görmemişler. 

Awaisi, Abdullah b. Ömer’in rivayetini çarpıtmaktadır. Awaisi, “Beytülmakdis’in sınırları Mekke ve Medine’nin sınırları gibi belirli ve mukaddes sınırlardır. Bu sınırlar zamanın ya da siyasi egemenliğin değişmesiyle değişmeyen sabit sınırlardır. Resulullah sınırları değiştireni lanetlemiştir” diyerek her türlü dini değeri kendine alet edinmekten çekinmemektedir. 

Zamanın değişmesiyle değişmeyen şeri sınırlar vardır ve Resulüllah bu sınırları değiştireni lanetlemişse, olmayan uydurma şeri sınırlar ihdas edeni de lanetlemiş olmalıdır! Şeri sınırlar nas ile belirlenmiş sınırlar olup, bunlar Hac menasikini eda ederken riayet edilen sınırlardır. Kâbe’nin haremi, ihram giyilecek mikat mahalleri, Mina’nın sınırları, Arafat vakfesinin yapılacağı sınırlar, Müzdelife’nin sınırları gibi.

Bu gibi şeri sınırlar nasla belirlenmiştir ve fakihler bu sınırların nereleri olduğunu ayrıntılı bir şekilde kaydetmiştir. Mesela Hac ibadeti sırasında bu sınırlara riayet etme zorunluluğu vardır.

Hadisi şerifte kastedilen şeri sınırlar bu gibi sınırlardır. Kudüs’ün ismini değiştirip Beytülmakdis bölgesi diye bir bölge uydurup bu bölgeye sınırlar çizmekle Peygambere iftiradan çekinmeyerek teşride bulunma cüretinde bulunabilmektedir.

Bu konuda şüphesi bulunan, aklını Awaisilere kaptırmış olan “arkadaşlarımıza”, gençlerimize bu konuda fakihlere danışmalarını salık veririz. 

KUDÜS’ÜN ŞER'İ SINIRLARI NERESİDİR?

Peki Kudüs’te Mekke’deki sınırlar gibi belirlenmiş sınırlar var mıdır? Buradaki mukaddes sınırlar Mescidi-i Aksa’nın sınırlarından ibarettir. Ve Müslümanların Mescid-i Aksa’yı ziyaretleri sırasında riayet etmeleri gerek sınırlar yoktur.

İhram giymek gibi, tavaf gibi, Mina, Arafat ve Müzdelife vakfeleri gibi rükünler yoktur. Yani Mesccid-i Aksa, Beytülmakdis sevap umarak yolculuk yapılabilecek, Kabe ve Mescid-i Nebevi’den sonraki üçüncü mescittir. 

Kâbe konstantınıyye ile aynı halkada!

Awaisi, ayrıca  uydurduğu “bereket daireleri teorisi” hezeyanında Mescid-i Aksa’yı merkeze alıp Kâbe’yi Konstantınıye (!) ile ayni düzlemde dairelerin en son halkasına yerleştirebilmiştir.

Beklenebilir bir durumdur ki bu şahsiyet başka bir zamanda, başka sünnetler ya da farzlar ihdas edip Mescid-i Aksa’yı Kabe’nin yerine koyabilecektir. Onun bu uçuk uydurmalarının işlendiği “Bereket Daireleri Teorisi” kitabını İHH tercüme ettirip yayınlayabilmiştir! 

AWAİSİ’YE GÖRE, KUDÜS’E “ISLAMIC JARUSALEM” DEMEK DE SÜNNET OLMALI!

Awaisi, bu kavramın kullanılarak, “mukaddes ve mübarek toprakların İslami kimliğine kavuşmasını katkı sağlamaktadır” demektedir. Yani Kudüs ismini Müslüman dünyaya unutturursanız bu mukaddes topraklar İslami kimliğine kavuşacaktır!? Nasıl bir mantık…

Peki bu Awaisi denilen şahsiyetin, Kudüs’ün ismini Beytülmakdis’e çevirirken, İngilizcede bunu neye çevirdiğini biliyor musunuz! Beytülmakdis=Islamicjerusalem. Jerusalem Yahudi ve Hıristiyanların kullandıkları bir isimdir.

