Kültür Sanat

'Cep bilgisayarları yüzünden alzaymır çocuklar yetiştiriyoruz'

Okan Bayülgen, "Biz bu cep bilgisayarları -onlara cep telefonları demek istemiyorum- yüzünden alzaymır çocuklar yetiştiriyoruz. Allah saklasın. Böyle demek istemiyorum. Ama alzaymır çocukluklar yaşıyorlar, alzaymır gençlikler yaşayacaklar." dedi.

'Cep bilgisayarları yüzünden alzaymır çocuklar yetiştiriyoruz'
07-01-2020 17:12
İstanbul

Tiyatro oyuncusu, yazar, fotoğraf sanatçısı, işletmeci, televizyon ve radyo programcısı Okan Bayülgen, ünlü besteci Mozart'ı canlandıracağı, 11 Ocak'ta Uniq Hall'de ilk kez sahnelenecek "Amadeus" oyununun provası sonrasında Dada Sahne'de AA muhabirinin sorularını yanıtladı.

Yönetmenliğini Işıl Kasapoğlu’nun üstlendiği, başrolünü Selçuk Yöntem ve Özlem Öçalmaz ile paylaştığı oyuna hazırlanan Bayülgen, meslek hayatından kişisel yaşamına kadar pek çok konuyu anlattı.

Hoş geldiniz, biz de hoş geldik. Siz, Amedeus provasından geldiniz ve bizi Dada Sahne'de ağırlıyorsunuz şimdi.

"Teşekkür ederim. Amedeus'un provasındaydım. Şimdi burada Mecidiyeköy Dada Salon’da oynadığımız 'Harem Kabare' isimli oyunumuz var. Biraz sonra oyunumuz başlayacak. Biz şu anda kabarenin alt katında bulunuyoruz. Çünkü dünyada da böyledir. Tiyatronun altında, sağında, solunda insanların bir araya gelebilecekleri yerler vardır. İnsanlar burada yerler, içerler, oyundan söz ederler. Şu an bulunduğumuz yer de böyle bir yer."

Kulüp ortamı mı?

"Evet, evet ama bir tür kulis olarak kullanılıyor, burada özel bir şey yoksa. Ama bazen oyundan sonra burada ilave bir konser düzenlenebiliyor. Şu anda bizim kulisimiz gibi. Sizi aslında kulisimizde ağırlamış oluyoruz."

Kuliste neler dönüyordur acaba?

"Aslında provalar ve dans provaları bile burada yapılıyor. Bir tane küçük kulisimiz daha var. Alt katımızda kostüm ve dekor için depolarımızla birlikte bir kulisimiz daha var ama burası büyük bir kulis gibi."

"Alışageldiğimiz tiyatro yerine 360 derece bir eğlence sunmak istedim"

Girişiyle ve salonlarıyla birlikte lüks ve çok güzel bir yer yapmışsınız. Ama siz her bütçeye hitap edebildiğinizi söylüyorsunuz. Ekonomik anlamda herkes aradığını bulabileceği bir yere mi geliyor?

"Evet doğru. Hem buradaki hem de Bodrum'daki Dada Salon'a gittiğinizde, orada eğer bir gösteri, konser ve oyun varsa biraz biz bir araya gelmekteyiz. Çünkü 'Eğlenceli Cinayetler Kumpanyası', 'Harem Kabare' oyunları, bazıları seyircilerin arasında bazıları sahnede oynanıyor. Bunu yaparken yemeli - içmeli yerler yapmak istedim. Alışageldiğimiz tiyatroda, bitişik nizam koltuklarda oturup, derin bir sessizlik içerisinde oyunun en sonunda belki alkışla ses çıkarmak ve onun dışında tamamen sessiz bir şekilde tiyatroya gelmek, uzaklaşıp gitmek yerine, bugünlerde reklamcıların ve gençlerin, dijital medyacıların sıklıkla kullandığı '360 derece' bir eğlence sunmak istedim.

