İstanbul
"Etkileri gerekirse bin yıl sürecek" denilen 28 Şubat 1997'deki Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısının üzerinden 24 sene geçti.
Bu süreçte uygulanan başörtüsü yasağı nedeniyle eğitimine ara veren binlerce öğrenci arasında bulunan Nuray Canan Songür, yaşadıklarını yaptığı anlattı.
Songür, 28 Şubat'ın hiç hatırlamak istemediği bir tarih ve kendisi için acılarla dolu bir dönem olduğunu söyledi. Siyasetçiler, başörtülü öğrenciler ve akademisyenler başta olmak üzere toplumun büyük bir kesimine haksızlık yapıldığını ifade eden Songür, 28 Şubat'ın sıkıntılı, zorlu ve mücadeleyi omuzlamak zorunda kaldığı bir dönem olduğunu belirtti.
28 Şubat döneminde İstanbul Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu'nda 2. sınıfta öğrenci olduğunu kaydeden Songür, "Okulumuz bitmek üzereydi. Başörtüsü yasağı başlayınca okula devam edememeye başladık.
Akabinde protesto eylemleri oldu. Bunlar belli sınırlar dahilinde demokratik eylemlerdi. Bugün, Boğaziçi Üniversitesi örneğinin gündemde olduğu için söylüyorum. Oradaki protestoların tam zıttı bir protestoydu.
Biz, inancımızdan dolayı başörtülü olduğumuz için okullarımıza belli bir süre devam ettik. Daha sonra yayınlanan bir genelde ile anayasal olan, inancımızı taşıyabilme hakkımıza müdahale edildi ve okullara alınmamaya başlandık." diye konuştu.
Eğitimlerinin engellenmesine rağmen barışçıl olarak basın açıklamaları ile oturma eylemleri yaptıklarını anlatan Songür, o dönemin polislerinin buna müdahale ettiklerini söyledi.
28 Şubat'ta, bugün ile kıyasladığında çok farklı bir Türkiye tablosunun olduğunu kaydeden Songür, tamamen antidemokratik uygulamaların öğrencilerin üzerinde uygulandığı bir dönemden geçtiklerini kaydetti.
" 'Başörtünüzle okula gelmeyin' dediler"
Bölüm müdürünün sadece başörtülü öğrencileri bir odaya davet etmesiyle okulda yasağın başladığını anlatan Songür, şunları kaydetti:
" 'Başörtüsü artık okullarda yasaklandı, siz de başörtünüzle okula gelmeyin lütfen ya da örtünüzü açın.
Bu sizin için zorlu bir süreç olacak, bunu kabul ediyoruz ama çok abartılacak bir şey de yok.
Size vereceği psikolojik tahribattan, uyum sorunundan dolayı belki dersleriniz olumsuz etkilenecek diye düşünüyorsunuz ama siz sadece sınavlarda başınızı açarsanız, biz size okulu bitirme garantisi veriyoruz.
Hem okulunuzdan bu yıl mezun olacaksınız hem de İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde sizi istihdam edeceğiz' diye ucuna da ödül koydukları bir teklifle geldiler. Benim sınıfımda arkadaşlarımızdan 10 kişi başörtülüydü. Bir kısmı bıraktı.
Bir kısmı sınavlarda başörtüsünü açarak kağıdını aldı, sınavını alıp tamamladı. Ben o gün sınavımı vermek istiyorsam ve sınıfa başörtüsüyle girdiysem çok büyük bir olay oluyordu.
Diğer kişilere sınav kağıdı verildiği halde sınav yapılamıyordu, sınav iptal ediliyordu."
Songür, okulların kapanmasına az bir süre kala sınava girmek için sınıfa girdiğinde öğretmeni Çiğdem Yalvaç'ın başörtülü olduğu için kendisine sınav kağıdı vermediğini ve çok hiddetlendiğini, "Ya insan gibi giyin gel ya da başörtünü aç ya da çık sınıftan." dediğini aktardı.
Öğretmeninin kendisini işaret etmesi üzerine polis zoruyla sınıftan çıkarılıp önce Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü'ne, daha sonra da başka bir karakola götürüldüğünü dile getiren Songür, karanlık ve pis kokan bir nezarethanede bir süre kaldığını, sonra bir kağıda imza attırılarak, adliyeye sevk edildiğini kaydetti.
