ANKARA
Türk demokrasinin ilk darbesine giden süreçte basın, 1957 yılından itibaren yalan haber ve karalamalarla Menderes hükümetine yüklenirken, 27 Mayıs 1960 askeri darbesinin ardından cuntacılar kendilerini haklı göstermek uğruna servis ettikleri karalama haberlerine devam etti.
27 Mayıs 1960 askeri darbesine giden süreçte ve sonrasında ulusal basın, iktidara yönelik asılsız suçlamalar ve kara propaganda yöntemleri darbeyi meşrulaştırmak için kullanıldı.
Demokrat Partinin 1950 seçimlerine giden süreçte en etkili propoganda aracı, "Yeter! Söz Milletindir!" afişi olmuştu. Halk tarafından büyük kabul gören ve hafızalardan silinmeyen bu afiş, CHP yönetiminde büyük rahatsızlığa neden oldu.
Öyle ki Ankara'da Teknik Öğretim Müsteşarlığında çalışan Selçuk Milar, afişi hazırladığı için CHP hükümeti tarafından Urfa'ya tayin edildi.
Demokrat Partinin, bir köyün resmedildiği ve köy yolunun üzerinde "Her köye yol" yazılı afişleri de CHP tarafından "popülizm" olarak nitelendi.
Seçimi kaybeden CHP'liler gazetelerine döndü
Adnan Menderes'in CHP içinde olduğu dönem, Basın Kanunu'nda yapılan sınırlı değişiklik eleştirilere neden oldu.
Menderes ise bu "sınırlı" değişikliğe itiraz ederek, söz ve fikir hürriyetini baskı altında tutan maddelerin değiştirilmemesine tepki gösterdi. Buna rağmen Menderes, Demokrat Parti iktidarı döneminde basında sıkça "anti demokratik uygulamaların mimarı" olmakla suçlandı.
Demokrat Partinin iktidar olması nedeniyle vekillik koltuğunu bırakmak zorunda kalan pek çok CHP'li ismin gazetelerdeki köşelerine dönmesi de basında Demokrat Partiye karşı bir cephe oluşmasına neden oldu. Yeni Ulus Gazetesi CHP'nin tezlerini savunan yayın organları olarak görülüyordu.
Dönemin Zafer Gazetesi Demokrat Partinin görüşlerinin yer aldığı gazete olarak biliniyordu. Hürriyet gazetesi ise çıktığı ilk gün İsmet İnönü ve Celal Bayar'ın yazılarını aynı anda yayımlayarak tarafsız kalacağının sinyalini verse de 27 Mayıs askeri darbesine giden süreçte basın darbeye zemin oluşturacak pek çok haber yayımladı.
İrtica iddiaları...
Demokrat Parti, dini özgürlükler adına attığı adımlar nedeniyle irticai faaliyetlere göz yumduğu, hatta desteklediğine dair tepkilerle karşılaştı. Bu eleştirilerin dozu, 1957 yılından itibaren artmaya başladı.
Ulus gazetesinde Yalçın Tuna tarafından yazılan yazıda, bazı Atatürk heykellerine karşı saldırı düzenlendiği iddialarına yer verilirken, bazı vaizler üzerinden "DP mitinglerine gitmeyenlerin kafir sayılacağına" yönelik tezvirat üretildi.
1959'un mart ayında Ulus gazetesindeki, "Atatürk ve devrimlerine sataşanlar asla muvaffak olamayacaktır" manşetiyle, bir anketin sonuçlarına yer verildi.
Haberdeki "Biz, uyanık Türk savcılarının mevcut kanunları tatbik edeceklerine inanıyoruz." ifadesi dikkati çekiyordu.
Uşak olayları
CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, 29 Nisan 1959'da 46 milletvekilini yanına alarak, "Büyük taarruz" ismini verdiği il ziyaretlerinin ilkini Uşak'tan başlattı. Bu ziyaret sonrasında heyet Uşak'tan ayrılırken, Demokrat Partililer tarafından atılan bir taş İnönü'nün kafasına isabet etti.
Bahse konu olaylar Ulus gazetesinde, "Uşak Valisi, olaylar sırasında 'İnönü’yü Vurun' dedi" iddiasıyla yer buldu.
