Tarihin en kanlı savaşlarından biri olarak bilinen Çanakkale Savaşları, bu kez farklı bir kahramanlık hikayesini gözler önüne serdi.
Dönemin hekimleri tarafından, cephede sıkça rastlanan enfeksiyon hastalıklarına karşı geliştirilen aşılar, hastalığa yakalanma riskini en aza indirerek zafere giden yolda askerlere destek oldu.
Türk tarihinin en büyük kahramanlık hikayelerinin yazıldığı ve ülkenin her köşesinden Mehmetçiğin kanını döktüğü Çanakkale Savaşları’nda “bağımsızlık aşısı” bilimin gücü ile vücut buldu. Dönemin hekimleri tarafından dizanteri, , tifo, tifüs, çiçek gibi bulaşıcı hastalıklara karşı geliştirilen aşılar Mehmetçiği ayakta tuttu. 100 yıl önce yazılan destana ışık tutan tıbbi belgelerin yayınlandığı adres Bezmialem Vakıf Üniversitesi oldu. Osmanlı Dönemi’nde geliştirilen aşılara dair belgeleri derleyen Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Turan Aslan, savaşa giren askerlere en büyük desteğin dönemin bilim adamları tarafından geliştirilen aşılar olduğunu belirtti.
Prof. Dr. Turan Aslan, zaferin yazılmasına büyük katkısı olan gelişmeleri şu sözlerle anlattı: “Çanakkale Savaşı bizim tarihimizin yüz akı olarak bilinen ve başarılarının her yıl tekrarlandığı önemli bir askeri başarı ve zaferdir. Ancak karşımıza bütün teknolojileri ve asker yapıları ile gelen 7 düvel var. Bütün bu olumsuz koşullara rağmen bizim başarılı olmamızın altında yatan fedakârlıklarımız var. Gönüllü sağlık mensuplarımızın (buna; sınıflarını terkederek askere giden Askeri Tıbbiye öğrencilerimiz, Hilal-i Ahmer - Kızılay mensupları da dahil) gönüllü olarak cephe ve cephe arkasında ilaç temini ve tedavisinde bulunması önemli örneklerden biri. Diğer yandan önemli bulaşıcı hastalıklardan korunma ve tedavisinde kullanılan aşı ve anti-serumları imal eden Hıfzıssıhha Müessesesi’nin çalışmalarına savaş esnasında da ara vermemiş olması da önemli bir rol oynamıştır. O dönemde bizler koruyucu hekimlik etkinliklerine yönelik sağlık çalışmaları konusunda kendi kendimize yetebilen bir noktada idik. Takdir edeceğiniz gibi, özellikle de askerler ve ordu için gerekli olan, aşı ile korunulabilen hastalıklara karşı gereken tedbirleri alabilir olmak çok önemli. İstediğiniz kadar silahınız olsun ama ağır hastalıklarla uğraşıyorsanız ve ordunuzda bulaşıcı hastalıklar yayılmışsa savaş kazanmanız çok ama çok zor bir iştir. Bu nedenle, daha önceden geliştirilip imal edilenler yanında, o dönemde ihtiyaca göre geliştirilen “aşılar” zaferin kazanılmasına büyük katkı sağladı diyebiliriz.”
“SAĞLIK SİSTEMİ BAŞARISINI SAVAŞTA İSPATLADI”
Dönemin sağlık koşullarının günün teknolojilerine karşı iyi bir seviyede olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Turan Aslan, “Savaş döneminde birçok mikroorganizmalarla meydana gelen ve salgınla oluşan hastalıklar var. O dönemde dizanteri, tifo, tifüs, çiçek gibi önemli enfeksiyon hastalıklarına karşı ülke içerisinde aşı üretiyoruz ve uyguluyoruz. Özellikle de askerler ve ordumuz bu işin hedef noktasında yer alıyor. Yani sağlığı önemli enfeksiyon hastalıklarına karşı korunmuş bir orduya sahibiz. Bir Fransız Ordusu’nda 127 bin 48, Alman Ordusu’nda 116 bin 481 asker bulaşıcı hastalıklara yakalanmışken Osmanlı Ordusu’nda 8 bin 600 asker bu enfeksiyonlara yakalanmıştır. Osmanlı ordusunu askerlerimizi salgın hastalıklara karşı korunmuştur. Sağlık sistemi dönemin askerlerinin ve ordusunun savaşta hayatını kaybetme sayısıyla başarısını ispat etti” diye kaydetti.
