Başına getirildiği Radikal adındaki gazeteyi batırdıktan sonra kamufle olan ve kendini unutturan; ta en başından beri de "Fetullahçı" olduğu bilinen eski "Zaman"cılardan Doğan grubuna transfer gerçekleştirenlerden biri olan Eyüp Can Sağlık adındaki "gazeteci"nin karısı ve tartışmalı romanların yazarı Elif Şafak, darbe kalkışmasının üzerinden neredeyse 1 ay geçtikten sonra kafayı böyle çıkardı.
İşte AA'nın İstanbul mahreçli ve "Türkiye'de en ucuz şey insanları damgalamak" diye bir ara başlığa da sahip olan haberi aynen aşağıdaki gibidir:
Türkiye'de kitapları en çok satan yazarlardan Elif Şafak, AA muhabirinin FETÖ mensuplarının darbe girişimiyle ilgili sorularını yanıtladı. 15 Temmuz gecesi yaşananlardan "dehşet, şaşkınlık, korku ve büyük üzüntü" hissettiğini ifade eden Şafak, Türkiye'nin geçmişte askeri darbelerden çok çektiğini hatırlatarak, "12 Eylül’ün yaraları bile henüz sarılmadı, o karanlık dönem toplumsal hafızamızda hala canlı, unutulmadı. Her darbe vahim insan hakları ihlalleri getirdi; sivil siyasetin, demokrasinin gelişmesini baltaladı; ülkeyi fersah fersah geriye götürdü. Bir daha asla. Askeri darbelere hep karşı oldum. Hem romanlarımda, hem makalelerimde antidemokratik girişimleri her zaman eleştirdim." ifadelerini kullandı.
Darbe girişimi gecesini "korkunç ve karanlık" olarak nitelendiren Şafak, şöyle devam etti:
"O korkunç ve karanlık gece parlamento bombalandı, masum insanlar sokaklarda katledildi, medya tamamen susturulmak istendi, halk tarafından seçilmiş hükümet ve cumhurbaşkanı silah ve tank zoruyla devrilmeye çalışıldı. Bunların hiçbiri kabul edilemez, affedilemez. İngiltere’de, yaşanan travmanın boyutunu İngilizlere anlatabilmek için ben hep şu örneği veriyorum; mesela İngiliz tarihinde parlamento, en son İkinci Dünya Savaşı’nda Naziler tarafından bombalanmıştı. Bu darbeyi planlayan ve uygulayanların da Nazilerden farkı yok. Kendi halkını, kendi meclisini bombalayacak kadar gözü dönmüş bir vicdansızlık bu. Tepeden inme, şiddet ve hile yoluyla hareket edenlerin zaten hiçbir toplumsal meşruiyeti olamaz. Ne Türkiye’de ne de uygar dünyada. O gece bence üç özne gerçekten çok iyi bir sınav verdi. Birincisi Cumhurbaşkanı’nın çağrısıyla sokaklara çıkıp, tankların önünde duran hatta hayatlarını tehlikeye atan vatandaşlar. İnanılmaz bir sivil inisiyatif doğdu. İkincisi medya. Yazılı ve görsel basın ilk andan itibaren darbeye karşı durdu. Merkez-liberal basını ayrıca kutlamak gerek çünkü hükümeti eleştirenler darbecileri hiçbir şekilde desteklemedi. Diliyorum ki özgür, çoğulcu ve eleştirel bir medyanın önemi bundan sonra daha iyi anlaşılır bu ülkede. Eleştirel medya, demokrasinin olmazsa olmazı. Üçüncü olarak, Meclis Başkanı'nın çağrısıyla parlamentoda buluşup sabaha kadar demokrasi nöbeti tutan tüm siyasi partileri kutlamak gerek. Keşke bu ruh devam edebilse. Sağ-sol, Türk-Kürt, Alevi-Sünni ayrımı olmaksızın ortak demokratik değerler etrafında birleşip, sivil, kucaklayıcı, çoğulcu, özgürlükçü yeni bir anayasa için hiç değilse bu defa buluşulabilse."
