Ankara
Anadolu Ajansının (AA) "İsrail'in Gazze'deki Soykırımının 1. Yılı" başlıklı dosyasının sekizinci haberinde Filistin devletinin uluslararası tanınırlığını artıran kararlar derlendi. Uluslararası hukuk uzmanı Dr. Shahd Hammouri, konuya ilişkin AA muhabirine açıklamalarda bulundu.
İsrail'in 7 Ekim'den bu yana Gazze Şeridi'ne düzenlediği saldırılarda yaklaşık 17 bini çocuk, 11 bin 378'i kadın olmak üzere 41 bin 825 Filistinli öldü, 96 bin 910 kişi yaralandı.
Saldırılar her geçen gün şiddetini artırarak devam ederken, giderek artan sayıda ülke ise Filistin devletini tanıdığını duyurdu.
Filistin'in devlet olarak tanınması, sadece müzakere masasında Filistinlilere daha fazla siyasi güç sağlayan önemli bir sembolik jest değil, aynı zamanda İsrail'e "eylemlerini bu şekilde sürdüremeyeceğine" dair verilen önemli bir sinyal olarak da görülüyor.
Uluslararası tanınma tek başına sahadaki gerçekleri hemen değiştiremeyecek olsa da küresel siyasette gelecekteki müzakereleri ve daha geniş barış sürecini etkileyebilecek önemli bir değişime de işaret ediyor.
İspanya, Norveç, İrlanda, Slovenya, Ermenistan, Bahamalar, Trinidad ve Tobago, Jamaika ve Barbados'un tanıma kararının ardından, Filistin devletini tanıyan ülke sayısı 146'ya yükseldi.
Saldırılar devam ederken Filistin devletini daha fazla ülke tarafından tanınması, Filistin'in egemenliği ve kendi kaderini tayin hakkı için uzun süredir devam eden mücadelede "dönüm noktası" olarak değerlendiriliyor.
Büyüyen küresel destek
Paris'ten Madrid'e, Stockholm'den Londra'ya kadar "Özgür Filistin" sloganlarıyla yankılanan sokaklarda halk, hükümetlerinden Filistin devletini tanımasını talep etti.
Gazze'deki mevcut durum ve halkın tepkisi "iki devletli çözüm" çağrılarını yoğunlaştırıp çeşitli ülkelerin Filistin'in tanınması konusundaki tutumlarını yeniden gözden geçirmelerine yol açtı.
Bu yıla değin İzlanda ve İsveç hariç Batı Avrupa ülkeleri tarafından tanınmayan Filistin'in, Avrupa Birliği (AB) içinden İspanya, Slovenya ve İrlanda ile NATO üyesi Norveç tarafından tanınmış olması, Avrupa'da İsrail için dengelerin değiştiği sinyalini verdi.
İspanya, Norveç ve İrlanda da 28 Mayıs'ta, Slovenya ise 4 Haziran'da Filistin'i resmen tanıma kararı alırken, Ermenistan 21 Haziran'da Filistin'i tanıdığını duyurdu.
İspanya Başbakanı Pedro Sanchez, kararı "tarihi" olarak nitelendirerek, bunun "Filistin devletini tanımak sadece tarihi bir adalet meselesi değil, aynı zamanda barışa ulaşmak için bir gerekliliktir." yorumunu yaptı.
İrlanda ise tanıma kararının "Filistin halkının kendi kaderini tayin etme hakkı" doğrultusunda alındığını vurguladı.
Nisan ve mayıs aylarında Bahamalar, Trinidad ve Tobago, Jamaika ve Barbados’un da Filistin'i tanıyan ülkeler listesine katılmasıyla Filistin devletine yönelik uluslararası destek perçinlendi.
Latin Amerika ülkesi Kolombiya ise Gazze'de Filistin halkına yönelik devam eden saldırıları gerekçe göstererek İsrail ile diplomatik ilişkileri kesmesinin ardından Cumhurbaşkanı Gustavo Petro, Ramallah'ta ülkesinin büyükelçiliğinin açılması için talimat verdi.
Daha fazla ülke Filistin'i tanıyabilir
Avrupa'da Filistin'i tanıma dalgasının devam etmesi bekleniyor. İsrail'e silah tedarik etmesiyle sıklıkla eleştirilen Fransa, Filistin'i tanımanın artık bir "tabu" olmadığını belirtirken, Malta, Lüksemburg, Belçika ve Finlandiya da "doğru zaman geldiğinde" Filistin'i tanımaya hazır olduklarını bildirdi.
Finlandiya Cumhurbaşkanı Alexander Stubb, Filistin'in tanınması için Orta Doğu'da barışı teşvik etmek için stratejik olarak doğru zamanın seçileceğini aktarırken, Belçika Dışişleri Bakanı Hadja Lahbib de yaptığı açıklamalarda sıklıkla "bunun yalnızca sembolik olmasını istemedikleri için doğru koşulların beklendiğini" belirtiyor.
