17 Ağustos 1999 tarihinde Gölcük’te meydana gelen deprem felaketinin acısı, depremin üzerinden 17 yıl geçmesine rağmen taze bir şekilde duruyor. Depremi yaşayan Gölcük halkının o günleri hatırladığında halen gözleri doluyor. Depremi evinde yaşayan ve kendi çabası ile enkaz altından çıkan 50 yaşındaki Sadık Kuşbaşlı, felaket gecesini duygulanarak anlattı. O anları hatırladığında zaman zaman boğazı düğümlenen Kuşbaşlı, bir anda hayatlarının nasıl mahvolduğunu güçlükle anlattı. Deprem öncesinde hayatın her yönüyle normal olduğundan bahseden Kuşbaşlı, “Malum gecede eşimle beraber, eşimin teyzesinin kızı için yapılan düğün hazırlıklarına gittik. Oradan dönüşte taksici bir arkadaşımla karşılaştık. Saat 01.00 sularında eşim ve çocukları eve bırakıp arkadaşımın yanına geçtim. Biraz sohbet ettikten sonra saat 02.40 sularında eve geçtim. Hava çok sıcaktı. Ertesi gün de çalışmadığım için biraz oturayım, serinleyeyim diye düşündüm. Balkona çıktım. Ev anayola çok yakın olduğu için 3 metre önümden araçlar geçiyordu. Birdenbire, saat 02.45 gibi hava bir anda garipleşti. Böyle sis dumanı gibi bir duman çöktü. Yoldan geçen araçların farlarının çok düşük, ampul gibi yandığını görüyordum. Sokak aydınlatmaları da aynı şekilde aşağıyı aydınlatmıyordu. Sadece lambanın kendisini görebiliyordum. Etrafımızda büyük binalar vardı. O binalar da aynı şekilde, balkonların ışıkları yanıyor fakat insanları göremiyorsun. Hava garipleşince ben de açıkçası korktum. ‘Herhalde bir şey olacak’ diye düşünerek eve girdim. Tam içeri girdiğim sırada bir zelzele meydana geldi. O aralar 15 günde bir mutlaka bir sallantı yaşıyorduk. Zelzele oldu ama bayağı bir sert oldu. Aydınlatma lambaları falan bayağı bir sallanmaya başladı. Bu zelzele asıl depremden 15 dakika falan önce meydana geldi. O sırada eşim uyuyordu. Ben de uyandırıp yatak odasındaki avizenin sallanmasını göstermek istedim, sonra vazgeçtim. Ardından ben de yatağa yattım. Tam yüreğim geçmek üzereydi, çok büyük bir patlama ile uyandım. Hemen yatağın başındaki camdan dışarı baktım. Dışarıda havada acayip bir aydınlanma vardı. Sanki bir yerlerde bir ateş yanıyor da havaya doğu alev çıkıyor gibiydi” dedi.
“Depremin 45 saniyeden daha uzun sürdüğünü düşünüyorum”
Deprem anında içerisinde bulundukları evin büyük bir şiddetle sarsıldığını anlatan Kuşbaşlı, “Bina sallanmaya başladı. O sırada eşim uyandı. Pencereden aşağı atlamaya çalıştı. Ben eşimi tuttum, ikna ettim. ‘Aşağıda duvar var. Atlarız başımıza bir şey gelir. Bir şey olmayacağı varsa da olur’ dedim. Eşimi ikna ettim tekrar yatağa uzandık, tavana bakmaya başladık. O sırada yan taraftan da sesler geliyordu. Cam sesleri, karşımızdaki binaların yıkıldığını duyuyorduk. 4 nolu Harp-İş sitesi vardı karşımızda. O binaların yıkıldığını resmen görüyorduk. Ama sadece o gürültüyle karışık cam sesinden başka bir ses gelmiyordu. 8-9 katlı binaların bir anda 2 katlı bina boyuna indiğini gördüm. Sallantı o sırada devam ediyordu ama çok acayip bir sallantıydı. Bir sağa yatıyoruz. Bir sola yatıyoruz. Bir ileri, bir geri, bir süre sonra kalburda bir şey eler gibi bir sallantıya dönüştü. Yan odadan çocuklarımın bağırdığını duydum. Bir ara kalkıp oraya gitmeyi denedim ama sallantıdan gidemedim. Yere düştüm. Sonra bir şeylere tutunarak tekrar yatağın başına geri döndüm. ‘Herhalde kıyamet kopuyor’ diye düşündük. O sırada bildiğimiz bütün duaları okuduk. Ben o depremin 45 saniye değil de daha uzun olduğunu düşünüyorum” şeklinde konuştu.