Geldiğiniz zaman etrafa bakabilirsiniz. Kabare katında her tarafta çoğunlukla orijinal resimler ve 7 bin kitaplık bir kütüphane var. Bir yandan yiyip içip oyunu bekleyebilirsiniz, sohbet edebilirsiniz. Daha sonra oyun başlıyor. Biz normal tiyatrolara göre daha çok oyun arası veriyoruz. Oyunu daha çok perdelere bölüyoruz. Örnekse, 'Eğlenceli Cinayetler Kumpanyası' 4 perde, 'Harem Kabare' 3 perde olarak oynanıyor. 'Harem Kabare'yi turneye gittiğimizde normal tiyatro ortamında olduğumuz için 2 perdeye indirgiyoruz. Burada yapmak istediğimiz özellikle büyük şehirde yaşayan insanı, iş yerinden çıkıp da tiyatroya gitme aşamasında bir yere uğrayıp yemek yiyemeyecek, oyundan çıkıktan sonra tekrar arkadaşlarıyla bir yerde buluşamayacak trafikten ve vakitsizlikten muzdarip insanları uzun saatler boyunca bu mekanlarda tutmaya çalışıyorum. Bu onlar için hem ekonomik oluyor hem de uzun süre farklı şeylerle oyalanmış, zevk almış ve mutlu olmuş oluyorlar. Sonuç olarak her ekonomik gruptan insanın 100 (yüz) liraya da 1.000 (bin) liraya da eğlenebileceği bir yer burası. Para harcamak isterseniz size para harcatabilirim. Ama eğer öğrenciyseniz, paranız yoksa yine herkesle, daha çok para ödeyen insanlarla bir araya gelip eğlenebilirsiniz."

"Tek ayak üzerinde durduğum süreçte memlekete yatırım yaptım"

Tabii bu sürece gelme aşamanızda 25 yıllık televizyonculuğunuzdan uzaklaştırılma haliniz sanki disipline giden bir öğrenci hissi uyandırdı. Sonra da hayat sizin için başka evrilerek işletmeci oldunuz öyle mi?

"Evet, disiplindeydim. Evet patron oldum, pavyoncu oldum, tiyatro sahibi oldum gibi düşünebiliriz. Aslında doğru, çok güzel bir tanım bu, disipline gittim. 2,5 sene tek ayağımı kaldırıp dikildikten sonra, o süreç içerisinde bir birikimim vardı. Onun vergisini ödeyip yurt dışına götürmüştüm. Çünkü kızımı yurt dışında okutmak istiyordum belki orada bir emlak alırım falan diye. O paraları buraya geri getirdim ve tek ayak üzerinde durduğum süreç içerisinde memlekete yatırım yaptım. Hem Bodrum'da hem İstanbul’da... Böylesi daha iyi idi. Çünkü itibar için yaşıyoruz ve mademki artık hayatımda medya olmayacaktı, o zaman ben tiyatro ya da tiyatroyla beraber benzer şeyler yaparak hayatımı idame ettirmeliydim. Ama aynı zamanda bunu yapmak için yine itibar için yaşadığımızdan dolayı gidip kimseye 'Senin dükkanında şunu yapayım mı? Bunu yapayım mı?' diye yalvarıp, yakarmamam gerekiyordu. Dolayısıyla kendi dükkanlarım olursa, buna esnaf ağzıyla 'dükkan' diyorum, arzu ettiğim şeyleri daha rahat gerçekleştirebilirim diye düşündüm."

Hayatınızın akışı da sanki biraz böyle. Galatasaray Lisesinden Bodrum Lisesine geçişiniz, sonra Fransa'ya ekonomi okumaya gidişiniz, fotoğrafçı olma hayaliyle dönüşünüz ve sonra tiyatroya başlamanız... Sanki plansızlık içinde bir planınız varmış gibi gözüküyor. Doğru mu?