Songür, mahkemede kendisi hakkında "eğitim ve öğretimi engellemek" suçundan 6 aydan 2 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açıldığını aktararak, "Ben 2 yıl boyunca neredeyse her hafta hakim önüne çıktım.
Davanın sonucunda eğitim, öğretimi engellemekten 6 ay hapis cezası aldım. O para cezasına çevrildi fakat benim beraberinde açılmış iki tane daha davam vardı. Dolayısıyla sonuçlanmak üzere olan diğer davamda, ceza alır almaz ben hapse girecektim." dedi.
Başörtüsü yasağının kalkması için The Washington Post gazetesine açıklamalarda bulunduğunu, 32. Gün isimli televizyon programına katıldığını belirten Songür, gözaltına alındığında başörtüsünü açması, eylemlere katılmaması ve medyaya konuşmaması için kendisine gözdağı verildiğini kaydetti.
Songür, başörtüsü yasağının bir zulüm ve haksızlık olduğunu, birçok kişiyi mağdur ettiğini dile getirerek, "Peki ortada bir suç var, suçlu var.
Suçlu varsa bir cezası olmalı diye düşünüyorum.
O dönem akademisyenlerden Nur Serter olsun, Kemal Alemdaroğlu olsun çıkıp başörtüsü yasağını destekleyen hatta mimari olarak nitelendiren insanlar, hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına devam edebildi.
Biz ise hem fiziken hem de psikolojik olarak zarar gördük ve bir sürü bedel ödedik." değerlendirmesini yaptı.
"Karnımdaki ikiz bebekten birisini kaybettim"
Vezneciler durağında hastaneye gitmek için otobüs beklediği sırada İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde eylem yapan öğrencilerle beraber gözaltına alındığını ifade eden Songür, polislerin coplu saldırısı sonucu hastaneye getirildiğini belirtti.
O dönem karnında taşıdığı ikiz bebeğinden birisini kaybettiğini anlatan Songür, hasta haliyle kolundaki serumların söküldüğünü ve adliyeye sevk edildiğini bildirdi.
O sırada çok halsiz olduğunu anlatan Songür, "Boğaziçi'nde gözaltına alınmış öğrencileri görüyoruz. İşaret yapıyorlar, gülüyorlar, değişik değişik çok mutlular, kendileriyle gurur duyuyorlar. Yani bunu yapacak takatleri var.
Benim adım atacak takatim yoktu inanın. İnsanları bulanık ve çift görüyordum. O kadar berbat bir durumdayım. Karnımda bir bebek ölmüş, diğeri de ölmek üzere, benim hayati tehlikem var ve polis 'O serumlar kolundan sökülecek' diyor ve söktürdüler.
Birisini ölü, diğerini çok şükür diri olarak dünyaya getirdim. Bu mahkeme sonuçlandığında ben Kanada'daydım ve beraat ettiğimi öğrendim." diye konuştu.
Türkiye'de o dönem el ele tutuşarak, özgürlük zinciri eylemi yapıldığını belirten Songür, şöyle devam etti:
"Türkiye'de hem başörtüsü yasağının duyulması hem de halkın bu noktada bize desteğinin artması açısından çok ses getirdi. Uluslararası basında da aynı şekilde... Oturma ve güvercin uçurma gibi eylemler yapılıyordu.
Bugünkü protesto eylemlerini kıyasladığınızda bugünkülerle hiç alakası olmayan eylemlerdi. Çünkü orada tek bir amaç vardı. Bize bir haksızlık yapılıyor ve bu devlet tarafından yapılıyor. Buradan bir geri adım atılması, haklarımızın iadesi için yapılıyordu.
Yoksa bugünkü eylemler gibi polise saldırmalar, etrafa, kamu mallarına zarar vermeler, ondan sonra da hiçbir şey yokmuş gibi mahkemede, sırıtarak poz vermeler şeklinde değildi. Tamamen tam tersi.
Çünkü biz neden okumak istiyorduk? İçinde olduğumuz millete, bu devlete, bu topraklara hizmet etmek için, faydalı birer birey olmak için... Engellendiğimiz zaman da tepkimiz de bunun engellenmesine dahildi."
"Cerrahpaşa'nın önünden 20 sene geçemedim"
Songür, Türkiye'deki davalarından dolayı Kanada'ya siyasi sığınmacı olarak başvuruda bulunduğunu, buradaki hakimlere, Türkiye'de yaşananlar hakkında bilgiler verdiğini, mağduriyet yaşayanlara kefil olup onların da oturum almasına destek olduğunu anlattı.