“Tavandaki tuğlalar yatağın üzerine düştü”
Depremin ardından enkaz haline gelen evlerinden nasıl çıktıklarını da anlatan Sadık Kuşbaşlı, “Sonra bir anda sarsıntı ve sesler kesildi. Biz ne hikmetse yerimizden kalkmıyoruz. ‘Etrafımızdaki bütün binalar yıkıldı. Bizimki de tamamen yıkılacak’ diye düşündük. Çünkü bütün duvarlardaki demirler eğrildi, tavandaki kartonpiyerler, tuğlalar hep yatağın üzerine düştü. Biz hep onların içerisinde kaldık. Ondan sonra baktık, bütün ses kesildikten sonra dışarıdan insan sesleri gelmeye başladı. O sesler bizi kendimize getirdi. Ondan sonra ben tekrar camdan kafamı dışarıya uzattım. O anayoldaki arabaların hepsinin durduğunu, hareket etmediğini gördüm. Onları da görünce dedim, ‘Tamam, bitti herhalde’. Sonra bir şeylerin üzerinden atlayarak yan odaya gidip çocuklara baktım. Ardından mutfağa gidip bir çakmak buldum. O çakmağın ışığıyla üzerimize giyecek bir şeyler bulduk. Tekrar cama çıkıp aşağıdaki insanlara seslendim. ‘Bizim kapının önüne duvar yıkılmış, bize bir merdiven uzatın biz de aşağı inelim’ dedim. Aşağıdan uzatacaklarını söylediler. Biz tabi insanlar gelip bizi kurtaracak diye bekliyoruz. Sonra baktık, aşağıda da kimse yok. Bizi unuttular. Ben artık kendi imkanlarımla kapının önündeki tuğlaları, o yıkılan dolapları falan temizledim. Kapının önünü bir insan geçecek kadar açmayı başardım. Oradan ilk önce merdivenleri kontrol ettim. Allah’tan merdivenler sağlamdı. Çocukları da peşime takıp çıktım. Tabi bizim 2 kat aşağıya inmemiz gerekiyordu. Ben 9 katlı binanın ikinci katında oturuyordum. Birinci kata indik. En altta market vardı. Marketin duvarları yıkılmış, oradan arabaların ışıklarını gördüm. Marketin içerisinden dışarıya çıktık” ifadelerini kullandı.
“Çıkardığımız cesetleri battaniyenin üzerine koyuyorduk”
Günün ilk ışıklarıyla birlikte yaşanan felaketin ortaya çıktığını söyleyen Kuşbaşlı, “Dışarı çıkar çıkmaz mahalledeki arkadaşlarla güvenli bir yerde toplandık. Saat 06.30-07.00 gibi artık biz sağlamız diye insanları çıkartmaya başladık. Çıkardığımız cesetleri battaniyenin üzerine koyuyorduk. Bir tane genç kız vardı, onu hiç unutamıyorum. Onu çıkarıp battaniyenin üzerine koyduk. Üzerini de başka bir battaniyeyle kapatıyoruz ki, çocuklar görüp de etkilenmesin diye. Kızcağızın ayağının bir kısmı battaniyenin dışında kalmış. Annesi geldi, ‘Ne olursunuz, benim çocuğum güneşi sevmez. Onu kapatır mısınız?’ dedi. Kadıncağızın çocuğu ölmüş, onu kabullenemiyor” diye konuştu.
“Biz çok şanssız bir noktada depremi yaşadık”
Depremin merkez üssü olmasına rağmen Gölcük’e yardımın çok geç geldiğini belirten Sadık Kuşbaşlı, “O ilk anda zaten hiçbir yardım gelmedi. Öğlen olduğunda insanlar kartonpiyerler ile duvarları kırıyorlardı. İnsanları çıkartmaya çalışıyorlardı. O gün akşama kadar, aşağıdan ses geliyor, etrafımızdaki binalardan insanları kurtarmaya çalışıyoruz. İmkan yok. Çekiçle, keserle, şunla, bunla olacak şey değil. Yan binada bir kız kurtardık. Kızcağızın her tarafı sağlam, ama ayağı kolonun altında kalmış. Kolonun betonlarını kırdık, ama demirlerini kesecek alet, edavatımız yok. Demirleri kesmek için bir yerden testere ağzı bulduk. Biz kolonun demirlerini kesmeye çalışırken kızcağız da bağırıyordu. Çok acı çekiyordu o sırada. O kızı kurtaramadık. Vefat etti. Biz tam demiri kestik, kaldırdık. Ama o dayanamadı demek ki. Bayağı da kan kaybetmişti. Biz çok şanssız bir noktada depremi yaşadık. Çünkü Bursa tarafından gelen yardımları Yalova’da kestiler. Aynı şekilde Ankara tarafından gelen yardımlar Adapazarı’nda, İstanbul’dan gelen yardımlar da İzmit’te kesildi. Gölcük çok şanssız bir dönem geçirdi. Yardımlar bize ulaşmadı. Kurtarma ekipleri olsun, şunlar olsun, bunlar olsun. Kimse gelmedi” dedi.
