Siyaset

Akar: KKTC’nin ruhsat verdiği ve kendi deniz yetki alanlarımızda bulunan bölgelerdeki faaliyetlerimizi sürdüreceğiz

Milli Savunma Bakanı Akar, "KKTC’nin ruhsat verdiği ve kendi deniz yetki alanlarımızda bulunan bölgelerdeki faaliyetlerimizi sürdüreceğiz." dedi.

Akar: KKTC’nin ruhsat verdiği ve kendi deniz yetki alanlarımızda bulunan bölgelerdeki faaliyetlerimizi sürdüreceğiz
09-09-2021 20:07

Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın da katıldığı, 9 Eylül Üniversitesi tarafından Sabancı Kültür Merkezi’nde düzenlenen, "Adalar Denizi ve Yunanistan ile Komşuluk İlişkileri Sorunları Sempozyumu"ndaki sözlerine İzmir’in düşman işgalinden kurtuluşunun yıl dönümünü kutlayarak başladı.

Türkiye’nin terörle mücadelesi, Libyalı ve Azerbaycanlı kardeşlerine haklı davalarında destekleri devam ederken, komşusu ve NATO müttefiki Yunanistan ile bazı sorunlar yaşadığına dikkati çeken Akar, şunları söyledi:

"Yunanistan ile kıta sahanlığı, karasularının genişliği, hava sahası, FIR hattı, arama kurtarma sahasına yönelik ihtilaflar, Gayri Askeri Statüdeki Adaların (GASA) silahsızlık statüsünün ihlali, Egemenliği Anlaşmalarla Yunanistan’a Devredilmemiş Ada, Adacık ve Kayalıklar (EGAYDAAK) Doğu Akdeniz’de ülkemizin ve KKTC’nin hak ve menfaatlerini göz ardı eden iddialar, provokatif silahlanma girişimleri ve diğer provokatif faaliyetler, Batı Trakya Türklerinin haklarını kısıtlayıcı uygulamalar ve terör örgütlerine verdikleri destek konularında sorunlar yaşıyoruz.

Bu sorunlara düzensiz göçten kaynaklı anlaşmazlıklar ve FRONTEX meselesi de eklenmiş durumda."

Akar, Türkiye’nin tüm bu sorunlara uluslararası hukuka, akla, mantığa uygun ve iyi komşuluk ilişkileri çerçevesinde çözüm bulmak için büyük çaba harcadığını belirterek "Maalesef Yunan muhataplarımız, adeta bu çabalarımızı boşa çıkarmak için çoğu zaman gerginliği tırmandıran her türlü saldırgan eylem ve söylemde bulunmayı ısrarla sürdürüyor." dedi.

Kıta sahanlığı, karasuları, hava sahası ve FIR hattı sorunlarını hem ayrı ayrı hem de birbirleriyle bağlantılı sorunlar olarak nitelendiren Akar, "Yunanistan Kıta Sahanlığı sınırının Doğu Akdeniz'deki adalar ile Türkiye anakarası arasından geçtiğini ileri sürerek Ege Denizi’nin neredeyse tamamı üzerinde haksız iddialarda bulunmaktadır.

Biz Ege’de kıta sahanlığı sınırları belirlenirken Ege’nin bütün olarak göz önüne alınması ve sınırların uluslararası hukuk kurallarına uygun hakkaniyet ilkeleri uyarınca bir anlaşma ile çizilmesi gerektiğini düşünüyoruz." ifadelerini kullandı.

Yunanistan'ın tek taraflı olarak karasularını 12 mile çıkarma isteğine vurgu yapan Akar, şunları kaydetti:

"Yunanistan’ın karasularını 12 mile çıkartması durumunda Ege’nin yalnızca beşte biri açık denizalanı olarak kalacak, yaklaşık üçte ikisi Yunan karasuları haline gelecektir.

Yani, ‘12 mil’ demek, neredeyse Ege Denizi’nin tamamının Yunanistan’ın hakimiyetine geçmesi, Ege’nin Yunan gölü haline gelmesi demektir. Böyle bir durumda, Deniz Kuvvetlerimizin uluslararası sulardan geçerek Akdeniz’e ulaşması neredeyse imkansız hale gelecektir.

Türkiye gemicilik, güvenlik ve Ege’deki kaynaklar açısından önemli zararlara uğrayacaktır.

Aynı zamanda üçüncü ülkeler de Ege’den geçerken Yunanistan’dan izin almak durumunda kalacaktır. Türkiye’nin bunu kabul etmesi asla mümkün değildir."

