Türkiye’nin mazlumların son kalesi olduğunu ifade eden Başbakan Ahmet Davutoğlu, "Birileri son kaleyi yıkmak istiyor. Birileri bu son kaleyi tahrip etmek istiyor. Bizler bugün bu son kaleyi savunmak için ne gerekiyorsa yapacağız" dedi.
Davutoğlu, partisinin 106’ıncı Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı’nda yaptığı konuşma öncesi bugün Numune Hastanesi ve Dışkapı Hastanesi’nde Diyarbakır Çınar’da uğradığı terör saldırısı sonrası tedavi gören Meryem Tan ve İpek Çiftçi’yi ziyaret ettiğini belirtti. Davutoğlu, "Bugün sabah buraya gelmeden önce Dışkapı Hastanesi’ni, Numune Hastanesi’ni ziyaret ettim. İki kahraman Anadolu kadınından sizlere selam getirdim. Birisi Mardinli Meryem Tan, Kürt kökenli, bir polis memurunun eşi. Diğeri İpek Çiftçi, Türk kökenli yine bir başka polis memurumuzun eşi. Bu iki hanım Çınar’da alt üst komşu olarak oturuyordu. İpek Hanım, Meryem Hanım için ’abla’ diyordu. Ve bir akşam hepimiz evlerimizde istirahata çekildiğimiz bir anda hain terör bu güzel ailelerin çocuklarını, hanımlarını, beylerini hedef aldı. Bu saldırıda İpek Çiftçi, kahraman bir Anadolu kadını, eşi Şenol Çiftçi ve Mevlüde adındaki 3,5 yaşındaki güzel kızını kaybetti. Şimdi hastanede, onu ziyaret ettim. Meryem Hanım ise belki bulunduğu yer itibarıyla İpek Hanım’a göre biraz daha şanslı olabilir, oğlu Sait Tan yaralandı. Çok zor şartlarda hastaneye yetişti. Kızı Zehra, eşi Lokman Bey o da yaralı. Burada iki ailenin kompozisyonuna baktığınızda bir Anadolu harmanı görüyorsunuz. Onların Çınar’da bulunma sebebi, oradaki insanların huzurunu sağlamak için" ifadelerini kullandı. Başbakan Davutoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Bugün onları hastanede ziyaret ettim, o manzarayı hepinizin görmenizi isterdim, bir ana yüreği ve bir Kürt ana yüreği. Sait’in gözlerindeki ışıltı hiç kaybolmamış, yüzünde belki yanık izi var ama gönlündeki ailesinden aldığı muhabbet iziyle bize tebessüm ediyordu. Anne, ’Sait’i öpebilir miyim?’ diye sordu ve doktorların izniyle öptüğünde o an Rabbimin lütfu olan muhabbetin insanlarda nasıl büyük bir iz olduğuna bizzat şahit oldum. Daha sonra Numune Hastanesi’ne gidip İpek kızımızı ziyaret ettiğimde yüreğim daha fazla yanıyordu, çünkü hem eşini hem tek kızını kaybetmişti. Allah sabır versin diyorum. Onurluydu, vakurdu, eşini kızını kaybetmişti ama inancından hiçbir şey kaybetmemişti. Bu iki kahraman Anadolu kadını adına sizleri selamlıyorum. Bir daha hiçbir anne, Kürt veya Türk, hiçbir anneye bu acıyı yaşatmasın. Bize dönüp ’zalim’ diyenler, bize dönüp ’otoriter’ diyenler hiç utanmadan Sait’in yüzündeki o acı tebessümü görmeden, İpek Hanım’ın 3,5 yaşındaki kızının muhabbeti hiç hissetmeden, dönüp o terör örgütüne hiçbir şey söylemeden, terör örgütünün zulmü karşısında kahramanca mücadele eden askerimize, polisimize saldıranlara sesleniyorum, zulüm görmek istiyorsanız, gidin bu iki kahraman kadını, biri Kürt, biri Türk kadınını dinleyin. Eğer biraz utanma hissiniz varsa gözlerinin içlerine bakarak şunu söyleyin, ondan sonra sizinle yüzleşmeye hazırım. Gözlerine bakarak deyin, ’Sizleri, o 3,5 yaşındaki Mevlüde’yi eşini katleden, oraya bomba koyanlar zalim değil ama oraların huzuru için sizlerle birlikte gece-gündüz çalışanlara ’zalim’ deyin. İşte, o zaman sizinle bir daha tekrar tekrar yüzleşiriz. Biz, dünyanın neresinde olursa her türlü zulme karşı durduk."
"BİZİM SİCİLİMİZİ, BERABER GÖZYAŞI DÖKTÜĞÜMÜZ FİLİSTİNLİ ANNELER, BABALAR BİLİR"
Davutoğlu, "Bizim, sicilimizi herkes bilir. Beraber gözyaşı döktüğümüz Filistinli anneler balar bilir. Sicilimizi Myanmar’da, Arakan’da ellerini tuttuğumuz çocuklar bilir. Somali’de açlık içinde kıvranan suyunu aşını yetiştirdiğimiz Somolili bebekler bilir. Yanıklar içinde yatıp Türkiye’ye getirilen Suriyeli kardeşimiz o yanıklar içinde eminim bütün vücudu, Allah sizden razı olsun diye dudaklarının kıpırtısından duyabildiğiniz bütün yüzü alçıyla kaplı o Suriyeli kardeşimiz Türkiye’ye dua ediyor. Bizim sicilimiz AK ve pak ama bebek katilinin sicilini herkes biliyor. Artık gün, bütün Anadolu insanının tek bir yürek olarak, bu iki kahraman kadının şahıslarında sembolleşen Türk-Kürt kardeşliğini ebedi kılma günüdür. Gün, bu ailelere yapılan terör saldırılarına karşı omuz omuza durma günüdür. Bizler, AK Parti kadroları bu birlikteliğin, bu kardeşliğin sembolleşen bayrağı altında biraradasınız. Başka hiçbir partide, başka hiçbir siyasi harekette şu salonda bugün toplanan 81 AK yüreğin merhameti, muhabbeti ve vicdanı olamaz. Başka hiçbir partide, bu 81 vilayette bu şekilde örgütlenmiş teşkilatın izi olamaz. Hangi parti bizim gibi her ay genişletilmiş il başkaları toplantısında biraraya geliyor da 81 ilin derdini bir masaya koyuyor?" dedi.
"Birileri son kaleyi yıkmak istiyor" diyen Başbakan Davutoğlu, "Birileri bu son kaleyi tahrip etmek istiyor. Bizler bugün bu son kaleyi savunmak için ne gerekiyorsa yapacağız. Bu son kalenin son müdaafa hakkı da AK Parti teşkilatlarıdır. Sizler, büyük bir misyonun temsilcilerisiniz. Bu misyonun gereğini yaptınız, hep beraber 1 Kasım’da bir kez daha demokrasi zaferi yaşadık. Bu zaferi yaşatan bütün kardeşlerime teşekkür ediyorum. AK Parti Türkiye’ye hizmet şiarıyla yola çıktığı yolda yürüyüşünü emin adımlarla sürdürüyor" ifadelerini kullandı.
"VESAYET ODAKLARINA GEÇİT VERMEYECEĞİZ"
Geçmişte yönetilemeyen Türkiye’nin AK Parti ile itibar kazandığını belirten Davutoğlu, "Eski Türkiye’yi geri getirmek isteyenlere, vesayet odaklarına geçit vermeyeceğiz, bu sözle kolları sıvadık ve Türkiye’nin her sorununa çözüm ürettik. Millet bize güvendi, biz milletin desteğine güvendik. Bir daha o karanlık günlere dönmemek için milletimiz bize el verdi. Biz de milletimizin ihtiyaçlarını herşeyin üstünde tuttuk. Seçimleri kazanmak, iktidar olmak bizi rehavete sürüklemedi" dedi.
DAVUTOĞLU, İL TEŞKİLATLARINA KİBİRDEN UZAK DURULMASI TAVSİYESİNDE BULUNDU
AK Parti’nin bütün zorlu süreçler, kader anlarında milletin umudu olduğu yegane parti olduğunu söyleyen Davutoğlu, "AK Parti teşkilatları milletle buluşmasaydı bu hareket böyle olamazdı. Sizler bu millet için hizmet yolunda koşmasaydınız bu başarıyı yakalayamazdık, hepinize minnettarız. Bu hareketin mimarları sizlersiniz. Bu parti hepimizindir, hepinizindir. Bu hareket hepinizindir" şeklinde konuştu.
"1 Kasım seçimlerini kazanmak bizleri rehavete sürüklemedi" diyen Davutoğlu, "Her hareket imtihandan geçer, mesele imtihandan geçmemek değil. Mesele imtihanlar karşısında nasıl duruş sergilediğiniz. Biz özgüven imtihanını aştık, bizim özgüvenimizi sarsamazlar, sarsamayacaklar. 1 Kasım seçimlerinden sonra şimdi imtihanımız tevazu imtihanıdır, rehavete karşı yeni bir aşkla çalışma imtihanıdır. 1 Kasımdan bu yana siyasi hayatta tatil diye bir kavram tanımadık, tanımayacağız. 1 Kasım seçimleri bizi aşırı özgüven ya da kibre değil, tevazuya yöneltecek, 1 Kasım seçimleri bizi rehavete sürüklemeyecek" ifadelerini kullandı.
Başbakan Davutoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Teşkilatlara bakıyorum hiçbir yorgunluk emaresi yok. Her hedefe koşmaya hazır bir teşkilatımız var. Bu teşkilatın başında olmak ne büyük şeref, ne büyük onur. Diğer partiler 1 Kasım’da yenilgiden sonra birbirlerine girdiler. Bugün mahkemeye başvuruyorlar galiba MHP kongresi için ya da her türlü iftirayla birbirleriyle mücadele ediyorlar."
Millete verilen her sözün yerine getirileceğini belirten Davutoğlu, bugün itibarıyla Meclis’e sevkedilenlerle birlikte reformların yüzde 40’ının, vaatlerin ise yüzde 66’sının gerçekleştirildiğini ve Mart ayı bittiğinde vaatlerin tamamının yerine getirileceğini ifade etti. Bu vaatlere getirilen eleştirileri de değerlendiren Davutoğlu, bu vaatlerin en kısa sürede yerine getirileceği konusunda verilen sözü hatırlattı. Davutoğlu, "Sizler sokağa çıktığınızda başınız dik yürüyeceksiniz, başınız dik dolaşacaksınız. Hiçbir teşkilat mensubunun başının yere eğilmesini istemiyorum" dedi.
İL BAŞKANLARINA ’ŞAHİT MİSİNİZ?’ SORUSU
AK Parti’nin 1 Kasım seçimlerinden önceki vaatlerinin büyük bir bölümünün yerine getirildiğini anlatan Davutoğlu, yerine getirilen ve yerine getirilecek olan vaatler hakkında bilgi verdi. Davutoğlu, bu ay içinde öğretmen atamalarının yapılacağını belirterek, "Size ve halkımıza soruyorum, bu vaatleri yaptığımzıa şahit misiniz, üç kere soruyorum. Bundan sonra da söz verdiğimiz her şeyi yapacağız. Bu ağızdan yerine getirilmeyecek söz çıkmayacak" diye konuştu.