Yeruşalem, Yeruşalayım vb. Bu isimlerin İslam tarihi ve kültüyle hiçbir ilgisi yoktur. Peki Arapça Kudüs İsmini Beytülmakdis’e çeviren Awaisi, neden İngilizce yazında Arapçadan mülhem, al-Quds olarak kullanılan ismi Yahudi ve Hıristiyanların Yeruşalem’ine tebdil eder. Bu nasıl sünneti ihya etmektir. Demiştik ya Müslümanların aklıyla dalga geçiyor “adam”. 

Resulullah (s.a.s) İstanbul için de bir kez olsun İstanbul ismini kullanmamıştır, Hadiste “Konstantiniyye” demiştir. Hadi İstanbul’a İstanbul demenin bidat olduğunu bu hadisi delil getirerek iddia etsin…! 

Öte taraftan, “Benim sünnetime ve benden sonra Hülefa-i Raşidin’in sünnetine ittiba edin” şeklindeki hadis-i şerife göre raşid halifelerin ikincisi olan Hz. Ömer’in sünnetine uymamız emredilmektedir.

Acaba Awaisi’nin saçma çıkarımına uyarak bu hadise göre Kudüs’e “İliya” demek bir sünneti ihya etmektir mi dememiz gerekecektir. Zira elimizde yazılı bir eman metni var ve Hz. Ömer bu metinde Kudüs için “İliya” ismini kullanmaktadır.

FAKİH Mİ, SİYASET BİLİMCİ Mİ, HADİS ALİMİ Mİ, TARİHÇİ Mİ?

Bu adam, fakih mi, siyaset bilimci mi, hadis âlimi mi, tarihçi mi? Biri olsan birinden birinde bazı doğru fikirleri olmuş olabilirdi. Ama anlaşıldığı kadarıyla sadece İngiltere’de üretilen projeyi uygulamaya koyacak bir eleman o...

Birleşik Arap Emirlikleri ile İngilizlerin ortaklaşa üretip Türkiye’ye saldığı bir eleman.. Bizim ondan alıntılayarak ortaya koyduğumuz, kimliği ve projesinin deşifre olmasına reddiyesindeki üslubu, onun kişiliğini ve ilmi seviyeni açık bir şekilde ortaya koymaktadır. 

Bundan dolayı normal şartlarda cevap verilmeye değer biri değildir.

Ancak üzerinden yürütülen projenin, onu bilerek ya da gaflet içinde destekleyen başta İHH olmak üzere ülkemizdeki bazı odakların marifetiyle, gençlerimize ve Müslümanlara vereceği zararlardan dolayı, onu ve tezviratla dolu müsveddelerini muhatap almaya katlanmak zorunda kaldık. 

İHH Awaisİ’nin vakfı ile yaptığı stratejik işbirliği anlaşması çerçevesinde onun Türk gençlerine Kudüs’e Kudüs demenin bidat olduğunu anlattığı seminerinden. İngilizler İngiltere’de ISRA’nın faaliyet masraflarını Birleşik Arap Emirliklerine karşılattırırken, Türkiye’de bu vakıftan bu görevi üstleniyor. Üstelik Birleşik Arap Emirliklerinin Libya’da, Somali’de, Suriye’de Türkiye karşı İsrail ve ABD planlarının ana destekçisi ve uygulayıcısı olduğu bilindiği halde.

12 Ekim tarihinde başlayacak olan İngiliz ISRA projesi kapsamında 1997 yılından beri her yıl düzenlenen sempozyumun bu yılkı ilanı. İlanda görüleceği üzere, sponsorlar arasından Ankara sosyal Bilimler Üniversitesi, Gençlik ve Spor Bakanlığı, İHH, KUTAD, İHH’nın yan kuruluşu İNSAMER, Artuklu Üniversitesi, Kudüs Bilinci Derneği (nasıl bir bilinçse) gibi kuruluşlar var.  Katılımcılar arasında ise Mehmet Görmez, İkrime Sabri gibi isimler de var.