"Akıl, mantık ve hukuk dışı"

Bakan Akar, Türkiye ve Yunanistan arasında önemli gerilimlerin oluşmasına yol açan sorunlardan bir diğerini ise Ege Denizi üzerindeki hava sahası ve FIR hattı olduğuna işaret ederek şöyle devam etti:

"Hava sahasının sınırı karasuları sınırlarını aşamaz. Ancak Yunanistan, karasuları genişliği 6 mil olmasına karşın 10 mil hava sahası olduğunu iddia etmektedir.

Yani, uluslararası sularda bulunan bir gemimiz, karasuyu sınırlarını ihlal etmezken, bu gemiden bir helikopter havalandığı anda hava sahası ihlali yapmış oluyor.

Bu akıl, mantık ve hukuk dışı garip iddiayı sadece Yunanistan ileri sürmektedir. Ne tarihte ne günümüzde dünyada böyle bir uygulama yok.

Biz, uluslararası hukuk kurallarını, akıl ve mantık ilkelerini hiçe sayan bu iddiayı kabul etmezken Yunanistan, karasularını 12 mile çıkarma hayalleri ile hava sahasını daha da genişletme peşindedir.

Bunların boş hayaller olduğu görülmeli, bilinmelidir. Yunanistan ayrıca, teknik bir sorumluluk olan Uçuş Malumat Bölgesi (FIR) hattını da kendi egemenlik sahası olarak göstermektedir.

1944 ICAO Şikago Sözleşmesi hilafına Atina FIR’ına giren askeri uçakların uçuş planı vermesini talep etmekte, aksini hava sahası ihlali kabul etmektedir.

Ayrıca, FIR hattı sınırını aynı zamanda 'Arama Kurtarma Sahası' sınırı olarak kabul ederek Türkiye'nin sahasında da arama kurtarma yapmak istemektedir. Dünyada, uluslararası hukukta böyle bir uygulama söz konusu değildir."

"Yunanistan hukuk tanımaz tavrını sürdürüyor"

Yunanistan’ın Ege’deki Gayri Askeri Statüdeki Adaların uluslararası anlaşmalara aykırı olarak silahlandırmasına da değinen Akar, "Yunanistan, askeri birlik, silah bulundurarak 23 Gayri Askeri Statüdeki Ada’nın en az 16’sının statüsünü ihlal etmekte, her fırsatta başta Lozan Antlaşması olmak üzere uluslararası anlaşmaları aşındırmaya çalışmaktadır." diye konuştu.

Yunanistan’ın bu adaları çeşitli tatbikatlara dahil etmeye çalışarak NATO ve üçüncü taraf ülkelerini de kendi iddialarına alet etmeye çalıştığını aktaran Akar, "Yunanistan, provokatif tutumunu gereksiz NAVTEX/NOTMAR/NOTAM ilan ederek sürdürmektedir. Bu faaliyetleriyle 1988 Tarihli Türk-Yunan Atina Mutabakat Muhtırası'nda belirtilen Moratoryum Periyodu’nu ve 1976 Bern Mutabakatı’nı ihlal etmektedir. Türkiye’nin diplomatik girişimlerine rağmen bu hukuk tanımaz tavrını sürdürmektedir." dedi.

Ege’de bir diğer sorun başlığını ise Egemenliği Antlaşmalarla Yunanistan’a Devredilmemiş Ada, Adacık ve Kayalıklarla ilgili yaşanan sıkıntılar olarak tanımlayan Akar, konuşmasına şöyle devam etti:

"Yunanistan, bunlar üzerinde egemenlik hakkı iddia etmekte, hatta bunlardan bazılarını satışa çıkarmaktadır.

AB çevre ve enerji programları, arkeoloji ve kadastro çalışmaları gibi uluslararası girişimleri de bu anlamda istismar etmektedir.

Bunun gibi tek taraflı fiili adımların kabul edilmesi mümkün değildir.

Somut tarihi, coğrafi ve ilmi gerçekler göz önünde bulundurulduğunda tüm bu çabalar, 1832’de 47 bin 517 kilometrekarelik yüzölçümü ile Mora Yarımadası ve çevresinde resmen kurulan ve günümüze kadar 7 aşamada yaklaşık 3 kat büyüklüğe ulaşan Yunanistan’ın yayılmacı anlayışını en açık şekilde ortaya koymaktadır."