YENİ ANAYASA
Davutoğlu, yeni anayasa çalışmalarına ilişkin açıklamalarda bulundu. Bugünkü parlamenter sistemin çok iyi işleyen bir sistem olarak satılmaması gerektiğinin altını çizen Davutoğlu, yeni anayasa konusunda gecikilmişte olsa tarihi adımın atılacağını söyledi. Cumhurbaşkanına yönelik hakaret yöneltmeyi, Cumhurbaşkanını bu tartışmaların merkezine yerleştirip tartışmaların şahsileştirilmesini yeni anayasa yapım sürecine ihanet olarak değerlendiren Davutoğlu, AK Parti’nin nasıl bir anayasa istediğini açıkladı.
“MİLLETİMİZE VERDİĞİMİZ SÖZLERİ YERDE BIRAKMAYACAĞIZ”
Geçen hafta gerçekleştirilen vaatleri anlatan Başbakan Davutoğlu, emekliden polislere, öğrencilerden muhtarlara kadar çeşitli kesimleri ilgilendiren müjdeler verdi. Davutoğlu, “İşveren sigorta primi indiriminde 10 işçi çalıştırma zorunluluğunu kaldırdık, artık basit usulde vergilendirilen esnafımızın yıllık 8 bin Türk Lirası’na kadar hesaplanan kazançlarından vergisini almayacağız. Emeklilerimizin maaşlarından kesilen sosyal güvenlik destek primini kaldırdık. Bağ-Kur kapsamında çalışmaya devam eden esnafımız emekli maaşlarında yüzde 10’luk prim kesintisi vardı, onu da kaldırdık. Muhtar maaşlarını bir haftada 950 liradan bin 300 liraya yükselttik, muhtarlarımıza selam olsun. Polis ve uzman erbaşların 2 bin 200 olan ek göstergelerini 3 bine yükselttik ve emniyet hizmet tazminatlarını yüzde 25 artırdık. Kahraman polislerimize ve bu şehitlerimizin de yükselttiği değerler adına mücadele eden bütün güvenlik görevlilerimize, askerimize, polisimize selamlarımı, taktirlerimi ifade ediyorum. Artık lise ya da üniversiteden mezun olan gençlerimizin genel sağlık sigorta giderlerini 2 yıl biz sağlayacağız. İş kuran gençlerimize 3 yıl gelir vergisi muafiyeti getirdik. Öğrencilerimizin pasaport harçlarını kaldırdık. Gözümün nuru öğrencilerimize buradan selam ediyorum, dünyanın her yerine pasaport harcı olmadan gidecekler. Bursları artmış oldu ve her türlü sağlık hizmetlerinden de istifade edecekler. Gözümüzün nuru kadınlarımıza, üreten, emek veren kadınlarımıza müjdelerimizi verelim, çalışan kadınların doğuma ilişkin izin ve haklarını güçlendiriyoruz. Yasal altyapımız hazır, Meclis’e gönderdik. Bundan sonra doğum nedeniyle ücretsiz izinde geçirdiğiniz süreler memuriyet kıdeminde değerlendirilecek. Bizim için doğum yapan kadın hem mübarek annelik görevini yerine getiriyor hem de aslında vatani görevini yapıyor. Doğum yapan kadınlarımızın hizmeti vatani bir hizmet gibidir ve doğum süresi o yüzden memuriyetten sayılacak. Doğuma bağlı olarak ilk çocukta 2 ay, ikinci çocukta 4 ay, üçüncü ve üzeri çocuklarda 6 ay yarı zamanlı ve tam ücretli çalışma hakkı ile çocuğun okula başlayana kadar kısmi süreli çalışma hakkını da tanıdık. Artık kadınlarımız, ‘doktor mu olayım anne mi olayım, öğretmen mi olayım anne mi olayım, memur mu olayım anne mi olayım’ ikilemi içinde olmayacaklar, hem annelik görevlerimi yapmak için kısmi zamanlı olarak evlerinde çocukları ile beraber olacaklar hem de alın teri döküp mesleklerini sürdürebilecekler. AK Parti söz verdi mi gereğini yapar. Onlar konuşur AK Parti yapar, yapmaya devam edeceğiz, milletimize verdiğimiz sözleri yerde bırakmayacağız” dedi.
“KİMSE BENDEN ‘HAYIR’ OYU VERDİĞİM 82 ANAYASASINI SAVUNMAMI BEKLEMESİN”
Türkiye’de herkesin ve siyasi partilerin de mevcut anayasanın değişmesi konusunda hemfikir olduğunu belirten Başbakan Davutoğlu, “Darbe anayasası ile yönetiliyor olmak bir züldür” ifadelerini kullanarak, yeni anayasa sürecine ilişkin açıklamalarda bulundu. Kendisinin ilk oyunu kullanması ile ilgili bir hatırasını anlatan Davutoğlu, “Ben ilk oyumu bu anayasa referandumu için kullanmıştım 1982’de. Kararımız kesin, gidip ‘hayır’ oyu vereceğiz. Öyle bir gündü ki, zarf alabildiğine şeffaf, ‘hayır’ oyu koyu kahverengi bir oy, ‘evet’ oyu ise beyaz. Koyu renkli ‘hayır’ oyunu koyduğunuzda zaten eski bu CHP zihniyeti, hani açık oy kapalı sayım vardı ya, bu da açık oy gibi herkes görüyor. Nasıl olsa gördükleri için bütün orada duranlara göstererek oyumu kullanmıştım. Kimse benden ‘hayır’ oyu verdiğim 82 anayasasını savunmamı beklemesin. O gün gururla ve gençlik heyecanı ve kararlılığı ile direniş ruhuyla da göstere göstere verdiğim ‘hayır’ oyunun gereğini yapacak, inşallah bu 82 darbe anayasasını tarihe gönderip bu milletin seçtiği Meclis’in yazdığı bir anayasa ile yine bu milletin huzuruna gidip destek isteyeceğiz. Bu konudaki kararlılığımızdan kimsenin şüphesi olmasın” diye konuştu.
“GECİKMİŞTE OLSA BU TARİHİ ADIMI HEP BERABER ATACAĞIZ”
Yeni hazırlanacak anayasa metninin herkesin benimsemesi gereken bir metin olduğunu kaydeden Davutoğlu, “Bunu gerçekleştirirken de gönlümüz ister ki hep beraber bu anayasayı yapabilelim. Anayasa bir anlamda bütün toplumun, herkesin benimsemesi gereken metindir. Bütün partilere, bütün STK’lara yeni anayasa yapım sürecine destek vermelerini rica ediyorum. Türkiye’nin en temel önceliği demokratik, özgürlükçü, katılımcı bir anayasadır. Sayın Kılıçdaroğlu ‘önce darbe hukukunu yok edelim’ diye dile getirdi, darbe hukukunun anası darbeci anayasadır. Önce o kaynağı ortadan kaldıralım, bütün darbe hukukunun temeli sarsılır. İnşallah sivil, demokratik, hukuk devletinin anası da yeni anayasa ve onun dayandığı özgürlükçe temel olacak. Yeni anayasa Türkiye’yi geçmişin baskıcı, vesayetçi zihniyetinin tezahürlerinden kurtaracak bir anayasa olmalıdır. Ruhu ile özü ile insan odaklı, insana saygıya dayalı ve temel hak ve özgürlükleri çerçevesini çizen bir anayasa olmalıdır. Vatandaşlarını bir bütün olarak görmeyen, birer potansiyel tehdit, tehlike olarak gören bir anayasa yeni Türkiye’nin anayasası olamaz. Aslında Türkiye yeni bir anayasaya yıllardır ihtiyaç hissediyor ama bunun gereğini yapmaya siyasi kadrolar çekiniyordu. Bizim yeni anayasa ile birlikte yeni bir zihniyeti de devreye sokmamız lazım. 2011 seçimlerinden sonra AK Parti öncülüğünde milletimizin yeni anayasa umudunun gerçekleşmesi için çok ciddi çabalar sarf edildi. Ancak ne yazık ki, bu ihtiyaç bir türlü karşılanamadı ve Türkiye’yi rahatlatacak adımlar atılamadı. İnanıyorum ki, gecikmişte olsa bu tarihi adımı hep beraber atacağız. Seçimin hemen ardından yeni anayasa çalışmalarını başlattık. CHP ve MHP Genel Başkanları ile ve Meclis Başkanımızla görüşmelerimizi gerçekleştirdik. Meclis’teki bütün partiler Anayasa Uzlaşma Komisyonuna verecekleri üyelerini belirlediler. Bizde belirledik, çok kıymetli üç arkadaşımızı, çok değerli bir önceki Meclis Başkanımız ve Türk siyasetinin duayeni Sayın Cemil Çiçek’i, anayasa hukukunda herkesin taktir ettiği Sayın Ahmet İyimaya’yı ve Genel Sekreterimiz Sayın Abdulhamit Gül’ü bu uzlaşma komisyonu için tayin ettik. Onlarla geçtiğimiz hafta ilk toplantıyı ben yaptım. Dün de MYK’da tekrar görüşmeleri ve değerlendirmeleri yaptık, bugün Meclis Başkanımız ile görüşecekler, yarında komisyon çalışmaları başlayacak” şeklinde konuştu.
