Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, "DAİŞ benzeri yapıların kullandıkları şiddet, hiddet, nefret ve silahın İslam’dan meşru hiçbir referansı asla olamaz" dedi.
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in Diyanet Aylık Dergi’sinde ’terör örgütü DAİŞ üzerine’ söyleşisi yayımlandı. Meseleye sosyal gerçeklerden bakarak yaklaşılması gerektiğine işaret eden Görmez, "Bu tür yapılar hangi şartlar doğurdu, besledi ve kullanıyor? İnsan kaynaklarının asıl özelliği nedir? İlişkiler ağı nasıldır? Önce bunlar üzerinde kafa yormalıyız. Sonra hangi gençlerin bu yapılara katıldıklarını tespit etmek gerekir. İlk olarak bütün bu yapıların ana omurgasını oluşturan gençler, yıllardır savaş bölgelerinde şiddetin ve vahşetin gölgesinde yetişen ve herhangi bir eğitim almayan kimseler olduğu görülecektir. Bu yapılara katılan ikinci genç kitle ise Avrupa’da dışlanmış, hor görülmüş sömürge muhaciri olarak adlandırılan göçmenlerin çocuklarıdır. Son on yıllarda Avrupa’da sorunlu bir nesil yetişti. Müslüman anne babadan dünyaya gelen bu çocuklar ciddi kimlik bunalımı yaşadılar. Bunlardan bazıları atalarından öfke ve miras devraldılar. Kendileri de varoşlarda ve gettolarda dışlandılar, hor görüldüler. İster istemez İslam’a bir ideoloji olarak sığındılar. Bu yapılara katılan üçüncü kitle ise yeni ihtida eden genç Müslümanlardır. Bunlar İslam’ı kimlik bunalımı yaşayan diğer Müslümanlardan öğrendiler. Bunların bir kısmı da onlarla birlikte şiddete yöneldiler. Her üç grubun ortak yönü İslam’ı medeniyetler üreten ana yoldan değil, Müslüman dindarlık biçimleri arasında kültürsüzleşmeye en yatkın yorum biçimi olan ve uçlarda yer alan dinî akımlardan öğrenmiş ve beslenmiş olmalarıdır. Bunları büyüleyen İslam’ın yüksek öğretileri değildir. Bunları cezbeden ibadet, ilahiyat, tasavvuf değildir. Bunları cezbeden eylem ve şiddettir, öfke ve hiddettir. Bu gençlerin diğer bir ortak özelliği de hiçbirinin sağlıklı bir din eğitimi almamış olmasıdır. Üstünkörü bilgilerle, herhangi bir metodolojisi olmayan okumalardan elde ettikleri neticelerle kendi dindarlıklarını inşa etmeye çalışmalarıdır" şeklinde konuştu.
"İSLAM RADİKALLEŞMİYOR"
"Bence İslam radikalleşmiyor" diyen Görmez, "Bunların elinde radikallik İslami bir referansla meşruiyet aramaya çalışıyor. Dünyadaki muhalif radikal isyan hareketleri kendine İslam’dan, daha doğrusu İslam’ın selefi yorumlarından meşruiyet bulma gayretinde. Altmışlı, yetmişli yıllarda nasıl ki öfke dolu radikal isyan hareketleri kendilerini sol devrimci ideoloji ile özdeşleştirdiler ise bugün de radikal isyan hareketleri, neoselefilik akımı altında özellikle İslam’ın cihat anlayışını yanlış anlayıp yorumlayarak her türlü şiddet ve vahşete meşruiyet bulmaya kalkışıyorlar" açıklamasında bulundu. Görmez, açıklamasını şöyle sürdürdü:
"Bugün teolojisi ve ilahiyat bilgisi ile bu yapıları tahlil etmek mümkün değildir. Tefsir, hadis, fıkıh, kelam ve tasavvuf gibi ilimlerle bu tür yeni dini ve nevzuhur dinî hareketleri değerlendirmek mümkün değildir. Bu yapıları daha çok sosyolojik tahlillerle, sosyal psikoloji ile teopolitik tahlillerle ancak anlayabiliriz. 19. yüzyıl anarşizmini hangi teorilerle tahlil ediyorsak bugün kendilerine savaşçı selefilik hareketi adını verenleri de o tür tahlillerle anlayabiliriz. Ancak Kur’an-ı Kerim’in hangi ayetlerini kullandıkları, hangi hadisleri araçsallaştırdıkları, dinî metinleri metodolojik bir zeminden yoksun olarak nasıl anlamaya ça-lıştıkları ve ne tür neticeye vardıklarını İslami ilimler metodolojisi açısından ele almak mümkündür."