"Evet, bu tabii ki çok düzenli bir ergenlik ve sonrası kariyer hayatı gibi görünmüyor. Ama beri yandan da hala arzu ettiğim tarzda fotoğrafçılığa devam ediyorum. Hala fotoğrafçılıktan para kazanıyorum. Dünyada 'shutterstock' grubu beni kayda değer ve hemen takip edilmesi gereken 100 fotoğrafçı arasına aldı 2016 senesinde. Bundan büyük mutluluk duydum. Bunun için herhangi bir kulis ya da promosyon çalışması yapmadım. Haberim bile olmadan bu oldu. Amerikalı bir fotoğrafçı bana bir tweet attı tebrik etmek için. O zaman çok sevdiğim ve hayranı olduğum fotoğrafçılarla beraber aynı listede olduğumu gördüm. Beni bir yandan gösteri-eğlence dünyası dehası, bir yandan fotoğraf üstadı olarak tanımlamışlar ki bu beni çok mutlu etti. Bunu niye anlatıyorum? Evet, kendimi övmek için ama bir yandan da şunun için söylüyorum hani 'Fotoğrafçı olmak istedin ama olamadın mı?' Hayır, değil. Onu oldum. Oyuncu olmak istiyordum, evet… Yapımcı olmak istiyordum, evet…Yönetmen olmak istiyordum, evet… Medyaya bir şeyler yapmak istiyordum. Büyük gösteri dünyasında müziğin, sanatın, insanın başkalarını mutlu etmek, düşündürmek, eğlendirmek için ürettiği her şeyin bulunduğu gösteri dünyası evreni içerisinde birçok şeyi yapmak istiyordum. Dolayısıyla bu benim tavsiye edeceğim bir kariyer planı değil tabii ki. Ama bir yandan da, bir yere saplanıp kalmazsan, paranın kölesi olmazsan ya da arsızlıklarının ya da kimi ego meselelerinin kölesi olmazsan, sanat ve gösteri dünyasının içindeki tek tek her işin öğrenilmesi, düşünülmesi ve uzun uzun çalışılması, böylece üretilmesi gereken şeyler olduğunu düşünürsen eğer; o zaman yavaş yavaş bunları başarabilirsin."

54 yaş için dolu dolu bir kariyer...

"55 yaş, 56 olacağım yakında."

"Evlilik müessesesi benim yüzümden kırıldı, ben kendimde hayal kırıklığı yarattım"

Boşanmanın çocuk için güven kaybı olduğunu ve bunu anne babanız ayrıldığında 6-7 yaşlarında yaşadığınızı söyledikten sonra, siz kendi çocuğunuzun ergenliğine kadar boşanmayacağınızı söylemiştiniz. Ama hayatınız öyle ilerlemedi, boşandınız. Bu psikolojik durumu nasıl atlattınız, atlatıyorsunuz?

"Eşimle beraber bunların hepsini nasıl yapmamız gerektiğini düşündük. Çünkü bir olay yaşanıyor. Çünkü, evlilik bir müessese. Sonra bu müessese kırılıyor ve benim yüzümden kırılıyor, bizzat benim yüzümden. Bunun kırılması tabii kendimle ilgili büyük bir hayal kırıklığı yaratıyor. Yani bir başkası bende hayal kırıklığı yaratmadı. Ben kendimde hayal kırıklığı yarattım. 'Bundan sonra ne yapabilirim?' diye düşünüyorsunuz. Çünkü bendeki emniyet hissi kaybı, bendeki derin üzüntü, bir türlü içimden çıkmayan üzüntü hali çocuğumda da olacak mı? Ama bugün samimi söylüyorum, kendimi teselli etmek için söylemiyorum. Aslında bu konuda kendimi teselli etmeme de ihtiyaç var. Ama onlar benim annem babamdı, bizler kızımızın anne-babasıyız. Dolayısıyla benzer rollerde fakat farklı oyunculuklar içinde olabiliriz. Yani biz bu işi daha güzel idare edebiliriz. Yani benim yapmaya çalıştığım bu. Ben bunu daha iyi idare ederim. Kızımın üzülmesine engel olabilirim.

