ANKARA (AA) - Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "Bir özentidir gidiyor. Kendi dilimizin zenginlikleri varken, bu özentilerle adeta, biraz ağır olacak ama hayvanların yarıştırıldığı malum Avrupa'daki arenaları kalkıp, spor salonlarında isim olarak kullanmak pek de kibar değil, şık değil." dedi.
Erdoğan, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu ile Türk Dil Kurumunca, Beştepe Millet Kültür ve Kongre Merkezi'nde düzenlenen 8. Uluslararası Türk Dili Kurultayı'nda yaptığı konuşmada, kurultayın başarılı geçmesini diledi.
Tebliğleri ve tartışmalarıyla kurultaya katkı sağlayacak bilim, kültür ve edebiyat insanlarına teşekkür eden Erdoğan, "Dilimiz kimliğimizdir." özdeyişiyle ilan edilen "2017 Türk Dili Yılı"nın Türkiye ile Avrupa'dan Asya'nın derinliklerine kadar geniş bir coğrafyada konuşulan Türkçe açısından hayırlara vesile olmasını temenni etti.
Türk Dili Kurultayları'nın, 1932 yılından 1982 yılına kadar 18 kez gerçekleştirildiğini, 1988 yılından bu yana önce Uluslararası Türk Dili Kongresi ardından yine kurultay olarak bu toplantıların devam ettiğini anlatan Erdoğan, "Türk dili ile ilgili düzenli toplantılara rağmen geçtiğimiz bir asır, dilimiz konusunda en çok sıkıntı çektiğimiz, en çok kopuş yaşadığımız bir dönem olmuştur. Alfabe değişikliğinden sonraki sürecin doğru yönetilememesi adeta kültürel bir felakete maruz kalmamıza yol açmıştır. Dil gibi hayati bir meselenin ideolojik tartışmaların aracı haline getirilmesinin acısını hala çekiyoruz." ifadelerini kullandı.
"Türkiye, Türk dili konusunda da geçmişiyle barıştı"
Türkiye'nin, her alanda olduğu gibi Türk dili konusunda da geçmişiyle barıştığı, geçmişinden aldığı güçle geleceği kucaklamaya hazırlandığı yeni bir dönemin eşiğinde bulunduğunu vurgulayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, ortaöğretim kurumlarına Osmanlıca derslerinin konulmasını, bu yönde atılan adımların örneklerinden olarak gösterdi.
Yahya Kemal Beyatlı'nın, imla ile dilin, dil ile zihinlerin düzelmesi arasında doğrudan ilişki bulunduğunu ifade ettiğini aktaran Erdoğan, şöyle devam etti:
"Bu silsileyi takip edecek dil çalışmalarına ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Nihad Sami Banarlı, 'Türkçe'nin Sırları' eserinde, 'Ketebe yektübü Arap'ındır, kitap, katip benimdir.' diyor. Kendi ana dilini en doğru ve güzel şekilde konuşamayan bir toplum, başkalarına da katkı sağlayamaz. Türk dilinin konuşulduğu geniş coğrafyada yürüteceğimiz kapsamlı çalışmalar için de öncelikle kendi dilimizi geliştirmeye ihtiyacımız var. Türkiye'nin giderek derinleşen uluslararası ilişkileriyle iş ve eğitim için ülkemizi tercih eden yabancıların sayılarının her geçen yıl artması, Türkçe öğretimi konusunda önemli bir potansiyel ortaya koymuştur.
"Türkçe'ye daha sıkı sahip çıkma mecburiyetindeyiz"
Bir özentidir gidiyor. Kendi dilimizin zenginlikleri varken, bu özentilerle adeta, biraz ağır olacak ama hayvanların yarıştırıldığı malum Avrupa'daki arenaları kalkıp spor salonlarında isim olarak kullanmak pek de kibar değil, şık değil. Biliyorum yarın yazılı ve görsel medya bunu alıp, bunun üzerinden bindirecek, varsın bindirsin ama biz doğruları konuşmaya mecburuz. Bunları konuşamadığımız için bedel ödüyoruz. Bunları konuşacağız, hele hele siz değerli bilim insanlarımız bunları konuşmadığı sürece işte genç nesiller bunun bedelini farklı şekilde ödüyorlar."