Bu isimler Kudüs’e Kudüs demenin bidat olduğunu, Beytülmakdis demenin ise sünnet olduğunu sahip oldukları alim sıfatıyla kabul ediyorlar mı acaba! Ya da neye alet olduklarının farkındalar mı!?…

AYNI PROJENİN ÜRÜNÜ OĞUL KHALID AL-AWAISI DE AYNI ŞEYİ TEKRARLIYOR

Proje kapsamında Birleşik Arap Emirlikleri parasıyla yetiştirilen öğrencilerden biri olan oğul Khalid al-Awaisi de babasını tekrarlamaktadır.

Aynı finans ve programın ürünü diğer diğer öğrenciler de a.f. al-Awaisi’yi tekrarlayarak üretilen dezenformasyon bilgisini çoğaltmaya çalışmaktadır. Çünkü bu, Kudüs’ün hiçbir din ve millete ait olmayan çok kültürlü bir şehir, şehrin isminin Beytülmakdis olarak tebdili ile Taberi rivayetini inkâr ederek, Yahudileri Hz. Ömer ile birlikte Kudüs’e iskan etmekten ibaret olan proje ürünü akademik kisveye büründürülmüş kitap ve makaleler ilim dünyası tarafından ciddiye alınmamış ve bu çalışmalara atıf yapılmamıştır.

Bunun oluşturduğu boşluğu gidermek için mümkün olduğu kadar birbirlerini tekrarlayarak, sloganlarını çoğaltamaya, yaymaya çalışmaktadırlar. Bizzat a.f. Al-Awaisi’nin kendisi bile Ömer Emannamesi konusunda yazdığı müsveddeyi akademik yayın kisvesi altında aşağıda göstereceğimiz gibi defalarca yayınlamıştır. 

Baba Oğul Awaisiler, Türkiye’de İHH’nın sağladığı imkânlarla Ömer emannamesini  konuşarak Yahudileri Hz. Ömer ile birlikte Kudüs’e iskân edip, Yahudilerin Kudüs’teki haklarını(!), Taberi rivayetini inkar, Hz. Ömer’i istismar ederek tanıtmaya çalıştılar. 28,4,2018, genç ve beytülmakdis projesi.

AWAİSİ: “ÖMER EMANNAMESİ'NE YAKLAŞIM” 

a.f. Al-Awaisi, “… Ancak yazar, kullandığım kaynakların “hepsinin” Yahudilere ve Oryantalistlere ait çalışmalar olduğunu ve hiçbirinin aslının olmadığını iddia etmektedir. Kullandığım kaynaklara bakıldığında bu iddia da kendiliğinden çürüyecektir diyerek bizi yalanlamaya çalışmaktadır. Burada da Awaisi huyu olduğu üzere çarpıtma yapmaktan imtina etmiyor. 

Biz, Hz. Ömer Emannamesindeki Yahudilerle ilgili iddialarının “sadece Yahudi Oryantalistlerin konu hakkında ileri sürdüğü mesnetsiz iddialardır”; “Awaisinin Yahudi oryantalistlerden aktarıp iddia ettiği gibi Hz. Ömer, Yahudileri şehirde ikamet ettirip Hristiyanlar gibi onların da haklarını tanımış olsaydı, Mescid-i Aksa alanının onlara bırakmış olması gerekirdi” gibi ifadeler kullanmıştık. 

Ancak o meselenin özü olan, “Eman metnindeki Yahudilere yönelik yasak maddesini inkâr etmesi, Yahudileri Hz. Ömer ile birlikte Kudüs’e sokması gibi Yahudi Oryantalistlerin iddialarını savunmasına yönelik ithamlara cevap vereceği yerde, söylediklerimizi çarpıtarak konuyu savuşturma yoluna giderek söylediklerimizi çürüttüğünü zannetmektedir.

Oysa Hz. Ömer Emannamesi’nin Taberi rivayetinde Yahudilerle ilgili yasağın uydurma olduğunu Tritton, Goitein gibi Yahudi oryantalistlere dayanarak, ISRA projesi çerçevesinde birer gerçekmiş gibi savunmaktadır. (Bak. Awaisi’nin, Umar’s Assurance of Aman to The People of Aelia… tekrar tekrar yayınladığı yazı”

EMAN SADECE KUDÜSLÜ HRİSTİYANLARA VERİLMİŞTİR

Awaisi, fetih sırasında Kudüs’te sadece Hristiyanların yaşadığını, Yahudilerin şehirde bulunmadığını, emanın Patrik Sofranius’a, dolaysısıyla Hıristiyanlara verildiğini pas geçiyor... Yani emanın herhangi bir din ve topluluk ayrımı yapılmadan Kudüs’te oturan –ki bu sırada Kudüs’te hiçbir Yahudi oturmamaktadır- herkese verildiğini savunuyor.