"Doğu Akdeniz’de ise Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, yayılmacı iddialarını dayatmaya, yaklaşık 1900 kilometre ile Akdeniz’in en uzun kıyı uzunluğuna sahip Türkiye’yi, Antalya körfezine hapsetmeye çalışmaktadır." diyen Akar, Yunanistan’ın Türkiye’ye 1950 metre Yunanistan’a ise 600 kilometre mesafedeki 10 kilometrekarelik Meis Adası için 40 bin kilometrekarelik deniz yetki alanı talep ettiğine dikkati çekti. Akar, şunları kaydetti:

"Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanları konusunun geçmişine baktığımızda, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin gayrı hukuki eylemlerinin temelini, KKTC ve Türkiye’nin haklarını yok sayarak ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ adına ilan ettiği sözde münhasır ekonomik bölge iddiaları oluşturmaktadır.

KKTC’nin Kıbrıs adasının etrafındaki doğal zenginliklerin paydaşı ve hak sahibi olduğunu herkesin çok iyi anlaması ve buna göre davranması gereklidir.

Yunanistan, uluslararası hukuka aykırı olarak, diğer kıyıdaş devletler ile ikili sınırlandırma anlaşmaları yapmak ve fiili uygulamalarda bulunmak suretiyle Türkiye’nin doğal gaz ve balıkçılık gibi kaynaklardan yararlanmasını engellemek ve Türkiye’yi uluslararası kamuoyu nezdinde emrivakilerle karşı karşıya bırakmak istemektedir.

Buna karşılık olarak bizler de ısrarla Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’ta, deniz yetki alanlarında, eşit egemen hakların korunması ve kaynakların adil paylaşımının mutabakatla belirlenmesi gerektiğini savunmaktayız.

Bu kapsamda KKTC’nin ruhsat verdiği ve kendi deniz yetki alanlarımızda bulunan bölgelerdeki faaliyetlerimiz sürecektir."

Rum kesiminde Atatürk'ün anlatıldığı kitabın sayfasının yırtılması kararını da değerlendiren Akar, "Bu çarpık ve düşmanca zihniyetin yeni bir örneğidir.

Bu olay, kimlerle ve nelerle uğraştığımızı açıkça göstermektedir. Şiddetle reddediyor, şiddetle kınıyoruz. Gerçekten pes doğrusu." ifadesini kullandı.

Akar, Türkiye'nin yıllar boyu sayısız acılara ve haksızlıklara maruz kalan Kıbrıs Türkü'ne karşı darbe sonrasında olası bir katliamı da önlemek üzere 47 yıl önce Kıbrıs Barış Harekatı'nı gerçekleştirdiğini belirtti.

Bu harekatla Ada'ya barış ve huzurun geldiğini, masum insanların katledilmesinin engellendiğini, Türklerin uğradığı zulmün ortadan kaldırıldığını, akan kan ve gözyaşının durdurulduğunu belirten Akar, "Bugüne kadar Ada'da süren barış ve huzurun bu harekatın sonucu olduğu açıktır.

Halen de Ada'da barış ve istikrarın teminatı Türk Silahlı Kuvvetleridir. Garantör devlet olan Türkiye'nin Ada'daki askeri varlığını olduğundan farklı göstermeye çalışmak, Yunan ve Rum tarafına hiçbir fayda sağlamayacaktır." diye konuştu.

Ada'daki esas sorunu Kıbrıs Türklerinin hakları konusunda Rum-Yunan ikilisinin 50 yıldır uzlaşmaz tavrını sürdürmesi, Kıbrıs Türkü'nün hakkını hukukunu hiçe sayması ve eşit varlığı kabul etmemesi olarak tanımlayan Akar, şunları söyledi:

"Türkiye ve KKTC bugüne kadar, barış ve istikrardan yana olduğunu her fırsatta gösterdi.

Barış adına, huzur adına üzerine düşeni yaptı, yapmaya da devam ediyor.

Türkiye ve KKTC, çözüm için iyi niyetli yaklaşımlarının son örneğini 27-29 Nisan'da Cenevre’de yapılan gayriresmi görüşmelerde bir kez daha ortaya koymuştur.

Ancak bu görüşmelerde de Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin uzlaşmaz, inatçı, bencil tavrı nedeniyle ilerleme kaydedilememiştir.

Burada bir hususun altını çizmek istiyorum. Avrupa Birliği (AB) kendi ilkelerini çiğneyerek sınır anlaşmazlığı problemi olmasına rağmen Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni üye yapmış ve barışa hizmet etmek yerine çözümsüzlüğü desteklemiştir.

