Paralel devlet yapılanması ilk kez bir üniversitede sempozyumda ele alındı.
Süleyman Demirel Üniversitesi Prof. Dr. M. Lütfü Çakmakçı Kültür Merkezi’nde düzenlenen Milli Bir Tehdit Olarak Paralel Devlet Yapılanması sempozyumunun sabahki oturumuna konuşmacı olarak eski Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Emin Arslan, eski Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun, eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı, İnönü Üniversitesi Öğretim Üyesi Ruhi Abat katıldı.Oturumun moderatörlüğünü Sabah gazetesi köşe yazarı Ferhat Ünlü yaptı.
"PARALEL YAPI BİR TERÖR ÖRGÜTÜDÜR"
Sempozyumda ilk olarak eski Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Emin Arslan söz aldı. Türkiye’yi hedef haline getiren ülkelerin terörü amaçlarına ulaşmada bir araç olarak kullandığını belirten Arslan, paralel devlet yapılanmasının neden terör örgütü olduğu sorusuna yanıt verdi.Arslan, “Cemaat mensuplarının polis teşkilatında listeler halinde sınavları kazanmalarına engel olmam kurum içinde ve dışında Ergenekon, Balyoz gibi uydurma operasyonların yanlış olduğunu söylemem nedeniyle hedef seçildim. Benim gibi arkadaşların hedef seçilmesinde bu uydurma operasyonları yapacak ekiplerin yerleştirilmesi sahte belgelerin üretilmesi zor olacağı için bizler teşkilattan uzaklaştırdık. Bizim üzerimizden de teşkilatta korku yaratıldı. Örgütün amacı kendi yaptıkları kumpaslara karşı çıkacak, şantajla kendi yanına çekemeyecekleri kişileri ortadan kaldırmışlardır. Bu örgüt ele geçirdikleri emniyet hukuk ve telekomünikasyon kurumları ile kişileri dinlemeye aldı Topladığı bilgilerle özel hayatı deşifre ederek korku toplumu oluşturmuşlar ve siyaseti dizayn etmek istemişlerdir” dedi.
Terörle Mücadele Kanunu’nda terör örgütünü tanımın yapıldığını kaydeden Arslan, “Bir ülkenin Başbakanını odasını dinlemek, Milli Güvenlik Kurumu’nu dinlemek, askeri, bakanları dinlemek bu yapılanlar Terörle Mücadele Kanunu’nun 1. maddesi doğrultusunda terör eylemidir. Bunları gerçekleştiren örgütte terör örgütüdür” dedi.
"BASKICI MODEL GETİRMEK AMACINDAYDILAR"
Eski Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun da, bu örgütün Türkiye’ye bir Saddam, Esed, Hitler gibi baskıcı model getirmek istediğini belirterek, şöyle konuştu:“15 -16 yaşındaki çocukları yurt sorunuyla yanlarına çekiyorlar. Evde ders yapmakla başlanır. Bu beyin yıkama aşaması. O gençler biat eder hale geliyor. Tabi olan insan oluyorlar. Bu gençler Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı değil cemaat yurttaşı haline getiriyorlar. Cemaat biçimiyle yaşamaya çalışıyorlar. O arkadaş çevresinin de dışına çıkamıyorlar. Gidecekleri okullar sahip oldukları işi evlenecek eşlerini seçme hakları yok. Kızlara erkeklerin, erkeklere kızların fotoğrafının olduğu albümü götürüp bunların içinde birini seç al diyorlar. Bu gençler daha sonraki hayat aşamasında çocuklarını da cemaatçi yapmak zorunda kalıyorlar. Polis okullarını aileden cemaatçi olarak gelen çocuklar kazandırılıyor. Meslek sahibi olduklarında bekarsa maaşın yüzde 20’si evliyse yüzde 10’u cemaate gidiyor. Paraya sahip olan cemaat doğuyor. Bir hırsızlık yöntemi doğuyor.”