Kızımla sürekli beraber olarak, sürekli yakınında olarak, anne-babayı -ayrılmış bile olsalar- sürekli bir arada tutarak ve barışçıl, mutlu bir ortamda, belki ayrı evlerde ama sıklıkla bir araya gelerek, çocuğa bunu daha iyi izah ederek, başka faktörlerin işin içine girmesini, diğer büyük ebeveynleri işin içine sokmadan, ortalığı karıştırmalarına izin vermeden bunu belki kotarabilirim. Peki, böyle yaparsam, bunu başarırsam tamamen içim rahatlamış mı olacak? Hayır! Yine dönüp kendime küfredeceğim!"

3 kere evlilik yaptınız…

"Dört."

Tekrar evlenmeyi düşünüyor musunuz?

"Hayır!"

Yaralar düzelmiyor mu?

"Hayır! Yaraları açmamak lazım. Açılan yaraları düzeltmek çok zor. Bende bir yara açılmış değil. Çok evlenmiş olmakla hiçbir derdim yok. Evet, öyleydi. Şartlar öyle gerektiriyordu, öyle yaptık, evet, evlendim ne var bunda? Yani, yürümeyen bir evliliği salak gibi devam ettirmeye çalışmaktansa evet, çok evlendim. Ama o senenin şartları öyleydi, o kız öyleydi, onun ebeveynleri şöyleydi, böyleydi falan filan…"

"Çocuklarımız geleneksel olanı öğrenirlerse, kendileriyle, birbirleriyle barışık yaşarlar"

İçinizden dışınıza yansıyan protest ve sınırları olmayan bir dünya düşlüyor gibisiniz ama aynı geleneksel yapıyı da savunur bir haliniz var gibi?

"Kesinlikle. Yani ben geleneksel olmak için geleneksel yapıyla ilgili bir şeyler söylemiyorum. Geleneksel yapıyla ilgili bir korumacılığım (yok) ya da geleneksel yapıya başvurmak her seferinde müracaat etmek istemem. Nedir geleneksel yapı? Geleneksel yapı, bizi oluşturan her şeydir. Yememiz, içmemiz, eğlenme şeklimiz, inançlarımız, folklorumuz, hoplayıp zıplamamız, askere uğurlamamız, zeytinyağlı dolmamız, imambayıldı ya da dinlediğimiz türküler. Her şey, her şey... Bütün bunların üzerine çıkıp da yapabileceğim protest bir hareket yok. Bütün bunların yanından geçerek de herhangi protest bir şey yapamazsın. Ne üstünden atlayabilirsin, ne yanından geçebilirsin ne altından girip üstünden çıkabilirsin! Böyle bir şeye imkan yok. Yapabileceğin tek bu yapıyı çok iyi anlamak ve çok iyi etüt etmek. Zaten hayatımız bu yapıyı öğrenmekle geçiyor. Bu öğrenme sürecinde büyüyoruz, öğreniyoruz, kabul ediyoruz, uyguluyoruz, yaşlanıyoruz ve daha çok ihtiyaç duyuyoruz. Neden daha çok ihtiyaç duyuyoruz? Çocuklarımız için, kendimiz için değil.