“KİMSE BİZE BUGÜNKÜ SİSTEMİ ÇOK İYİ İŞLEYEN BİR PARLAMENTER SİSTEM DİYE SATMASIN”
Yeni anayasa çalışmalarının Türkiye’ye ve demokrasiye yakışan bir olgunluk içinde gerçekleşeceğine inandığını kaydeden Başbakan Davutoğlu, yeni anayasa meselesinin sadece AK Parti’nin değil, Türk siyasetinin meselesi olduğunu kaydetti. Parti içinde bir mutfak oluşturarak bizzat kendisinin başkanlığında anayasa çalışmalarını parti içindeki bir heyetle takip edeceğinin altını çizen Davutoğlu, “Bugün artık tartışılması gereken yeni bir anayasanın gerekli olup olmadığı değil, yeni anayasanın hangi temeller üzerinde inşa edileceğidir. Bütün partilerin bu sorumlulukla meseleye yaklaşmasını rica ediyorum. Bu süreç bir uzlaşma süreci, uzlaşma noktalarını çoğaltma süreci olarak görülmelidir. Komisyonda yer alan diğer partilerin de uzlaşma ruhuna uygun, yapıcı, kapsayıcı ve ciddi katkılar vereceğine inanıyorum. Madem ki Türkiye’nin yeni bir anayasaya ihtiyaç olduğu konusunda hepimizin ortak bir kanaati var, kompleksiz bir şekilde, konuyu kişiselleştirmeden, partileştirmeden tartışmamız lazım. Ki neyi istiyorsa bu meseleyi siyasi polemiğin ötesinde kalıcı bir anayasa için gereğini yapmak üzere ortaya koymalıdır. Sayın Kılıçdaroğlu’na, Sayın Bahçeli’ye görüşmelerimizde söyledim, bugün bir kez daha söylüyorum, nihayet bütün siyasi liderler olarak hepimizin biyolojik ömrünün bir sınırı var. Siyasi ömrümüz zaten tamamıyla milletimizin taktirine bağlı. Ama biyolojik ömrümüzün sınırı dahi Türkiye’nin 20-30 senesinin perspektifi içindedir, Allah’ın taktiridir. Herhalde bir nesil değişimi itibariyle bundan 20-30 sene sonra birçoğumuz bırakın siyasi hayatı bu dünyada bile olmayabileceğiz. Ama öyle bir anayasa yazalım ki, bu anayasa 100 sene sonra dahi torunlarımız bu ülkeyi idare ederken ‘sağ olsunlar 26 dönemin partileri, milletvekilleri ki bize sağlam bir anayasa bıraktılar da biz bu anayasa ile problemsiz, yetki çatışmalarında boğulmadan ülkeyi idare edebiliyoruz’ desinler. Bu bizim torunlarımıza borcumuzdur. Bu borcu öderken şahsi hesaplar içinde olmamalıyız ve hiçbir şekilde bunu şahsileştirmemeliyiz. Hele hele TBMM’de yapılacak olan bir anayasa çalışması için Cumhurbaşkanımızı hedef almak, Cumhurbaşkanımıza hakaretler yönetmek, Cumhurbaşkanımızı bu tartışmanın merkezine yerleştirip, bu tartışmayı şahsileşen bir tartışma haline dönüştürmeye çaba sarf etmek anayasa yapım sürecine ihanettir. Bu mesele hiç birimizin şahsi meselesi değildir. Önümüzdeki dönemde herkesin Türkiye’nin geleceğini düşünerek, kendi konumlarını unutarak, çoğu zaman da parti genel başkanları olduğumuz gerçeğini ve unvanlarını bir kenara bırakarak, bu ülkenin eşit vatandaşları olmak hasebiyle kafa kafaya verip en doğrusunu bulmakla yükümlüyüz. Başkanlık sistemini biz savunuyoruz, karşı çıktıkları bir husus varsa onu gündeme getirsinler. Neden karşı çıktıklarını anlatsınlar, parlamenter sistemini savunsunlar, biz de onu gerektiğinde eleştirelim. Her şeyi açık tartışalım ve günün sonunda en doğru anayasayı hep beraber yapalım. Bu süreci siyasetin güncel polemiklerinden, siyasi çekişmelerden uzak tutmamız, basit siyasi menfaat hesaplarına kurban etmememiz gerekmektedir. Farklı fikirlerin ortaya çıkmasını biz bir kazanım olarak görürüz. Yeter ki yapıcı bir şekilde tartışalım ve ortak geleceğe mührümüzü vurabilelim. Geçmişte neyin yanlış olduğunu, nelerin sistemin işleyişine engel teşkil ettiğini tespit ederek iye doğru yerden başlayalım. Çarpık ve bir anlamda doğasından da bir anlamda saptırılmış bir parlamenter sistem, özellikle 12 Eylül ve 28 Şubat süreçlerinde, 27 Nisan süreçlerinde yaşadık. Bunu savunmak yerine hür, insan hak ve hürriyetlerine dayalı başkanlık sisteminin ya da karşısına konulacak konulacaksa, karşısına ne getiriliyorlarsa parlamenter sistemi o dokusuyla konuşalım. Ama kimse bize bugünkü sistemi çok iyi işleyen bir parlamenter sistem diye satmasın, anlatmasın, pazarlamasın. Hep beraber yeni kurucu bir Meclis iradesi ile en doğrusunu birlikte yaparak, tartışarak yol alalım. Bu ülke sistem sorunları nedeni ile nice krizler yaşadı. Hatırlayacaksınız bir MGK’da masada fırlatılan bir anayasa kitapçığı o gün akşam Türk ekonomisinin iflas etmesine, çok kısa sürede de siyasetin tümüyle çökmesine yol açmıştı. Bugün AK Parti iktidarlarının dirayetli yönetimi bu problemlerin çıkmasına engel oluyorsa bu tamamıyla bizim siyasi ahlakımız ve geleneğimiz içinden gelen sorumluluk duygumuzla oluyor, sistemin iyi işlemesi dolayısıyla olmuyor. Allah muhafaza, 1 Kasım sonrasında istikrar oluşmamış ve bir koalisyon dönemine geçilmiş olsaydı bu anayasanın ne kadar çok krize gebe olduğunu o zaman görmek zorunda kalırdık. Bu yapısal Türkiye’ye yıllar kaybettirdi, ağır bedeller ödetti. Bu sıkıntıları yeniden yaşamak istemiyorsak kendisi sorun teşkil eden değil, sorunları çözme kabiliyeti olan bir anayasa yazmak zorundayız. Yeni anayasa demokratik değerlere yaslanan bir anayasa olmalıdır, bireysel özgürlüklere dayanmalı, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını sağlamaya yönelik kurumsal güvenceler içermelidir. Hep soruyorlar ‘AK Parti nasıl bir anayasa öneriyor’ diye. Bugün de çerçevesini çiziyoruz, dün de çizmiştik, yarın da çizeceğiz. Siyasal sistemin işleyişteki belirsizlikleri, yetki ve sorumluluk karmaşasını ortadan kaldıran bir anayasa olmalıdır. Yeni anayasa temsilde adalet ve yönetimde istikrar düsturlarından taviz vermemelidir. Biz yeni anayasayı Türkiye’de demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğünün kökleşmesi bakımından hayati bir aşama olarak görüyoruz. Yeni anayasa vesayetin her türlüsünün izlerini kökten silmeli, yeni vesayet odaklarının çıkmasına fırsat vermemelidir. Yeni anayasa milletimizin kültürel ve toplumsal çeşitliliğini tanıyan, kapsayıcı ve kuşatıcı vatandaşlık tanımını temel almalıdır. Türkiye geçmişten devraldığı ağırlıkları üzerinden atmalı ve hız kazanmalıdır. Demokrasimize güvenmek, millet iradesinin hakemliğine rıza göstermek durumundayız. Bu ülke hiçbir insanımızı dışlamayan, 78 milyona eşit mesafeden bakan, hak ve özgürlükleri asılsız vehimlere kurban etmeyen bir anayasayı hak ediyor. 2002’den bu yana demokratikleşme yolunda büyük mesafeler aldık şimdi bu yeni kazanımları anayasa ile taçlandıracağız” ifadelerini kullandı.
“BU ÜÇ HAİN TERÖR ÖRGÜTÜ, ÜÇÜ BİRDEN SON KALEMİZE SALDIRIYORLAR”
PKK, DEAŞ, DHKP-C gibi terör örgütlerinin milletin güvenliğini ve huzurunu hedef alan saldırılar gerçekleştirdiğini kaydeden Davutoğlu, 20 Temmuz’da DEAŞ’ın Suruç saldırısını hatırlattı. Arkasından DHP-C’nin İstanbul’da silahlı gösteri yaptığını, aynı gün Adıyaman’da PKK’nın bir askeri şehit ettiğini ve bir sonraki gün yine PKK’nın Ceylanpınar’da iki polisi şehit ettiğini ifade eden Davutoğlu, Diyarbakır’da yardım talebine gitmek için yola çıkan bir polisi şehit ettiğini söyledi. Türkiye’nin son kale olduğunun altını çizen Davutoğlu, “Suriye’de problem olduğunda Arap’ı, Kürt’ü, Türkmen’i Türkiye’ye doğru dönüyor, Irak’ta problem olduğunda Türkiye’ye doğru dönüyor, Balkanlar’da problem olduğunda 90’lı yıllarda Türkiye’ye yönlerini döndüler. Biz seçim için hazırlandığımız dönemlerde bütün o başkentlerde Türkiye’ye dönüp dualarda bulunanlar da oldu. Böyle bir ülkeyi 7 Haziran’dan sonra bu üç terör örgütü, birisi güya İslam’ı ve Sünnileri Suriye’de savunduğu iddiasındaki, tamamıyla barbar ve dinimize de en büyük lekeyi vuran DEAŞ, diğeri güya Kürtlerin haklarını savunduğunu iddia eden ama en çok da Kürt katleden PKK, bir diğeri de güya Alevi vatandaşlarımızın haklarını savunduğu iddiasını öne çıkartan ve bu yönde eylemler yapan DHKP-C. Bu üç örgüt aynı anda birbirleri ile mücadele eden örgütler güya, Türkiye’ye karşı harekete geçtiler, daha doğru bir tabir kullanıyorum, geçirildiler. Ve o günden bugüne de biz bu üç terör örgütü ile mücadelemizi sürdürüyoruz. PKK terör örgütü saldırılarına devam ediyor, DEAŞ Kilis’e füze atmak gibi bir şeyde bulundu TSK gerekli mukavelede bulundu ve dün Söke’de DHKP-C militanları, 20 yıl önce Sabancı suikastı sebebiyle kayıp bazı DHKP-C militanları birden su yüzüne çıktılar ve canlı bomba için geldikleri Türkiye’de emniyet görevlilerimizi tebrik ediyorum, böyle bir ihanete kalkışmadan Söke’de silahları ile birlikte yakalandılar. Tabloya bakın, 20-23 Temmuz’da yaşadığımız şey aynen devam ediyor. Bu üç hain terör örgütü, üçü birden son kalemize saldırıyorlar. Bu mesele artık bir beka meselesi ise artık bilsinler ki bu gökkubbe altında Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve onun dayandığı köklü siyasi geleneği yaşayacaktır, bu terör örgütleri de tarumar olacaktır. Bunların hepsi birer piyon. Hepsi birileri tarafından yönetilen, kumanda edilen piyonlar. Biz 23 Temmuz’da bütün bu oyunu gördüğümüz için huzur ve demokrasi operasyonunu başlattık. Biliyoruz bu terör örgütlerinin perde gerisinde neleri konuştuklarını, PKK’nın uzantısı olan PYD’nin 28 Mayıs’ta Haseke’de DEAŞ ile oturup neyin pazarlığını yaptığını, DHKP-C’nin, MLKP’nin, bazı terör örgütlerinin Kandil’de nasıl eğitim aldıklarını biliyoruz. Onlar ne yaparsa yapsınlar biz son kalemizi müdafaa edeceğiz ve bu ülkeyi başı dik insanların, müreffeh ve huzurlu insanların yaşadığı, kalkınan bir ülke yapacağız. Onların hepsi birden hem Türkiye’ye hem AK Parti’ye ve bizlere saldırıyorlar. Biz bu tür ihanet saldırıları karşısında nasıl mücadele edeceğimizi biliyoruz. Onlar saldırılarına devam edecekler, biz de bu milletin hakkını, hukukunu, bu devletin bekasını savunma konusundaki gayretimize devam edeceğiz. Onlar şeytanca faaliyetlerine devam edecekler, biz de bir taraftan o şeytanları taşlarken bir taraftan da anayasa başta olmak üzere olumlu hizmetlerimizle yolumuza devam edeceğiz. 7 Haziran sonrasında terör örgütlerinin yoğunlaşan eş zamanlı saldırılarına karşı başlattığımız huzur ve demokrasi operasyonu kararlı bir şekilde sürecek. Operasyonlar bölgede can ve mal güvenliğini korumak, şehirlerimizi huzura kavuşturmak için yapılıyor. Bu operasyonlar saldırganlığını ibadet yerlerine, esnaf dükkanlarına, hastanelere ve nihayet okullara kadar vardıran insanlık dışı yapılara karşı yapılıyor. Terör örgütü hendekler kazarak, barikatlar kurarak hayatın normal bir şekilde sürmesine engel olarak kaos çıkartmak istiyor. Terör örgütü bütün bu saldırıları bölgede yaşayan insanlarımızı yılgınlığa sek etmek, karamsarlığa sokmak ve tahakkümü altına almak için yapıyor. Ancak sonuç alamıyor, bütün bu baskılara rağmen bölge insanı teröre destek vermiyor” ifadelerini kullandı.