"Seçilmiş iktidara saygı gösteririm ama... "
Batı'nın tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce yeteri kadar tepki verdiler mi?" şeklindeki soruyu Şafak, "Tek bir Batı yok. Böyle kategorik olarak genellemek doğru değil. Ama mesela Avrupa ve Amerika'da medyada birçok insanın Türkiye’de olan bitenin vahametini tam olarak kavrayamadığını düşünüyorum. Darbe girişiminin korkunçluğunu daha iyi anlatmak gerek. Ben hep şunun altını çiziyorum. Hükümetleri eleştirebiliriz ve eleştirebilmeliyiz. Tüm dünyada gazeteciler, yazarlar, entelektüeller eleştirel bakar, düşünür ve konuşurlar. Fakat burada net bir ilkesel ayrım var. Seçimle iş başına gelen bir hükümeti hiç kimse illegal yollarla devirme hakkına sahip değildir. Voltaire’in sözünü severim; 'Düşüncelerine katılmıyorum ama düşüncelerini savunma hakkını sonuna kadar desteklerim.' Ben AK Parti yanlısı değilim, kimsenin yanlısı değilim. Fakat elbette AK Parti’nin meşruiyetini tanıyorum çünkü halk tarafından seçilmiş bir iktidar bu, ben de buna saygı gösteririm ama iktidarın demokratik bulmadığım icraatlarını da eleştiririm o ayrı. Bunları birbirine karıştırmamak lazım." diyerek yanıtladı."Gülen cemaatinin belli ki görünmeyen yüzü var"
Fetullahçı Terör Örgütü konusundaki düşüncelerine yönelik soru üzerine de Şafak, şunları kaydetti:"Gülen cemaatinin belli ki bir görünen bir de görünmeyen yüzü var. Okullar, kültür, eğitim görünen ve pozitif yüzüydü şimdiye kadar. Maalesef, anlaşılan o ki bir de karanlık bir yan var geride. Ergenekon, Balyoz, KCK gibi davalarda bu karanlık kesimin izleri hissedilmişti ama en korkunç şekilde 15 Temmuz gecesi çirkin yüzünü gösterdi. Devlet içinde çeteleşmeye çalışan, polise, orduya hakim olmak isteyen bu zihniyetin bir hukuk devletinde asla yeri olamaz. Darbeciliğin ve çeteciliğin sonuna kadar üzerine gidilmeli. Fakat bunu yaparken kişisel hesaplaşmalarla masum insanlar etiketlenmemeli, gazeteciler, akademisyenler, sanatçılar linç edilmemeli. Bu çok önemli bir ayırım. Hukuk içinde bu illegal yapılanmayla sonuna kadar mücadele edilmeli. Çünkü yaptıkları korkunç bir şeydi."
"Türkiye'de en ucuz şey insanları damgalamak"
"Size yönelik eleştirileri nasıl değerlendiriyorsunuz. Sizi bu çevreyle birlikte ananlar oldu. Bu tablodan sonra bu çevreye yönelik görüşleriniz değişti mi?" şeklindeki soruya ise Şafak, şu cevabı verdi:"Türkiye’de en kolay ve en ucuz şey insanları damgalamak. Dedikoduyla, iftirayla ileri geri yaftalamak. Ermenileri yazınca 'gizli Ermeni', Kürtleri yazınca 'Kürtçü', Yahudiler hakkında romanım çıkınca 'gizli Sabetaycı', Mevlana'yı yazınca 'gizli tarikatçı' dediler. Beni şahsen tanıyan, romanlarımı ve yazılarımı okuyan insanlar gayet iyi bilirler ki hiçbir kolektif kimlik ve aidiyetle işim olmaz. Hayatım boyunca hep azınlıkların, ezilenlerin, mağdurların sesini duymaya çalıştım. Mesela 1990'lı yıllarda birçok kız öğrenci başörtüsünden dolayı engellendiğinde, buna ilk karşı çıkanlardan biriyim. Sırf bu yüzden kendi liberal-sol çevremde o kadar eleştirildim ki. Muhafazakarlarla da diyalog kurulabileceğini düşünen çok az liberal vardı o dönemlerde. Hep köprüler kurmaya, Kemalist modern-muhafazakar diye kimseyi damgalamamaya çalıştım. Herkese eşit nazarla baktım. İlkem budur. Benim tek bir aidiyetim var, o da edebiyat. O kadar."
"Havva'nın Üç Kızı kitabınızda inanç kavramını ele alıyorsunuz. Peri, annesi, babası ve hatta Peri'nin İngiltere'deki arkadaşları farklı inançlara sahipler. İnanç farklılıklarına rağmen bir aile olmak mümkün mü hakikaten?" sorusu üzerine Elif Şafak, "Romanda Kemalist bir baba ile dindar bir anne elinde yetişen Peri’yi anlattım. Ve 3 genç Müslüman kadının hikayesini: 'Günahkar, dindar ve şaşkın.' O kadar içten yorumlar alıyorum ki okurlardan bu romanla ilgili. 'Beni anlatmışsınız' diyen çok fazla. Farklılıklarımıza rağmen birlikte ortak değerler etrafında yaşamamız mümkün mü? Bence evet ve bu değerlerin başında da 'hukuk devleti ve demokrasi' geliyor. Çoğulcu demokrasiye dört elle sarılmamız gerek, bence idam cezasının dönmesi çok yanlış olur. Farklılıkları bir köstek değil, bir zenginlik addetmeliyiz. Yeter ki liberal demokrasiden uzaklaşmayalım. Yok eğer bir korku ve paranoya iklimine savrulursak çok yazık olur, herkes için." değerlendirmesinde bulundu.