Ancak olaydan yıllar sonra, tren hareket halindeyken heyetten bir ismin yaptığı el hareketi üzerine DP'lilerin o kişiye tepki amacıyla attığı taşın İnönü'ye isabet ettiği, o günün tanıklıklarıyla ortaya çıktı.
"Atatürk'ün evine bomba atıldı" iddiası
"Kıbrıs" konusunun görüşüldüğü Londra Konferansı sırasında, Selanik'teki Atatürk'ün doğduğu eve Yunanlılar tarafından bomba atıldığı iddia edildi. Bu haberin ardından Ankara, İstanbul ve İzmir'de halkın sokağa dökülmesi ile 6 Eylül 1955'te başlayan "6-7 Eylül Olayları" ile, sonrasında ilan edilen sıkıyönetim, gazetelerde farklı bir şekilde sunuldu.
Zafer gazetesinde olaylar, "Gizli ve Kirli Ellerin Tertibi" başlığıyla verilirken, 7 Eylül 1955 tarihli Ulus gazetesinin manşeti "İstanbul ve İzmir'de Örfi İdare" oldu.
Ulus gazetesinde, Zafer gazetesinden farklı olarak bombanın Atatürk'ün evine Yunanlılar tarafından atılmış olduğu ifade edildi.
Ulus Gazetesi Baş Yazarı Hüseyin Cahit Yalçın, olaylara ilişkin ilk yazısında, olaylarda emniyet güçlerinin ihmaline vurgu yaparak, iktidara yöneltilen eleştirilerin haksız, ayaklanmanın planlı olduğunu belirtmişti.
Ancak Yalçın, kısa bir süre sonra kaleme aldığı yazısında, sıkıyönetimin 6 aya uzatılması kararını sert bir şekilde eleştirerek, "siyasi hayata ve fikir faaliyetlerine son verilmiş olduğunu", "siyasi toplantıların sıkıyönetim ilanı ile tamamen daraldığını", "demokratik faaliyetlerin önüne set çekildiğini" iddia etti.
"Ata'nın Selanik'teki evini Menderes bombalatmış" yalanı
6-7 Eylül olaylarına ilişkin Yassıada'da dava açılmasında en büyük rol, Fuad Köprülü'nün oldu.
27 Mayıs 1960 darbesinden sadece 8 gün sonra bir gazeteye röportaj veren Köprülü, 6-7 Eylül olaylarıyla ilgili dönemin Başbakan Yardımcısı Fatin Rüştü Zorlu ve Başbakan Adnan Menderes'i suçlayarak "Bu müessif hadisenin baş tertipçisi ve müsebbibi bizzat Menderes'ti. Kıbrıs'ı fethetmek için bu şekilde bir yol takip etmeyi doğru bulmuştur." ifadelerini kullandı.
Atatürk'ün evinin bombalanması hadisesinin de bir tertip olduğunu ileri süren Köprülü, "Bizzat tertipçisi Menderes'tir. Kendisine bu aklı yine Kıbrıs fatihlerinden Zorlu vermiştir." iddiasında bulundu.
Yeni Sabah gazetesinde, Köprülü'nün ifadesinden hareketle yayınlanan "Ata'nın Selanik'teki evini Menderes bombalatmış" başlıklı haber dikkati çekti.
Bu iddialar üzerine, darbeden sonra Yassıada'da alelacele bir 6-7 Eylül olayları davası açılmış ve Adnan Menderes ile Fatin Rüştü Zorlu 6'şar yıl hapis cezasına çarptırılmıştı.
Demokrat Partinin kurucularından ve Dışişleri Bakanı olan Fuad Köprülü ile hayli uzun süren bir çekişme içine giren Zorlu, 1957 seçimlerinden sonra 25 Kasım 1957'de Dışişleri Bakanlığı koltuğuna oturdu.
Fuad Köprülü'nün, kişisel husumeti nedeniyle böyle bir röportaj verdiği ve Zorlu'nun mahkum edilmesini istediği iddia edildi.
"Diktatörlük" iddiaları
CHP, 1960 yılı başlarında parlamento dışı muhalefeti harekete geçirmeyi başardı ve üniversite öğrencileri, akademisyenler ve basın, bir toplumsal muhalefeti temsil ederek güç kazanmaya başladı.