“TOLEDO ÜZERİNDEN FRANCO POLEMİĞİ BAŞLATANLAR, ŞEHİR, KÜLTÜR VE MEDENİYET CAHİLİ”
Terörden zarar gören illerde ve ilçelerde yaşayan vatandaşlara her türlü desteği de vereceklerinin altını çizen Davutoğlu, Diyarbakır’ın Sur ilçesi için verdiği Toledo örneğine açıklık getirerek şunları dedi:
“Bu şehirlerimizi, bütün tarihi özellikleriyle muhafaza edip yeniden mimar edeceğiz. Bir gazetecinin Sur’da yapacağımız kentsel dönüşümle ilgili bazı iddialar olduğunu, burada rant oluşacağı gibi bir takım şeyler konuşulduğunu ve bu konudaki kanaatlerimi sorduğunda şunu söyledim; ’Diyarbakır dünyanın en kadim şehirlerinden biridir. Sur’u ben sokak sokak, mimari eserlerini, her özelliklerini bilirim. Diyarbakır bizim gönlümüzün ta derinliklerinde, kimliğimizi şekillendiren şehirlerden biridir. Bugün Toledo üzerinden Franco polemiği başlatanlar, şehir, kültür ve medeniyet cahili. Biz Toledo diyince en dürüst medeniyetini hatırlarız onlar Franco’yu hatırlar. Biz Toledo diyince bir biblo gibi inşa edilmiş, o köklü medeniyetimizin her bir minaresine gözümüzün nuru gibi bakar, oraya baktığımızda güzel medeniyetimizin, İspanya’nın merkezindeki görüntüsünü hatırlarız. Bunlar ise zihinleri Franco zihniyeti olduğu için, Stalin zihniyeti olduğu için sadece onu düşünürler. Ufukları bunların sadece bunlara ulaşır. Orada bir taş bile oynatamazsınız. Bir gökdelen dikemezsiniz. Çünkü kuralları vardır. Biz Diyarbakır’ı hiçbir şeyle karşılaştırmayız. İstismar edecekler ya. Ben kültürel özelliklerin korunması bağlamında Diyarbakır’ı Toledo ile karşılaştırdım diye birinin aklına Franco geliyor, diğerinin aklına da özerklik geliyor. Biz onlara, faşist zihniyetlere faşizmin ne olduğunu da öğretiriz, tarihin ne olduğunu da öğretiriz. Franco zihniyeti arayacaklarsa kendileri aynaya baksınlar. Franco zihniyetiyle Stalin zihniyetini Türkiye’de temsil edenler, kendilerinin olduğu yerde başka hiçbir siyasi harekete, farklı düşünceye izin vermeyecek şekilde terör uygulayanlardır. Biz Diyarbakırımızı, Mardinimizi, Vanımızı, Siirtimizi, bütün bu şehirlerimizi inşa edeceğiz. İstanbul’un kaderi Diyarbakır’in kaderidir demeyiz. Çünkü Diyarbakır biziz biz Diyarbakırız. Ben bir gün İstanbul’u, Konya’yı Diyarbakır’dan ayırt edipte, kaderleri bunların birdir demektense son nefesimi vermeyi tercih ederim. Diyarbakır biziz. Biz Diyarbakırız. Bunlar, dünyasında, zihinlerinde hep bu ülkeyi böldükleri için hep ya etnik temelli yada mezhebi temelli bölüyorlar. Bütün Doğu ve Güneydoğu burada. Biz hitap ettik mi bu ülkenin taşına, toprağına, ırmağına hitap ederiz. Onlar çukur kazarlar biz zirvelere hitap ederiz.”
“KİMSE HAM HAYAL GÖRMESİN”
Zarar gören şehirlerin yeniden huzura kavuşturulacağını kaydeden Davutoğlu, “Kimse ham hayal görmesin. Bu şehirleri kaosa, krize sürükleyeceklerini düşünenler, gerekli cevabı alacaklar. Bütün bu topraklar huzura kavuşacak. Devlet üzerine düşen neyse yapacak, bütün yaralar sarılacak. Hayat normal seyrine dönecek. Zalime karşı kudretli, mazluma karşı da merhametli olmaya devam edeceğiz. Esnaf dükkanını açacak, çocuklarımız okullarına gidecek, isteyen herhangi bir tehdide maruz kalmaksızın ibadethanesine gidecek. Allah’ın izniyle terörü bu ülkenin gündeminden bir daha geri dönmemek üzere çıkarıp atacağız. Şehirlerimizde asayişi, huzuru, güveni mutlaka teşhis edeceğiz” ifadelerini kullandı.
“SPEKÜLASYONLARLA BU MÜCADELEYİ LEKELEMEYE ÇALIŞANLARIN MAKSATLARI BELLİDİR”
Algı oluşturmak adına faaliyetlerin yürütüldüğüne dikkat çeken Davutoğlu, “Yürütülen faaliyetlerin farkındayız. Çeşitli yalan ve iftiralarla, aslı astarı olmayan spekülasyonlarla bu mücadeleyi lekelemeye çalışanların maksatları bellidir. Teröre karşı duramayan, teröristin dili ile konuşan odakların hak ve hürriyetler konusunda bir inandırıcılığı yoktur. Canı pahasına teröristler ile mücadele eden yiğit vatan evlatlarının hakkını kimseye yedirmeyiz. Hukukun, adaletin, özgürlüklerin, insan haklarının teminatı biziz. Bu mücadeleyi verirken teröristle halkı birbirinden özenle ayırt ediyoruz. Cizre Devlet Hastanesine 20 roket atıldığında, oradaki yaralılar ölüme gönderilmeye çalışıldığında bunların sesleri hiç çıkmıyordu. Neden atıyorsunuz bu roketleri diye dönüp sormadılar. O kahraman sağlık çalışanları bütün bölgede ve bütün ülkede zor şartlarda hizmetlerini sürdürüyorlar. Bugün bizi suçlayanlar, bu roketler şifa için faaliyet gösteren ve savunmasız insanların bulunduğu hastaneye atılırken bundan tek bir söz etmediler. Bu insanlık dışı saldırılara karşı tek bir tavır sergilemediler. Biz kim olursa olsun hiçbir yaralı insanı sağlık insanlarından asla mahrum etmeyiz. Gösterdiğimiz bu hassasiyete rağmen sizlerde mutlaka haberdar olmuşsunuzdur. Son günlerde Cizre’ye yönelik bazı iddialar dile getiriliyor. Sözü edilen yaralılar ile ilgili olarak konu bize intikal ettiği zaman hem İçişleri Bakanımız, hem Sağlık Bakanımız, hem bizzat ben konunun takipçisi oldum. Ambulanslarımızın olay maline ulaşması için her türlü çalışmayı gecikmeden yürüttük. Sağlık Bakanlığı ambulanslarını gönderdik, belediye ambulanslarının gönderilmesi için çaba sarfettik. Bu olayda sözü edilen bölge öyle bir bölge ki olay maline gitmeye çalışan görevlilerimiz ateşte kalıyor. Bunlardan bir şehidimizi de Eskişehir’de toprağa verdik. Cizre’de teröristlerin ambulanslara ateş açması, saldırı da bulunması nedeniyle olay mahalline ve o bölgeye ulaşmak mümkün olmadı. Buna rağmen Şırnak valiliği önceki gün iddia edilen yerden gelen bir telefon üzerine en yakın mesafeye 10 ambulans ve 30 sağlık personeli gönderdi, o bölgeye yaklaştı ama gelen kimse olmadı. Ambulanslar binaya yaklaştığında keskin nişancılar ve roketlerle saldırı yapıldı. Siz getirin dediğimizde kimse bir şey getirmedi. Bir takım iftiralarla Türkiye’yi lekelemeye çalışan ve mecliste nutuk atanlara sesleniyorum: Nerede bu yaralılar?” diye konuştu.
“CİZRE’DE OPERASYONLARIN SON AŞAMASINA GELİNDİ”
Cizre’de operasyonların son aşamasına gelindiğini söyleyen Davutoğlu, açıklamalarına şöyle devam etti:
“Çok az bir bölge kaldı. Bu bölgede terör faaliyetlerini yöneten kişilerin de olduğunu biliyoruz. Biz terörle mücadele ederiz. Sonuna kadar da edeceğiz ama yaralı teröristte olsa onu yaralı olarak alır tedavi eder ve adalete teslim ederiz. Türkiye bir demokratik hukuk devletidir. Kim olursa olsun yaralı olduğu anda buna ulaşmaya çalıştık. Örgütün siyasi uzantısı olan milletvekilleri günlerdir bu olay üzerinden meclisi meşgul ediyor. Kamuoyunu galeyana getirmeye çalışan açıklamalarda bulunuyorlar. Hodri meydan. Biz bunların hepsini yaptık. Yapmadı desinler. Hepsi adım adım takip edildi. Cizre’de ölü ve yaralıların olduğu evden tahliyelerin gerçekleştirilmesi, cenaze ve yaralıların alınması için daha önce de defalarca teşebbüste bulunuldu. Morgda en iyi şartlarda tuttuğumuz o cenazeleri mezbahaneye koydular. Bu mu cenazeye saygı? Biz onun üzerine talimat verdik ve gidin o cenazeleri alın ve defnedin diye. Onun üzerine mezbahaneden kendileri defnettiler. Diyarbakır’da bir Elazığlı cenaze için de aynı şeyi yaptılar. Aileyi engellediler, bizim teşkilatımızın devreye girmesiyle toprağa verilebildi. Bunlarda her türlü yalan, iftira var. Tek hedefleri Türkiye Cumhuriyetini küçük düşürmek ve tek hedefleri AK Partiyi halk nezdinde itibarımızı zedelemek.”