Olup bitenleri tek sebebe bağlayan her açıklamanın kifayetsiz kaldığını belirten Görmez, "Adaletsizlikle savaştıklarını zannediyorlar. Fakat adaletin ne olduğunu bilmiyorlar. Zulmü meşrulaştırıyorlar. Kimlik bunalımı yaşayan insanlar, kimliğine değer katan bir dava bulmaya çalışırlar. Fakat bu cehaletle varılabilecek bir yer değildir. Aslında küreselleşme çağında çok sert bir şekilde kültürler savaşı yaşanıyor. Bazı insanlar kültürel işkenceye tabi tutulduklarını düşünüyorlar. Bu savaşta bilginin, hikmetin gücüne inanmayanlar; bilgi, kültür ve düşünce ile kendini savunamayanlar silaha, vahşete ve şiddete başvuruyorlar. Oysa İslam’da ahlak ve hukuk tanımayan hiçbir savaşa cihat denilemez" ifadelerini kullandı.
Görmez, "Kendileri gibi düşünmeyen herkes sapkın, yorumlarına katılmayan her Müslüman da bunlara göre düşmandır. Kanı, malı ve canı helaldir. Sadece Şiiler değil, kendileri gibi düşünmeyen bütün Sünniler de ’Kuburi’ yani ’kabirlere tapanlar’ olarak adlandırılmaktadır. Daha önce de ifade ettiğim gibi bunları heyecanlandıran Allah’a ibadet ve teslimiyet değil, şiddetin, vahşetin ve dehşetin ürettiği yapay hazdır. Onun için camilerde ibadet eden nice insanları da intihar saldırılarıyla katlediyorlar. Sadece 2015 yılında Kuveyt’te, Şam’da, El-Katif’te ve Damman’da daha nice camilerde büyük katliamlar yaptılar" dedi.
ÜRDÜNLÜ PİLOTUN KATLİNİ ÖRNEK VERDİ
"Bu tarz yapıların yaptıkları zulüm, işkence ve vahşete, şiddet, hiddet ve nefrete İslam’dan referans bulması asla mümkün değildir" diyen Görmez, "Bir defa bunlar kendi yürüttükleri mücadelenin bir savaş olduğunu zannetmektedir. Yürüttükleri sözde savaşları için de kendilerince bir hukuk ortaya koymaya çalışıyorlar. Oysa İslam açısından bakıldığında bunların yaptıkları savaş değil terördür, vahşettir. Kaldı ki savaş olarak kabul edilse dahi İslam’a göre her savaşta var olması gereken asgari ahlak ve hukuku hiçe saydıklarını görüyoruz. Hiçbir yargılama yapmadan insanları sıralayarak kurşuna dizmeyi, Müslüman insanları tekfir etmeyi, tekfir ettiklerini de vahşice işkenceye tabi tutmaları ve sonra hunharca katletmeleri dinle, İslam’la, İslam’ın yeryüzüne getirdiği merhametle, rahmetle, mağfiretle ve adaletle ilişkilendirmek asla mümkün değildir. Bunlar modern çağların ürettiği vahşetin din rengine bürünme çabasından ibarettir diye düşünüyorum. Mesela Ürdünlü pilot Kesasibe’yi bir kafese koyarak o kafesin içinde yakmaları dünya tarihinde eşi görülmemiş bir vahşet olarak tarihe geçmiştir. Böyle bir vahşetin İslam’dan kendine referans bulması mümkün değildir. Bu bir cinnet hâlinin örgütlenmiş şekli olarak değerlendirilmelidir. İslam, bırakın insanlara vahşi hayvanlara dahi ’müsle’ adını verdiğimiz işkence etmeyi haram kılmıştır. Herhangi bir canlıyı yakmayı haram kılmıştır. Hz. Peygamber (s.a.s.), ’Hayvanlara işkence yapana Allah lanet etsin.’ (Buhari, Zebaih, 25.) buyurmuştur. En zor savaşlarda dahi ahlaktan ve hukuktan ayrılamamayı emretmiştir. Savaşlarda çocuklara, kadınlara, yaşlılara, ibadete çekilmiş din adamlarına, rahiplere ve hatta yeşil ağaçlara dokunmamayı emretmiştir" ifadelerini kullandı. Görmez, açıklamasında şunları kaydetti:
"DAİŞ ve benzeri yapılar Avrupa’nın güvenliğini bozmak için birtakım terör eylemlerine girişmektedirler. Nitekim Fransa’ya yaptıkları menfur terör saldırı neticesinde yaptıkları açıklamalarda Fransa’ya, ’Biz öyle işler yapacağız ki siz kendi ülkenizde özgürce sokağa çıkamayacaksınız’ dediler. Böyle bir tehdit aslında Avrupa’da, Batı’da ve dünyanın her tarafından yaşayan bütün Müslümanların güvenliğini yok ediyor. Bu sadece gayrimüslimlerin değil Müslümanların da güvenliğini tehdit ediyor ve yok ediyor. Artık dünyanın her yerinde Müslüman azınlıklar var. Bu azınlıkların her biri aynı zamanda kendi ülkelerinde gergin ve tedirgin bekleyiş içerisinde kendi komşuları tarafından eziyet edildiklerinin farkında değildirler."
(İHA)
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in Diyanet Aylık Dergi’sinde ’terör örgütü DAİŞ üzerine’ söyleşisi yayımlandı. Meseleye sosyal gerçeklerden bakarak yaklaşılması gerektiğine işaret eden Görmez, "Bu tür yapılar hangi şartlar doğurdu, besledi ve kullanıyor? İnsan kaynaklarının asıl özelliği nedir? İlişkiler ağı nasıldır? Önce bunlar üzerinde kafa yormalıyız. Sonra hangi gençlerin bu yapılara katıldıklarını tespit etmek gerekir. İlk olarak bütün bu yapıların ana omurgasını oluşturan gençler, yıllardır savaş bölgelerinde şiddetin ve vahşetin gölgesinde yetişen ve herhangi bir eğitim almayan kimseler olduğu görülecektir. Bu yapılara katılan ikinci genç kitle ise Avrupa’da dışlanmış, hor görülmüş sömürge muhaciri olarak adlandırılan göçmenlerin çocuklarıdır. Son on yıllarda Avrupa’da sorunlu bir nesil yetişti. Müslüman anne babadan dünyaya gelen bu çocuklar ciddi kimlik bunalımı yaşadılar. Bunlardan bazıları atalarından öfke ve miras devraldılar. Kendileri de varoşlarda ve gettolarda dışlandılar, hor görüldüler. İster istemez İslam’a bir ideoloji olarak sığındılar. Bu yapılara katılan üçüncü kitle ise yeni ihtida eden genç Müslümanlardır. Bunlar İslam’ı kimlik bunalımı yaşayan diğer Müslümanlardan öğrendiler. Bunların bir kısmı da onlarla birlikte şiddete yöneldiler. Her üç grubun ortak yönü İslam’ı medeniyetler üreten ana yoldan değil, Müslüman dindarlık biçimleri arasında kültürsüzleşmeye en yatkın yorum biçimi olan ve uçlarda yer alan dinî akımlardan öğrenmiş ve beslenmiş olmalarıdır. Bunları büyüleyen İslam’ın yüksek öğretileri değildir. Bunları cezbeden ibadet, ilahiyat, tasavvuf değildir. Bunları cezbeden eylem ve şiddettir, öfke ve hiddettir. Bu gençlerin diğer bir ortak özelliği de hiçbirinin sağlıklı bir din eğitimi almamış olmasıdır. Üstünkörü bilgilerle, herhangi bir metodolojisi olmayan okumalardan elde ettikleri neticelerle kendi dindarlıklarını inşa etmeye çalışmalarıdır" şeklinde konuştu.
