Sağlık

Depresyon kişiyi yalnızlaştıran, sosyal uyumunu bozan bir süreç

Psikolog Gülcem Yıldırım, “Depresyon süreçte kişiyi yalnızlaştıran, sosyal uyumunu bozan, uzun sürmesi halinde intihar düşüncelerini de içinde barındıran sancılı bir süreçtir” dedi.

Depresyon kişiyi yalnızlaştıran, sosyal uyumunu bozan bir süreç
12-06-2019 17:10

Psikolog Gülcem Yıldırım, “Depresyon süreçte kişiyi yalnızlaştıran, sosyal uyumunu bozan, uzun sürmesi halinde intihar düşüncelerini de içinde barındıran sancılı bir süreçtir” dedi.

Depresyonun karamsarlık, durgunluk, isteksizlik, depresif duygu durum, cinsel istek azalması ve güçsüzlük duygularının baskın olduğu duygusal bir çöküşün adı olduğunu belirten Psikolog Gülcem Yıldırım, “Depresyonda çoğu zaman bir kayıp duygusu vardır. Bir ayrılık, bir ölüm, bir yıkım, maddi kayıp; yani kişinin anlam yüklediği, değer verdiği, sevdiği bir şeyi kaybetmesinin sonucudur aslında. Depresyonun ilerlemesiyle birlikte zihinsel bir yavaşlama, hareketlerde azalma, yataktan çıkmak istememe, uyumanın zorlaşması, iştahın azalması gibi pek çok belirtiler de görülebilmektedir” diye konuştu.

Psikolog Gülcem Yıldırım, depresyonda kişideki değerlilik duygusunun bozulduğunu ifade ederek, “Kaybedilen şeyin geri gelmesi de artık kişiyi mutlu etmeye ve eski hayatını sürdürmeye yetmez. Örneğin maddi olarak çok büyük kayıplara uğrayan biri bu kaybını karşılayabilecek bir gelir kaynağı bulsa bile keyifsizliği ve mutsuzluğu devam eder. Bunun sebebi kaybın kişinin zihnindeki sürede geri gelmemesi ve onu tekrar kaybedeceğine dair korkudur. Bir kez para kaybetmiştir, bir kez sevgilisi terk etmiştir ya bunu tekrar yaşarsam diye düşünür. Yani sevgilisiyle ayrılan biri sevgilisinin kısa bir sürede ona geri döneceğini düşünür. Süre uzadıkça kişi, önemsenilmeme, değersizlik ve yetersizlik duyguları hissetmeye başlar. İstenen nesnenin elde edilememesi, özlenen doyumun sağlanamaması kişiyi depresyona sokar. Gideni geri getirme gücüne sahip olmadığını anlar acıyla. Diğeri olmadan varolamadığını anlar acıyla. Çok büyük bir kırılma yaşar” diye konuştu.

DEPRESYONUN SEBEPLERİ

Depresyonun sebebini bulmanın tedavi sürecindeki ilk aşama olduğunu vurgulayan Psikolog Gülcem Yıldırım, depresyonun sebeplerini şöyle aktardı:

“Anne-çocuk ilişkisinde yeniden yakınlaşma döneminde yaşanan sorunlar: Çocuk bir yaşında yürümeye başladıktan sonra kendi iradesini kullanmak, her şeyi keşfetmek ister. Anneden uzaklaşır, yan odaya gider, annenin elini tutmasını istemez özgür olmak ister. Çocuk anneden ilk ayrıldığında fark eder ki ben ve öteki farklı, annem ve ben farklı insanlarız. Ben kendi başıma yan odaya koşabilirim, koltuğa tırmanabilirim ya da şu meyveyi alıp yiyebilirim, her şey benim kontrolümde diye düşünür. Çocuk ortalama 18 aylık olduğunda güvenli olan yere tekrar sığınma, annenin desteğini alma duygularıyla anneye tekrar geri döner. Bu dönemde anne çocuğa küser, geri geldiğinde artık onunla ilgilenmeyip çocuğu cezalandırırsa, duygusunu keserse çocuk anneden ayrışamaz. İlerleyen yaşlarda başarılı olduğunda, yeni bir hobi edindiğinde, tek başına hayattan keyif alabileceği bir etkinlik bulduğunda, yani kendisi için bir şey yaptığında içinde büyük bir keder ve huzursuzluk yaşar. Aslında dışarıdan bakıldığında güzel olan şey kişinin iç dünyasında büyük bir çöküntüye sebep olabilir. Bu anneden ayrışıp kendi başına denemeler yapan çocuğun duygusudur.