DP'den istifasından sonra Vatan'da yazmaya başlayan Fuat Köprülü, 6 Ekim 1957 tarihli yazısında, "Bütün dünyada iflas etmiş olan otoriter ve totaliter sisteme doğru gitmek isteyen şimdiki Demokrat Parti şefleri ve sözcüleri, 1946'daki iktidar sözcülerinden farksız bir mantıkla bu vaziyeti müdafaaya çalışıyorlar." ifadesini kullandı.
Gazeteci Yakup Kadri, yazısında aydınlar tarafından "DP iktidarının temsil ettiği sistemin tarifi ve tasnifinin mümkün olmayan rejimlerden biri sayıldığını" iddia ederek, "Neredesin tek parti rejimi! Hasretle anar olduk. Yalnız biz mi? Avrupa’nın belli başlı harp sonrası diktatörlükleri bile Demokrat Partinin bu bozuk demokrasisinden ehven görünmeye başladı." dedi.
Ulus gazetesinin, 1957 ve 1958'deki karikatür köşesinde "Hitsolini Diktatör", "Neron" adını taşıyan ve diktatörlük temalarını işleyen karikatürler yayınlandı.
Avukatı Talat Asal bir röportajda Menderes'in Yassıada'da kendisinden tek isteğinin "Diktatör olmadığını, dikta rejimine gitmek istemediğini savunması" olarak aktardı.
27 Mayıs darbesi sonrası başlatılan karalama kampanyası
Darbeyi takip eden günlerde Yassıada'da yargılanan Demokrat Partililere yönelik bir karalama kampanyası başlatıldı.
Hürriyet gazetesinde 14 Haziran 1960 günü yayınlanan karikatürde, Celal Bayar ve Adnan Menderes köpek şeklinde çizildi.
Darbeyi haklı göstermek isteyen cuntacılar, her gün farklı bir yalan haberin gazetelerde yer almasını sağladı.
"Hürriyet Şehidi gençlerimiz hakkında dün Milli Birlik Komitesi açıklama yaptı" başlıklı haberde, cesetlerin makinede kıyılıp toz haline getirildiğinin ihbar edildiği öne sürüldü. Bu haberin hemen altında, cesetlerin bulunması için halktan yardım istendiği de belirtildi.
Bu haberleri, "Buzhanelerden toplu cesetler çıktı", "Korkunç cinayetler aydınlanıyor: Bir çukura gömülen üç ceset çıktı" haberleri takip etti. Haberde, cesetlerin çoğunun "öldürülen talebeler"e ait olduğu ileri sürüldü. Ancak ortada bir cesedin olmadığı Milli Birlik Komitesi tarafından oluşturulan araştırma komisyonuna hiçbir ailenin çocuğunu bulmak için başvurmamasıyla ortaya çıktı.
Vatandaş ekonominin kötü gittiğine inandırıldı...
Darbe öncesinde olduğu gibi darbenin ardından da yolsuzluklar konusu gündemde tutularak, "Polatkan'a ait yolsuzluklar açıklandı; Suçu 12 milyon 500 bin liralık hisseye karşılık menfaat temini", "Yolsuzluklarla ilgili 12 kişilik bir heyet kuruldu", "Polatkan'ın zimmetinde 4 milyon lira çıktı; Suistimaller tahkik ediliyor" manşetleri gazetelerde yer buldu.
Darbe öncesinde ekonominin çok kötü olduğuna yönelik haberler, gazetelerin ilk sayfalarında yerini alıyordu. Akşam gazetesinin 1 Mayıs 1959 tarihli nüshasındaki "Ticaret Bakanlığına göre kiralar yüzde 3 bin arttı" başlıklı haber bunlardan biriydi.
Darbe öncesinde basında yer alan ekonominin sıkıntıda olduğuna yönelik haberler, darbe sonrasında yerini "İktisadi durumu ıslah için süratle tedbirler alınacak" haberlerine bıraktı. Vatandaş, ülke ekonomisinin kötü olduğuna inandırıldı. Ancak, darbenin gerçekleştiği 1960'da dahi Demokrat Parti hükümeti pek çok yatırımı ya gerçekleştirmiş ya da yatırımların temelini atmıştı.
Sözde "anti demokratik" uygulamaları nedeniyle Menderes'i idam eden cuntacılardan, gazete manşetlerinde "Memlekette sükun ve huzurun tesisi için her türlü tezahürata son verdiler" ifadeleriyle söz edildi.
Kaynak: AA
.
dikGAZETE.com