Bunu yapabilmesi için de Yahudilerle ilgili yasak maddesini, kendisine kaynak aldığı Yahudi oryantalistler gibi inkâr etmesi gerekiyor. Bak. Awaisi, Umar’s Assurance of Aman to the Peoeple of Aelia.. Journal Al-Tamaadun, 2018, s. 70. https://ejournal.um.edu.my/index.php/JAT/article/view/12974/9174

Awaisi, Tritton ve Goitein’den metnin orijinalliği konusunda ayrıldığını söylüyor. Yani onlar bu metin tamamen uydurmadır demişlerdi. Awaisi, onların bu metni inkâr etmelerinin sebebi olan, Yahudilerle ilgili yasağın uydurma olduğunda onlara katılıyor, ama metnin gerisinin sahih olduğunu kabul ediyor.

Derin Tarih, Kudüs Özel sayısı, 2017, s. 59. Metnin bu madde dışındaki kısmı kabul etmesi, bu kısımdan çok dinli ve çok kültürlü bir Kudüs modeli çıkarabilmek içindir. Yani ISRA projesi için kullanışlı olmasından dolayıdır.

Yahudi oryantalistler ise Yahudilerin şehirde ikametlerini yasaklayan maddeden dolayı rivayetinin tamamını, Taberi’inin ravisi Seyf b. Ömer’i yalancılıkla itham ederek reddetmektedirler. 

HIRİSTİYAN TARİHÇİYİ DELİL GÖSTERİP İBN CERİR ET-TABERİ’Yİ YALANLIYOR

Daha da ilginci Taberi rivayetindeki bu yasak maddesinin doğru olmadığını, Taberi’den yaklaşık iki yüz yıl sonra yazan İbn Bitrik’in bu maddeyi kitabında kaydetmemesini, “Taberi’nin özellikle Yahudilerin bölgede iskândan men edilmesiyle ilgili istisna sayılabilecek kayıtları doğru olsaydı, İbnu’l-Bitrik bunları mutlaka kaydederdi.

İbnu’l-Bitrik gibi bir Hıristiyan bunu asla ihmal etmezdi” şeklinde delil getirerek ispatlamaktadır!  Örneği görülmemiş ilginç bir “ilmi” yaklaşım… Sonraki bir yazarın öncekindeki bir bilgiyi aktarmamış olması öncekinin yalancılığının ispatı oluyor! Bak. Derin Tarih, Kudüs Özel Sayısı, s. 55.

Oysa a.f. Al-Awaisi’nin, İbn Bitrik’in aynı kitabında yer alan ve Müslümanların fethinden hemen önce, bilhassa Kudüs’te Hıristiyanlarla Yahudiler arasında cereyan eden karşılıklı katliam ve yıkım olaylarını okumamış olduğu veya okumanın işine gelmediği anlaşılmaktadır.

Eğer okumuş olsaydı, Taberi’deki Yahudilerle ilgili ikamet yasağının neden doğru olduğunu ve Patrik Sofranius’un sırf bu maddeyi Müslümanlara kabul ettirmek için Hz. Ömer’in gelip şehri teslim almak için neden ısrarcı olduğunu görmüş olacaktı.

Yani Yahudilerin Müslümanlarla hareket ederek, Rum suresinde geçen Sasani işgali sırasında yaptıkları gibi bütün Hıristiyanları katledip, şehri kiliseleriyle birlikte baştanbaşa tahrip etmelerinden korktuğu içindir ki Sofranius Hz. Ömer’in bizzat gelmesinde ısrarcı olmuştur.

Ki buna rağmen Yahudiler fetihten sonra, Fetihten yaklaşık otuz yıl sonra yazan Ermeni tarihçi Sebeos’un ifadesiyle “Kudüs’ün Hıristiyanlarının tamamını yok etmek için şeytanca bir plan yaptılar” demektedir. Konu için bak. Sebeos, Harakleios Tarihi, İstanbul 2019, s. 92.

