İstanbul
İtalyan Lisesini bitirdikten sonra Paris ve New York'ta işletme eğitimi alan, Londra'da yüksek lisans yapan Merve Tüfekçi Emre, İstanbul'a döndüğünde kurumsal iletişim, satış ve pazarlama, müşteri hizmetleri ve mali işler gibi bölümlerde çalıştı.
Şile'ye 4 yıl önce yaptığı bir gezide gördüğü, içinden bir derenin geçtiği 50 dönümlük araziden çok etkilenen Emre, bu verimli topraklar üzerine Şifa Köy adını verdiği çiftliğini kurdu.
Çilekten, fasulyeye, salatalıktan elmaya, kara duttan, domatese kadar her türlü sebze ve meyveyi elleriyle yetiştiren Emre, eşi, 1 yaşındaki oğlu ve yardımcılarıyla, bu doğal ürünleri toplandıktan sonra en geç 24 saat içinde tüketiciye ulaştırıyor.
Aynı zamanda Şile'nin yeşilliklerinde doğal olarak beslenen keçi ile tavuklardan elde edilen süt ve yumurtalar da çiftliğin öne çıkan ürünleri arasında yer alıyor.
"Besinler, düşüncelerimizi, görüntümüzü, ruh ve beden sağlımızı etkiliyor"
Şehirde doğup büyüyen Emre, beyaz yakalı bir yaşam tarzından sonra kendini ailesiyle toprağa adamasının hikayesini anlattı.
Bir gün Şile'de gezerken şu an Şifa Köyü'nü kurduğu toprakları görüp aşık olduğunu aktaran Emre, "Burada insanlığa hizmet edebilmek için organik tarım yapabilir, gerçek tohumlardan elde ettiğimiz gerçek gıdalarla sebze ve meyvelerle insanları besleyebilirim diye düşündüm. Benim işim insanlığa hizmet etmek. Bunu kendime misyon edindim, insanlara yardım etmekten çok mutlu oluyorum." diye konuştu.
Gerçek tohumun ve gerçek ürünün peşinde olduğunu vurgulayan Emre, "Ne ile beslendiğimiz çok önemli çünkü beslendiğimiz şeyler bizi biz yapıyor. Aslında bizi besleyen ürünler, düşüncelerimizi, görüntümüzü, ruh ve beden sağlımızı yakından etkiliyor. O yüzden yediklerimizin doğal, gerçek olması çok önemli. Bunun için bir çiftlik kurdum. Hem açık hem de sera alanlarımıza ekim ve dikim yapıyoruz. Her şeyi mevsiminde üretiyoruz. Ürünü topladıktan sonra 24 saat içinde tüketiciye ulaştırıyoruz. Bu köyün havası, suyu, kuş sesleri bambaşka, çok bakir ve güzel bir yer. Çiftlikteki binalarda bile doğal olması için bölgenin toprak, ağaç ve taşından yapılıyor. " ifadelerine yer verdi.
"Yediğimiz bizi zehirliyor farkında değiliz"
Emre, özellikle ata tohumlarıyla üretim yaptıklarının altını çizerek, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Ata tohumlarını yıllar içinde etraftaki köylerden topladık. Daha sonra elimizdeki ata tohumlarını diğer çiftçilerle takas ederek yeni tohumlar elde ettik.
Her yıl ilaçlamadan kurutuyoruz, toprak yapıların içinde belli bir derecede muhafaza ediyoruz. Böylece nemlenmiyor ve canlı kalıyorlar.
Her sene ektiğimiz üründen tekrar tohum alıyoruz ve böylece atalık tohumumuzu yaşatıp muhafaza ediyoruz.
İlaçlamadan sakladığımız için böceklenme olmaması için tohumları cam kavanozlarda muhafaza ediyoruz.
Maalesef ata tohumları artık yok olmaya yüz tuttu. Oysa bunlar, analarımızdan, atalarımızdan kalmış sandık altı yapılan tohumlar.