(İHA)
Davutoğlu, partisinin 106’ıncı Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı’nda yaptığı konuşma öncesi bugün Numune Hastanesi ve Dışkapı Hastanesi’nde Diyarbakır Çınar’da uğradığı terör saldırısı sonrası tedavi gören Meryem Tan ve İpek Çiftçi’yi ziyaret ettiğini belirtti. Davutoğlu, "Bugün sabah buraya gelmeden önce Dışkapı Hastanesi’ni, Numune Hastanesi’ni ziyaret ettim. İki kahraman Anadolu kadınından sizlere selam getirdim. Birisi Mardinli Meryem Tan, Kürt kökenli, bir polis memurunun eşi. Diğeri İpek Çiftçi, Türk kökenli yine bir başka polis memurumuzun eşi. Bu iki hanım Çınar’da alt üst komşu olarak oturuyordu. İpek Hanım, Meryem Hanım için ’abla’ diyordu. Ve bir akşam hepimiz evlerimizde istirahata çekildiğimiz bir anda hain terör bu güzel ailelerin çocuklarını, hanımlarını, beylerini hedef aldı. Bu saldırıda İpek Çiftçi, kahraman bir Anadolu kadını, eşi Şenol Çiftçi ve Mevlüde adındaki 3,5 yaşındaki güzel kızını kaybetti. Şimdi hastanede, onu ziyaret ettim. Meryem Hanım ise belki bulunduğu yer itibarıyla İpek Hanım’a göre biraz daha şanslı olabilir, oğlu Sait Tan yaralandı. Çok zor şartlarda hastaneye yetişti. Kızı Zehra, eşi Lokman Bey o da yaralı. Burada iki ailenin kompozisyonuna baktığınızda bir Anadolu harmanı görüyorsunuz. Onların Çınar’da bulunma sebebi, oradaki insanların huzurunu sağlamak için" ifadelerini kullandı. Başbakan Davutoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Bugün onları hastanede ziyaret ettim, o manzarayı hepinizin görmenizi isterdim, bir ana yüreği ve bir Kürt ana yüreği. Sait’in gözlerindeki ışıltı hiç kaybolmamış, yüzünde belki yanık izi var ama gönlündeki ailesinden aldığı muhabbet iziyle bize tebessüm ediyordu. Anne, ’Sait’i öpebilir miyim?’ diye sordu ve doktorların izniyle öptüğünde o an Rabbimin lütfu olan muhabbetin insanlarda nasıl büyük bir iz olduğuna bizzat şahit oldum. Daha sonra Numune Hastanesi’ne gidip İpek kızımızı ziyaret ettiğimde yüreğim daha fazla yanıyordu, çünkü hem eşini hem tek kızını kaybetmişti. Allah sabır versin diyorum. Onurluydu, vakurdu, eşini kızını kaybetmişti ama inancından hiçbir şey kaybetmemişti. Bu iki kahraman Anadolu kadını adına sizleri selamlıyorum. Bir daha hiçbir anne, Kürt veya Türk, hiçbir anneye bu acıyı yaşatmasın. Bize dönüp ’zalim’ diyenler, bize dönüp ’otoriter’ diyenler hiç utanmadan Sait’in yüzündeki o acı tebessümü görmeden, İpek Hanım’ın 3,5 yaşındaki kızının muhabbeti hiç hissetmeden, dönüp o terör örgütüne hiçbir şey söylemeden, terör örgütünün zulmü karşısında kahramanca mücadele eden askerimize, polisimize saldıranlara sesleniyorum, zulüm görmek istiyorsanız, gidin bu iki kahraman kadını, biri Kürt, biri Türk kadınını dinleyin. Eğer biraz utanma hissiniz varsa gözlerinin içlerine bakarak şunu söyleyin, ondan sonra sizinle yüzleşmeye hazırım. Gözlerine bakarak deyin, ’Sizleri, o 3,5 yaşındaki Mevlüde’yi eşini katleden, oraya bomba koyanlar zalim değil ama oraların huzuru için sizlerle birlikte gece-gündüz çalışanlara ’zalim’ deyin. İşte, o zaman sizinle bir daha tekrar tekrar yüzleşiriz. Biz, dünyanın neresinde olursa her türlü zulme karşı durduk."
"BİZİM SİCİLİMİZİ, BERABER GÖZYAŞI DÖKTÜĞÜMÜZ FİLİSTİNLİ ANNELER, BABALAR BİLİR"
Davutoğlu, "Bizim, sicilimizi herkes bilir. Beraber gözyaşı döktüğümüz Filistinli anneler balar bilir. Sicilimizi Myanmar’da, Arakan’da ellerini tuttuğumuz çocuklar bilir. Somali’de açlık içinde kıvranan suyunu aşını yetiştirdiğimiz Somolili bebekler bilir. Yanıklar içinde yatıp Türkiye’ye getirilen Suriyeli kardeşimiz o yanıklar içinde eminim bütün vücudu, Allah sizden razı olsun diye dudaklarının kıpırtısından duyabildiğiniz bütün yüzü alçıyla kaplı o Suriyeli kardeşimiz Türkiye’ye dua ediyor. Bizim sicilimiz AK ve pak ama bebek katilinin sicilini herkes biliyor. Artık gün, bütün Anadolu insanının tek bir yürek olarak, bu iki kahraman kadının şahıslarında sembolleşen Türk-Kürt kardeşliğini ebedi kılma günüdür. Gün, bu ailelere yapılan terör saldırılarına karşı omuz omuza durma günüdür. Bizler, AK Parti kadroları bu birlikteliğin, bu kardeşliğin sembolleşen bayrağı altında biraradasınız. Başka hiçbir partide, başka hiçbir siyasi harekette şu salonda bugün toplanan 81 AK yüreğin merhameti, muhabbeti ve vicdanı olamaz. Başka hiçbir partide, bu 81 vilayette bu şekilde örgütlenmiş teşkilatın izi olamaz. Hangi parti bizim gibi her ay genişletilmiş il başkaları toplantısında biraraya geliyor da 81 ilin derdini bir masaya koyuyor?" dedi.
"Birileri son kaleyi yıkmak istiyor" diyen Başbakan Davutoğlu, "Birileri bu son kaleyi tahrip etmek istiyor. Bizler bugün bu son kaleyi savunmak için ne gerekiyorsa yapacağız. Bu son kalenin son müdaafa hakkı da AK Parti teşkilatlarıdır. Sizler, büyük bir misyonun temsilcilerisiniz. Bu misyonun gereğini yaptınız, hep beraber 1 Kasım’da bir kez daha demokrasi zaferi yaşadık. Bu zaferi yaşatan bütün kardeşlerime teşekkür ediyorum. AK Parti Türkiye’ye hizmet şiarıyla yola çıktığı yolda yürüyüşünü emin adımlarla sürdürüyor" ifadelerini kullandı.
"VESAYET ODAKLARINA GEÇİT VERMEYECEĞİZ"
Geçmişte yönetilemeyen Türkiye’nin AK Parti ile itibar kazandığını belirten Davutoğlu, "Eski Türkiye’yi geri getirmek isteyenlere, vesayet odaklarına geçit vermeyeceğiz, bu sözle kolları sıvadık ve Türkiye’nin her sorununa çözüm ürettik. Millet bize güvendi, biz milletin desteğine güvendik. Bir daha o karanlık günlere dönmemek için milletimiz bize el verdi. Biz de milletimizin ihtiyaçlarını herşeyin üstünde tuttuk. Seçimleri kazanmak, iktidar olmak bizi rehavete sürüklemedi" dedi.
DAVUTOĞLU, İL TEŞKİLATLARINA KİBİRDEN UZAK DURULMASI TAVSİYESİNDE BULUNDU
AK Parti’nin bütün zorlu süreçler, kader anlarında milletin umudu olduğu yegane parti olduğunu söyleyen Davutoğlu, "AK Parti teşkilatları milletle buluşmasaydı bu hareket böyle olamazdı. Sizler bu millet için hizmet yolunda koşmasaydınız bu başarıyı yakalayamazdık, hepinize minnettarız. Bu hareketin mimarları sizlersiniz. Bu parti hepimizindir, hepinizindir. Bu hareket hepinizindir" şeklinde konuştu.
"1 Kasım seçimlerini kazanmak bizleri rehavete sürüklemedi" diyen Davutoğlu, "Her hareket imtihandan geçer, mesele imtihandan geçmemek değil. Mesele imtihanlar karşısında nasıl duruş sergilediğiniz. Biz özgüven imtihanını aştık, bizim özgüvenimizi sarsamazlar, sarsamayacaklar. 1 Kasım seçimlerinden sonra şimdi imtihanımız tevazu imtihanıdır, rehavete karşı yeni bir aşkla çalışma imtihanıdır. 1 Kasımdan bu yana siyasi hayatta tatil diye bir kavram tanımadık, tanımayacağız. 1 Kasım seçimleri bizi aşırı özgüven ya da kibre değil, tevazuya yöneltecek, 1 Kasım seçimleri bizi rehavete sürüklemeyecek" ifadelerini kullandı.
Başbakan Davutoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Teşkilatlara bakıyorum hiçbir yorgunluk emaresi yok. Her hedefe koşmaya hazır bir teşkilatımız var. Bu teşkilatın başında olmak ne büyük şeref, ne büyük onur. Diğer partiler 1 Kasım’da yenilgiden sonra birbirlerine girdiler. Bugün mahkemeye başvuruyorlar galiba MHP kongresi için ya da her türlü iftirayla birbirleriyle mücadele ediyorlar."
Millete verilen her sözün yerine getirileceğini belirten Davutoğlu, bugün itibarıyla Meclis’e sevkedilenlerle birlikte reformların yüzde 40’ının, vaatlerin ise yüzde 66’sının gerçekleştirildiğini ve Mart ayı bittiğinde vaatlerin tamamının yerine getirileceğini ifade etti. Bu vaatlere getirilen eleştirileri de değerlendiren Davutoğlu, bu vaatlerin en kısa sürede yerine getirileceği konusunda verilen sözü hatırlattı. Davutoğlu, "Sizler sokağa çıktığınızda başınız dik yürüyeceksiniz, başınız dik dolaşacaksınız. Hiçbir teşkilat mensubunun başının yere eğilmesini istemiyorum" dedi.
İL BAŞKANLARINA ’ŞAHİT MİSİNİZ?’ SORUSU
AK Parti’nin 1 Kasım seçimlerinden önceki vaatlerinin büyük bir bölümünün yerine getirildiğini anlatan Davutoğlu, yerine getirilen ve yerine getirilecek olan vaatler hakkında bilgi verdi. Davutoğlu, bu ay içinde öğretmen atamalarının yapılacağını belirterek, "Size ve halkımıza soruyorum, bu vaatleri yaptığımzıa şahit misiniz, üç kere soruyorum. Bundan sonra da söz verdiğimiz her şeyi yapacağız. Bu ağızdan yerine getirilmeyecek söz çıkmayacak" diye konuştu.
