USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000
Eğitim

’’Yükseköğretim siyasetin ötesinde bir alandır’’

YÖK Başkanı Prof. Dr. M. A. Yekta Saraç, bugün yükseköğretim sistemindeki öğrenci sayısının 6 milyon 63 bine ulaştığını belirterek, "Yükseköğretim siyasetin, savaşların, çatışmaların, ülkelerin aralarındaki ihtilafların ötesinde...

’’Yükseköğretim siyasetin ötesinde bir alandır’’
08-10-2015 21:14
Google News
YÖK Başkanı Prof. Dr. M. A. Yekta Saraç, bugün yükseköğretim sistemindeki öğrenci sayısının 6 milyon 63 bine ulaştığını belirterek, "Yükseköğretim siyasetin, savaşların, çatışmaların, ülkelerin aralarındaki ihtilafların ötesinde bir alandır ve bu güçlüklerin aşılabilmesi için önemli değerler sunmaktadır" dedi.
Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Başkanlığı tarihinde ilk kez Türkiye’de bulunan yabancı ülke büyükelçiliklerinin eğitim ataşeleri ve temsilcilerinin katılımıyla “Türkiye Yükseköğretim Sisteminin Tanıtım Toplantısı” düzenlendi. YÖK Konferans Salonu’nda gerçekleşen toplantının açılış konuşmasını yapan YÖK Başkanı Prof. Dr. M. A. Yekta Saraç, “Bu yıl DNA onarımı çalışmaları ile kimya dalında Nobel ödülü alan değerli bilim adamı, TÜBA şeref üyesi Prof. Dr. Aziz Sancar’ı bilim dünyasına ve de ülkemize kazandırdığı bu şeref için Yükseköğretim Kurulu Başkanı olarak içtenlikle kutladığımı ve sevinç duygularımı ifade etmek isterim. Türk yükseköğretim sistemi iki yüze yaklaşan yükseköğretim kurumu ile önemli bir bilim merkezi olma yolunda ilerlemektedir. Pek çok ülke ile benzerlik gösteren pek çok ülke ile de farklılık noktası oluşturan yükseköğretimdeki merkezi yapılanmanın sunduğu imkânlardan, eğitim öğretimde kaliteyi yükseltme yolunda olabildiğince istifade ediyoruz. Anayasal bir kurum olan Yükseköğretim Kurulu’nun işleyişi ve görev tanımı ile Türk yükseköğretim sistemi hakkında benden sonra YÖK üyesi bir arkadaşımız sizlere bilgi verecekler. Sadece şu kadarını söylemek isterim Yükseköğretim Kurulu çok güçlü bir yasal zemine oturmakta olup, dönemsel siyasi etkilerden uzak olması için özerk bir yapıya sahip kılınmış bir kurumdur” ifadelerini kullandı.