PROPAGANDA YAPAR GİBİ AYNI MAKALEYİ DEFALARCA YAYINLIYOR

Awaisi “1990’dan itibaren Ömer Emannamesi hakkında çalıştığını” iddia etmektedir. Ancak 2000 yılına kadar Emannamenin Yahudilerin Kudüs’te oturmasını yasaklayan maddesine bir itirazı yoktur.

Çünkü Awaisi’nin Hz. Ömer’in Kudüs (o zaman İliya) halkına verdiği eman metni hakkında 1998 yılındaki yayınında Hz. Ömer’in Yahudilerin Kudüs’e yerleşmelerini yasakladığı hususuna itiraz etmiyor. Hatta Hz. Ömer’in yeni bir yasak koymadığı, Hadrian’ın yasağını devam ettirdiğini kaydediyor. 

Awaisi 2000 yılına gelindiğinde birden bu eman metnine odaklanıyor ve Hz. Ömer’in Yahudilere Kudüs’e ikamet konusunda bir yasak getirmediğini, Yahudilerin bütün haklarının tanındığını savunmaya başlıyor. Bütün bunları Ömer Emannamesi’ne dayanarak yapıyor. 

Aynı makale görünümlü müsveddeyi neden defalarca yayınlatma ihtiyacı duymuştur, Yahudilerin aleyhinde olan bir maddeyi inkâr edebilmek için, hem de Filistinli bir Müslüman olarak neden bu kadar canhıraş bir çaba göstermektedir!? Aynı makalenin beş-altı defa yayınlatılmasını hangi ilmi ahlak ve kritere uydurmaktadır! 

a.f. al-Awaisi, ISRA projesinin en önemli parçalarından biri olan Hz. Ömer Emannamesi metnini, Yasin Aktay’a takdim ederken. 2015 Sabahattin Zaim Üniversitesi’nde

AWAİSİ: "SİYONİSTLERE FİLİSTİN TOPRAKLARINDAN HİÇBİR ŞEY VERMEDİM, VERMEM"

Awaisi Siyonistlere Filistin’den hiçbir şey vermediğini ileri sürüyor bize cevap verirken, Yahudilerin Hz. Ömer tarafından Kudüs’e iskan edildiğini, onların (maddi-manevi) Kudüs’teki haklarının Ömer Emannamesi ile Hıristiyanlar gibi Yahudilerin de haklarının tanındığı yalanını ileri sürerken, Mescid-i Aksa alanını onlara vermiş olmuyor mu!? Yahudilerin Kudüs’te hak iddia ettikleri kutsal alanın neresi oluduğunu bilmeyen var mı? Ki Karen Armstrong bile Awaisi’den haysiyetli davranarak, bu ikamet meselesinde Yahudileri Eman kapsamındaki surlarla çevrili şehrin içine değil de, şimdiki Silvan semtinin aşağısında Sloam havuzunun etrafına yerleştirildiğini iddia ediyor. Bak. Karen Armstrong, Jerusalem: One City, Three Faiths, New York 2005, s. 478. Kaldı ki bu iddianın da dayanağı yoktur. 

ISRA PROJESİNİN AMACI KUDÜS’ÜN TEK BAŞINA MÜSLÜMANLARA AİD OLMADIĞINI İNGİLİZ HÜKÜMETİ ADINA İSPAT ETMEKTEDİR.

İngiliz dişişleri Bakanlığı yapmış bir şahsiyet olan TONY LLOYD, ISRA’nın sempozyumunda Kudüs’ün Müslümanlara ait olduğu inancının bir yanılsama olarak açıklıyor. Ve ISRA projesinin bunu ortaya koymak olduğunu şu ifadelerle dile getiriyor: 

“Bu yüzyılın büyük bir bölümünde, Jerusalem şehri, çatışmalarla, şiddetle ve birbiriyle çelişen mülkiyet iddialarıyla eşanlamlı olmuştur. Bugün burada, Kudüs'teki Hristiyan-Müslüman ilişkileri üzerine düzenlenen tartışmalar sayesinde, Kudüs'ün sadece bir dinin veya ulusun münhasır mülkiyeti altında var olabileceği yanılsamasını (illüzyon) kırabileceğiz.”

