Sabaha karşı gün doğumuna yakın çiftlik evinin bahçesinde ağaçlar altındaki sedir divanda toplantı tadındaki muhabbet bitince, güneş çoktan yükselmiş Ali bey elinde sabah gazetesi ile kahvaltı için aşağı inmişti.
Ali bey “Hayırdır Özkan?” dedi.
Özkan “Hayırdır Ali bey, hayırdır…” diye cevap verdi.
Derman, Özkan ve Ali bey kahvaltıya oturduklarında operasyonun ayrıntılarını iyice, öğle saatlerine kadar birlikte konuştular.
Çay üstüne çay demleniyor. Sigara üstüne sigara yakılıyordu.
Derman çok gergindi.
Görevi eline yüzüne bulaştırmamak için, içinden sürekli dua ediyordu.
Ali bey durumu fark edince o çakmak çakmak bakan elâ gözlerini Derman’a dikti ve söze girdi.
“Bak paşam” dedi ve devam etti; “Biz, Ankara ve İstanbul’daki mülkiyelerde 68’den beri aktif olarak faaliyetteyiz. Yani sen daha Ankara’ya indiğinde yapacağın çok da bir şey kalmamış olacak aslında. Onlar daha çoluk çocuk, sen sadece uyuyan hücreleri uyandır gerisini teşkilata bırak. Onlar ne yapacaklarını bilir. Ben sizden haberdar olacağım sürekli zaten. Özkan takipte olacak…” dedi.
Özkan ertesi gün, Ankara Esenboğa Havalimanı’na bir bilet, bir miktar para ve öğrenci kimlik kartını elden teslim etti Derman’a fakat silahını belinden çıkarıp geri teslim aldı; Ankara’da silaha ihtiyacı olmayacak, gerekirse teşkilatın oradaki elemanları meseleyi halledecekti.
Kesinlikle yeni kimliğinin ve sicilinin gizli ve temiz kalması gerekiyordu. Karıncanın sırtına binip karıncayı incitmeden yağ çekecekti.
Kaydı, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Eskiçağ Dilleri ve Kültürleri Bölümü’ne yaptırılmıştı.
Altındağ’da Sıhhiye Kavşağı’ndaki ana binada derslerine girip çıkacak, Rüzgârlı Han’da üç yıldızlı bir otelin kral dairesinde kalacaktı.
Güneş tam tepeye çıkınca öğle olmuştu, saat 12’yi vurdu.
Ali bey Derman’ı biraz teskin etmek için söz aldı; “Haydi kahvaltı bitti madem beyimiz de yola revan, bunu bir şiirle uğurlayalım…” dedi.
Ceketinin iç cebinden çıkardığı defterini eline alıp okuma gözlüğünü taktı ve o gür davudi sesiyle kahvesinden bir yudum alıp öksürerek boğazını temizledikten sonra şiirini aşk etmeye başladı.
“Selâm olsun Turan Ülkesinde uyanılacak sabahlara, Tanrı Dağı’nın direnişçilerine selam! Kerkük’te, Musul’da, Beşir’de, Telafer’de, Halep’de Manas’ta, Savan’da kamp ateşlerinde, yüreklerini tutuşturanlara, Almılalara, Ayyücelere, Aybalalara, Kürşatlar yetiştirenlere selâm!
Alper Tunga sancağında erisin gönüller, kırk yiğitle, yedi düvel dört bucak şan yürüsün. Orhun’dan, Selenge’den Çin yurduna kan yürüsün! Selâm olsun Tanrı Dağları’nın yiğitlerine, Metehan’dan bugüne Kürşat’tan Kültekin’e selam.
Selâm olsun Ergenekon’dan Malazgirt’e Börteçine’nin gök gözlerine selâm. Selâm olsun Enver’in buz tutan hayallerine Eşref’in Kürşad misali kırk eriyle cenge duruşuna selâm.
Selâm olsun peygamberin övdüğü Fatih’in ordusuna, Çanakkale’den Kafkaslara, Galiçya’dan Trablusgarp’ a cephe cephe cenge duranlara selâm. Selâm olsun için için kaynayan ve uyanan, Arpad’ın torunlarına.
Atlarının ayak sesleriyle Roma’yı titreten Atilla’ya bin selâm! Selâm olsun Kırım’a, Gaspıralı’nın yaktığı ateşi kor kor yüreklerde taşıyan yiğitlere bin selâm.
Selâm olsun ‘sütüm sana helal olmaz saldırmazsan düşmana’ diyen şehit analarına selâm. Cudi’de, Gabar’da, Hakurk’ta, Mezi’de, Ari’de, Basyan’da, Kuringam’da, Beyazdağ’da, Balkayalar’da, Mezar Gediğinde, Yüksekova’da, Dağlıca’da. Yurt için can verip kelle alanlara, Türk Yurdundan yurt verilmez diyenlere, ‘Güneşi yükseltenlere’ selâm! ‘Ya istiklal ya ölüm!’ ise bunun adı, ‘Yıkılsın Habur, yıkılsın dağlar, yüzbinlerce can yürüsün’ diyenlere selâm.