Lüksemburg Dışişleri Bakanı Xavier Bettel de Filistin'in tanınmasının "manevi destekten fazlası olması gerektiğini" ifade ederken, henüz tanıma kararı almamış ülkeleri "koordine olup anlamlı bir eylemde bulunmaya" çağırdı.
Diğer yandan, Filistin devletinin kurularak "iki devletli çözümün" uygulanması için de uluslararası çabalar da sürüyor.
İspanya ev sahipliğinde 13 Eylül'de bir araya gelen Müslüman ve Arap ülkelerinin üst düzey temsilcileri uluslararası topluma, Orta Doğu'da "iki devletli çözümün uygulanmasını sağlamak için yol haritası belirleme" çağrısında bulundu.
İsrail, Filistin'i tanıyan ülkeleri vazgeçirmeye çalıştı
Filistin'in uluslararası tanınırlığı artarken, İsrail ise tanıma kararı alan ülkeleri hedef gösterdi.
İsrail Dışişleri Bakanı Yisrael Katz, Filistin'in tanımanın "İsrail'in egemenliğine bir saldırı ve güvenliğine yönelik bir tehdit teşkil ettiğini" savunarak, İspanya, İrlanda ve Norveç'teki büyükelçilerini geri çağırma kararı aldı.
Norveç'in Filistin nezdindeki diplomatik temsilcilerinin İsrail'deki akreditasyonunu da iptal eden İsrail yönetimi, kararın Norveç hükümetinin son dönemde attığı "İsrail karşıtı ve tek taraflı adımlara" yanıt niteliğinde olduğunu bildirdi.
İsrail hükümetinin İspanya'nın Kudüs Konsolosluğunun 1 Haziran'dan itibaren Filistinlilere hizmet vermeyi sonlandırmasını istemesi de tepki yaratmış ve İspanya tarafından İsrail makamlarına, "İspanya'nın, Kudüs konsolosluğunun normal faaliyetlerine yönelik herhangi bir kısıtlamayı reddettiğini' içeren bir nota gönderildi.
İspanya'nın Doğu Kudüs'teki konsolosluğuyla işgal altındaki Batı Şeria'da ikamet eden Filistinliler arasındaki bağlantının "İsrail'in ulusal güvenliğine tehdit olacağı" iddiasında bulunan Katz, İspanya'nın Doğu Kudüs'teki konsolosluğuna getirilen kısıtlamaların kaldırılmasına ilişkin talebini reddetti.
"İsrail'in egemenliğini baltalayanlar karşısında sessiz kalmayacağını" söyleyen Katz, ayrıca bu ülkeleri aldıkları karardan geri adım atmaya çağırdı.
İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich ise "müzakereler olmaksızın uluslararası tanınma arayışında olan Filistin liderliğine karşı cezalandırıcı bir önlem olarak" Filistin'in vergi gelirlerinden 35 milyon doların kesilmesi talimatı verdi.
BM'ye tam üyelik yolunda
Filistin devletinin uluslararası tanınırlığı güçlenmeye devam ederken, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu ve Güvenlik Konseyi, Filistin'in statüsüne ilişkin tartışmaların odak noktası oldu.
BM'de Batı Şeria merkezli Filistin Yönetimi tarafından temsil edilen Filistin devleti, 2012'de BM Genel Kurulu tarafından fiilen tanınan bir devlet statüsü alarak üye olmayan gözlemci devlet olarak kabul edildi.
O tarihten beri tam üyelik arayışında olan Filistin'in BM Şartının 4. Maddesinde belirtilen üyelik kriterlerini karşıladığını onaylayan karar, Genel Kurul'da 10 Mayıs'ta ezici çoğunlukla kabul edildi.
Oylamada 143 ülke lehte oy kullanırken, 9 ülke aleyhte oy kullandı ve 25 ülke de çekimser kaldı.
Karar her ne kadar Filistin'e tam üyelik anlamına gelmiyor olsa da Güvenlik Konseyi'ni Filistin'in talebini "olumlu şekilde yeniden değerlendirmeye" çağırması ve Filistin'in kendi kaderini tayin etmesine yönelik yaygın uluslararası desteğin altını çizmesi açısından önemli bir adım olarak değerlendirildi.
İsrail'in Filistin'i yasa dışı işgali bir kez daha belgelendi
İsrail'in bir yandan Gazze'yi bombalarken diğer taraftan Batı Şeria'da yasa dışı işgaline devam etti.
Lahey merkezli Uluslararası Adalet Divanı'nda (UAD) görülen ve Türkiye'nin de müdahil olduğu davada çıkan kararda İsrail'in Filistin topraklarındaki işgalinin hukuka aykırı olduğu vurgulanırken aynı zamanda işgalin sona erdirilmesi gerektiği bildirildi.
İsrail'in sürdürdüğü işgal politikalarının uluslararası hukuka aykırı olduğunu bir kez daha gösteren bu karar, Filistin halkının haklarının korunması açısından kritik bir adım olarak görüldü.