Eğer çocuklarımız olmasaydı ben yaşlandıkça geleneksel olan ne varsa onları reddederdim. 'Bana ne ya! Zaten yeteri kadar canımı sıktınız ya da sizinle yeteri kadar eğlendim ya da ne istiyorsanız tamamen yaptım!' derdim. Ama çocuğum var, hepimizin çocukları var. Dolayısıyla bir insan olma bilinci, bir topraktan yetişme bilinci, o toprağın kalitesini, o toprağın dokusunu, tadını, tuzunu, o toprağın her şeyini ifade eden, beyninde, genetiğinde, ruhunda taşıyan çocuklarımız var. Onlar ne kadar geleneksel olanı öğrenirlerse, o kadar kendileriyle, birbirleriyle barışık olarak yaşarlar. O kadar mutlu bir ülkede yaşarız. Bir yandan da protest tavır ya da bir şeylere karşı çıkmak ne sağlar? O da evrimi, gelişmeyi sağlar değil mi? Bir yerde kaba bir düşünce varsa, bu güne kadar kaba bir şekilde gerektiğinden fazla mutaassıp bir şekilde, yanlış bir şekilde uygulanmışsa eğer, toplumun o konularda aydınlanmasını, fikir değiştirmesini ya da onları tartışmasını sağlar."

Parmak izleri gibiyiz aslında ama kızınız İstanbul ile benzeştiğiniz, paylaştığınız ve bundan zevk aldığınız neler var?

"Evet, çok şey var. Ben her şeyi genetiğe yoruyorum ve bundan zevk alıyorum. Kızımın güzelliği annesinden fakat benim bazı hatlarımı almış, mesela bunları görmekten çok mutlu oluyorum. İkimizin de tahin-pekmezi sevmemize bayılıyorum. Bazı sebzeleri sevmememize bayılıyorum."

Hangi sebzeleri?

"Bunu söyleyemem. Bu gizli bir şey. Kızım bunun söylenmesini istemiyor. Kendisiyle ilgili özel bilgi verilmesini istemiyor. Önemli değil. Bazı şeyleri çok seviyoruz, bazı şeyleri sevmiyoruz. Benzer davranışlarımız var, benzer tepkileri gösteriyoruz. O zaman annesi diyor ki 'İşte aynı sen!'... Bunu duymak çok hoşuma gidiyor. İyi bir şey de ya da kötü bir şey de… Annesi bana iyi bir şeyde daha çok bunu söylüyor. O da ikisi desteklemek için. Yani anne-babalığı desteklemek için. Çünkü anne-baba boşansalar da anne baba. Boşanmak ya da evli olmak onların anne baba olmasını değiştirmiyor."

Dünyanın en büyük sorunlarından biri aptallık diyorsunuz. Aptallığı nasıl açıklarsınız? Yani neler gördüğünüzde onları aptallık olarak nitelendiriyorsunuz?

"Kesinlikle! Düşüncesizlik, becerisizlik, sakarlık, bilinçsizlik, eğitimsizlik... Ben bunların hepsine aptallık diyorum. 'Eğitimsizim ama öğrenmeye çalışıyorum.' Benim için bir şey ifade etmiyor. Eğitimsiz, sakar. Nefret ederim sakarlıktan. Özellikle bütün ebeveynleri de uyarıyorum, kendi çocuğumu da uyarıyorum, herkesi uyarıyorum. Biz bu cep bilgisayarları -onlara cep telefonları demek istemiyorum- yüzünden alzaymır çocuklar yetiştiriyoruz. Allah saklasın! Böyle demek istemiyorum. Ama alzaymır çocukluklar yaşıyorlar, alzaymır gençlikler yaşayacaklar ve beceriksiz, motor hareketleri düzensiz, sakar, yolda yürürken bile durup dururken düşebilen, bir çay bardağını bile taşıyamayan, aptal, düşüncesiz, bilinçsiz, kafası sürekli başka bir yerde, IQ’su düşük, beyni küçülmeye başlamış çocuklar yetiştiriyoruz. Çok dikkat etmek lazım! Eğer mümkünse 'Okuldaki diğer çocukları kıskanması ya da başka bir çocukta var onda niye yok?' ön yargılarını, basmakalıp endişeleri bir kenara atalım ve çocuklardan bu cep bilgisayarlarını alalım."