YENİ ANAYASA
Davutoğlu, yeni anayasa çalışmalarına ilişkin açıklamalarda bulundu. Bugünkü parlamenter sistemin çok iyi işleyen bir sistem olarak satılmaması gerektiğinin altını çizen Davutoğlu, yeni anayasa konusunda gecikilmişte olsa tarihi adımın atılacağını söyledi. Cumhurbaşkanına yönelik hakaret yöneltmeyi, Cumhurbaşkanını bu tartışmaların merkezine yerleştirip tartışmaların şahsileştirilmesini yeni anayasa yapım sürecine ihanet olarak değerlendiren Davutoğlu, AK Parti’nin nasıl bir anayasa istediğini açıkladı.
“MİLLETİMİZE VERDİĞİMİZ SÖZLERİ YERDE BIRAKMAYACAĞIZ”
Geçen hafta gerçekleştirilen vaatleri anlatan Başbakan Davutoğlu, emekliden polislere, öğrencilerden muhtarlara kadar çeşitli kesimleri ilgilendiren müjdeler verdi. Davutoğlu, “İşveren sigorta primi indiriminde 10 işçi çalıştırma zorunluluğunu kaldırdık, artık basit usulde vergilendirilen esnafımızın yıllık 8 bin Türk Lirası’na kadar hesaplanan kazançlarından vergisini almayacağız. Emeklilerimizin maaşlarından kesilen sosyal güvenlik destek primini kaldırdık. Bağ-Kur kapsamında çalışmaya devam eden esnafımız emekli maaşlarında yüzde 10’luk prim kesintisi vardı, onu da kaldırdık. Muhtar maaşlarını bir haftada 950 liradan bin 300 liraya yükselttik, muhtarlarımıza selam olsun. Polis ve uzman erbaşların 2 bin 200 olan ek göstergelerini 3 bine yükselttik ve emniyet hizmet tazminatlarını yüzde 25 artırdık. Kahraman polislerimize ve bu şehitlerimizin de yükselttiği değerler adına mücadele eden bütün güvenlik görevlilerimize, askerimize, polisimize selamlarımı, taktirlerimi ifade ediyorum. Artık lise ya da üniversiteden mezun olan gençlerimizin genel sağlık sigorta giderlerini 2 yıl biz sağlayacağız. İş kuran gençlerimize 3 yıl gelir vergisi muafiyeti getirdik. Öğrencilerimizin pasaport harçlarını kaldırdık. Gözümün nuru öğrencilerimize buradan selam ediyorum, dünyanın her yerine pasaport harcı olmadan gidecekler. Bursları artmış oldu ve her türlü sağlık hizmetlerinden de istifade edecekler. Gözümüzün nuru kadınlarımıza, üreten, emek veren kadınlarımıza müjdelerimizi verelim, çalışan kadınların doğuma ilişkin izin ve haklarını güçlendiriyoruz. Yasal altyapımız hazır, Meclis’e gönderdik. Bundan sonra doğum nedeniyle ücretsiz izinde geçirdiğiniz süreler memuriyet kıdeminde değerlendirilecek. Bizim için doğum yapan kadın hem mübarek annelik görevini yerine getiriyor hem de aslında vatani görevini yapıyor. Doğum yapan kadınlarımızın hizmeti vatani bir hizmet gibidir ve doğum süresi o yüzden memuriyetten sayılacak. Doğuma bağlı olarak ilk çocukta 2 ay, ikinci çocukta 4 ay, üçüncü ve üzeri çocuklarda 6 ay yarı zamanlı ve tam ücretli çalışma hakkı ile çocuğun okula başlayana kadar kısmi süreli çalışma hakkını da tanıdık. Artık kadınlarımız, ‘doktor mu olayım anne mi olayım, öğretmen mi olayım anne mi olayım, memur mu olayım anne mi olayım’ ikilemi içinde olmayacaklar, hem annelik görevlerimi yapmak için kısmi zamanlı olarak evlerinde çocukları ile beraber olacaklar hem de alın teri döküp mesleklerini sürdürebilecekler. AK Parti söz verdi mi gereğini yapar. Onlar konuşur AK Parti yapar, yapmaya devam edeceğiz, milletimize verdiğimiz sözleri yerde bırakmayacağız” dedi.
“KİMSE BENDEN ‘HAYIR’ OYU VERDİĞİM 82 ANAYASASINI SAVUNMAMI BEKLEMESİN”
Türkiye’de herkesin ve siyasi partilerin de mevcut anayasanın değişmesi konusunda hemfikir olduğunu belirten Başbakan Davutoğlu, “Darbe anayasası ile yönetiliyor olmak bir züldür” ifadelerini kullanarak, yeni anayasa sürecine ilişkin açıklamalarda bulundu. Kendisinin ilk oyunu kullanması ile ilgili bir hatırasını anlatan Davutoğlu, “Ben ilk oyumu bu anayasa referandumu için kullanmıştım 1982’de. Kararımız kesin, gidip ‘hayır’ oyu vereceğiz. Öyle bir gündü ki, zarf alabildiğine şeffaf, ‘hayır’ oyu koyu kahverengi bir oy, ‘evet’ oyu ise beyaz. Koyu renkli ‘hayır’ oyunu koyduğunuzda zaten eski bu CHP zihniyeti, hani açık oy kapalı sayım vardı ya, bu da açık oy gibi herkes görüyor. Nasıl olsa gördükleri için bütün orada duranlara göstererek oyumu kullanmıştım. Kimse benden ‘hayır’ oyu verdiğim 82 anayasasını savunmamı beklemesin. O gün gururla ve gençlik heyecanı ve kararlılığı ile direniş ruhuyla da göstere göstere verdiğim ‘hayır’ oyunun gereğini yapacak, inşallah bu 82 darbe anayasasını tarihe gönderip bu milletin seçtiği Meclis’in yazdığı bir anayasa ile yine bu milletin huzuruna gidip destek isteyeceğiz. Bu konudaki kararlılığımızdan kimsenin şüphesi olmasın” diye konuştu.
“GECİKMİŞTE OLSA BU TARİHİ ADIMI HEP BERABER ATACAĞIZ”
Yeni hazırlanacak anayasa metninin herkesin benimsemesi gereken bir metin olduğunu kaydeden Davutoğlu, “Bunu gerçekleştirirken de gönlümüz ister ki hep beraber bu anayasayı yapabilelim. Anayasa bir anlamda bütün toplumun, herkesin benimsemesi gereken metindir. Bütün partilere, bütün STK’lara yeni anayasa yapım sürecine destek vermelerini rica ediyorum. Türkiye’nin en temel önceliği demokratik, özgürlükçü, katılımcı bir anayasadır. Sayın Kılıçdaroğlu ‘önce darbe hukukunu yok edelim’ diye dile getirdi, darbe hukukunun anası darbeci anayasadır. Önce o kaynağı ortadan kaldıralım, bütün darbe hukukunun temeli sarsılır. İnşallah sivil, demokratik, hukuk devletinin anası da yeni anayasa ve onun dayandığı özgürlükçe temel olacak. Yeni anayasa Türkiye’yi geçmişin baskıcı, vesayetçi zihniyetinin tezahürlerinden kurtaracak bir anayasa olmalıdır. Ruhu ile özü ile insan odaklı, insana saygıya dayalı ve temel hak ve özgürlükleri çerçevesini çizen bir anayasa olmalıdır. Vatandaşlarını bir bütün olarak görmeyen, birer potansiyel tehdit, tehlike olarak gören bir anayasa yeni Türkiye’nin anayasası olamaz. Aslında Türkiye yeni bir anayasaya yıllardır ihtiyaç hissediyor ama bunun gereğini yapmaya siyasi kadrolar çekiniyordu. Bizim yeni anayasa ile birlikte yeni bir zihniyeti de devreye sokmamız lazım. 2011 seçimlerinden sonra AK Parti öncülüğünde milletimizin yeni anayasa umudunun gerçekleşmesi için çok ciddi çabalar sarf edildi. Ancak ne yazık ki, bu ihtiyaç bir türlü karşılanamadı ve Türkiye’yi rahatlatacak adımlar atılamadı. İnanıyorum ki, gecikmişte olsa bu tarihi adımı hep beraber atacağız. Seçimin hemen ardından yeni anayasa çalışmalarını başlattık. CHP ve MHP Genel Başkanları ile ve Meclis Başkanımızla görüşmelerimizi gerçekleştirdik. Meclis’teki bütün partiler Anayasa Uzlaşma Komisyonuna verecekleri üyelerini belirlediler. Bizde belirledik, çok kıymetli üç arkadaşımızı, çok değerli bir önceki Meclis Başkanımız ve Türk siyasetinin duayeni Sayın Cemil Çiçek’i, anayasa hukukunda herkesin taktir ettiği Sayın Ahmet İyimaya’yı ve Genel Sekreterimiz Sayın Abdulhamit Gül’ü bu uzlaşma komisyonu için tayin ettik. Onlarla geçtiğimiz hafta ilk toplantıyı ben yaptım. Dün de MYK’da tekrar görüşmeleri ve değerlendirmeleri yaptık, bugün Meclis Başkanımız ile görüşecekler, yarında komisyon çalışmaları başlayacak” şeklinde konuştu.