Bunun şu ana kadar izahı yapılamamış, cevabı verilememiştir. Biz Kıbrıs konusunda üçüncü tarafların objektif olmalarını, sorunları uluslararası hukuk, akıl ve mantık çerçevesinde değerlendirmelerini, AB’nin ve uluslararası aktörlerin de stratejik körlüğü bir kenara bırakmalarını, sahadaki gerçekleri görmelerini istiyoruz, bekliyoruz."

Denenmiş ve başarısız olduğu görülmüş çözüm önerilerinin tekrar tekrar görüşülmesinden hiçbir sonuç alınamayacağını ifade eden Akar, şöyle konuştu:

"Kıbrıs'ta iki devletli, egemen eşitliğe dayalı, yan yana yaşayan ve iş birliği içinde olan bağımsız iki devletin artık tek çözüm olduğuna inanıyoruz.

Yani bağımsız, egemen, eşit iki devlet. Bir kez daha vurgulamak isterim ki, Kıbrıs bizim milli meselemizdir.

Garanti ve ittifak anlaşmaları doğrultusunda geçmişte olduğu gibi bugün de bütün imkanlarımızla Kıbrıslı kardeşlerimizin yanındayız.

Bir oldubitti ile haklarının gasbedilmesine asla göz yummayacağız. Bu azim ve kararlılığımızın iyi anlaşılması gerekir.

Sonuç olarak, Doğu Akdeniz’de Türkiye'nin ve Kıbrıs Türkü'nün yer almadığı hiçbir projenin yaşama şansı yoktur.

Ege'de, Doğu Akdeniz'de ve Kıbrıs'ta hak, alaka ve menfaatlerimizi korumakta azimliyiz, kararlıyız ve buna muktediriz."

"Kuzu postuna bürünerek sahte gündemler oluşturuyorlar"

Türkiye'nin kimseye tehdit olmadığına, güvenilir, güçlü ve etkin bir müttefik olduğuna vurgu yapan Akar, "Bizim tek amacımız vatanımızın, milletimizin güvenliğini sağlamaktır." dedi.

Türkiye'nin etrafındaki sorunlarla ilgilenirken asla yayılmacı, müdahaleci bir anlayış içinde olmadığını belirten Akar, şu açıklamalarda bulundu:

"Yunanistan kendi uluslararası hukuka aykırı eylemlerine rağmen Türkiye'yi suçlayıcı açıklamalarda bulunmaya devam ediyor.

Özellikle bazı Yunan siyasiler, adeta kuzu postuna bürünerek ve her gün başka bir yerde ortaya çıkarak, gerçeklikten uzak iddialarla sürekli sahte gündemler oluşturmaya çalışmaktadırlar.

Yunanistan suni bir tehdit algısı oluşturarak bir silahlanma sevdasına kapılmış bulunmaktadır.

Yunan siyasiler, kifayetsiz ve hayalci bir yaklaşımla zaten ekonomik sıkıntılar yaşayan Yunan halkının kaynaklarını boş yere tüketmekte, refah seviyesini daha da aşağılara çekmektedir.

Yunanistan’ın bu yaklaşımının beyhude bir çaba olduğunu kendi akademisyenleri, bazı diplomatları ve emekli komutanları da ifade etmektedirler."

AB üyesi olmasına rağmen Yunanistan'ın AB değerlerini, insan haklarını ve uluslararası anlaşmaları hiçe sayarak Batı Trakya, Rodos ve İstanköy'de yaşayan Türk azınlığa yönelik baskıcı uygulamalarına devam ettiğini aktaran Akar, "Yunanistan, bu politikaların bir parçası olarak, uluslararası anlaşmalar ile Batı Trakya Türklerine tanınmış olan temel hakları, türlü yollarla ortadan kaldırmaya devam etmektedir. Son olarak Rodop ilinde 8, İskeçe'de 4 olmak üzere 12 azınlık okulunun faaliyetlerini durdurması yürüttüğü baskı ve yıldırma politikalarının en çarpıcı örneklerinden birisidir." diye konuştu.

Yunan makamlarının bu uygulamaları sonucu Batı Trakya'daki Türk azınlık ilkokullarının sayısı son 25 yılda 231'den 103'e düştüğüne dikkati çeken Akar, şunları kaydetti:

"Yunanistan, Türk kimliğinin inkarı başta olmak üzere Türklerin eğitim, dernek kurma, kendi dini liderlerini seçme, vakıflar, ifade ve basın özgürlüğü gibi konularda kısıtlayıcı ve baskıcı uygulamalarını sürdürmektedir.