Yaşadıklarından dolayı af ile İstanbul Üniversitesi'ne dönmediğini anlatan Songür, "Ben o okula gidip tekrar başvuramazdım. Ben oradan en son polis zoruyla çıkartıldım, gözaltına alındım, bir daha Cerrahpaşa'nın önünden dahi 20 sene geçemedim. Psikolojim onu tekrar kaldıramazdı." dedi.
Songür, bölümünü bitirdikten sonra üniversitenin farklı bölümlerinde okuyup akademisyen olma hayalinin gerçekleşmediğini belirtti.
Başörtüsü yasağı sürerken FETÖ elebaşı Fetullah Gülen'in "başörtüsü füruattır" açıklamasında bulunduğunu, bunun akabinde müntesiplerin hemen başını açarak, kendileriyle iletişimi kestiğini dile getiren Songür, "28 Şubat'ta zaten darbecilerle, cuntacılarla yan yana olan, onları destekleyen kişi Fetullah Gülen'di.
Daha sonra sanki o söylemlerinden vazgeçmişçesine bir tavır takınsa da 15 Temmuz'da, tekrar gerçek yüzü ortaya çıkmış oldu." ifadelerini kullandı.
Songür, Boğaziçi Üniversitesi'ndeki olaylarının tamamen dışarıdan kurgulandığını, eylemleri öğrencilerin düzenlediği protestolar olarak görmediğini belirtti.
"Halihazırda bütün milletimizin de gördüğü gibi orada bir provokasyon var." diyen Songür, şöyle devam etti:
"Bir rektörün atanmasının bahanesiyle polis arabasına saldıran, o eylemi, provokasyonu tüm İstanbul geneline yaymaya çalışan ve onların da arkasında duran bir HDP, CHP, akademisyen ve milletvekilleri var.
Çünkü oradan bir Gezi olayı çıkartmak istediler. Bunu, 28 Şubat ile kıyasladığımızda, 28 Şubat'taki haksızlığa maruz kalmış biz öğrencilerin barışçıl eylemiyle hiçbir alakası yok.
Eylemlerde bulunanların çoğu dışarıdan provokasyon amaçlı bir çoğu da terör örgütlerine üye olduğu ispatlanmış kişiler. Hedefleri Türkiye'de bir karmaşa, kargaşa çıkarmak. Ondan sonra dışarıdan bir müdahale olmasını istemek.
Hedefleri 28 Şubat'taki cuntacıların hedefinden farklı değil. Demokratik sistemi ortadan kaldırmak. 28 Şubat döneminde başörtülü öğrencilerin dayatılan yasakların karşısında duran akademisyenler, hemen görevlerinden alındılar.
Onların da sayısı çok azdı. Çünkü Boğaziçi Üniversitesi'nde demokratik bir ortam olacak. Akademisyenler açısından söylüyorum bizden yana fikri olan, bu yasağın karşısında duran kişilerin fikrini açıklaması halinde akademiden atıldıkları biz biliyoruz.
Hatta yargılandıklarını biliyoruz ama bugün Boğaziçi Üniversitesi'nde sözüm ona demokratik bir hareketmiş gibi onların yanında duran kişileri, eğer araştırırsanız göreceksiniz 28 Şubat döneminde aynı kişiler, başörtüsü yasağını destekleyen kişilerdi.
Başörtüsü yasağını destekledikleri için bütün televizyon kanallarında karşımıza o akademisyenler çıkardı."
Songür, üniversitelerdeki iç hiyerarşide çok ciddi sorunlar olduğunu kaydederek, "Çünkü bugün Boğaziçi Üniversitesi'nde HDP'li milletvekilleri, CHP'li milletvekilleri oraya gidip o öğrencilere destek veriyorsa burada mesele öğrenci de değildir, üniversite de değildir, rektör de değildir.
Bunu herkes zaten biliyor. Aynı CHP, yıllarca başörtüsü yasağının kaldırılması için yapılan bütün yasal düzenlemelerin karşısında kale gibi durmuştur.
Her zaman başörtüsü yasağını desteklemiştir. Bunu hatta bir dönem siyasi söylemlerinin en baş tacı etmiştir." şeklinde konuştu.
Kaynak: AA
dikGAZETE.com