“BİLİMİN YIKIMLAR VE KATLİAMLAR İÇİN DEĞİL YERYÜZÜNDE DAHA MÜREFFEH, DAHA MUTLU BİREYLERİN VE TOPLUMLARIN VAR OLMASI İÇİN KULLANILMASI GEREKTİĞİNE İNANIYORUZ”
Geçmişe bakıldığında Türkiye’nin yükseköğretim alanında derin bir tarihi tecrübeye sahip olduğunun görüleceğini kaydeden Saraç, “14. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bugünkü üniversite kavramı içinde değerlendirilemese bile yükseköğretim veren kurumlar kurulmuştur. Son iki yüzyıllık tecrübesinde ise ilk önce Fransa, daha sonra Almanya’nın yükseköğretim anlayışının izleri görülür. Günümüzde ise durum çok farklıdır. Bilindiği gibi günümüz yükseköğretim anlayışında referans çerçevesi önceki yüzyıllara göre değişmiştir. Pek çok alanda olduğu gibi yükseköğretim de bütün dünyada küreselleşen bir yapıya dönüşmektedir. Sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçiş yükseköğretimde de bir dizi değişikliği zorunlu hale getirmiştir. Bu ülkemiz için de geçerlidir. Küresel yükseköğretim anlayışının kendisine has özellikleri vardır. Bu özelliklerin elbette dikkate alınması gereken yönleri bulunmaktadır. Bunun yanısıra Avrupa Birliği’ne uyum süreci de eğitimde bir dizi değişiklikleri Türk yükseköğretiminin gündemine getirmektedir. Türkiye’nin Bologna sürecindeki durumu ’başarılı’ kelimesi ile nitelenmektedir. Bu her iki durumda aslında Türkiye’nin dışında, dış faktörlerin belirleyici olduğu alanlardır. Yükseköğretim Kurulu olarak politika belirlerken bir taraftan bu iki faktörü dikkate almaya, diğer taraftan ülkemizin gerçekleri ve önceliklerini de gözardı etmemeye çalışıyoruz. Bu üçlü referans çerçevesini uyumlu halde götürmemiz ise bizim güçlü yanımızı oluşturmaktadır. Bizler yeni YÖK anlayışında bu üç ayaklı referans çerçevesini aynı zamanda etik ve ahlaki değerler zemininde işletmek istiyoruz. Bilimin güç olduğunu biliyoruz, ama aynı zamanda ona saygınlık kazandıranın onun insana erdem kazandıran yönü olduğunu da unutmuyoruz. Bilimin yıkımlar ve katliamlar için değil, insanın insana tahakkümü için değil, yeryüzünde daha müreffeh, daha mutlu bireylerin ve toplumların var olması için kullanılması gerektiğine inanıyoruz” şeklinde konuştu.

“SON YEDİ YILIN EN DÜŞÜK BOŞ KONTENJANI ORANININ YAKALANDIĞI GÖRÜLECEKTİR Kİ, BU YENİ YÖK YÖNETİMİNİN İLK YILINDA KAYDETTİĞİ BÜYÜK BİR BAŞARIDIR”
Yükseköğretimde kaliteyi artık gündemlerinin ilk maddesi olarak ele aldıklarını ifade eden Saraç, şunları söyledi:
“Türkiye’de bilindiği gibi üniversite kontenjanları üniversitelerin kapasiteleri dikkate alınarak Yükseköğretim Kurulu tarafından belirlenmektedir. Son yıllarda gittikçe artan boş kontenjan sayısı yükseköğretimimiz için bir zaaf noktası oluşturmakta idi. Bu sene boş kontenjan sayılarında çok ciddi azalma gerçekleştirildi. 2015 yılı yerleştirme sonuçlarına göre üniversitelerimiz için belirlenen 832 bin 739 kontenjandan sadece 38 bin 789 kontenjana yerleşme olmamıştır. Bu seneki doluluk ve boş kontenjanlara bakıldığında boş kontenjanlarda son yedi yılın en düşük boş kontenjanı oranının yakalandığı görülecektir ki bu yeni YÖK yönetimin ilk yılında kaydettiği büyük bir başarıdır. Bunun sebebi kalite odaklı bir yaklaşımla sistematik bir şekilde kontenjan politikasını değiştirmemiz ve rasyonel bir zemine oturtmamızdır. İkincisi,bu sene yükseköğretim tarihimizde ilk defa uygulanan tıp ve hukuk programları için alanlara özgü başarı sıralaması şartı getirilmesidir. Tıp bireyin sağlığı, hukuk ise devletin ve birey ile devlet ilişkisinin sağlığı için önemli iki programdır. Ülkemizdeki sağlık programlarındaki üstün niteliğin kaybolmaması maksadı ile bu programlarda okuyan öğrenciler arasında sahip olunan nitelikler, yeterlikler açısından büyük fark olmaması için, yani yapılan merkezi sınavda alınan puan farklarının arasının açılmaması için tedbir aldık ve öğrencinin daha homojen bir yapıda olmasına dikkat ettik. Son yıllarda yükseköğretim kurumlarımızdaki tıp ve hukuk öğrencileri arasındaki puan farkı yıllar geçtikçe açılmakta idi. Yıllara göre en son yerleşen adayın başarı sırasına bakıldığında tıp programına 2014 ÖSYS’de 101 bininci, hukuk programına 2014 ÖSYS’de ise 366 bininci adayın yerleştiği görülmektedir. Yapılan düzenleme sonucunda 2015 ÖSYS’de tıp programına en alt sıra olarak 31 bin 670 inci adayın, hukuk programında ise en alt sıra olarak 149 bin 962’inci adayın yerleştiği görülmektedir. Dolayısı ile bu konuda da alınan karar doğru sonuç üretmiş ve hedefe ulaşmıştır. Başlatmış olduğumuz bu sürecin devamı niteliğinde benzer başarı sıralaması uygulamasını 2016 yılında mühendislik ve mimarlık programları için de gerçekleştirmeyi planlıyoruz. Bu şekilde zaten iyi bir düzeyde olan meslek üreten programlarımızdaki eğitim öğretimin niteliğini daha da yükseğe taşıyacağız.”
Temel bilimler ile ilgili almış oldukları karara da değinen Saraç, özellikle matematik, fizik, kimya ve biyoloji alanların önemine değinerek, son yıllarda ilginin azaldığı bu alanlar için Yükseköğretim Kurulu olarak bir çalışma başlattıklarını ve yapılan çalışmalar sonucunda 2015 yılı için belirlenen kontenjanlara yerleşen aday sayılarına bakıldığında doluluk oranının yüzde 100’e yaklaştığını anlattı.

