İşte Yücel Koç'un '28 Şubat bitmedi, bu gidişle de bitmeyecek' başlıklı yazısı
Siyasetçi değilim…
“Sırası değil… Aman 28 Şubat konusuna girmeyelim” diyen danışman tayfasından hiç değilim…
O zaman lafı eğip bükmeme gerek yok…
Diyeceklerimi doğrudan söyleyebilirim.
***
Milletimizin, AK Parti iktidarında, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde, toplumsal barış adına elde ettiği büyük kazanımları var.
Bunlardan sonuncusu, orduda yemek duası.
İlk adım jandarmada atıldı.
Artık Mehmetçiklerimiz “Tanrımıza” değil, “Allah’ımıza hamdolsun” diyecek.
Basit bir yönerge ile iş halledildi.
Bu basit adım, AK Parti iktidarının kaçıncı yılında atılabildi?
15’inci.
***
Korku duvarlarını aşıp, normalleşiyoruz…
Ama yavaş yavaş…
Hem de çok yavaş.
Oysa gördük ki…
Birilerinin dediği gibi 411 el kaosa falan kalkmadı.
Artık kızlarımız üniversiteye de, liseye de başörtülü gidebiliyor.
Kışlalara bırakın asker ailelerini, isterse kadın askerlerimiz bile (başını örterek) girebiliyor.
***
Ellerindeki kalemi, dinini yaşamak isteyenlere zulüm için kullananların saçtıkları zehir, kafalarda oluşturmaya çalıştıkları korku dağları hikâyeymiş…
Memur başını örtmek isterse öyle kıyametler falan kopmuyor,
Kamusal alanlarda Türkiye zaafa uğramıyor,
İşler güzel güzel yolunda yürüyormuş...
Bir basit yönergeyle bile neler halloluyormuş, bak…
İyi de…
Ya bunlar bir gün yine basit bir yönergeyle, gerçekten kaosa kalkacak ellerle yeniden tersine dönerse…
***
Hatırlayın…
7 Haziran’da azıcık iktidar umudu doğan CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, “İki ayda AK Parti’nin bütün zararları giderilecek, her şey yeniden eski hâline döndürülecek” demişti.
Kimse üstünde durmadı ama, o açık açık iktidara geldiğinde ne yapacağını söyledi.
AK Parti öncesi ezilen kesimleri, Erdoğan iktidardan düştüğünde yine aynı akıbet bekliyor demek ki...
***
AK Parti kılı kırk yararak, bir yemek duasını bile 15 senede değiştirebilirken, Kılıçdaroğlu iki ayda her şeyi eskisine çevirmekten söz ediyor.
O zaman şunu anlıyoruz; CHP işbaşına gelirse öyle hassasiyet falan göstermeyecek…
Yani taktik maktik olmayacak…
En az yüzde 50’nin ne dediği çok da umursanmayacak…
***
Bunları vakti zamanı gelince daha çok konuşuruz, lafı 28 Şubat davasına getireceğim.
Bundan 20 yıl önce 28 Şubat cuntacılarının elinde inim inim inleyen milletimiz, 2002’de AK Parti’yi büyük umutlarla iktidara getirdi.
Peki 28 Şubat’çılarla ilgili bugüne kadar ne yapıldı?
Koca bir sıfır…
***
28 Şubat’ın suç ortağı FETÖ’nün eline bırakılıp fiyaskoya dönüşen,
Sadece asker ayağında birkaç kişiye dokunulan,
Onların da hepsi çok kalmadan serbest bırakılan,
Medyası, finansı, dış bağlantıları gibi sivil ayağına hiç dokunulmayan 28 Şubat davası, koca bir fiyasko olarak karar safhasına geldi.
Savcı, 8 Aralık’ta esas hakkındaki mütalaasını açıklayacak.
***
Hiç dokunulmadığı içindir ki,
28 Şubatçıların medyası da bugünlerde yargıya yeniden baskıya başladı.
Neler yazmadılar ki…
Mesela Kemal Kılıçdaroğlu, 28 Şubat’ın beyni olarak gösterilen BÇG’nin mağduruymuş.
Soruşturma sürecini FETÖ yürüttüğü için davada çıkacak her karar, FETÖ’nün isteğini yerine getirmek anlamına gelirmiş…
Burada kısmen haklılık payları olabilir ama, hepsini çöpe at diyorlar.
Peki, şu an mütalaasını hazırlayan savcı ve kararı verecek hâkimler FETÖ’cü mü ki peşin peşin itiraz ediyorsunuz…
Ben söyleyeyim, dert başka…
Yaptıkları darbe girişimlerinin üstünü, FETÖ bahanesiyle kapatmaya alıştılar çünkü…
Başbakan Binali Yıldırım kaç defa şunu söyledi; Ergenekon ve Balyoz sapına kadar vardı ama, FETÖ sulandırdı…
***
Geçmişte başbakan ve bakanları bile asan bu efendilerin yeni stratejileri, Erdoğan’a eski Türkiye’yi kendi elleriyle yeniden inşa ettirmek…
Sonra nasılsa bir gün gelip yeniden tepemize binecekler,
Yeni yeni darbelerin zeminini hazırlayacaklar ve milletin çanına ot tıkamaya devam edecekler.