ÇİÇEK AŞISINDAN GÜNÜMÜZE
Dünya’da ilk defa uygulanan ve Osmanlı devleti tarafından geliştirilen çiçek aşısının dönemin büyük bir başarı örneği olduğunun altını çizen Prof. Dr. Turan, “Hem üretim hem de uygulama işlemleri çok ciddi biçimde takip ediliyordu. 1885’lerde bunun için kanun (Çiçek Nizamnamesi) bile çıkarıldığını görüyoruz. Çiçek aşısı olmayan kişi askeri ve yatılı okullara alınmamıştır. Bunun yanında kolera, dizanteri, tifo ve tifüs gibi o zamanın salgın hastalıklarına karşı aşılar geliştirilmiştir. Bulaşıcı hastalıklar konusunda tedbirleri kendiniz alabiliyor musunuz? Aşınızı üretebiliyor musunuz? Hastalanan kişileri antiserumla tedavi edebiliyor musunuz? Bu noktalardaki başarınız, sağlık açısından geliştiğinizin kanıtıdır” ifadelerine yer verdi.
Günümüzde ülke olarak aşı üretemediğimizi ve dışa bağımlı olduğumuzu ve zamanın koşulları göz önüne alınacak olursa, Osmanlı Dönemi’nin kendi çağında eriştiği kendi kendine yeten üretim ve uygulama başarısına ulaşamadığımızı ifade eden Aslan, “Aşı ve antiserum üretimine dair ülkemiz ciddi bir bilgi birikimine sahip idi. Bir örnek olmak üzere söz edecek olursak; 1950’li yıllarda, Tifo, Dizanteri, Kolera, Veba, Meningokok, Stafilokok, Boğmaca, Brucella, Nezle, BCG (PO & İD olmak üzere), Difteri, Tetanoz, Kızıl, Alüminyum presipiteli karma aşılar, Lekelihumma, Kuduz, Çiçek, Grip, aşıları olmak üzere 17 farklı aşı ve anti-serum üretilip, milletimiz ve insanlık yararına sunulmakta idi. Ayrıca birçok antijenin yanında PPD de üretilmekte idi. 1950’de BCG aşısı üretim laboratuvarı açılarak tüberküloz konusunda endemik olan ülkemiz dışabağımlı olmaktan kurtarılmıştır. 1953 yılında, BCG ve İnfluenza aşı laboratuvarları, WHO tarafından kabul edilerek başarımız tescillenmiş ve örnek iki kuruluş olarak ilan edildi.
“1980’li yıllara gelince, çağımızın hızlı ilerleyen bu önemli konusunda yarışı kaybetmiş ve dünyaya ayak uyduramaz olmuşuz. Bizler, aşı ve antiserum konusunda dünyaya örnek olmuş, çaresiz insanların derdine derman olmuş, bu konunun öncüsü olup ilerlemeleri yakından takip ederek başkalarına da öğreten ve yardımda bulunan bir geçmişe sahibiz. İnsanlığa verilecek bir hizmet olması nedeniyle bu bilgiyi açmışız. Ama bunu günümüzün teknolojisine uyarlamamışız. 1980’li yıllarda kimi üretimler çağın gerisine düşmüş ve kabul edilemez olmuştur. 1980’lerden sonra yerli üretim kalmamıştır. Şu anda bu alanda istenilen noktada değiliz.
ÇALIŞMALAR TÜBİTAK TARAFINDAN DESTEKLENİYOR
Biyoteknolojik çalışmaların TÜBİTAK tarafından desteklendiğini vurgulayan Aslan, “Sayın Cumhurbaşkanımız’ın himayelerinde TÜBİTAK tarafından destek altına alındı. O desteklerle bu konuda çalışan bilim adamlarının artmasını umut ediyorum. Ülkemize özgü olan bulaşıcı hastalıkların çözümünde (Ör. Kırım Kongo Kanamalı Ateşi, Tularemi gibi) emek harcayıp çözüm üretmek bize düşüyor. Kimse ekonomik çıkarına karşılık gelmeyen bir konuda bizim derdimizle ilgilenmez. Bunlara dair ilaçları, aşıları, antiserumları bizim geliştirmemiz gerekiyor” ifadelerine yer verdi.
dikGAZETE-