Teknolojinin, tüm dünyayla beraber Türkiye'yi de belirli sınırlara ve dillere mahkum etme tehdidi karşısında Türkçe'ye daha sıkı sahip çıkma mecburiyetinde olunan bir dönemden geçildiğini belirten Erdoğan, konuşmasına şöyle devam etti:
"Tüm bu gelişmeleri bir arada değerlendirdiğimizde Türk dili konusunda yürütülen çalışmaların öneminin giderek arttığını görüyoruz. Eskiden bizde 'kıraathane' vardı, şimdi bakıyorsunuz buraların isimleri 'clup' olmuş, 'kafeterya' olmuş. Ne güzel kıraathanemiz var. Nedir bu kıraathane? Burada kitap, gazete oku, kahveni, çayını iç, vesaire. Burada adeta sohbetle beraber zenginleş, bildiklerini karşıya sen ver, karşının bildiklerini de sen al. Ama bunlar yerini nereye terk etti? İşte bu kafeteryalara, kulüplere, o da bizim dilimiz değil, 'clup.' Bu benim değil ki benim olanı niye kullanmıyoruz? Bunları kullanalım. Bunları belediyelerimize yaygınlaştırıyoruz. Diyoruz ki gelin engelleyin. Bütün bu tabelaları sökün. Bu senin hakkın, en doğal hakkın. Neyi müsaade edersen onu asmak zorunda, onu oraya koymak zorunda ama yaptıramıyorsunuz. Herkes bir yerlere şirin görünmenin gayreti içinde. Kurultayımızın inanıyorum ki bir sonuç bildirgesi olacaktır. Bu sonuç bildirgesinin içinde bunların yer almasında büyük fayda var. Türk dilinin tüm dünyada hak ettiği yeri alması konusunda çok hayırlı ve önemli gelişmelerin müjdecisi olduğuna, olacağına da inanıyorum."
"Dil emek ister, geliÅŸtirilmek ister"
Üzerinde konuşulmayı, tartışılmayı gerçekten hak eden bir dile sahip olduklarını vurgulayan Erdoğan, Yusuf Has Hacib'in Kutadgu Bilig'de "Akıl süsü dil, dil süsü sözdür. İnsanın süsü yüz, yüzün süsü gözdür. İnsan sözünü dil ile söyler, sözü iyi olursa yüzü parlar." dediğini aktardı.
Erdoğan, şöyle devam etti:
"İnsan sözünü Yaradanın bizlere en büyük lütuflarından biri olan dil ile hecelere, kelimelere, cümlelere dökerek söylüyor. Bu bakımdan hayatı ve eşyayı anlamlandırdığımız dilimiz, Türkçemiz bizim en büyük güzelliğimizdir. Türk milleti olarak eğer bugün milattan önceki döneme kadar bir yazılı kültür geçmişinden, 2 bin 200 yıllık kesintisiz bir devlet geleneğinden, bin 400 yılı aşan alem şümul bir medeniyet birikiminden söz ediyorsak, bunu dilimize, dil ifade ettiğimiz sözümüze, sözlerimizle nesilden nesile aktardığımız değerlerimize borçluyuz. Öyle ki dil kültürün ve medeniyetin köşe taşıdır desek yeridir. Dilini kaybeden bir toplumun diğer değerlerini koruması çok zordur. Hatta mümkün değildir. Bunun için kültürlere ve medeniyetlere saldırılar önce nereden başlıyor? Dilden başlıyor. Dilini aldığı anda o milleti çökertiyor."
Goethe'nin "Bir millete, o milletin diliyle oynamaktan daha büyük suikast olamaz" dediğini aktaran Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Biz işte böyle bir suikasta maruz kalmış bir milletiz. Bu saldırı dilimizle birlikte, onun mütemmim cüzü olan şahsiyetimizi, milli karakterimizi de hedef almıştır. Unutulmamalıdır ki yaşayan bir varlık olan dil, her canlı gibi emek ister, korunmak ister, beslenmek ister, geliştirilmek ister." diye konuştu.
"Türkçenin tek ihtiyacı"
Türkçenin ne suni teneffüslere ne de diğer dillerin kuralsız istilasına ihtiyacı olmadığını vurgulayan Erdoğan, "Dilimizin tek ihtiyacı onun kıymetini bilecek insanlar ve kurumlardır. Türkçenin konuşma, edebiyat ve bilim olarak yetersizliğinden, fakirliğinden söz eden kimse şayet art niyetli değilse, Türkçeden, Türkçenin zenginliklerinden bihaber demektir." ifadelerini kullandı.