“KİMSE BİZE BUGÜNKÜ SİSTEMİ ÇOK İYİ İŞLEYEN BİR PARLAMENTER SİSTEM DİYE SATMASIN”
Yeni anayasa çalışmalarının Türkiye’ye ve demokrasiye yakışan bir olgunluk içinde gerçekleşeceğine inandığını kaydeden Başbakan Davutoğlu, yeni anayasa meselesinin sadece AK Parti’nin değil, Türk siyasetinin meselesi olduğunu kaydetti. Parti içinde bir mutfak oluşturarak bizzat kendisinin başkanlığında anayasa çalışmalarını parti içindeki bir heyetle takip edeceğinin altını çizen Davutoğlu, “Bugün artık tartışılması gereken yeni bir anayasanın gerekli olup olmadığı değil, yeni anayasanın hangi temeller üzerinde inşa edileceğidir. Bütün partilerin bu sorumlulukla meseleye yaklaşmasını rica ediyorum. Bu süreç bir uzlaşma süreci, uzlaşma noktalarını çoğaltma süreci olarak görülmelidir. Komisyonda yer alan diğer partilerin de uzlaşma ruhuna uygun, yapıcı, kapsayıcı ve ciddi katkılar vereceğine inanıyorum. Madem ki Türkiye’nin yeni bir anayasaya ihtiyaç olduğu konusunda hepimizin ortak bir kanaati var, kompleksiz bir şekilde, konuyu kişiselleştirmeden, partileştirmeden tartışmamız lazım. Ki neyi istiyorsa bu meseleyi siyasi polemiğin ötesinde kalıcı bir anayasa için gereğini yapmak üzere ortaya koymalıdır. Sayın Kılıçdaroğlu’na, Sayın Bahçeli’ye görüşmelerimizde söyledim, bugün bir kez daha söylüyorum, nihayet bütün siyasi liderler olarak hepimizin biyolojik ömrünün bir sınırı var. Siyasi ömrümüz zaten tamamıyla milletimizin taktirine bağlı. Ama biyolojik ömrümüzün sınırı dahi Türkiye’nin 20-30 senesinin perspektifi içindedir, Allah’ın taktiridir. Herhalde bir nesil değişimi itibariyle bundan 20-30 sene sonra birçoğumuz bırakın siyasi hayatı bu dünyada bile olmayabileceğiz. Ama öyle bir anayasa yazalım ki, bu anayasa 100 sene sonra dahi torunlarımız bu ülkeyi idare ederken ‘sağ olsunlar 26 dönemin partileri, milletvekilleri ki bize sağlam bir anayasa bıraktılar da biz bu anayasa ile problemsiz, yetki çatışmalarında boğulmadan ülkeyi idare edebiliyoruz’ desinler. Bu bizim torunlarımıza borcumuzdur. Bu borcu öderken şahsi hesaplar içinde olmamalıyız ve hiçbir şekilde bunu şahsileştirmemeliyiz. Hele hele TBMM’de yapılacak olan bir anayasa çalışması için Cumhurbaşkanımızı hedef almak, Cumhurbaşkanımıza hakaretler yönetmek, Cumhurbaşkanımızı bu tartışmanın merkezine yerleştirip, bu tartışmayı şahsileşen bir tartışma haline dönüştürmeye çaba sarf etmek anayasa yapım sürecine ihanettir. Bu mesele hiç birimizin şahsi meselesi değildir. Önümüzdeki dönemde herkesin Türkiye’nin geleceğini düşünerek, kendi konumlarını unutarak, çoğu zaman da parti genel başkanları olduğumuz gerçeğini ve unvanlarını bir kenara bırakarak, bu ülkenin eşit vatandaşları olmak hasebiyle kafa kafaya verip en doğrusunu bulmakla yükümlüyüz. Başkanlık sistemini biz savunuyoruz, karşı çıktıkları bir husus varsa onu gündeme getirsinler. Neden karşı çıktıklarını anlatsınlar, parlamenter sistemini savunsunlar, biz de onu gerektiğinde eleştirelim. Her şeyi açık tartışalım ve günün sonunda en doğru anayasayı hep beraber yapalım. Bu süreci siyasetin güncel polemiklerinden, siyasi çekişmelerden uzak tutmamız, basit siyasi menfaat hesaplarına kurban etmememiz gerekmektedir. Farklı fikirlerin ortaya çıkmasını biz bir kazanım olarak görürüz. Yeter ki yapıcı bir şekilde tartışalım ve ortak geleceğe mührümüzü vurabilelim. Geçmişte neyin yanlış olduğunu, nelerin sistemin işleyişine engel teşkil ettiğini tespit ederek iye doğru yerden başlayalım. Çarpık ve bir anlamda doğasından da bir anlamda saptırılmış bir parlamenter sistem, özellikle 12 Eylül ve 28 Şubat süreçlerinde, 27 Nisan süreçlerinde yaşadık. Bunu savunmak yerine hür, insan hak ve hürriyetlerine dayalı başkanlık sisteminin ya da karşısına konulacak konulacaksa, karşısına ne getiriliyorlarsa parlamenter sistemi o dokusuyla konuşalım. Ama kimse bize bugünkü sistemi çok iyi işleyen bir parlamenter sistem diye satmasın, anlatmasın, pazarlamasın. Hep beraber yeni kurucu bir Meclis iradesi ile en doğrusunu birlikte yaparak, tartışarak yol alalım. Bu ülke sistem sorunları nedeni ile nice krizler yaşadı. Hatırlayacaksınız bir MGK’da masada fırlatılan bir anayasa kitapçığı o gün akşam Türk ekonomisinin iflas etmesine, çok kısa sürede de siyasetin tümüyle çökmesine yol açmıştı. Bugün AK Parti iktidarlarının dirayetli yönetimi bu problemlerin çıkmasına engel oluyorsa bu tamamıyla bizim siyasi ahlakımız ve geleneğimiz içinden gelen sorumluluk duygumuzla oluyor, sistemin iyi işlemesi dolayısıyla olmuyor. Allah muhafaza, 1 Kasım sonrasında istikrar oluşmamış ve bir koalisyon dönemine geçilmiş olsaydı bu anayasanın ne kadar çok krize gebe olduğunu o zaman görmek zorunda kalırdık. Bu yapısal Türkiye’ye yıllar kaybettirdi, ağır bedeller ödetti. Bu sıkıntıları yeniden yaşamak istemiyorsak kendisi sorun teşkil eden değil, sorunları çözme kabiliyeti olan bir anayasa yazmak zorundayız. Yeni anayasa demokratik değerlere yaslanan bir anayasa olmalıdır, bireysel özgürlüklere dayanmalı, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını sağlamaya yönelik kurumsal güvenceler içermelidir. Hep soruyorlar ‘AK Parti nasıl bir anayasa öneriyor’ diye. Bugün de çerçevesini çiziyoruz, dün de çizmiştik, yarın da çizeceğiz. Siyasal sistemin işleyişteki belirsizlikleri, yetki ve sorumluluk karmaşasını ortadan kaldıran bir anayasa olmalıdır. Yeni anayasa temsilde adalet ve yönetimde istikrar düsturlarından taviz vermemelidir. Biz yeni anayasayı Türkiye’de demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğünün kökleşmesi bakımından hayati bir aşama olarak görüyoruz. Yeni anayasa vesayetin her türlüsünün izlerini kökten silmeli, yeni vesayet odaklarının çıkmasına fırsat vermemelidir. Yeni anayasa milletimizin kültürel ve toplumsal çeşitliliğini tanıyan, kapsayıcı ve kuşatıcı vatandaşlık tanımını temel almalıdır. Türkiye geçmişten devraldığı ağırlıkları üzerinden atmalı ve hız kazanmalıdır. Demokrasimize güvenmek, millet iradesinin hakemliğine rıza göstermek durumundayız. Bu ülke hiçbir insanımızı dışlamayan, 78 milyona eşit mesafeden bakan, hak ve özgürlükleri asılsız vehimlere kurban etmeyen bir anayasayı hak ediyor. 2002’den bu yana demokratikleşme yolunda büyük mesafeler aldık şimdi bu yeni kazanımları anayasa ile taçlandıracağız” ifadelerini kullandı.
“BU ÜÇ HAİN TERÖR ÖRGÜTÜ, ÜÇÜ BİRDEN SON KALEMİZE SALDIRIYORLAR”
PKK, DEAŞ, DHKP-C gibi terör örgütlerinin milletin güvenliğini ve huzurunu hedef alan saldırılar gerçekleştirdiğini kaydeden Davutoğlu, 20 Temmuz’da DEAŞ’ın Suruç saldırısını hatırlattı. Arkasından DHP-C’nin İstanbul’da silahlı gösteri yaptığını, aynı gün Adıyaman’da PKK’nın bir askeri şehit ettiğini ve bir sonraki gün yine PKK’nın Ceylanpınar’da iki polisi şehit ettiğini ifade eden Davutoğlu, Diyarbakır’da yardım talebine gitmek için yola çıkan bir polisi şehit ettiğini söyledi. Türkiye’nin son kale olduğunun altını çizen Davutoğlu, “Suriye’de problem olduğunda Arap’ı, Kürt’ü, Türkmen’i Türkiye’ye doğru dönüyor, Irak’ta problem olduğunda Türkiye’ye doğru dönüyor, Balkanlar’da problem olduğunda 90’lı yıllarda Türkiye’ye yönlerini döndüler. Biz seçim için hazırlandığımız dönemlerde bütün o başkentlerde Türkiye’ye dönüp dualarda bulunanlar da oldu. Böyle bir ülkeyi 7 Haziran’dan sonra bu üç terör örgütü, birisi güya İslam’ı ve Sünnileri Suriye’de savunduğu iddiasındaki, tamamıyla barbar ve dinimize de en büyük lekeyi vuran DEAŞ, diğeri güya Kürtlerin haklarını savunduğunu iddia eden ama en çok da Kürt katleden PKK, bir diğeri de güya Alevi vatandaşlarımızın haklarını savunduğu iddiasını öne çıkartan ve bu yönde eylemler yapan DHKP-C. Bu üç örgüt aynı anda birbirleri ile mücadele eden örgütler güya, Türkiye’ye karşı harekete geçtiler, daha doğru bir tabir kullanıyorum, geçirildiler. Ve o günden bugüne de biz bu üç terör örgütü ile mücadelemizi sürdürüyoruz. PKK terör örgütü saldırılarına devam ediyor, DEAŞ Kilis’e füze atmak gibi bir şeyde bulundu TSK gerekli mukavelede bulundu ve dün Söke’de DHKP-C militanları, 20 yıl önce Sabancı suikastı sebebiyle kayıp bazı DHKP-C militanları birden su yüzüne çıktılar ve canlı bomba için geldikleri Türkiye’de emniyet görevlilerimizi tebrik ediyorum, böyle bir ihanete kalkışmadan Söke’de silahları ile birlikte yakalandılar. Tabloya bakın, 20-23 Temmuz’da yaşadığımız şey aynen devam ediyor. Bu üç hain terör örgütü, üçü birden son kalemize saldırıyorlar. Bu mesele artık bir beka meselesi ise artık bilsinler ki bu gökkubbe altında Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve onun dayandığı köklü siyasi geleneği yaşayacaktır, bu terör örgütleri de tarumar olacaktır. Bunların hepsi birer piyon. Hepsi birileri tarafından yönetilen, kumanda edilen piyonlar. Biz 23 Temmuz’da bütün bu oyunu gördüğümüz için huzur ve demokrasi operasyonunu başlattık. Biliyoruz bu terör örgütlerinin perde gerisinde neleri konuştuklarını, PKK’nın uzantısı olan PYD’nin 28 Mayıs’ta Haseke’de DEAŞ ile oturup neyin pazarlığını yaptığını, DHKP-C’nin, MLKP’nin, bazı terör örgütlerinin Kandil’de nasıl eğitim aldıklarını biliyoruz. Onlar ne yaparsa yapsınlar biz son kalemizi müdafaa edeceğiz ve bu ülkeyi başı dik insanların, müreffeh ve huzurlu insanların yaşadığı, kalkınan bir ülke yapacağız. Onların hepsi birden hem Türkiye’ye hem AK Parti’ye ve bizlere saldırıyorlar. Biz bu tür ihanet saldırıları karşısında nasıl mücadele edeceğimizi biliyoruz. Onlar saldırılarına devam edecekler, biz de bu milletin hakkını, hukukunu, bu devletin bekasını savunma konusundaki gayretimize devam edeceğiz. Onlar şeytanca faaliyetlerine devam edecekler, biz de bir taraftan o şeytanları taşlarken bir taraftan da anayasa başta olmak üzere olumlu hizmetlerimizle yolumuza devam edeceğiz. 7 Haziran sonrasında terör örgütlerinin yoğunlaşan eş zamanlı saldırılarına karşı başlattığımız huzur ve demokrasi operasyonu kararlı bir şekilde sürecek. Operasyonlar bölgede can ve mal güvenliğini korumak, şehirlerimizi huzura kavuşturmak için yapılıyor. Bu operasyonlar saldırganlığını ibadet yerlerine, esnaf dükkanlarına, hastanelere ve nihayet okullara kadar vardıran insanlık dışı yapılara karşı yapılıyor. Terör örgütü hendekler kazarak, barikatlar kurarak hayatın normal bir şekilde sürmesine engel olarak kaos çıkartmak istiyor. Terör örgütü bütün bu saldırıları bölgede yaşayan insanlarımızı yılgınlığa sek etmek, karamsarlığa sokmak ve tahakkümü altına almak için yapıyor. Ancak sonuç alamıyor, bütün bu baskılara rağmen bölge insanı teröre destek vermiyor” ifadelerini kullandı.