“Mahalle komple duruyor ama 3 metre aşağıda duruyor”
Deprem sırasında kayınpederinin yaşadığı Denizevler mahallesinin tamamen yer seviyesinden yaklaşık 3 metre aşağıya çöktüğünü anlatan Kuşbaşlı, “Evden çıkmamızın hemen ardından eşim ve çocuklarla birlikte arabaya binerek kayınpederimin evine doğru yola çıktık. Onların durumunu merak ettik. O zamanlar bölgede bir fabrika yeni yapılıyordu. Arabayla yoldan aşağı doğru 70-80 kilometre hızla gidiyorum. Bir an önce kavuşmak istiyorum. Bir erkek vatandaş yolun ortasında durmuş, ‘Ne olursun dur’ dercesine elleriyle bana işaret ediyordu. Ben adama çarpmamak için durdum. O vatandaş bana ‘Nereye gidiyorsunuz’ diye sordu. Kayınpederime gittiğimi söylediğimde, ‘Gidemezsiniz, baksanıza yola’ dedi. Arabadan inip yola bir baktım. İnanamadım. Yol yok olmuş. Yolun yarısından kopup aşağıya inmiş. Aşağısı gözükmüyor, karanlık. ‘Ne oldu buraya?’ diye sorunca o vatandaş ‘Burası koptu aşağı çöktü’ dedi. Oradan geri dönüp kayınpederimin evine Gölcük Stadı’nın oradan ulaşmayı denedim. Orada da aynı durumla karşılaştık. Eşim ve çocukları arabada bırakıp, topraktan aşağıya kayarak çöken bölgeye indim. Ulaştım tabi kayınpederimin evine. Mahalle komple duruyor ama 3 metre aşağıda duruyor. Kopmuş” şeklinde konuştu.
“Duvarların içerisindeki demirlerin çatırdama sesleri geliyordu”
Gün doğumuyla birlikte tekrar evlerinin olduğu bölgeye geldiklerini anlatan Sadık Kuşbaşlı, “Tekrar mahalleye geri döndük. Mahallede gece pek bir şey göremedik. Zaten olayın vahametini gündüz görüyorsunuz. Ben ısrarla eve girmek istedim. Girdim de. Aşağıdan evin manzarası çok kötüydü. Hiç girilecek gibi durmuyordu. Zaten bir taraftan artçılar da devam ediyordu. İnsanlar artçı olduğu zaman binalardan kaçışıyorlardı. Sırf o gece neler olduğunu anlamak için, ‘Biz ne yaptık? Nerelerden geçtik? Nasıl çıktık?’ sorularına cevap bulmak için eve tekrar girdim. Deprem anında çok acayip bir gürültü vardı. Sürekli 45 saniye diyorlar ama ben 45 saniye sürdüğüne de hala inanmıyorum. Öyle bir gürültüyü ben daha önce sadece küçükken köylerde değirmene gittiğimde değirmenin içerisinde duymuştum. Bu gürültü ondan 10 kat daha fazlaydı. O duvarların içerisindeki demirlerin çatırdama sesleri geliyordu. Allah bir daha kimseye böyle bir şeyi göstermesin.” İfadelerini kullandı.
“İş işten geçtikten sonra büyük iş makineleri geldi, ama insanlar öldü”
Yardımların Gölcük’e daha erken ulaşması halinde çok fazla insanın kurtarılabileceğini söyleyen Kuşbaşlı, “Yardım 3 gün sonra geldi Gölcük’e. Biz dozerleri, iş makinelerini 3 gün sonra gördük. İş işten geçtikten sonra büyük iş makineleri geldi, ama insanlar öldü. Ben öyle insanlar gördüm ki, aşağıdan sesleri geliyordu. ‘Kimse yok mu?’ diye bağırıyorlardı. Bir tane bina vardı. Her gün gidip, ‘Bugün ses geliyor mu?’ diye kontrol ederdim. Üçüncü gün ses kesildi. Hiç ses gelmedi. Aşağıdan sesler geliyordu. İnsanlar birbirleriyle konuşuyordu, ‘Kimse yok mu?’ diye dışarıya sesleniyordu. Üçüncü günden sonra sesler yavaş yavaş kesildi. İnsanların takatleri bitti orada. Çoğunun hiçbir şeyi yoktu. Çıkartıyorlardı. Vücudunda hiçbir yaralanma yok ama ölmüş. Ya havasızlıktan ölmüş, ya açlıktan ölmüş. Adamın vücudu sapasağlam ama ölmüş. Kurtarılamamış, belli zaten. Biz bunları hep yaşadık” dedi.
Dinçer Akbir
KOCAELİ