Bu kişilerin ayrılıkları hep törenle olur, ilkokuldan ortaokula geçtiğinde, başka bir şirkette çalışmaya başladığında, şehir değiştirdiğinde, ev değiştirdiğinde çok yoğun bir iç sıkıntısı yaşarlar. Ayrılık bu kişiler için çok zor bir deneyimdir. Zor olmasının sebebi geri döndüklerinde bıraktıkları kişileri aynı bulamama korkusudur. Bu çocuğun yeniden yakınlaşma döneminde annesini bıraktığı gibi bulamamasının sonucudur.

Ödipal sorunlar; Kız çocukları için babaları çok özeldir. İlk tanıdıkları karşı cins babadır. Erkek çocukları için de anneleri çok özeldir. 4-6 yaşlar arasında çocuk cinsiyet rolünü kavramaya başlar. Kendi cinsiyetini fark eden çocuk karşı cinsiyetinde olan ebeveyniyle çocukça bir aşk yaşar. Sağlıklı anne babaların çocuklarında 6 yaşından sonra bu ilişki ebeveyn-çocuk ilişkisine tekrar geri döner. Bazı ailelerde ise bu ilişki hiç bitmez. Örneğin baba kızına hep aşkım diye hitap eder, ya da anne oğluna bitanem der. Bu sözcükler sevgiliye söylenen sözcüklerdir. Bu duygularla büyüyen çocuklar ilerleyen yaşlarda ebeveynlerine benzeyen eşler seçme eğilimde olurlar. Bu eşler ilk aşamada kişiye çok iyi gelir, mutlu eder. Zaman ilerledikçe bilinçdışından gelen duygular yükselmeye başlar. Baba ile beraber olduğu için kendini şuçlama, kendine kızma, öfkelenme, depresif duygular, kaygı ve çok yoğun bir korku duygusu olur. Çocuk için baba ile beraber olmak bilindışında annenin çocuğu cezalandırmasına sebep olur. Korkunun sebebi daha çok buyken diğer duyguların sebebi kendi içinde yaşadığı çökkünlüktür. Bazen kadınlar bunu doğumdan sonra yaşar. Doğuma kadar her şeyin yolunda olduğunu, doğumdan sonra depresyona girdiklerini söylerler. Sebebi aynıdır. Bilinçdışında baba veya anneye benzeyen kişiyle beraber olmak.

Başarısız olmak (Yetersizlik Duygusu); Çocuk dışarıdaki dünyayla ortalama 6-12 yaşlarında ilişki kurmaya başlar. Çocuğun dışarıdaki dünyaya kendini kabul ettirebilmesi için bir şeyler yapması gerekir, her hangi bir konuda başarılı olmak, fiziksel olarak beğenilmek, düzenli olmak, yani toplumun kabul ettiği bir konuda kendini ortaya koymak. Başarı toplum içinde var olmak için temel bir duygudur. Ortalama olarak sağlıklı olan anne babalar çocuğunu sever, çocuğun kendini sevdirmesi için bir çabaya ihtiyacı yoktur ancak bu durum toplum için geçerli değildir.