Geçtiğimiz günlerde kütüphanesinde eline geçen 10 ciltlik Türkçe sözlüğü karıştırdığını aktaran Cumhurbaşkanı Erdoğan, sözlüğün 300 binden fazla kelimeyi ihtiva ettiğini bildirdi.
Türk Dil Kurumu'nun Büyük Türkçe Sözlüğü'ndeki kelime sayısının 600 bini geçtiğini bildiğini kaydeden Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Buna karşılık, bugün dünya dili olarak yere göğe sığdırılamayan İngilizcenin en gelişmiş basılı sözlüğü dahi 230 bin civarında kelimeden oluşuyor." dedi.
"Kaşgarlı Mahmut'u rahmetle yad ediyorum"
Diğer dillerden alınan kelimelerle bu sayıyı milyona kadar çıkaranlar bulunduğunu ifade eden Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Bu durumda Türkçenin, Arapça, Farsça, İngilizce, Fransızca ve diğer dillerle olan etkileşimini genişleterek bizimde çok farklı rakamlar telaffuz etmemiz mümkündür. Bin yıl önce, Divani Lugatı Türk ismiyle 10 bine yakın kelimeden oluşan sözlüğü bulunan bir dile yetersiz demek bühtanların en büyüğüdür. Bu vesileyle Türkçenin en eski iki büyük kaynağından biri olan bu eseri kültürümüze kazandıran Kaşgarlı Mahmut'u rahmetle yad ediyorum. Diğer önemli eserimiz Kutadgu Bilig gibi bir hazineyi bizlere miras bırakan Yusuf Has Hacib'i de aynı şekilde rahmetle anıyorum."
Yunus Emre'nin sözün ve dilin önemini, "Sözü bilen kişinin, yüzünü ağ ede bir söz. Sözü pişirip diyenin, işini sağ ede bir söz. Söz ola kese savaşı, söz ola bitire başı. Söz ola ağulu aşı, bal ile yağ ede bir söz" dizeleriyle aktardığını belirten Erdoğan, Yunus Emre'den Köroğlu'na, Yahya Kemal'den Necip Fazıl Kısakürek'e kadar Türkçenin güzelliklerinin bugüne ulaşmasına vesile olan tüm söz ustalarını andı.
Merhum Ali Fuat Başgil'in Türkiye Türkçesini, "her kelimesinde asil bir milletin en az bin yıllık tarihinin biriktirdiği, mana ve hatıralar bulunan lisan şekline girmiş, milli ruhumuz" olarak tarif ettiğini belirten Cumhurbaşkanı Erdoğan, şu değerlendirmeleri yaptı:
"Bilimde, teknolojide, ekonomide, sanayide ve her alanda muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkmak için mücadele ederken, dilimizi, milli ruhumuz olarak görüp, sahiplenmek mecburiyetindeyiz. Her konuda olduğu gibi medeniyet mücadelesinde de öncü olanın mefhumları, ifadeleri baskın çıkar. Bilgisayarı siz keşfetmişseniz, ona dair mefhumlar sizin dilinizle şekillenir, tescillenir. Siyasette, ekonomide, bilimde ürettiğiniz görüşler, düşünceler, mefhumlar sizin dilinizle yaygınlaşır. Mesela İbni Haldun'un 650 yıl önce ifade ettiği Asabiye, Ümran, Bedavet, Hadaret, Mülk, gibi mefhumlar, bugün de sosyal bilimlerin temel mefhumları arasındadır. Dilimizle ilgili bazı güncel sıkıntıları tartışırken, bu genel umumi manzarayı gözardı etmemeliyiz. Küresel düzeyde faaliyet gösteren teknoloji firmalarının Türkçeyi görmezden gelmeleri veya özensiz şekilde kullanmaları tabii ki hepimizi üzüyor."
F klavye hatırlatması
Bilgisayarlarda harf ve imla işaretlerinin yerlerinin Türkçeye göre düzenlendiği F klavye kullanımını dahi yaygınlaştıramadıklarını vurgulayan Erdoğan, klasik olarak kabul edilen edebi eserlerin yeterince ilgi görmediğinden, onların ayarında yeni eserler üretilemediğinden de şikayet edildiğini aktardı.