Tony Llyod (İngiltere Dişişleri Bakanı 1997-1999), “Document Jerusalem and the Peace Process, Opening Address”, Journal of Islamic Jerusalem Studies (Summer 2000), 3 :-2, 95- 101. 

Birinci Dünya Savaşı’nda Filistin’in işgali sırasında aynı aileden İngiltere Başbakanı olan George Lloyd gençliğinde Theodor Herzl’in avukatlığını yapmış, İngiliz hükümetiyle irtibatını sağlamamış bir şahsiyettir. Gazze hezimetlerinden sonra atadığı yeni komutan Allenby’e, “Paskalya’dan önce Kudüs’ün mutlaka ele geçirilmesi gerektiği talimatını veren bir Evangelisttir. 

YAHUDİLERİN KUDÜS’TE HAKLARININ OLDUĞUNU İSPATLAMAYA ÇALIŞIYOR!

Bundan dolayı İngilizler Müslüman dünyaya Yahudilerin Kudüs üzerindeki haklarının kabul ettirilmesi gerekmektedir. Bunun politika veya savaşlarla mümkün olmadığı günümüze kadar yaşanan tecrübelerle açıkça anlaşılmıştır. Dolayısıyla daha temele inip İslam dininden, Müslümanların tarihinden bir takım yeni kurguların üretilmesi gerekmektedir. İşte bu akademinin var olma sebebi de tam budur. 

1- Kudüs’ün hiçbir millete ait olmayan çok kültürlü bir yapısı olduğunu ortaya koymak. Bunun için Ömer emannamesindeki Yahudilerle ilgili maddenin yok edilmesi gerekmektedir. Ayrıca bu eman metninden daha önce Medine Vesikası’na dayalı olarak çok kültürlü bir ideoloji çıkarmak cambazlığı gibi, Kudüslü Hristiyanlara verilmiş olan eman metninden de aynı cambazlıkla Kudüs’ün sadece Müslümanlara değil, herkese ait çok kültürlü bir şehir olduğu ideolojisi üretilmek istenmektedir.  

2- Şehrin İslam medeniyetinde şekil bulmuş ve bin yıldır dünya Müslümanları tarafından icmaen kabul görmüş adının değiştirilerek Şehrin Müslüman kimliğinin yok edilmek istenmesidir. Kudüs ismi Bundan dolayı hadislerde sadece Mescidi Aksa’yı belirtmek için kullanılan Beytü’l-Makdis ismi -bazen sonraki Müslümanlar tarafından şehir için bu ismin kullanılmış olması bu durumu değiştirmemektedir- şehrin isminin yerine konulmuştur. 

3- Unutulmamalıdır ki şehirdeki Hristiyan varlığı Fetihten itibaren tarih boyunca Müslüman kimliği üzerinden tanımlanarak, İslam hukukunun sağlamış olduğu haklar çerçevesinden mevcudiyetini muhafaza etmiştir.  

AWAİSİ: "TÜRKÇE BİLMEDEN TÜRKİYE'DEKİ ÜNİVERSİTELERDE NASIL ÇALIŞTIM?"

Evet. İngiltere’den Türkiye’ye gönderilen a.f. Al-Awaisi, ilk önce 2012 yılında bir Üniversite’nin Medeniyetler İttifakı Enstitüsü’ne göreve başlıyor. Sonra kendi ifadesine (Gerçek Hayat dergisine gönderdiği tekzipte) göre burada bir yıl kaldıktan sonra birden uluslararası ilişkiler bölümü olmadığını ve iş ilanlarını takip ederek (inanırsanız!) gereken evraklarla Sabahattin Zaim Üniversitesine başvuruyor! (Türkiye’de öğretim elemanı kadro ilanlarının şahsa özel yapıldığını bilmeyen akademisyen yoktur. Alınacak kişi bellidir ve o kişinin özellikleri yazılır ilanın ilgili bölümüne başkaları müracaat etmesin diye).  