"KARARGAH OLMADAN MÜCADELE OLMAZ"
Bu cemaatin elinde hepimizin nüfus, tapu, diploma kaydının bulunduğunu öne süren Uzun, “Dünyanın en güçlü arşivi bunların elinde. Bu mücadeleyi Türkiye Cumhuriyeti’nin başarması için ortak karargah oluşturulması lazım. Kurumlar, kişiler arasında kim ne biliyorsa bilgi birikimlerini alıp transfer etmek lazım. Oradan alınan bilgilerin de siyasi karar verici makamlara aktarılması lazım. Karargah olmadan mücadele olmaz. Çünkü karşıdaki cemaat örgütü karargah gibi hareket ediyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığını, birliğini devam ettiren kim varsa bunların hedefindedir” diye konuştu."TÜRKİYE’DE DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜNÜN EKSİKLİĞİNİ KABUL ETMEK GEREKİR"
Eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı da demokrasi, hukukun üstünlüğü, fikir ve düşüce özgürlüğünü içselleştiremeyen ülkelerde kargaşanın, töre olaylarını devam ettiğini belirtti ve şunları kaydetti:“Ülkemizde yaşanan kaosun, terörün, ülke güvenliğine yönelik yapılanmaların temelinde Türkiye’de hukuk, demokrasi ve düşünce özgürlüğünün eksikliğini kabul etmemiz gerekir. Bir dini teşkilatın, bir devletin içine yerleşerek nasıl ülke yönetmeye kadar hatta güçlü iktidarı devirmeye kadar gideceği mantığını insanlar anlamıyor. Ülkemizi bugünlere getiren ortama bakmak lazım. Türkiye yakın tarihte hep darbelerle uğraşmış. Asker siyasete sürekli müdahale içinde olmuş. Gerektiği zamanda zorla sokağa çıkarak hakimiyeti kurmuştur. Bu durumun insanlar arasında yarattığı travma var. Gerçekten halkın seçtiği güçlerin karar vermesi yönünde demokrasi beklentisi var.
Bunun paralelinde dünyada İslam hareketleri şiddet kullanmaya başladı. Batı dünyası 90’lardan itibaren bu hareketlere yönelik tedbir almaya başladı. Buna karşılık şiddete dayanmayan barışçıl İslami hareketler dünyada destek görmeye başladı. 2002 seçimlerinde İslami anlayışa sahip AK Parti iktidara geldi ama rejimin sahibiyim diyen militan güçler onunla iktidarı paylaşmak istemiyordu. İşte böylesi bir ortam, cemaatin yaptığı bir çok şeyi meşrulaştırmıştır. Kendi anlayışlarına göre eğitim faaliyetlerine önem veren iyilik perisi bir halleri vardı. Hoşgörü mantığıyla yanaştılar. Kendileri dışındaki insanlara ehli dünya diyorlardı. Kendileri bu dünyadan beklentisi olmadıkları anlayışını dillendirdikleri için destek buluyorlardı.
Cemaati bu ülkede insanlar destekliyordu. Devlet yetkilileri bunların çeşitli kadrolara atanmasına da destek veriyordu. Böylesine anlayışta olan bir cemaat bugün paralel devlete dönüştü. Mevcut iktidarın dini duyguları yüksek insanları göreve getirme gayretiyle cemaat mensupları kurumlarda, makam mevki elde etmeye çalıştılar."
"BU CEMAATİ VAR EDEN BU ÜLKENİN ŞARTLARIDIR"
Bu yapının bir yandan siyaseti etkilemeye çalışırken, diğer yandan kendi önlerinde duran insanları çeşitli bahanelerle karalamaya başladığını kaydeden Avcı, sözlerini şöyle sürdürdü:"Emniyette sürekli yüksek makamlar elde etmeye çalıştılar. Buna engel olan yetkilileri ihbar mektuplarıyla uzaklaştırdılar. Mevcut iktidara daha yakın cemaat mensubu olmayanları görevden aldıramıyorlardı. Daha sonra emniyet ve yargı güçlerini birleştirerek komplolara başladılar. Basit uydurma gerekçelerle örgütlerle irtibatları var diyerek komplo kurdular.