"İSLAM RADİKALLEŞMİYOR"
"Bence İslam radikalleşmiyor" diyen Görmez, "Bunların elinde radikallik İslami bir referansla meşruiyet aramaya çalışıyor. Dünyadaki muhalif radikal isyan hareketleri kendine İslam’dan, daha doğrusu İslam’ın selefi yorumlarından meşruiyet bulma gayretinde. Altmışlı, yetmişli yıllarda nasıl ki öfke dolu radikal isyan hareketleri kendilerini sol devrimci ideoloji ile özdeşleştirdiler ise bugün de radikal isyan hareketleri, neoselefilik akımı altında özellikle İslam’ın cihat anlayışını yanlış anlayıp yorumlayarak her türlü şiddet ve vahşete meşruiyet bulmaya kalkışıyorlar" açıklamasında bulundu. Görmez, açıklamasını şöyle sürdürdü:
"Bugün teolojisi ve ilahiyat bilgisi ile bu yapıları tahlil etmek mümkün değildir. Tefsir, hadis, fıkıh, kelam ve tasavvuf gibi ilimlerle bu tür yeni dini ve nevzuhur dinî hareketleri değerlendirmek mümkün değildir. Bu yapıları daha çok sosyolojik tahlillerle, sosyal psikoloji ile teopolitik tahlillerle ancak anlayabiliriz. 19. yüzyıl anarşizmini hangi teorilerle tahlil ediyorsak bugün kendilerine savaşçı selefilik hareketi adını verenleri de o tür tahlillerle anlayabiliriz. Ancak Kur’an-ı Kerim’in hangi ayetlerini kullandıkları, hangi hadisleri araçsallaştırdıkları, dinî metinleri metodolojik bir zeminden yoksun olarak nasıl anlamaya ça-lıştıkları ve ne tür neticeye vardıklarını İslami ilimler metodolojisi açısından ele almak mümkündür."
Olup bitenleri tek sebebe bağlayan her açıklamanın kifayetsiz kaldığını belirten Görmez, "Adaletsizlikle savaştıklarını zannediyorlar. Fakat adaletin ne olduğunu bilmiyorlar. Zulmü meşrulaştırıyorlar. Kimlik bunalımı yaşayan insanlar, kimliğine değer katan bir dava bulmaya çalışırlar. Fakat bu cehaletle varılabilecek bir yer değildir. Aslında küreselleşme çağında çok sert bir şekilde kültürler savaşı yaşanıyor. Bazı insanlar kültürel işkenceye tabi tutulduklarını düşünüyorlar. Bu savaşta bilginin, hikmetin gücüne inanmayanlar; bilgi, kültür ve düşünce ile kendini savunamayanlar silaha, vahşete ve şiddete başvuruyorlar. Oysa İslam’da ahlak ve hukuk tanımayan hiçbir savaşa cihat denilemez" ifadelerini kullandı.
