Dünya

Hong Kong, Çin egemenliğindeki 25 yılda demokrasinin aşınmasına tanıklık etti

Pekin yönetimi, son 10 yılda, uluslararası finans ve ticaret merkezi konumundaki kentteki siyasal hak ve özgürlükleri, özerk yönetim yapısını ve yargı bağımsızlığını gerileten müdahalelerini artırdı

Hong Kong, Çin egemenliğindeki 25 yılda demokrasinin aşınmasına tanıklık etti
01-07-2022 14:29
Pekin

Çin'in Hong Kong Özel İdari Bölgesi, İngiliz sömürge yönetiminden ana vatana devrinin 25. yıl dönümünde, son yıllarda Pekin'in dozu artan müdahaleleriyle, siyasal hak ve özgürlüklerin gerilediği, özerk yönetim yapısının ve yargı bağımsızlığının aşındığı bir süreci yaşıyor.

Bölgenin son 10 yılı, 2014'te seçim yasası değişikliklerine ve 2019'da ise suçluların iadesi yasa tasarısına karşı düzenlenen kitlesel protestolardan, 2020'de çıkan Ulusal Güvenlik Yasası'na ve 2021'de demokrasi yanlısı muhalefetin siyasal sistemden dışlanmasının yolunu açan seçim değişikliklerine kadar, Hong Kong'un demokratik özerkliğinin işlevini kaybettiği ve merkezi hükümetin etkisinin giderek belirginleştiği bir dönem oldu.

Pekin yönetimi, son yıllarda "tek ülke, iki sistem" olarak tasvir edilen bölgenin özerk yönetim yapısını aşındırdığına yönelik eleştirilere hedef olurken, "ulusal güvenlik", "ulusal egemenlik" ve "kalkınma çıkarları" gibi gerekçelerle bölge üzerindeki kontrolünü artırıyor.

Dünyada ortalama yaşam beklentisinin en yüksek olduğu, en gelişmiş kentlerden biri olan, yaklaşık 7,4 milyon nüfuslu Hong Kong, Çin hakimiyetinde olduğu dönemde, ana karanın dünyaya açılan penceresi, kalkınma ve demokratik gelişme açısından "model" olarak görülürken, son 10 yıldaki müdahalelerle giderek artan oranda Pekin'in çerçevesini çizdiği bir modele uymaya zorlanıyor.

Tarihsel süreç

İlk kez M.Ö. 214 yılında Çin topraklarında merkezi bir idare kuran Çin Hanedanı'nın Yarımada'daki Baiyue yerlileriyle yaptığı savaşın ardından Çin egemenliğine giren Hong Kong, İnci Nehri'nin Pasifik Okyanusu ile birleştiği körfezin doğu kıyısındaki yarımadada kurulmuştu.

16. yüzyıldan itibaren deniz ticaretinin gelişmesiyle, okyanus ile geniş bir tarım hinterlandının buluşma noktasında yer alan bölge önem kazandı. İlkin Portekizliler, ardından deniz ticaretinde güçlü diğer Batılı devletler Hong Kong'u Çin ile ticarette kritik bir durak olarak kullanmaya başladı.

19. yüzyılda Çin'i yöneten Çing Hanedanı'nın afyon ticaretini yasaklaması ve gemilere el koyması üzerine İngiltere'nin başını çektiği Batılı devletler ile Çin arasında Afyon Savaşları patlak verdi. Harp teknolojisi bakımından İngilizlerden çok geri olan Çin İmparatorluğu, savaşlar sonunda 1842 ve 1860'ta imzaladığı anlaşmalarla Hong Kong'u hasımlarına bırakmak zorunda kaldı.

Hong Kong, 1898'de İngiltere ile Çin arasında imzalanan "kira sözleşmesi" ile bu ülkeye devredildi ve uzun yıllar İngiliz hakimiyetinde kaldı.

İkinci Dünya Savaşı sırasında 1941-1945'de kısa süre Japonya'nın işgal altında tuttuğu bölge, savaşın ardından yeniden İngiltere'nin kontrolüne geçti.