Karar, BM dahil birçok ülke tarafından desteklenirken, söz konusu ülkeler İsrail'e "işgale son verme" çağrısı yaptı.
"Bu değişim, uluslararası hukuk açısından İsrail'in işlediği hukuksuzlukların tartışılmayacak bir noktaya ulaşmış olmasından kaynaklanıyor"
İngiltere'deki Kent Law School'da Öğretim Üyesi Dr. Shahd Hammouri, AA muhabirine, ülkelerin Filistin'i tanıma kararına hem ülke içindeki politik atmosferle hem de İsrail'in bir yıldır süren saldırılarının etkili olduğunu ifade ederek, "Bu değişim, uuluslararası hukuk açısından İsrail'in işlediği hukuksuzlukların tartışılmayacak bir noktaya ulaşmış olmasından kaynaklanıyor. Dolayısıyla uluslararası hukuku desteklediğini iddia eden herhangi bir devletin Filistinlilerin kendi kaderini tayin hakkını inkar etmek ve İsrail'in Filistin'deki eylemlerine karşı çıkmak için mantıklı bir argümanı yok." dedi.
Öte yandan başta Avrupa ülkeleri olmak üzere Batı'nın "net bir duruş sergilemediğine" dikkati çeken Hammouri, "Ülkelerin pozisyon almaktan korkmasının nedenlerinden birinin güçlü bir ABD varlığı olduğuna dair çok açık göstergeler var, ayrıca NATO yükümlülüklerine uyma korkusu da var. Örneğin, Hollanda ve İngiltere gibi ülkelerin NATO'ya karşı yükümlülüklerini uluslararası yasal yükümlülüklerine tercih ettiklerini görüyoruz ki uluslararası hukukta bunu haklı çıkaracak hiçbir şey yok çünkü güvenlik anlaşmaları uluslararası hukuku geçersiz kılmaz." değerlendirmesinde bulundu.
Hammouri, tanıma kararlarının "sembolik" olduğu eleştirisi yaparak, "Hala silahların geçişine izin veriyorlar. Hala (İsrail'in) hava sahalarının kullanılmasına izin veriyorlar. Hala İsrail'e ve İsrail'den mal ve hizmet geçişine izin veriyorlar ve İsrail'in savaşı sürdürme kapasitesini etkileyecek maddi bir pozisyon almayı reddediyorlar. Devletlerin bunu yapmaması soykırımın hala devam etmesinin nedeni ve İsrail bunun çok iyi farkında." diye konuştu.
Filistin söz konusu olduğunda uluslararası toplumun "ikiyüzlülük yaptığını" dile getiren Hammouri, "İsrail'e baskı uygulamayan ya da şahit olduğumuz felaketin seviyesine dahi ulaşmayan çok sayıda diplomatik boş söz duyuyoruz." dedi.
Halkta değişim yaşanırken, hükümetler duruşunu değiştirmedi
Hammouri, geçen bir yıl içinde halk nezdinde Filistin'e desteğin büyümesine rağmen "bir şeyleri değiştirme ayrıcalığına ve kapasitesina sahip insanlarda" aynı değişimin yaşanmadığını ifade ederek, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Sorun da bu zaten. Gençler arasında büyüyor ve işçi sınıfından insanlar arasında büyüyor. İsrail'in yaptıklarının ne anlama geldiği, yerleşimci kolonizasyonunun ne olduğu, soykırımın ne olduğu ve Filistinlilerin kim olduğu konusu artık çok daha açık. Ancak asıl sorun şu ki, örneğin İngiltere'de milyonlarca insan sokağa çıktı, neredeyse her hafta en az 10 bin kişi sokağa çıkıyor. Yine de İngiltere'nin (hükümetin) tutumu katı bir şekilde tekrarlanıyor. İsrail'in kendini savunma hakkının yanında durmaktadır ki yine uluslararası hukuk perspektifinden bakıldığında İsrail'in Filistin'e karşı kendini savunma hakkı yoktur. Uluslararası Adalet Divanı da bunu söyledi. Binlerce kez söylendi ama yine de politikacılar bunu tekrarlamaya devam ediyor."
İsrail'e karşı daha sert adımlar atılmasına ihtiyaç olduğunu ancak ABD nedeniyle bunun mümkün olmadığını anlatan Hammouri, "Şu anda İsrail kendisini bile temsil etmiyor. ABD'nin Orta Doğu'daki jeopolitik konumunu temsil ediyor. ABD'nin Orta Doğu politikaları için bir üs. ABD'nin İsrail'i destekleme kararları ne halkın görüşüne ne de uluslararası hukukun görüşüne dayanıyor. Kararlar tamamen jeopolitik ve ekonomik gerekçelere ve statükonun olduğu gibi kalmasına hizmet eden her şeye dayanılarak alınıyor." ifadelerini kullandı.
Kaynak: AA
dikGAZETE.com