Çocuk yetişkin olduğunda da toplumda var olmak ister. Toplumda kendine yer bulamayan, başarılı olmayan kişiler depresyona girer. Depresyonda değerlilik duygusu bozulduğu için çevre ve kendilik olumsuz değerlendirilir. Kişi kendisini kötü, değersiz, boş bir kişi olarak algılar. Bu kişiler dışarıdaki dünyaya karşı isteksiz ve çoğu zaman edilgendir. Kişi başarısızlığını ve düş kırıklıklarını kendi yetersizliğine bağlar.

Kollektif bilinç; Kişinin kendi yaşadığı yaşantılar vardır, çocukluk anıları, travmaları, duyguları. Bir de çevresiyle yaşadığı anılar vardır anne-babasıyla, öğretmeniyle, arkadaşlarıyla, akrabalarıyla. Anne babanın da kendi yaşadığı ilişkiler vardır, yaşadığı mahallenin, kültürün yani toplumun duyguları vardır. Kişinin hissettiği duyguların tamamı kişiye ait değildir, bazen anne babasının, yaşadığı toplumun duygularını hisseder. Örneğin ailesinde tecavüz hikayesi olan bir kişiye anne-baba acaba kızım da tacavüze uğrar mı duygusuyla bakabilir. Bu kişi ilerleyen yaşlarda içgüdüsel olarak sürekli tecavüze uğrama korkularıyla baş etmek zorunda kalabilir. Depresyon da durum böyledir. Mesela o yaşanılan toplulukta ya da şehirde mutlu olmak kötü bir şey. Mağdur, gariban olmak iyi bir şey. Ya da acı çekmek iyi bir şey, gezip tozmak,eğlenmek kötü bir şey olarak değerlendiriliyor olabilir. O toplumda yetişen çocuk büyüdüğünde, zengin olduğunda, gezip tozduğunda kötü hisseder. Ailem mutsuz, mağdur ben gezip tozuyorum diye düşünür. iç sesi bunu hak etmediğini, herkes bu durumdayken onun da onlar gibi olması gerektiğini söyler. Bu kişide büyük bir iç karışıklığı meydana getirir ve depresyona sebep olabilir.”

TEDAVİ SÜRECİ

Psikolog Gülcem Yıldırım, depresyonun tedavisi konusunda ise “Psikodinamik psikoterapi tekniğiyle önce kişideki depresyonun sebebi bulunur. Depresyon süreciyle ilgili ayrıntılı anamnez alınır. Bu süreç kişiye özeldir dolayısıyla depresyona giren kişilerin duyguları birbirinden farklılık gösterebilmektedir. Danışanın duyguları derinleştikçe çocuklukla bugün arasında bağlantı kurulur. Bilinç dışı uzun süreli bir birikimin ürünüdür. Dolayısıyla bugün hissedilen duygu, yapılan davranış, zihne gelen düşünce sadece bugünün ürünü değildir. Danışan ve terapistin kurduğu dinamik ilişki, geçmişle bugün bağlantısı, kişinin yaşadıklarını anlamlandırmasını sağlar. Anlamlandırma ilk aşamadır. İkinci aşama ise dönüştürmedir. Terapist danışanın duygularını saygılı, sakin, dingin, yargılamadan, şefkatli bir şekilde dinler. Böylelikle danışan farklı bir ilişkiyi tecrübe eder. Bu da danışanın duygularını kabullenmesini, dönüştürmesini değiştirmesini sağlar. Süreçte danışanın terapistine çeşitli aktarımları olur, terapist danışanın çocukluğunda zaman geçirdiği figürlerle eşleşir, bunun yorumlanması ve danışanın farklı bir ilişkiyi tecrübe etmesi terapinin derinlemesine çalışma dönemi dediğimiz dönemde olur. Yapılan araştırmalar terapinin kişideki beyin yapısını değiştirdiğini, nöronal ağlar arasındaki etkileşimi artırdığını ve kişiye daha konforlu bir hayat sunduğunu göstermektedir” şeklinde konuştu.

(İHA)
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
TÜRKİYE GÜNDEMİ
BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
ÇOK OKUNAN HABERLER