"Sosyal medya mecralarında, televizyon dizilerinde, gençlerin kendi aralarındaki konuşmalarında, Türkçenin nefasetine ve zenginliğine aykırı bir çoraklığın hüküm sürdüğünden muzdarip değil miyiz?" diye soran Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Kendimizin yeteri kadar önem vermediği Türkçe konusunda başkalarının hassasiyet göstermesini bekleyemeyiz. Dilimizle birlikte milli ruhumuzun da zayıfladığı gerçeğini kabul etmeli ve bu konudaki tedbirleri ona göre hep birlikte almalıyız. Dilimizin zenginliklerini kucaklayan zenginliklerinin tamamını kucaklayan bir anlayışla Türkçemize sahip çıkacağız." dedi.
Kurultay çalışmalarının hayırlı faaliyetlere vesile olması temennisinde bulunan Erdoğan, Üstün Hizmet Ödülü'nü takdim edecekleri 12 Türkoloğu da tebrik etti.
"Adları yüzde 90 oranında yabancılaşmıştır"
Öte yandan Başbakan Yardımcısı Tuğrul Türkeş, 8. Uluslararası Türk Dili Kurultayı'nda yaptığı konuşmada, genç Türkiye Cumhuriyeti'nin bilimde, kültürde ve sanatta gerçekleştirmek istediği hamlelerin anahtarı olarak görülen Türkçenin o günden bu yana maceralı, tartışmalı ve inişli çıkışlı pek çok süreçler yaşadığına dikkati çekerek, Türkçenin korunması ve sağlıklı bir şekilde geleceğe taşınmasının üzerinde ciddiyetle durulması, dikkate alınması gereken beka sorunlarının başında geldiğini vurguladı.
Başbakan Yardımcısı Türkeş, günümüzde Türkçe adına çok da iç acı bir manzarayla karşı karşıya olunmadığını belirterek, "Kuru bir kelimeler yığınından ibaret olmayan dilimizin, ülkemizin uzun vadeli ülkülerini gerçekleştirme yolundaki en vazgeçilmez araçlardan birisi olduğunu dikkate alarak, devlet ve milletçe bu hususta yaşanan olumsuzlukları bir an önce gidermezsek, geri dönüşü olmayan tehlikeli bir yola girmek üzere olduğumuzu ve dilimizin ciddi bir tehditle karşı karşıya kalacağını şimdiden öngörebiliriz." değerlendirmesinde bulundu.
Türkçenin son yüzyılda hemen her alanda, yabancı dillerin, özellikle de İngilizce'nin etkisi altına girdiğine işaret eden Türkeş, "Bilinen, anlaşılan ve kuralına uygun Türkçe karşılıkları olduğu halde, basın yayın kuruluşları, kitle iletişim araçları ve kimi bilim çevreleri tarafından dilimize sokuşturulan çok sayıda yabancı kökenli kelime, sadece anlaşma dilimizi, sosyal kavram ve terimlerimizi değil yer, mekan, dükkan, bina, kurum ve kuruluş adlarıyla şehirlerimizi de tanınmaz hale getirmekte, yabancılaştırmakta ve Türk kültüründen uzaklaştırmaktadır." dedi.
Türkeş, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Son dönemde inşa edilen büyük ve gösterişli binaların, alışveriş, ticaret ve eğlence merkezlerinin, toplu konutların, hastanelerin, açık ve kapalı spor alanlarının adları yüzde 90 oranında yabancılaşmıştır. İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük şehirlerimizle veya sadece turistik yörelerimizle sınırlı kalmayan bu özenti ve duyarsızlık hali, 'Burası Türkiye mi?' dedirten çirkin ve sevimsiz bir manzaranın neredeyse ülkemizin tamamına hakim olmasına yol açmıştır.
Ön adları yabancı olan bu mekanların 'tower, plaza, mall, center, rezidans, center, club, arena, hospital' gibi genel adlarının da yabancı olmasının Türkçeye, Türk kültürüne, milli ve yerel mimarimize, ortak yaşama alanlarımıza, sosyal ve medeni hayatımıza verdiği zararın önüne geçmek için daha ne kadar bekleyeceğiz? Belediyelerimizin ve ilgili kamu kurumlarımızın bu konuda bir an önce harekete geçmesi ve gerekli yasal düzenlemelerin Meclisimizce yapılmasının zamanı hala gelmemiş midir?"