Anlattığına göre prosedür uygulanır ve göreve başlar. Mülakatına Medeniyetler İttifakı Enstitüsü’nün müdürü, yani önceki müdürü de hazır bulunur. Bu müdür Awaisi’yi kendi enstitüsünde tutmayı başaramaz ve ona yeni bir görev sağlamak için üzerine düşeni yapar. 

Ancak Sabahattin Zaim Üniversitesi’nde dilediği bölümde olduğu halde bu üniversiteden ayrılıp neden Ankara Sosyal Bilimler Üniversite’sine gitti?

Sebebi bu üniversitede beş yıl boyunca İngiltere’den üstlendiği görev olan yüksek Lisans ve doktora programı açtırmayı bir türlü başaramamasıdır. Onu oraya yerleştiren irade, bu üniversitede amaçladığı programı açıp, İngiliz-Birleşik Arap Emirlikleri projesi çerçevesinde bir yüksek lisans programı açtırmayı başaramamıştır. Bu imkân kendisine 2018 yılında yerleştirildiği Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi’nde sağlanmıştır!

AHMET AĞIRAKÇA: “TAVSİYE MEKTUBU VERMEDİM, AWAİSİ YALANCIDIR, İFTİRACIDIR”

Awaisi, reddiye yazısında, “Prof.Dr. Ahmet Ağırakça da Sabahattin Zaim Üniversitesi’nde Profesör olarak görev almamı destekleyen bir tavsiye mektubu yazmıştı” demektedir.

Eğer söylediği doğruysa, oğul Khalid al-Awaisi’yi kendi üniversitesinde himaye ederken, baba Awaisi için de tavsiye mektubu yazmaktaydı Ahmet Ağırakça. 

Ancak Ağırakça Awaisi’nin bu iddiasını kendisine ilettiğimizde o bu iddiayı şiddetle redderek, “Awaisi yalan söylüyor. Benim asla ve kat’a ona referans olduğum mümkün değlidir, yalandır. … Ben ne yaptığımı biliyorum ve bu adama asla ben referans olmuş değilim, yalan söylüyor ve iftira ediyor. Ben onun oraya girmemesi için adamları uyarmıştım… “ şeklinde cevap verdi. 

Ancak Ağırakça, Filistin ve Kudüs meselesi ile yakından ilgilenen bir şahsiyet edasında olmasına rağmen, Awaisi’nin Kudüs üzerindeki tezviratları konusunda hiçbir açıklamada bulunmak, kamuoyunu bilgilendirmek, bir kısmı ile organik ilişkide olduğu ilgili taraflara uyarılarda bulunmak gibi hiçbir açıklaması, teşebbüsü olmamıştır.

Ayrıca Artuklu Üniversitesi’nde Kurduğu Kudüs ve Filistin Araştırmaları Merkezi’nin müdürlüğüne de Awaisi’nin vakfının mütevelli heyeti üyelerinden ve ISRA projesinin aktif yürütücülerinden biri olan, kendi öğrencisi Ziya Polat’ı atamıştır. 

Filistinli Alimler Birliği’nin panelinde Awaisi, Ağırakça, birliğin başkannı Navvaf Tekruri ve diğerleri

AWAİSİ TÜRKİYE’YE GÖNDERİLDİ, HER CÜMLE AWAİSİLERDEN İKTİBASTIR

a.f. al-Awaisi; “Yazar, El-Awaisi'nin 2012'de İngiltere'den Türkiyeye görevini yereni getirmek üzere gönderildiği gibi tamamen asılsız ve uydurma bir iftirayı yazmaktan çekinmemiştir. Kuşkusuz Tellioğlu, fıkıhta yer alan “beyyine külfeti müddeiye aittir.” kaidesini ya bilmiyor ya da unutmuş olmalıdır. Bu, hiçbir delil olmadan kendisini hakaret ve iftiralara sürükleyen hayallerinin ve evhamlarının peşinden koşmaktan başka bir şey değildir. Buna bir bahane bulmak istesem şunu söylerdim: Bu sorunların sebebi yeterli İngilizce bilgisinin olmamasıdır. Dolayısıyla her şeyi birbirine karıştırmış ve hak etmediğim ithamlarla şahsıma dil uzatmaya kalkışmıştır."