“YÜKSEKÖĞRETİM KALİTE GÜVENCESİ YÖNETMELİĞİMİZ 23 TEMMUZ 2015 TARİHLİ RESMİ GAZETE’DE YAYINLANARAK YÜRÜRLÜĞE GİRMİŞTİR”
Kalite Kurulu’nun kurulmasının önemine ilişkin ise YÖK Başkanı Saraç, “Yeni YÖK yönetimi olarak hazırladığımız ve yükseköğretim kurumlarımızda eğitim-öğretim, araştırma faaliyetleri ile idarî hizmetlerinin iç ve dış kalite güvencesi, akreditasyon süreçleri ve bağımsız dış değerlendirme kurumlarının yetkilendirilmesi süreçlerini ve bu kapsamda tanımlanan görev, yetki ve sorumluluklara ilişkin esasların düzenlendiği Yükseköğretim Kalite Güvencesi Yönetmeliğimiz 23 Temmuz 2015 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu yönetmelik Kalite Kurulu’nun kurulmasını öngörmektedir. Bu Yönetmelik kapsamında çıktı süreçlerinin kontrolü ve bu süreçlerin yönetimi esas alınmıştır. Bunun için YÖK’ün bir birimi, bir dairesi olarak değil YÖK ile ilişkili ama ona bağımlı olmayan; alakadarların yani ilgili paydaşların üye olarak yer alacağı Yükseköğretim Kalite Kurulu oluşturulacaktır. Bu Kurul, dış değerlendirme odaklı iki ana misyonu koordine edecektir; kurumsal değerlendirme ve program akreditasyonu. Yükseköğretim kurumlarımızın her 5 yılda bir zorunlu olarak kurumsal değerlendirmeleri gerçekleştirilecektir. Bu değerlendirme her üniversitemizin kendi misyonunu ve özgünlüğünü ön planda tutan kurumsal öz değerlendirme yaklaşımı esaslı olacaktır. Bu süreçteki en önemli hassasiyetimiz ise değerlendirme sonrası, değerlendirme raporlarının üniversiteler tarafından yayınlanması olacaktır. Bu ajanslar tamamen bağımsız ve özerk yapıda olan kuruluşlar olacaktır. Program akreditasyonu, kurumsal değerlendirmeden farklı olarak, zorunlu olmayıp, kurumların kendi istek ve talepleri esaslı olacaktır. YÖK ise bu süreci teşvik etmeye yönelik olarak akredite olan programları tercih kılavuzunda belirtecektir. Bu sürecinde mezunların istihdam edilebilirliğine önemli katkı da bulunması beklenmektedir. Bu şekilde yükseköğretim kurumlarımızda ’daimi tekâmül esaslı’ bir kalite güvence sisteminin oluşması hedeflenmektedir. Bu da kurumlarımızı daha şeffaf, hesap verebilir ve rekabetçi bir yapıya dönüşmesi sürecine katkı sağlayacaktır. Böylece yüksek öğretim kuruluşlarının iç kalite güvence mekanizmalarının oluşturulması, desteklenmesi, denetlenmesi, kurum ve/veya programların akredite edilmesi, kamuoyuna bu konularda güvenilir bilgi sunulması, şeffaflığın sağlanması ve uluslararası tanınma konularında büyük ilerleme kaydedilecektir” dedi.