Görmez, "Kendileri gibi düşünmeyen herkes sapkın, yorumlarına katılmayan her Müslüman da bunlara göre düşmandır. Kanı, malı ve canı helaldir. Sadece Şiiler değil, kendileri gibi düşünmeyen bütün Sünniler de ’Kuburi’ yani ’kabirlere tapanlar’ olarak adlandırılmaktadır. Daha önce de ifade ettiğim gibi bunları heyecanlandıran Allah’a ibadet ve teslimiyet değil, şiddetin, vahşetin ve dehşetin ürettiği yapay hazdır. Onun için camilerde ibadet eden nice insanları da intihar saldırılarıyla katlediyorlar. Sadece 2015 yılında Kuveyt’te, Şam’da, El-Katif’te ve Damman’da daha nice camilerde büyük katliamlar yaptılar" dedi.
ÜRDÜNLÜ PİLOTUN KATLİNİ ÖRNEK VERDİ
"Bu tarz yapıların yaptıkları zulüm, işkence ve vahşete, şiddet, hiddet ve nefrete İslam’dan referans bulması asla mümkün değildir" diyen Görmez, "Bir defa bunlar kendi yürüttükleri mücadelenin bir savaş olduğunu zannetmektedir. Yürüttükleri sözde savaşları için de kendilerince bir hukuk ortaya koymaya çalışıyorlar. Oysa İslam açısından bakıldığında bunların yaptıkları savaş değil terördür, vahşettir. Kaldı ki savaş olarak kabul edilse dahi İslam’a göre her savaşta var olması gereken asgari ahlak ve hukuku hiçe saydıklarını görüyoruz. Hiçbir yargılama yapmadan insanları sıralayarak kurşuna dizmeyi, Müslüman insanları tekfir etmeyi, tekfir ettiklerini de vahşice işkenceye tabi tutmaları ve sonra hunharca katletmeleri dinle, İslam’la, İslam’ın yeryüzüne getirdiği merhametle, rahmetle, mağfiretle ve adaletle ilişkilendirmek asla mümkün değildir. Bunlar modern çağların ürettiği vahşetin din rengine bürünme çabasından ibarettir diye düşünüyorum. Mesela Ürdünlü pilot Kesasibe’yi bir kafese koyarak o kafesin içinde yakmaları dünya tarihinde eşi görülmemiş bir vahşet olarak tarihe geçmiştir. Böyle bir vahşetin İslam’dan kendine referans bulması mümkün değildir. Bu bir cinnet hâlinin örgütlenmiş şekli olarak değerlendirilmelidir. İslam, bırakın insanlara vahşi hayvanlara dahi ’müsle’ adını verdiğimiz işkence etmeyi haram kılmıştır. Herhangi bir canlıyı yakmayı haram kılmıştır. Hz. Peygamber (s.a.s.), ’Hayvanlara işkence yapana Allah lanet etsin.’ (Buhari, Zebaih, 25.) buyurmuştur. En zor savaşlarda dahi ahlaktan ve hukuktan ayrılamamayı emretmiştir. Savaşlarda çocuklara, kadınlara, yaşlılara, ibadete çekilmiş din adamlarına, rahiplere ve hatta yeşil ağaçlara dokunmamayı emretmiştir" ifadelerini kullandı. Görmez, açıklamasında şunları kaydetti:
"DAİŞ ve benzeri yapılar Avrupa’nın güvenliğini bozmak için birtakım terör eylemlerine girişmektedirler. Nitekim Fransa’ya yaptıkları menfur terör saldırı neticesinde yaptıkları açıklamalarda Fransa’ya, ’Biz öyle işler yapacağız ki siz kendi ülkenizde özgürce sokağa çıkamayacaksınız’ dediler. Böyle bir tehdit aslında Avrupa’da, Batı’da ve dünyanın her tarafından yaşayan bütün Müslümanların güvenliğini yok ediyor. Bu sadece gayrimüslimlerin değil Müslümanların da güvenliğini tehdit ediyor ve yok ediyor. Artık dünyanın her yerinde Müslüman azınlıklar var. Bu azınlıkların her biri aynı zamanda kendi ülkelerinde gergin ve tedirgin bekleyiş içerisinde kendi komşuları tarafından eziyet edildiklerinin farkında değildirler."
(İHA)