Bir üst düzey emniyet mensubunu yargılamak için birtakım aşamalardan geçmeniz gerekir. Özel yetkili mahkemelerle bu komploları hazırladılar. Emniyet ve yargıda güce ulaşan cemaat kendi hedefledikleri operasyonlara başladılar. Cemaat destekli Ergenekon, casusluk, balyoz gibi onlarca operasyon başladı. Türkiye’de basın bunlara destek verdi. Kirli geçmişle, Susurluk zihniyetiyle hesaplaşılıyor diye bunları alkışladılar. Çünkü toplumda bu yönde bir beklenti vardı. Sonra haksızı tutuklamalar başladı.
Askeri planların sahte olduğu ortaya çıktı. Kendi mensuplarını terfi ettirmek için oradaki nitelikli pek çok insanı gözaltına alıp suçladılar. Kendini sevmeyen unsurlara karşı, herkesi tutuklayabilen, herkese her şeyi yapabilen bir anlayışı ortaya koydular. Cemaat güçlenmişti. Mevcut hükümeti dış politikası terör politikası farklı, cemaatin farklı politikası vardı. Cemaat kendi anlayışını dayatmaya başladı. Toplumu susturduktan sonra iktidarla karşı karşıya kaldı. Hükümet artık cemaat yavaş yavaş dur demeye başlayınca cemaat hükümeti devirmeye yönelik program hazırladı.
17-25 Aralık operasyonları ve sonrasında aynı anda yapılacak operasyonlarla hükümetin ayakta kalma şansı yoktu. Cemaat yargıyı kullanmayı çok iyi öğrenmişti. Bu silahın önünde kimse duramıyordu çünkü. İktidarı alaşağı etmek istedi. Kendilerinin hesap etmedikleri bir aksama oldu. Yargının verdiği kararın uygulanmaması üzerine cemaatin planı aralık alında bozuldu sonra geri dönüş başladı. Türkiye’de dinlemeyen siyasi parti yok.
Mahremiyetine girilmeyen siyasi parti yok. Dinlenmeyen etkin grup yok. Devletin en gizli toplantısı basına sızdırılıyor. Bu cemaati var eden bu toplumun şartları ve dinamikleridir. Onların tüm bu tahribatları yapmasını bu ülkenin iç dinamikleri sağlamıştır. Elbette arkalarında dış güçler vardır. Ama bugün Türkiye’de meşrutiyetini yitirdiler.”
"ZİRVE ANLAŞILMADAN DEVLETE YÖNELİK OPERASYONLAR ANLAŞILAMAZ
Malatya’daki Zirve Davasında tutuklanan İnönü Üniversitesi Öğretim Üyesi Ruhi Abat, paralel yapı denilen pisliği tam olarak anlamak için bütün parça ilişkisini gözde uzak tutmamak gerektiğini belirterek, şunları söyledi:“17-25 Aralık darbe girişimi için darbe değil yolsuzluk girişimi dediler. Bunu kim yapıyor? Devletin her organına kanser gibi nüfus eden bir çete yapıyor. Bu resmen kürsel darbe lobilerinin uşağı haline gelenlerin darbe girişimidir. Bunu başaramayınca biz yolsuzluğun üzerine gittik bizim başımıza bunlar geldi demeye başladılar. Bunlar hangi iddiayla kimi suçluyorlarsa onu mutlaka kendirin yapmış yapıyorlardır. Hedef saptırmak amacıyla bunu öne sürüyorlardır. Zirve Davası’nda ben 4 yıl hapiste yattım. 2049 yılında benim dijital evraklar hazırlayacağımı görmüşler.
Yüz binlerce sayfadan oluşan dosya, paralel ahlaksızların Türkiye Cumhuriyeti’nin kafasına geçirmek istedikleri çuvalın yol haritasıdır. Zirve anlaşılmadan devlete yapılan operasyonların hiçbiri anlaşılamaz.”
Soru cevap bölümünün ardından oturuma ara verilirken, sempozyumun ikinci bölümünde Yeni Çağ Gazetesi Editörü Agil Alasker, Bosna Hersek’ten Gazeteci Osman Softic ve Gazeteci Muhammed Bedu paralel devlet yapılanmasını yurt dışındaki faaliyetlerine yönelik bilgi verdiler.