Selâm olsun Türk’ün dinini, kinini bilip yaşayıp yaşatanlara. Türk yurtlarını koruyup, kollayıp kuşatanlara, Hak buyruğu üzere kardeşini gözetip, mazluma yetişenlere. Sırayı şaşırmayanlara, sabrımızı taşırmayanlara, Töre üzere yaşayıp Töreyi yaşatanlara selâm. Selâm olsun aydınlık ufukları gözleyenlere. Yeniden Türk Asrı’nı özleyenlere selâm.
Selâm olsun çocuklarımızın Türk bakışlarına, Mustafa Kemallere, Atsızlara, Türkeşlere, Muhsinlere selâm! Kahrolsun Türk düşmanları! Kahrolsun emperyalizm, kahrolsun emperyalizmin yerli işbirlikçileri! Yaşasın kızıl elmamız, yaşasın büyük Turan ülkümüz, Yaşasın büyük Türk Milleti. İl; devlet devlet kükreyecek, şan, ordu ordu yürüyecek Türk’ün olsun! Mazlumların kurtuluşu insanlığın huzuru için cihan mülkün mülk Türk’ün olsun, Tanrı Türk’ü korusun…”
Ali bey şiirini bitirdiğinde kan ter içinde kalmış istemsizce dakikalarca titremişti.
Özkan hemen kan ter içinde kalan Ali beyin alnındaki terleri silip içeriden getirdiği havluyu gömleğinin üst düğmesini gevşetip sırtına koyarak terini aldı.
Ali bey “Oluyor böyle bazen gençler; siz bakmayın bana” dedi masadakilere; “De haydi Derman’ım yola revan olma vaktidir görev beklemez…” diyerek ilave etti.
Hemen özel bir taksi çağırıldı ve Derman, Ali beyin elini öperek sarılıp helalleşti.
Derman ve Özkan taksiye binip Sabiha Gökçen Uluslararası Havalimanı’a doğru yola çıktılar. Ankara uçağı 4’te kalkacaktı. İç hatlardaki bir kafede oturup iki de sütlü kahve söyleyip uçak anonsunu beklemeye başladılar.
Özkan o esnada Derman’a dönüp söze başladı;
“Bak Dermanım, bak yiğit aslanım, bak dağlarda gezen kartalım, 30 senedir sana ağabeylik eder dururum. Senin için can da aldım can da verdim. Gazimağusa’daki o fedai doktor olmasaydı senin için göğsüme yediğim kurşunla, su olup akan kanımla çoktan şehit olmuştum. Ama Ali bey bana kanın kurusa da son damlasına kadar bu çocuk sana emanet dedi, sen bize Ethem babanın yadigârısın…” dedi ve ilave etti;
“O yüzden asla vazgeçmeyeceksin, saldıracaksın. Ne demişti ulu hünkârımız? ‘Şu gök kubbe altında al kanıyla destan yazan şehitlerimiz için ittihadı İslam için Türk diyarları için korkusuzca göğsünü siper eden şehitlerimiz için asla bu davadan vazgeçmeyin! Şehitler, gaziler; bizden vatan bekler, dua bekler şanlı ordusundan zafer ister, can veren kan veren şanlı ordusu için yol verenler için boğazımızdan geçen her helal lokmanın hakkını vermemizi bekler. O yüzden dem bu demdir meydan bu meydandır. Baş bir yana leş bir yana! Anladın mı?”
Gözleri dolmuştu Derman’ın yine hep yaptığı o hareketi yaparak başını sessizce öne eğip tek laf etmedi susup kaldı oracıkta.
Ankara uçağı anons edildiğinde kalkıp sarıldı ikili, helalleştiler.
Derman turnikeden geçip uçağa gittiğinde Özkan da Eyüp’e konağa geri döndü Ali beyi kontrol etmek için.
Ali bey sonbahar yapraklarını dökmüş ağaçlar altındaki o sedir divanda oturmuş, şadırvanda kaynayan suyu izleyip öğütülmüş filtre kahvesini yudumluyor ve telefonda Türk Dünyası Birliği Genel Sekreteri Muharrem Doğu beyefendi ile Suriye meselesini konuşuyordu.