Aynı şekilde Yunanistan, 1913 Atina Anlaşması ve 1920 tarihli 2345 sayılı Kanun gereği, Batı Trakya Türklerinin kendi müftülerini seçme haklarını 1985'ten itibaren ihlal etmeye ve müftü atamalarını kendisi yapmaya başlamıştır.

Yunanistan bu hukuksuz uygulaması nedeniyle 1999 ve 2006'da iki defa Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından mahkum edilmesine rağmen hala anlaşmalara aykırı bu tavrını sürdürmektedir.

Batı Trakya Türklerinin kurduğu dernekleri sadece adında Türk kelimesi geçtiği gerekçesiyle kapatan Yunanistan'ın bu eylemleri Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarıyla da mahkum edilerek tescillenmiştir.

Ancak Yunanistan hala AİHM kararlarını uygulamaktan imtina etmektedir. 'Türk yoktur' demek, Türklere ait okul ve dernekleri kapatmak, cami açılışlarını engellemek tüm demokratik ve çağdaş değerler ile tarihi gerçekleri inkar etmektir.

AB ve üçüncü taraflar bunları ısrarla görmezden gelmektedir. Türkiye, dünyanın neresinde olursa olsun tüm soydaşlarımızın ve mazlumların haklarının takipçisi olmaya devam edecektir."

Yunanistan'ın terör örgütlerine desteği

Yunanistan'ın terör örgütlerine verdiği desteği de hatırlatan Akar, "Yunanistan'ın yıllarca PKK'lı, DHKP-C'li teröristlere topraklarında, Lavrion Kampı'nda eğitim verdiği, onları barındırdığı, şimdi bunlara ilave olarak FETÖ'ye de ev sahipliği yaptığı herkesin malumudur.

NATO müttefiki ve komşumuz Yunanistan'ın, bu örgütlere hamilik yaparken terörizmin ve dini fanatikliğin yayılmasından şikayet etmesi çelişkidir, riyakarlıktır." diye konuştu.

Tüm dünyayı etkileyen düzensiz göç ve mülteci akınının büyük bölümünün Akdeniz ve Ege havzaları yoluyla gerçekleştiğini dile getiren Akar, "BM verilerine göre dünyada en fazla mülteciye ev sahipliği yapan ülke Türkiye'dir. Doğal olarak Türkiye göç konusunda ağır bir yük taşımaktadır.

Buna karşın bir yandan Yunanistan teröristlerin hamiliğini yaparken diğer taraftan mülteciler konusunda uluslararası hukuka, AB'nin savunduğunu iddia ettiği ortak değerlere ve evrensel ilkelere aykırı ve insanlık dışı uygulamalar sergilemektedir. Ege Denizi'nde kadın ve çocuklar da dahil olmak üzere göçmenleri acımasız bir şekilde geri itmeye devam etmektedir." ifadelerini kullandı.

Yunanistan'ın 7 Ağustos'ta Kaş'ın güneyinde üzerinde yaşam olmayan Başak Adası'na göçmenleri askeri bot ile bırakarak ölüme terk etmesinin insansız hava aracı ile saniye saniye görüntülendiğini hatırlatan Akar, şunları söyledi:

"Uluslararası bağımsız örgütlerce de Yunan makamlarının göçmenleri ve mültecileri işkence ve kötü muamele uygulayarak Türkiye'ye yasa dışı yollarla geri ittiği şahitleri ve delilleri ile ortaya konulmuştur.

Fakat Yunanistan, geri ittiği göçmenlerin görüntülerini sildirmekten, delilleri yok etmekten dahi çekinmemekte, yaptığı hukuksuzluğu gizlemeye çalışmaktadır.

Yunanistan, bir AB kuruluşu olan FRONTEX'i hukuk tanımazlığına ve insanlık onuruna aykırı uygulamalarına alet etmekte, çıkarları doğrultusunda bir araç olarak kullanmakta ve açıkça istismar etmeye çalışmaktadır.

FRONTEX, AB üyesi ülkelerin komşularıyla olan sınırlarının korunmasını ve güvenliğini sağlamak amacıyla 2004 yılında oluşturulmuş bir AB kurumudur.

Yunanistan'ın FRONTEX'i davetinin arkasında, çok kapsamlı ve çok boyutlu Ege uyuşmazlıkları konusuna AB'yi de ortak etme gayreti olduğu görülmelidir.