Bunlar aslında milli servetimiz, en değerli varlığımız. Ata tohumları çocuklarımıza bıraktığımız en büyük miras. "
Artık tohumların genetiği ile oynandığına işaret eden Emre, "Genetikle oynanıyor çünkü daha sağlamını istiyoruz, nüfus çoğaldı ürün yetmiyor.
Tüketici daha irisini, daha parlağını veya daha büyüğünü aradığı için üreticide ona göre davranıyor. Oysa genetiği oynanan tohumlardan elde edilen sebze ve ya meyve aslında plastik gibi bir şeye dönüşüyor.
Onu yiyen insanların da doğal olarak sağlığı bozuluyor. Genetiği bozulmuş ürünleri hücrelerimiz tanımıyor, o yüzden bu ürünleri yediğimizde kendimizi ancak hasta ederiz. Yediğimiz bizi zehirliyor farkında değiliz." diye konuştu
"Toprak, özgür kadın olmamı sağladı"
Köy hayatında bakımından da taviz vermediğini ifade eden Emre, ojeli ellerle tarlayı çapaladığını, yaban otlarını temizlediğini, sebze ve meyveleri topladığını hatta hayvanları beslediğini anlattı.
Emre, toprakla haşır neşir olmanın kendisini özgürleştirdiğini vurgulayarak, şunları söyledi:
"Toprak, özgür kadın olmamı sağladı. Topraktan öğrendiğimiz ve öğreneceğimiz çok şey var. Toprak bizi kendi doğallığımızla buluşturuyor.
Özümüze döndürüyor ve gerçekten toprak bize çok şey fısıldıyor. Toprağı ilaçlamadan, yormadan, öldürmeden yapılan her iş bereketiyle dönüyor.
Bunu sadece maddi anlamda söylemiyorum. Manevi anlamda da huzur, mutluluk olarak geri dönüyor. İnsan toprakta çalışıp, çapa yaptıkça, ektikçe biçtikse bir enerji kazanıyor.
Toprağa atılan bir tohumun çıkmasını beklemek, onu sulamak, otlarını temizlemek gerekiyor bu da insana bir sabır kazandırıyor"
"Balkonda hatta bir saksıda da bir şeyler yetiştirebilirsiniz"
Bir şeyler yetiştirmek için çok büyük arazilere ihtiyaç olmadığına dikkati çeken Emre, "Güneş gören bir balkonu olan herkes bu zevki tadabilir. 10 metre bir balkonumuzun ya da derince bir saksımızın olması bile bir şey yetiştirmek için yeter. Kimyasal gübre asla kullanmasınlar. Güneşte yanmış keçi gübresi ve fidemizin olması yeterli. Balkonda tarım anlamında, çiftliğimizde de eğitim veriyoruz. Su, gübre ve güneş bitkilerin büyümesi için yeterli." dedi.
Emre, sebze yetiştirmenin yanında hayvancılık da yaptıklarını belirterek, şunları kaydetti:
"Burası benim evim, her sene tarım alanımızı genişletiyoruz yeni ürünler ekiyoruz ve her ürün mevsiminde yetiştiriliyor.
27 keçimiz ve 300 tavuğumuz var. Tavuklarımız doğada gezerek organik besleniyorlar. Antibiyotik kullanmıyoruz.
Keçilerimiz en taze filizleri yiyerek besleniyorlar. Bu yüzden keçi sütlerimiz de çok şifalı.
Ne yediğimizi sorgulamalıyız, nereden geliyor, kaynağı ne hangi tohumdan üretilmiş bunları bilmeliyiz.
Eğer imkanımız varsa 100 metre civarındaki çiftliklerden alışveriş yapmalıyız. Niçin gıdam bana yüzlerce kilometre uzaktan gelsin, onlarca insanın eli değsin, hallerde, pazarlarda beklesin?
Bir yaşındaki oğlumu bu çiftlikten yetiştirdiğim sebze ve meyvelerle besliyor olmak beni çok mutlu ediyor onu gördükçe, 'iyi ki bu tarım işine girmişim' diyorum. İnsanları gerçek gıdalarla sağlıklı bir şekilde beslemek, onlara sağlık vermek beni mutlu ediyor."
Kaynak: AA
dikGAZETE.com