Ali bey, telefonda şöyle diyordu Muharrem beye;
“Bak nur yüzlü gök gözlü Doğu beyim, doktor asla yaş tahtaya ayak basmaz. Savaş ve yıkım, boğazının dibine kadar geldi yine de pes etmedi. Hünkâr Hafız bizim eski ata dostumuzdur. Kaddafi, Erbakan için ne idiyse Esat da Erdoğan için odur. Aslanın dişisi de yavrusu da aslandır. O yüzden gök de yırtılsa yer de yarılsa ona karşı kartlarımızı açık oynayacağız. Baktık olmuyor yollarız iki adam oturur konuşurlar. Demokraside çareler tükenmez. Kemikçilerini dert etmeyin. Rüzgâr bizden yana…” dedi ve ekledi;
“Seneye belki Özkan’ımla Altaylar’a, Kırgızistan, Kazakistan, Moğolistan, Özbekistan ve Tacikistan dolaylarına gelmeyi planlıyorum. Aksakallı ile konuşacağım, içi rahat olsun sadece sizden tek dileğim şu uyuzların tasmasını biraz daha sıkı tutun. Çok garip ezdiler. Beni çileden çıkarmasınlar gök kubbeyi başlarına yıkmayım sonra…”
Türk Dünyası Birliği Genel Sekreteri Muharrem Doğu şöyle cevap verdi Ali beye telefonda;
“Beyim inan çok adam gönderdik ama dengeleri biliyorsunuz boşa koysak dolmuyor, doluya koysak almıyor. Sizi dört gözle bekliyoruz belki gelince komiteyi toplar bir hal çaresine bakarız…” dedi.
“Âlâ. Siz suyu koyun kaynasın, ortamı hazırlayın ben kesin geliyorum. Altay’da toplanalım. Başımın tacı gözümün nuru Hazar’dan taharet alalım.”
“Pekâlâ beyim buyurun gelin. Şeref verirsiniz. Başımızın üstünde yeriniz var, her zaman…” diye cevap verdi Muharrem bey.
Menzilleri oldu bâğ-ı Riḍvān. Çâkerleri oldu hûr u gılman. Seyr için zînet-i şehrâyîni. Terk edip cenneti geldi Riḍvān. Girince ravza-i Riḍvān’a Avniyâ evvel. Tarîk-i hâne-i hammârı cüst ü cû ederiz…
Uçakta cam tarafında oturan Derman’ın yanına koridor kenarına, Bekir diye çam yarması, iri kıyım bir adam oturdu.
Tanışıp 30 dakika muhabbet ettiler. Bekir; Hakkâri Dağ ve Komando Tugayı’nda görevli bir özel harp dairesi elemanıydı ve görevi gereği asi ve sert mizaçlı biriydi.
Derman’ı birkaç defa “Ne işin var Ankara’da, eyleme mi gidiyorsun, seni aldırayım mı içeriye?” diyerek taciz etti.
Derman da “Elinden geleni ardına koyma!” diyerek cevap verdi.
Uçak tekeri, piste basıp kapılar açıldığında Bekir ortadan ve gözden kayboldu. Bagajını alan Derman, tam iç hatlardan çıkıp çağırdığı taksiye binecekken yaklaşık 15 kişilik bir sivil polis timi etrafını sarıp gözaltına aldı.
Çantası arandı, üstü arandı. Kimliğine ve telefonuna kimlerle görüştüğüne bakıldı. Merkezde saatlerce sorgulandı fakat aniden gelen telefonla emniyetin içi buz kesti.
Elleri ayakları tutuştu hepsinin. Çay sigara ikramları ve özür dilemeler eşliğinde, yaptıkları hatayı telafi etmek için tüm emniyet seferber oldu.
Yanına gelen emniyet müdürü;
“Efendim siz çocukların kusuruna bakmayın bunlar terör şubeden, dağdan gelmiş adamlar. Henüz kime nasıl davranacaklarını öğrenemediler. Sizi tanıyamamışlar. Çok özür dileriz. Arkadaşlar sizi gideceğiniz yere kadar bıraksınlar…”
Derman sakin bir şekilde müdüre dönüp şöyle dedi; “Sende az birazcık haysiyet, şeref ve onur varsa, hemen odanı toplayıp, yarın istifa edersin…”
Müdür çok şaşırdı, yutkundu. Ne diyeceğini bilemedi.
Derman çağırdığı taksiye binip Ulus’a doğru yola çıktığında Özkan aradı ve şöyle dedi;
”Haberini aldım. O Bekir denilen eleman görevden alınmış. Müdür de yarın istifa ediyor. Sen git otele yerleş. Sana yaklaşanın kellesini alacağız Allah’ın izniyle…”
Türk balası kurt olur, bastığı yer yurt olur.
Rüzgârlı Han’a ulaşan Derman, otelin sekizinci katındaki kral dairesine yerleşti. Resepsiyonist hemen odaya gelip “Ağabey yemek hazır, içmek için yıllanmış bir şeyler de ayarladık, bayan arkadaş da var güvenilir, istersen akşam göndereyim…” dedi.
Derman; “Yemeği akşam içkiyle odama yollayın, bayan arkadaşa gerek yok sağolasın…” dedi.
Kapıyı ve cep telefonunu kapatarak sıcak bir duş aldıktan sonra yatağa girip akşama kadar derin bir uyku çekti.
Bölüm sonu
.
Halil Emrah Macit, dikGAZETE.com
-devam edecek-
Nihal Ercan 5 yıl önce