FRONTEX'e bağlı Acil Sınır Müdahale ekiplerinin ağır askeri ekipmanlarla müdahale ederek sınırı geçmeye çalışan göçmen ve sığınmacı gruplarını geri itmesi, Avrupa’da sivil toplum örgütlerinin de tepkisine yol açmıştır.

Batılı tüm dost ve müttefiklerimizin şunu düşünmesi lazım, Türkiye mültecilere ev sahipliği yapmasa, Yunanistan ve onun güdümünde olan FRONTEX gibi insanlık dışı davranışlar sergilese ve 9 milyon göçmen de AB sınırlarına dayansaydı sonuçları ne olurdu?"

Mülteci sorununu sadece Türkiye'nin değil AB başta olmak üzere tüm ülkelerin ortak sorunu olarak nitelendiren Akar, "Yunanistan'ın mülteci konusunda takındığı tavır, NATO'nun da işini zorlaştırmaktadır. Yunanistan'ın sığınmacılara yönelik temel hak ihlalleri, insanlık dışı ve onur kırıcı gözaltı şartları, sığınma hakkı ihlalleri, Yunan sahil güvenliğinin alıkoyma ve Türkiye'ye doğru zorla geri itmesi kabul edilemez. Masum insanların Ege'nin soğuk sularında can vermesine neden olan uygulamaları insanlık suçudur." dedi.

"Yunan macerasının bittiği günün yıl dönümü"

Türkiye'nin bütün iyi niyetli yaklaşımlarına rağmen Yunanistan'ın hukuk tanımaz, saldırgan, gerginliği tırmandırıcı söylem ve eylemlerine devam ettiğini dile getiren Akar, şu değerlendirmelerde bulundu:

"Yunanistan, Türkiye'ye karşı temelsiz suçlamalarda bulunarak ve her türlü yalanını, yanlışını ve noksanını AB üyeliğine sığınarak örtbas etme telaşı içindedir.

Yunan yöneticilerin kendi halkının refahına mal olacak silahlanma yarışından, gerginliği tırmandırmaktan, uzlaşmaz tavırlardan kaçınması ve bizimle samimi iş birliğine dönmesi en doğru ve gerçekçi bir çözüm yolu olacaktır.

Yunan siyasiler kendi halkına kulak verir, bizi bir tehdit unsuru ve rekabet etmesi gereken bir ülke değil de gerçek bir komşu ve müttefik olarak görmeyi başarabilirse bundan her iki ülke ve bölgemiz kazançlı çıkacaktır.

Türkiye, Yunanistan ile samimi ve güçlü ilişkiler geliştirmek istemekte, yaşanan sorunları, güvene dayalı ikili ilişkiler temelinde çözmeyi tercih etmektedir.

Üçüncü taraflardan beklentimiz ise Türkiye'nin haklı, hukuka uygun, makul ve mantıklı yaklaşımlarını görmeleri, Yunanistan'ın uygulama ve iddialarını akıl, bilim ve objektif kriterler ışığında değerlendirmeleri, duruma sadece AB dayanışması penceresinden bakmamalarıdır.

Türk ve Yunan halkı arasındaki benzerliklerin farklılıklarımızdan çok daha fazla olduğunun bilinmesi lazım. Aramızdaki sorunların uluslararası hukuka uygun olarak, barışçıl yöntemlerle, iyi komşuluk ilişkileri içerisinde ve karşılıklı diyalog ile çözülebileceğine samimi olarak inanmaktayız."

Türkiye'nin bununla ilgili büyük çaba gösterdiğini de vurgulayan Akar, "Ancak, yine de bir hususu hatırlamakta yarar var. Bugün, yani 9 Eylül, Yunan macerasının bittiği günün yıl dönümüdür.

Bu vesileyle bir asır önce girişilen maceranın bedelinin ne kadar ağır olduğu unutulmamalı, hüsranla sonuçlanacak yeni maceralar peşinde koşulmamalıdır. İçten temennimiz, Türk ve Yunan halklarının bölge zenginliklerinden de istifade ederek barış, güven, istikrar ve refah içinde yaşamasıdır." ifadelerini kullandı.

Sempozyuma KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar'ın yanı sıra Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Güler, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Musa Avsever, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Adnan Özbal ve Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hasan Küçükakyüz de katıldı.

Kaynak: AA

dikGAZETE.com

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
TÜRKİYE GÜNDEMİ
BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
ÇOK OKUNAN HABERLER