Bu arada, Çin'de 1945-1949'daki iç savaştan galip çıkan Çin Komünist Partisi (ÇKP) yönetimi ele aldı ve Çin Halk Cumhuriyeti kuruldu.

"Tek ülke, iki sistem"

1980'li yılların başında, yirmi yüzyılın ikinci yarısı boyunca deniz aşırı sömürgelerinden çekilme siyaseti izleyen İngiltere'nin Başbakanı Margaret Thatcher ile zamanın Çin lideri Dıng Şiaoping arasında Hong Kong'un devrine ilişkin gizli görüşmeler yürütüldü. Taraflar, 1984 yılında imzalanan Çin-İngiliz Ortak Deklarasyonu ile Hong Kong'un 1997'de Çin Halk Cumhuriyeti'ne devredilmesine karar verdi.

Çin-İngiliz Ortak Deklarasyonu, Hong Kong'a 2047'ye kadar 50 yıl boyunca basın, ifade, toplanma, inanç ve serbest akademik çalışma gibi özgürlükleri ile bağımsız idari ve hukuki yapısını koruma hakkı tanınmasını öngörüyordu.

Hong Kong, Çin'e bağlı olacağı süreçte kendisine ait para birimi, dil, hukuk sistemi ve kimlik kullanacak, sadece savunma ve dış politika gibi konularda Pekin'e bağlı olacaktı.

Bölgede özerk yapı öngören bu yönetim modeli, "tek ülke, iki sistem" olarak adlandırıldı.

Pekin yönetimi, uzun süre bu modele sadık kalarak, Hong Kong vatandaşlarına ana karada bulunmayan düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüklerini tanıdı. Ayrıca ana karada çok partili demokrasinin bulunmamasına ve seçimlerin yapılmamasına karşın, Hong Kong'da sömürge döneminde getirilen kanunlar uyarınca seçimlere izin verildi.

Kentte Yasama Meclisi kısmen genel oyla, kısmen de sektör temsilcilerinin seçtiği adaylarla belirlenirken, yürütmenin başı olan Baş Yönetici, Yasama Meclisi, meslek grupları ve iş dünyasından temsilcilerin yer aldığı Seçim Komitesi'nin aday göstermesiyle, Çin'de kabine işlevini yerine getiren Devlet Konseyi tarafından atanıyordu.

"Şemsiye Devrimi"

Çin'in yasama organı Ulusal Halk Kongresi Daimi Komitesi'nin, 31 Ağustos 2014'te aldığı kararla 2017 yılında yapılacak baş yönetici seçiminde adaylar için ön değerlendirme prosedürü getiren kararı, bölgenin özerkliğine yönelik ilk doğrudan müdahale girişimi oldu.

Pekin'in bölgedeki demokratik seçimlere müdahale etmemesini ve baş yöneticinin de genel oyla seçileceği daha geniş katılımlı şeffaf bir siyasal sistem talep eden protestocular, 79 gün boyunca kentin farklı bölgelerinde eylemler düzenledi.

Polisin biber gazı ile yaptığı müdahalelere göstericilerin şemsiyelerle karşı koyması nedeniyle, söz konusu protestolar "Şemsiye Devrimi" adıyla anıldı.

Protestoların ardından Yasama Meclisi, 18 Haziran 2015'te hükümetin Pekin'in yönlendirmesiyle sunduğu seçim reformu önerisini reddetti.

Suçluların iadesi yasa tasarısı

Hong Kong'da, Şubat 2019'da, yerel hükümetin, yine Pekin'in yönlendirmesiyle, suçluların Çin ana karası ve Tayvan'a iadesini öngören yasa tasarısını Yasama Meclisine sunması, bölgede o güne dek görülen en büyük protesto dalgasının fitilini ateşledi.

Tasarının, "tek ülke, iki sistem" anlayışlı çerçevesinde özerk hukuk sistemini koruyacağı güvencesi verilen özel statülü bölgenin yasal sistemini Pekin'in müdahalesine açacağını savunan demokrasi yanlısı muhalefet tasarıya karşı çıktı.