Bunlara AK Parti iktidarında, 28 Şubat’ın en büyük mağdurlarından biri olan Recep Tayyip Erdoğan’ın döneminde hesap soramayacaksak, ne zaman soracağız?
Batırılan bankalarımızın, hortumlanan sermayemizin, yerle bir edilen emeğimizin, uğradığımız zulmün, ‘yeşil’ damgası vurularak kilit vurulan şirketlerimizin, Anadolu’nun saf ve düzgün Müslümanları ezilirken hain FETÖ ile yürüttükleri karanlık projelerin hesabını kiminle ve ne zaman soracağız?
Kim ne derse desin…
28 Şubat ordusuyla da, medyasıyla da, siyasetçisiyle de, sermayesiyle de dimdik ayakta…
Bugün de hepsi iktidarın en yakınında, hepsi görevinin başında…
Size daha ne anlatayım ki…
***
(Bu arada, hatırlatayım…
“Allah’ımıza hamdolsun, milletimiz var olsun” duası, Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye’nin müellifi, büyük İslam âlimi Abdülhakim Arvasi hazretlerinin talebesi, merhum Enver Ören ağabeyimizin kayınpederi, İhlas Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Mücahid Ören Bey'in dedesi, emekli albay, büyük âlim Hüseyin Hilmi Işık’a aittir.
TSK’daki malum yapı, bu duayı ‘tanrımıza’ diye değiştirmiş, bugüne kadar pek çok asker duayı ‘Allahımıza’ diye söylediği için aç kalmış, hatta dayak yemiştir.
Aslına çevirenden Allah razı olsun.
Umarız kısa zamanda TSK’nın tamamına yayılır.
Hiç değilse 28 Şubat’çılar yeniden hortlayana dek askerlerimiz gönül huzuruyla dua etmenin keyfine varır…)
Ayla ve ABD filmi…
Şu sıralarda izlenme rekoruna giden Oscar adayı bir filmimiz vizyonda…
Ayla…
Kore Savaşı’nda, ABD ile birlikte savaşmaya giden Türk askerlerinden Astsubay Süleyman Dilbirliği’nin, yetim kalan Koreli kız çocuğunu evlat edindiği, gerçek bir öyküyü anlatıyor.
Benim gibi pek çok kişi gözyaşlarını tutamadan salondan ayrılıyor.
İyilik dolu hayat hikâyesiyle milyonların sevgisini kazanan Süleyman Amca ise gerçekte bunlardan habersiz, Haydarpaşa Numune Hastanesi’nde yoğun bakımda…
Hatta geçenlerde Koreli kızı da hastanede ziyaret etti.
Hayatın tuhaf cilveleri işte…
Neyse…
***
‘Ayla’yı izleyince insan düşünmeden edemiyor…
Bir zamanlar omuz omuza savaştığımız…
Sözüm ona kötülere karşı canımızı ortaya koyup, birlikte mücadele verdiğimiz ABD…
Bugün Türkiye’nin en belalı düşmanlarına tırlar dolusu silah yağdırıyor,
Şehirlerimizde bombalar patlatan eşkıyalara kol kanat geriyor,
Ülkemizi darbelerle ele geçirmeye çalışıyor.
Ayla ne ki…
Meğer ne filmler görmüşüz, değil mi…
Reklamın önemi
Başakşehir’de kuzu çevirme yapan bir yer açılmış.
Davet ettiler, gittim.
Yemek sonrası işletmeci Tuncay Devrez'in başarı hikâyesini dinledim.
Aslında berbermiş….
Fakat mutfak becerisinin farkındaymış.
Hele de kuzu çevirmeye…
10 yıl kadar önce, ilginç tesadüfler neticesinde, bir yakınıyla birlikte İstanbul Bağcılar’da restoran açmaya karar vermiş.
Elinde ne var ne yok dökmüş ama, sonuç felaket…
Günlerce sinek avladıktan sonra son umut, uydudan yayın yapan basit bir TV’ye reklam vermiş.
O gün arayıp yer soranların yoğunluğundan telefonun kablosunu çıkarmak zorunda kalmış.
Bir sonraki gün yine aynı…
Ve sonrasında da…
Reklamı keşfederek hızla büyüdüğünü ve zincir oluşturma yolunda ilerlediğini, hatta birkaç Arap iş adamının kendisine ortaklık için yüklü rakamlar önerdiğini anlattı.
“Çok da ihtiyacım yok aslında… Kendi yağımla kavrularak büyümeye devam mı etsem, yoksa Arapları ortak alıp daha hızlı mı büyüsem, henüz kararımı veremedim” diyor.
Nereden nereye…
İşte reklamın önemi…