“TOLEDO ÜZERİNDEN FRANCO POLEMİĞİ BAŞLATANLAR, ŞEHİR, KÜLTÜR VE MEDENİYET CAHİLİ”
Terörden zarar gören illerde ve ilçelerde yaşayan vatandaşlara her türlü desteği de vereceklerinin altını çizen Davutoğlu, Diyarbakır’ın Sur ilçesi için verdiği Toledo örneğine açıklık getirerek şunları dedi:
“Bu şehirlerimizi, bütün tarihi özellikleriyle muhafaza edip yeniden mimar edeceğiz. Bir gazetecinin Sur’da yapacağımız kentsel dönüşümle ilgili bazı iddialar olduğunu, burada rant oluşacağı gibi bir takım şeyler konuşulduğunu ve bu konudaki kanaatlerimi sorduğunda şunu söyledim; ’Diyarbakır dünyanın en kadim şehirlerinden biridir. Sur’u ben sokak sokak, mimari eserlerini, her özelliklerini bilirim. Diyarbakır bizim gönlümüzün ta derinliklerinde, kimliğimizi şekillendiren şehirlerden biridir. Bugün Toledo üzerinden Franco polemiği başlatanlar, şehir, kültür ve medeniyet cahili. Biz Toledo diyince en dürüst medeniyetini hatırlarız onlar Franco’yu hatırlar. Biz Toledo diyince bir biblo gibi inşa edilmiş, o köklü medeniyetimizin her bir minaresine gözümüzün nuru gibi bakar, oraya baktığımızda güzel medeniyetimizin, İspanya’nın merkezindeki görüntüsünü hatırlarız. Bunlar ise zihinleri Franco zihniyeti olduğu için, Stalin zihniyeti olduğu için sadece onu düşünürler. Ufukları bunların sadece bunlara ulaşır. Orada bir taş bile oynatamazsınız. Bir gökdelen dikemezsiniz. Çünkü kuralları vardır. Biz Diyarbakır’ı hiçbir şeyle karşılaştırmayız. İstismar edecekler ya. Ben kültürel özelliklerin korunması bağlamında Diyarbakır’ı Toledo ile karşılaştırdım diye birinin aklına Franco geliyor, diğerinin aklına da özerklik geliyor. Biz onlara, faşist zihniyetlere faşizmin ne olduğunu da öğretiriz, tarihin ne olduğunu da öğretiriz. Franco zihniyeti arayacaklarsa kendileri aynaya baksınlar. Franco zihniyetiyle Stalin zihniyetini Türkiye’de temsil edenler, kendilerinin olduğu yerde başka hiçbir siyasi harekete, farklı düşünceye izin vermeyecek şekilde terör uygulayanlardır. Biz Diyarbakırımızı, Mardinimizi, Vanımızı, Siirtimizi, bütün bu şehirlerimizi inşa edeceğiz. İstanbul’un kaderi Diyarbakır’in kaderidir demeyiz. Çünkü Diyarbakır biziz biz Diyarbakırız. Ben bir gün İstanbul’u, Konya’yı Diyarbakır’dan ayırt edipte, kaderleri bunların birdir demektense son nefesimi vermeyi tercih ederim. Diyarbakır biziz. Biz Diyarbakırız. Bunlar, dünyasında, zihinlerinde hep bu ülkeyi böldükleri için hep ya etnik temelli yada mezhebi temelli bölüyorlar. Bütün Doğu ve Güneydoğu burada. Biz hitap ettik mi bu ülkenin taşına, toprağına, ırmağına hitap ederiz. Onlar çukur kazarlar biz zirvelere hitap ederiz.”
“KİMSE HAM HAYAL GÖRMESİN”
Zarar gören şehirlerin yeniden huzura kavuşturulacağını kaydeden Davutoğlu, “Kimse ham hayal görmesin. Bu şehirleri kaosa, krize sürükleyeceklerini düşünenler, gerekli cevabı alacaklar. Bütün bu topraklar huzura kavuşacak. Devlet üzerine düşen neyse yapacak, bütün yaralar sarılacak. Hayat normal seyrine dönecek. Zalime karşı kudretli, mazluma karşı da merhametli olmaya devam edeceğiz. Esnaf dükkanını açacak, çocuklarımız okullarına gidecek, isteyen herhangi bir tehdide maruz kalmaksızın ibadethanesine gidecek. Allah’ın izniyle terörü bu ülkenin gündeminden bir daha geri dönmemek üzere çıkarıp atacağız. Şehirlerimizde asayişi, huzuru, güveni mutlaka teşhis edeceğiz” ifadelerini kullandı.
“SPEKÜLASYONLARLA BU MÜCADELEYİ LEKELEMEYE ÇALIŞANLARIN MAKSATLARI BELLİDİR”
Algı oluşturmak adına faaliyetlerin yürütüldüğüne dikkat çeken Davutoğlu, “Yürütülen faaliyetlerin farkındayız. Çeşitli yalan ve iftiralarla, aslı astarı olmayan spekülasyonlarla bu mücadeleyi lekelemeye çalışanların maksatları bellidir. Teröre karşı duramayan, teröristin dili ile konuşan odakların hak ve hürriyetler konusunda bir inandırıcılığı yoktur. Canı pahasına teröristler ile mücadele eden yiğit vatan evlatlarının hakkını kimseye yedirmeyiz. Hukukun, adaletin, özgürlüklerin, insan haklarının teminatı biziz. Bu mücadeleyi verirken teröristle halkı birbirinden özenle ayırt ediyoruz. Cizre Devlet Hastanesine 20 roket atıldığında, oradaki yaralılar ölüme gönderilmeye çalışıldığında bunların sesleri hiç çıkmıyordu. Neden atıyorsunuz bu roketleri diye dönüp sormadılar. O kahraman sağlık çalışanları bütün bölgede ve bütün ülkede zor şartlarda hizmetlerini sürdürüyorlar. Bugün bizi suçlayanlar, bu roketler şifa için faaliyet gösteren ve savunmasız insanların bulunduğu hastaneye atılırken bundan tek bir söz etmediler. Bu insanlık dışı saldırılara karşı tek bir tavır sergilemediler. Biz kim olursa olsun hiçbir yaralı insanı sağlık insanlarından asla mahrum etmeyiz. Gösterdiğimiz bu hassasiyete rağmen sizlerde mutlaka haberdar olmuşsunuzdur. Son günlerde Cizre’ye yönelik bazı iddialar dile getiriliyor. Sözü edilen yaralılar ile ilgili olarak konu bize intikal ettiği zaman hem İçişleri Bakanımız, hem Sağlık Bakanımız, hem bizzat ben konunun takipçisi oldum. Ambulanslarımızın olay maline ulaşması için her türlü çalışmayı gecikmeden yürüttük. Sağlık Bakanlığı ambulanslarını gönderdik, belediye ambulanslarının gönderilmesi için çaba sarfettik. Bu olayda sözü edilen bölge öyle bir bölge ki olay maline gitmeye çalışan görevlilerimiz ateşte kalıyor. Bunlardan bir şehidimizi de Eskişehir’de toprağa verdik. Cizre’de teröristlerin ambulanslara ateş açması, saldırı da bulunması nedeniyle olay mahalline ve o bölgeye ulaşmak mümkün olmadı. Buna rağmen Şırnak valiliği önceki gün iddia edilen yerden gelen bir telefon üzerine en yakın mesafeye 10 ambulans ve 30 sağlık personeli gönderdi, o bölgeye yaklaştı ama gelen kimse olmadı. Ambulanslar binaya yaklaştığında keskin nişancılar ve roketlerle saldırı yapıldı. Siz getirin dediğimizde kimse bir şey getirmedi. Bir takım iftiralarla Türkiye’yi lekelemeye çalışan ve mecliste nutuk atanlara sesleniyorum: Nerede bu yaralılar?” diye konuştu.
“CİZRE’DE OPERASYONLARIN SON AŞAMASINA GELİNDİ”
Cizre’de operasyonların son aşamasına gelindiğini söyleyen Davutoğlu, açıklamalarına şöyle devam etti:
“Çok az bir bölge kaldı. Bu bölgede terör faaliyetlerini yöneten kişilerin de olduğunu biliyoruz. Biz terörle mücadele ederiz. Sonuna kadar da edeceğiz ama yaralı teröristte olsa onu yaralı olarak alır tedavi eder ve adalete teslim ederiz. Türkiye bir demokratik hukuk devletidir. Kim olursa olsun yaralı olduğu anda buna ulaşmaya çalıştık. Örgütün siyasi uzantısı olan milletvekilleri günlerdir bu olay üzerinden meclisi meşgul ediyor. Kamuoyunu galeyana getirmeye çalışan açıklamalarda bulunuyorlar. Hodri meydan. Biz bunların hepsini yaptık. Yapmadı desinler. Hepsi adım adım takip edildi. Cizre’de ölü ve yaralıların olduğu evden tahliyelerin gerçekleştirilmesi, cenaze ve yaralıların alınması için daha önce de defalarca teşebbüste bulunuldu. Morgda en iyi şartlarda tuttuğumuz o cenazeleri mezbahaneye koydular. Bu mu cenazeye saygı? Biz onun üzerine talimat verdik ve gidin o cenazeleri alın ve defnedin diye. Onun üzerine mezbahaneden kendileri defnettiler. Diyarbakır’da bir Elazığlı cenaze için de aynı şeyi yaptılar. Aileyi engellediler, bizim teşkilatımızın devreye girmesiyle toprağa verilebildi. Bunlarda her türlü yalan, iftira var. Tek hedefleri Türkiye Cumhuriyetini küçük düşürmek ve tek hedefleri AK Partiyi halk nezdinde itibarımızı zedelemek.”
(İHA)