O yıllarda merkezi hükümetin, Hong Konglu bazı kitap yayıncılarını ana karada ve üçüncü ülkelerde tutuklatıp Hong Kong kanunlarına göre suç olmayan gerekçelerle yargılaması, ifade ve basın yayın özgürlüğü alanındaki güvencelerin aşındırıldığı gerekçesiyle vatandaşların tepkisine yol açmıştı.

Yasa tasarısına karşı Haziran 2019'da başlayan demokrasi yanlısı protestolar, Carrie Lam hükümetine karşı yıl sonuna kadar devam eden kitlesel gösterilere dönüştü.

Başta protestolara karşı tasarıyı savunan Lam hükümeti, 23 Ekim 2019'da tasarıyı tamamen geri çekmek zorunda kaldı. Göstericiler, tasarının çekilmesinin ardından, "demokratik reform" talebiyle ve Hong Kong'un demokratik özerkliğini aşındıran tüm adımlarına karşı protestolarını sürdürdü.

Kitle gösterileri ancak 2019 sonunda Kovid-19 salgınının ortaya çıkmasının ardından sokağa çıkma yasakları ve sosyal mesafe tedbirlerinin uygulanmaya başlamasıyla yatışabildi.

Ulusal Güvenlik Yasası

Pekin yönetimi, protestoların yıl dönümü olan Haziran 2020'de çıkardığı Ulusal Güvenlik Yasası ile "devleti yıkmaya teşebbüs, vatana ihanet ve ulusal güvenliği tehlikeye atan eylemleri" suç haline getirdi.

İçeriği itibarıyla aslen demokrasi yanlısı protesto hareketini hedef alan yasanın yürürlüğe girmesiyle Çin medyası tarafından, "Hong Kong'un vatan hainleri" olarak nitelenen muhalif gazeteciler, siyasetçiler, iş insanları ve aktivistlerin "ulusal güvenlik" gerekçesiyle yargılanmalarının önü açıldı.

Yasa kapsamında 100'den fazla muhalif hakkında soruşturma başlatılırken, demokrasi yanlısı çok sayıda sivil toplum örgütü ve medya kuruluşu baskılar nedeniyle kapılarını kapatmak zorunda kaldı.

Pekin çizgisindeki hükümet ve siyasetçiler, eleştirilere karşı yasayı ve soruşturmaları savunurken, yasanın "kargaşadan düzene geçişi sağladığı" tezini dile getirdi.

Seçim sistemindeki değişiklik

Ulusal Güvenlik Yasası'nın ardından merkezi hükümet, bu kez demokrasi yanlılarının Yasama Meclisinde temsil edilmelerini önlemek üzere seçim sisteminde değişikliklere gitti.

"Hong Kong'u vatanseverlerin yönetmesi" sloganıyla gerekliliği savunulan değişikliklerle, yerel yasama organı niteliğindeki Yasama Konseyinin ve Hong Kong Baş Yöneticisini seçmekle görevli Seçim Komitesi'nin üye sayısı ve kompozisyonu yeniden belirlendi.

Ayrıca demokrasi yanlısı muhaliflerin Yasama Meclisi seçimlerinde aday olamamaları için aday olma kriterlerine "ulusal güvenliğe tehdit oluşturmama" gibi belirsiz şartlar eklendi. Yeni kurallara göre, Ulusal Güvenlik Yasası kapsamında soruşturma açılan kişiler milletvekili adayı olamıyordu.

Bölgede Aralık 2020'de yapılması gereken Yasama Meclisi seçimleri Kovid-19 salgını gerekçe gösterilerek ertelenirken, seçim yasasındaki değişikliklerin ardından 19 Aralık 2021'de yapılan ilk seçimde muhalif partilerin adayları seçime katılmadı. Yeni seçilen milletvekillerinin çoğu Pekin yanlısı isimlerden oluştu.

Katılımın yüzde 30,2'de kaldığı seçim nedeniyle Hong Kong'da demokrasinin erozyona uğradığı eleştirileri yapıldı.

Kaynak: AA

dikGAZETE.com
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
TÜRKİYE GÜNDEMİ
BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
ÇOK OKUNAN HABERLER