“ÜLKEMİZDEKİ ÜNİVERSİTELERİMİZİN HEPSİNİN AYNI VE BİRBİRİNİN KOPYASI OLMASINI TASVİP ETMİYORUZ”
Yapısal değişikliği gerçekleştirecek ikinci hususun üniversitelerde çeşitlilik ve misyon farklılığına gidilmesi olduğunu bildiren Saraç, “Ülkemizdeki üniversitelerimizin hepsinin aynı ve birbirinin kopyası olmasını tasvip etmiyoruz. Dünyanın pek çok ülkesinde üniversiteler “uluslararası üniversite” olmak istiyor. Hâlbuki üniversitelerin hepsi uluslararası nitelikleri gözetmeli, fakat farklı değerler üretmeli. Yeni kurulan üniversitelerin tarihi geçmişi olan, büyük gelişmiş üniversiteler ile yarışmaları, onlarla aynı misyona sahip olmaları doğru değil. Bu çoğu zaman o ülkelerin milli servetlerinin verimli kullanılamaması ile sonuçlanmaktadır. Hâlbuki yeni kurulan üniversitelerin kendi bölgelerinde, gelişmiş, kurumsallaşmasını tamamlamış üniversitelerimizin o bölge için üretemeyecekleri, başaramayacakları işleri başarabilirler, diğer üniversitelerimizin kazandıramayacakları değerleri o bölgeye kazandırabilirler. Bunun için üniversitelerimizin bir kısmının eğitimde bir kısmının araştırma ve teknoloji üretiminde bazılarının da bölgesel kalkınmaya katkı sağlamakta farklılaşmasını istiyoruz. Bu süreci üniversitelerimiz ile birlikte yürütüyoruz. Bu bağlamda ‘Bölgesel Gelişmede Üniversitelerin Rolü’ toplantılarını düzenliyoruz. Ülkemiz yükseköğretim sisteminde özellikle 2004 yılı ve sonrasında, üniversite sayısı ve bunun beraberinde yükseköğretime erişim artmıştır. Bundan sonraki dönemde üniversitelerimizden başta bulundukları şehir ve bölge ile bütünleşmesi, iktisadi, sosyal ve beşeri sermayeyi geliştirmesi beklenmektedir. Bunun için de üniversitelerimizin misyonlarını tekrar gözden geçirmesine, tek tipten uzaklaşarak kurumsal farklılık ve çeşitliliğe yönelmesine, üniversite olmanın şümullü yapısından uzaklaşmadan belli alanlarda temayüz etmesine ihtiyaç vardır. Bu adım, yani misyon farklılaşması Kalite Kurulu ile birleştiğinde inşallah yükseköğretimde yapısal değişim sürecini başlatacaktır. Bu süreci de Kalkınma Bakanlığımız ile birlikte eşgüdüm halinde gerçekleştireceğiz” diye konuştu.