Awaisi Türkiye’ye önceden yapılmış bir plan dâhilinde ISRA projesi için gönderilmiştir. Ve bu “asılsız ve uydurma bir iftira” değildir.

Ve edep sınırları kendisi için bir şey ifade etmeyen Awaisi, kendi kaynaklarından aktarılan bilgiler için bir fıkıh kuralına sığınarak beyyine istemektedir! ISRA projesi 2002 yılından itibaren BAE’ye kurdurulan Al-Maktoum Enstitüsü’nde yürütüldü.

Diğer faaliyetlerin yanında belirli sayıda doktora öğrencisi yetiştirildikten sonra 2007 yılında yeni bir stratejik karar alındı. Bu karara göre altyapısı ve elemanları yetiştirilen bu proje İslam coğrafyasına kaydırılacaktır. Hedef ülkeler; Mısır, Malezya ve Türkiye’dir. Bak. Abd al-Fattah Awaisi, el-Meşru’ el Ma’rifi li-Beyti’l-Makdis 1994-2024, s. 26, 36.

KURAN ÜZERİNE YEMİN

Awaisi, bir takım çevrelerin, özellikle İHH’nın çatısı altında gaflete düşürdüğü Türk gençlerine Kuran üzerine yemin ettirmektedir.

Elinde tuttuğu metinde ne yazdığını bilmiyoruz, ancak Awaisi kim oluyor ki hezeyanlarına Kur’an-ı Kerim’i delil getirerek gençlerimize onun üzerine el bastırtarak yemin ettirebiliyor, biat alırcasına. Ki kendisi İngiltere Kraliçesine ve onun soyuna bağlılık yemini etmiş bir İngiliz vatandaşıdır.

Bu ülkeyi, bu kadar sahipsiz, tamamını aptal mı zannetmektedir? Ayrıca Beytülmakdis ismi yerine Kudüs isminin kullanılmasının sünnetten bir sapma olduğu gibi saçma bir hüküm çıkarırken, nasıl olur da kitap, sünnet ve İslam fıkıh geleneğinde şer’i delili olmayan bir şekilde Kuran üzerine insanlara yemin ettirebiliyor!

Bu yemini Awaisi yaptırdığına göre yemini yapan da ona karşı bir sorumluluk üstleniyor. Yani Awaisi, yemin ettirdiği bu gençleri artık kendi saçma fikirlerine bağlı, konu hakkında onun sözünden dışarı çıkamayacak birer eleman haline gelmiş oluyor?

.

Awaisi, İngiltere ISRA kuruluşunun, Türkiye versiyonu vakfının Mütevelli Heyeti Başkan Yardımcısı İbrahim Özcoşar'ı Artuklu Üniversites'ne Rektör atanmasından dolayı tebrik ediyor. Kendisi Ankara Sos. Bilimler Üniversitesinde bir kürsü sahibi olurken, oğlunu da bu kürsüye tranfer ediyor.

Başka bir üniversitenin idaresi de kendi adamlarından birinin yönetimine giriyor. Böylece Awaisi,  2007’de İngiltere’de aldıkları İslam ülkelerine yayılma kararına göre Türkiye’de “üst karar mekanizmalarına ulaşarak iş görme” düzeyine erişme başarısın göstermiştir

AÇIK TEHDİT

 a.f. al-Awaisi, Gerçek Hayat’taki yayından sonra kendisini savunmak için Facebook sayfasından çok sayıda paylaşımda bulundu. Bunlardan biri ise, çalışmalarının hiçbir şekilde engellenemeyeceğine, engellerin her halükarda aşılacağına dair paylaştığı bir grafikti.

Bu çizimde, oklarla engelin altından tünel kazılarak geçiliyor, üstünden atlanarak engel aşılıyor ve bunlar olmazsa engel tahrip edilerek ortadan kaldırılıyor. Yani bir ilim adamı kendisini ilzam edenlere karşı böyle bir paylaşımla tehditte bulunabilir mi? Hangi güce sığınarak kendisine ve projelerine engel teşkil edenleri Türkiye’de tahrip ederek aşacağını açıkça ilan edebiliyor!

.

Dr. Ömer Tellioğlu, dikGAZETE.com

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
TÜRKİYE GÜNDEMİ
BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
ÇOK OKUNAN HABERLER