"Tiyatrocular yaptırıyorlar bu botoksu, senin tek özelliğin zaten yüzünün ifadesi"

Bunun fizyolojik ve beyinsel zararının yanında sosyal medyanın da başka dayatmaları var. İnsanların estetik algısını değiştirdi. Herkes estetik olmak, güzellik ve çirkinlik kavramları üzerine bambaşka yerlere sürükleniyorlar. Böyle düşünüyor musunuz?

"Kesinlikle böyle düşünüyorum. Bir kere 55 yaşında bir adam olarak göbeğim var, kısa boyluyum ve böyle şey bir suratım yok ama Can Yaman’dan çok daha seksi bir adamım. Bunu her zaman söylüyorum. Can Yaman ile dalga geçebilecek kadar seksiyim. Bunun nedeni yüzümde ruhum olması. Eğer buraları bilmem ne zehri ile bloke edebilirsem ve buralar şekil almazsa… ki o kadar salakça ki, tiyatrocular yaptırıyorlar bu botoksu. Senin tek özelliğin zaten yüzünün ifadesi. Yüzündeki belli yerlerin buruşması, efendim ondan sonra kaşlarının çatılması, alnının kırışması, şunun bunun olması. Bu sayede zaten insanlara şu kişiyi ya da bu kişiyi oynadığını gösteriyorsun. Buralara bu kadar zehir sıkıp da buraları bloke edip, kurabiye gibi yaparsan sen zaten nasıl rolünü oynayabileceksin? Dolayısıyla Can Yaman’dan çok daha seksi olmamın tek nedeni yüzümde bir ifade olması."

İfade derken, Fransız müzisyen Serge Gainsbourg’a benzetiyorum sizi. Siz benzetiyor musunuz kendinizi?

"Benzemiyorum aslında ama onun kadar buruşuğum. Çünkü Gainsbourg’un nasıl buruştuğunu sene sene bütün Fransız halkı görmüştü ve yüzü acayip ifadeli bir hale gelmişti. Çünkü, hayatı boyunca aldığı bütün yaralar, bütün bıkkınlıkları, bütün hayal kırıklıkları, bütün zaferleri, en çok zevk aldığı, en çok üzüldüğü anları yüzünde bir harita gibi duruyordu. Kim çorak bir arazi ister? Kim bembeyaz bir duvara bakmak ister? Kim pırıl pırıl parlayan, hiçbir şekli, çizgisi olmayan bir şeye bakmak ister? Ben istemem. Ben, eğer yaşıyorsak ve öleceksek, benim başkalarında bıraktığım ve başkalarının bende bıraktığı bütün izleri vücudumda ve yüzümde taşımak isterim."

Uykularınızı bölecek kadar tasalı bir adam mısınızdır? Yoksa her gün yeni bir gün diyerek mi uyanır ve güne başlarsınız?

"Hayır, öyle bir salaklığım yok! Her gün yeni bir güne falan uyanmıyoruz. Böyle yeni bir gün diye bir şey yok. Bugün sabah kalktığımızda dünden kalan bir günü, dünden kalmış birisi olarak ve dünden kalmış başka insanlarla yaşıyoruz. Her gün yeni bir optimizmle 'Ah ne kadar güzel bir gün! Haydi bakalım, yepyeni şeyler olsun inşallah!' diye yaşamanın alemi yok. Belki biraz daha az yorgun kalkmayı becerebilirim ya da bir şey beni gaza getirebilir. Ama bunları bulmam lazım. Bu benim için çoğunlukla iş. İnsan da değil! Yeni bir aşk? Böyle bir şey yok! Yeni bir aşk da öbürü gibi seni mahvedip gidecek. Önemli değil. Ama iş? Onu bilmiyoruz. Orası sonsuz. Orasını ön göremiyoruz. Hele hele bizim işlerimiz. Bir bankaya müfettiş yardımcısı olarak girersem, en iyi ve en iyi ihtimalle şansım varsa ve binlerce kişi arasında sıyrılabilirsem en fazla o bankanın müdürü olabilirim. Ama bizim işimiz öyle değil. Biz sanat işinde uğraştığımız için filmler yapmak, oyunlar sahneye koymak, fotoğraflar çekmek, resimler, heykeller yapmak, gösteriler, sahne performansları yapmak, şarkı söylemek... Bütün bunların da ne olacağı belli değil! Berbat bir şey yapıp herkes tarafından gömülebilirsin ya da bir anda kendi evreninde ya da büyük evrende yegane, rekabet edilemeyen, harikulade bir şeye de dönüşebilirsin. Amaç sadece bu ama belli bir yaştan sonra amaç sanat işlerinde sadece rezil olmamak oluyor."