“BUGÜN ÖĞRENCİ SAYIMIZ 6 MİLYON 63 BİNE ULAŞMIŞTIR”
“Yeni YÖK olarak yaklaşımımız, yükseköğretimin çözülmesi gereken ihtiyaç ve sorunlarını sadece kendi yapısı içinde ve kendi yetkinlikleri ile çözen değil, şeffaf bir şekilde ilgili paydaşların katkı ve katılımları ile çözülmesi yönündedir” diyen Saraç, “Geride bıraktığımız bir yıla yaklaşan sürede önümüze koyduğumuz hedeflerin önemli bir kısmına ulaştık. Önümüzdeki dönemde kurumsal özerklik ve mali esneklik gibi yeni yasalara ihtiyaç duyan orta vadedeki hedeflere ulaşmak için gayret edeceğiz. Türkiye Yükseköğretim sistemindeki öğrenci sayısı Avrupa yükseköğretim alanı ülkeleri arasında Rusya’dan sonra en yüksek ikinci ülkedir. Yıllar içindeki artışta ise en yüksek ülkedir. Bugün öğrenci sayımız 6 milyon 63 bine ulaşmıştır. Bu zengin beşeri sermayeyi ülkenin sosyal ve ekonomik kalkınmasına başarı ile sunmak istiyoruz. Yükseköğretim kurumlarımızın sayısı 200’e yaklaşmıştır. Yükseköğretim kurumlarımızın eğitim öğretim niteliklerinde sürekli bir gelişme vardır. Güçlü yönlerimizden birisi de şudur. Küresel yükseköğretim sisteminin en önde gelen üniversitelerinin bulunduğu, en çok uluslararası öğrenci çeken ülkelerde bile yükseköğretimin belli bir standardı bulunmamasına rağmen ülkemizde üniversitelerimizin eğitimlerini sürdürebilmesi için nitelik için belli bir eşik, mezuniyeti için belli standart bulunmaktadır. Bu ise eğitim öğretim sistemimiz için belli bir güvence oluşturmakta, eğitim öğretimi, ulusal ve uluslararası öğrencileri tehditkâr tesadüflere bırakmamaktadır. Ülkemizin yükseköğretimdeki başarılarını diğer ülkeler ile paylaşmak, imkanlarımızı diğer ülkelerin de istifadesine sunmak istiyoruz. Yükseköğretimde uluslararası öğrenci konusuna YÖK olarak sadece ekonomik bir mesele olarak yaklaşmıyoruz, aslında bu konu değişik milletlerin birbirini tanıması, güçlü bir ilişki kurmasına hizmet eden, dünya barışına katkı sağlayan önemli bir faktördür. Ayrıca hepimiz biliyoruz ki yüksek öğretim siyasetin, savaşların, çatışmaların, ülkelerin aralarındaki ihtilafların ötesinde bir alandır ve bu güçlüklerin aşılabilmesi için önemli değerler sunmaktadır” ifadelerini kullandı.

“YENİ YÖK YÖNETİMİ OLARAK KISA BİR MÜDDET SONRA BU KONUDA DA YAPISAL BİR DEĞİŞİKLİĞE GİDİLECEĞİNİ SÖYLEYEBİLİRİM”
Saraç, konuşmasına şöyle devam etti:
“Ülkemizde yurtd ışında alınan diplomaların tanınırlığı konusunda bazı sorunlar bulunmasının temelinde pek çok ülkedekinin aksine ülkemizde tanınırlık (recognition) yerine denklik (equivalance) temelinde konuya yaklaşılması yatmaktadır. Ülkemizde mezuniyet sonrası meslek sınavı uygulaması olmadığı için elde edilen diplomaların tanınması aynı zamanda meslek icrası anlamına da gelmektedir ve bu durum da bu diplomaların daha farklı olarak incelenmesi ve titiz olarak değerlendirilmesi sonucunu doğurmaktadır. Yeni YÖK yönetimi olarak kısa bir müddet sonra bu konuda da yapısal bir değişikliğe gidileceğini söyleyebilirim. Yine ilk olarak bu yıldan itibaren devlet burslusu olarak yurt dışına gönderilen öğrencilerin ülkemiz için stratejik alanlara gönderilmesine başlandığını belirtmek isteriz. Bu bağlamda daha önce gönderilen ülkelerin listesi yeniden güncellenmiş ve değişikliklere gidilmiştir.”
Saraç’ın konuşmasının ardından YÖK Yürütme Kurulu üyesi Prof. Dr. Hasan Mandal, “Türkiye Yükseköğretim Sisteminin Genel Yapısı” hakkında bir sunum yaptı.
(İHA)
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
ÇOK OKUNANLAR
ARŞİV ARAMA
PUAN DURUMU TÜMÜ
GÜNÜN KARİKATÜRÜ TÜMÜ
Günün çizgisi
ANKET TÜMÜ