İstanbul
Özcan Atamert, babasının yıllar sonra Avustralya'ya gitmesinin haberleştirildiği gazete kupürlerini, İstiklal Madalyası'nı, Avustralyalı askerlerin şapkalarını, dönemin el yazılarını ve mektuplarını halen saklıyor.
Atamert, AA muhabirine, babasının gönüllü olarak Çanakkale'ye savaşmaya gittiğini ifade etti.
Balkan Harbi ve Trablusgarp Savaşı'nın ardından orduda subay kalmadığını anlatan Atamert, şunları söyledi:
"Askerlerin başına subay göndermek lazım. Kuleli'den Harbiye'ye geçen gençleri bir aylık subay talimgahından sonra komutan olarak cepheye yolluyorlar. Babam da o sırada 17 yaşında, 'Gittim bir baktım, babam yaşında askerler pala bıyıklı. Benim de bıyıklarım yeni terliyor. Mum yaktım, mumun isinden bıyıklarımı koyulaştırdım.' diye anlatıyordu bize. Fakat emireri diyor ki 'Komutanım sen bizim zabıtımızsın. Ne emredersen yaparız.' Babam da diyor ki, 'Ordu bana bu görevi verdiğine göre ben de komuta edeceğim' diyor ve cepheye gidiyor. Cephede karnından ve ayağından vuruluyor. Fakat subay yok, yollamıyorlar. Kolordu komutanı Ali Fuat Cebesoy, babamı Çanakkale'de Atatürk'ün yanına şifre subayı olarak veriyor."
Atamert, babasının, Çanakkale'de cephedeyken yaşadığı bir anısını ve Anzak askeriyle arasında geçen diyaloğu şöyle anlattı:
"Atatürk'ün yanındayken babam, bir alan var, nöbetçi subaylar için toprak kazılmış, içinde bir iskemle bir de masa var. Babam da nöbette o sırada. Bir askerimiz geliyor ve Anzak askeri yakalamış. Üstü başı perişan, parçalanmış. Babam kaputunu çıkarıyor, Anzak askerinin omzuna koyuyor. Orada bir tenekenin içinde ateş yanıyor, üstünde de su kaynıyor. Bitki çayı gibi bir şey var, Anzak askerine veriyor içmesi için. Babam Almanca konuşuyor, o İngilizce... Babam 'Üzülmeyin, esir mübadelesi yapılacak' diyor. Anzak askeri ayağa kalkıyor, 'Benim size verecek hiçbir şeyim yok' diyor. Sonra kendi ceketinin bir düğmesini koparıyor ve teşekkür olarak kendisine uzatıyor. Babam da o düğmeyi alıyor ve yıllarca saklıyor."
Savaştan yıllar sonra İstanbul'da karşılaştılar
Babasının yıllar sonra Avustralyalı esir askerle tekrar karşılaştığını ifade eden Atamert, şunları kaydetti:
"Aradan yıllar geçiyor. 1960'ta Avustralyalı askerler Türkiye'ye geliyor. İstanbul'da bir etkinlik düzenleniyor. Orada konuşan Avustralyalı askerlerden biri 'Bizler, Türk askerlerinden insanlığı, insanca çarpışmayı öğrendik. Ben esir düştüm, genç bir subay bana kaputunu verdi, sıcak bir şey ikram etti, sonra biraz kendime geldim. Teşekkür için üniformamdaki bir düğmeyi kendisine hediye ettim' der demez, babam konuşmayı yarıda kesiyor. Ona biraz beklemesini söylüyor. Annem de şaşırıyor tabii. Babam içeri gidip geri geliyor ve yanında sakladığı o düğmeyi uzatarak, 'Bu düğme miydi?' diye soruyor. O asker, 'Mavi gözlü komutan o sendin' diyor ve tanıyor. Birden birbirlerine sarılıp ağlıyorlar."
Vücudundaki mermi çekirdekleri Kurtuluş Savaşı'ndan hatıra
Karabelen Paşa'nın Kore Savaşı'ndayken bir top ateşi sırasında yaralandığını anlatan Atamert, Amerikalı askerlerin bir cihazla Karabelen'in vücudunu kontrol ettiğini o sırada başında ve ayağında bir kurşun çekirdeğinin tespit edildiğini söyledi.
Amerikalı komutanın şaşırarak babasına, "Bu nasıl olur? Vücudunuzdan çıkartalım mı bu mermi çekirdeklerini?" diye sorduğunu belirten Atamert, babasının ise "O bana Kurtuluş Savaşı'ndan hatıra. 40 yıldır vücudumda. Ben ona alıştım, o da bana." yanıtını verdiğini ifade etti.
Avustralya'da askere gidip geri dönenlere "dönmüş asker" denildiği bilgisini veren Atamert, dönmüş askerlerin 36'ncı yıl dönümünde babasının Avustralya'ya gönderildiğini birçok gazetede bu olayın haberleştirildiğini söyledi.
Avustralyalı askerlerin ve ailelerinin 1975 yılında Türkiye'ye gelmeye başladığını aktaran Atamert, Avustralyalılara Çanakkale'yi ve İstanbul'u gezdirdiklerini kaydetti.
Babasından kalan hatıraları saklamaya devam ettiğini dile getiren Atamert, yazdığı kitapta tüm belgeleri yayınladı.
Kaynak: AA
dikGAZETE.com