Sinema projeniz var mı?

"Yok. Senaryolar var, bakıyoruz. Senaryo okurken çok sıkılıyorum. Böyle hızlı geçemiyorsun da!.."

Sizin için senaryoyu okuyacak biri yok mu?

"Daha önce denedim. Daha önce denediğim için çok mühim filmler kaçırdım hakikaten oynamak isteyeceğim. Bir başkasının fikri olmayabiliyor. Çünkü aslında bir film senaryosu size gösterilen, ağzınıza bir parmak bal çalmak gibi bir şeydir. Yani küçücük bir şeydir ve eğer orada sonuçta ortaya çıkan dahice şeyi tahmin edebilirseniz -ki her zaman öyle bir şey çıkmaz- işte onu görebilmek lazım. Başkalarına okutmak söz konusu olmuyor ama ben o kadar çok açıklama yaptım ki 'Sinema yapmak istemiyorum.' diye. Bu belki bazı insanları inada da bindirmiş olabilir. 'Tamam lan, bunda kesinlikle oynarsın!' diye senaryolar da gelmiyor değil."

"Çoğunlukla belgesel dinleyerek uyuyorum"

Kendinize ne sormak isterdiniz ve cevabınızı alabilir miyiz?

"Kendime hiçbir şey sormak istemem. Kendime soru sormuyorum, hiç soru sormuyorum. Çünkü bulabildiğim ilk fırsatta uyuyorum. Eğer insan uyumadan önce kendisine soru sorarsa uyuyamaz. Uyuyabilmek için de podcast, youtube videosunun sesi, radyo falan filan gibi görsel olmayan bir şey dinliyorum. Hiçbir şey yapamazsam görsel bir şey açıp, çoğunlukla belgesel dinleyerek uyuyorum. Fakat ne fark ettim biliyor musunuz? Hakikaten beynim onları kaydediyor uyurken. Vallahi billahi."

Yabancı diller için bunu söylerler. Uyumadan önce hafızanın kaydetmesi ile ilgili...

"Fransızca da dinlenebilir. Ben Fransızca dinlersem zaten Fransızca uyuyabilirim. Çok güzel olur. Ama en güzeli mesela audiobook, sesli kitap dinlemektir. Ben bunları yaptım bir aralar daha da arttıracağım. Çünkü, insanlar onları dinleyerek kolayca uykuya dalabilirler, gözlerini dinlendirebilirler. Güzel bir şeyse ama sadece güzel derken telefon uygulamaları var ya onlardan bahsetmiyorum. İşte 'bir dağın başındasın yağmur yağıyor, ağaçlar hışırdıyor' falan filan.. Bu salakça şeyler ancak salaklar için olabilir. Gerçekten dolu bir beyin uyuyabilmek için dolu dolu bir şey ister. Bütün salaklık dolu bir beyne meditasyon yaptırmaya çalışmak... Dolu bir beyne bunu yaptıramazsın. Ona aynı dolulukta bir şeyle hücum edeceksin, yoracaksın ve uyuyacak."

Röportajdan keyif aldınız mı?

"Çok keyif aldım. Arka arkaya çok güzel sorular sordun. Çok teşekkür ederim."

Kaynak: AA

dikGAZETE.com
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
TÜRKİYE GÜNDEMİ
BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
ÇOK OKUNAN HABERLER