İSTANBUL
Ünlü yönetmen Semih Kaplanoğlu, "Nasıl mimari, bir inşa etme sanatıysa, sinema da zaman inşa etme sanatıdır. O yüzden sinemayla ilgili bakışlarımızla ya da değerlendirmelerimizle sınırları biraz daha açmalı, sinemayı belli sanat dallarının tiyatronun, edebiyatın yedeği gibi ya da ondan ortaya çıkmış bir sanat gibi düşünmemeliyiz." dedi.
Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) İstanbul Şubesi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Kültür Daire Başkanlığı iş birliğiyle bu yıl 9'uncusu düzenlenen, "İstanbul Edebiyat Festivali"nin onur konuğu olan, vizyondaki "Buğday" adlı filmiyle ulusal ve uluslararası birçok ödülün sahibi Kaplanoğlu, festivalde onur konuğu olmaktan şeref duyduğunu dile getirerek, "Ben de her Türk evladı gibi hayatıma şiirle başladım. Şiirin kapsayıcı, o muhteşem iklimi benim çocukluğumdan itibaren hep yanı başımda oldu. Sonra Türk edebiyatı ve dünya edebiyatı üzerinde durarak okumalar yapıyorum ve merakla takip ediyorum." diye konuştu.
"Sinema kendi başına ayakta duracak bir sanat dalıdır"
Kaplanoğlu, sinema ve edebiyatın birbiriyle olan ilişkisi bulunduğunu belirterek, şöyle devam etti:
"Sinema kendi başına ayakta duracak bir sanat dalıdır. Edebiyata yaslanmadan ama edebiyatın belli duyarlılıklarını, belli kalıplarını bir anlamda değerlendirebilir diye düşünüyorum. Bana göre sinema, bir zaman inşa etme sanatıdır. Yani görüntüyle, sesle, diyalogla alakası olan bir şey değil. Tıpkı müzik gibi. Nasıl mimari, bir inşa etme sanatıysa, sinema da zaman inşa etme sanatıdır. O yüzden sinemayla ilgili bakışlarımızla ya da değerlendirmelerimizle sınırları biraz daha açmalı, sinemayı belli sanat dallarının tiyatronun, edebiyatın yedeği gibi ya da ondan ortaya çıkmış bir sanat gibi düşünmemeliyiz."
Yumurta-Süt-Bal film üçlemesi ile sinemaseverlerin beğenisini kazanan Kaplanoğlu, bugünün sinemasına da değinerek, "Sinema dediğimizde bugün sinemanın değerini ve sanat kalitesini takdir edecek işler görmüyoruz toplum gözünde. Bu tabii işin ticarete dönmesiyle alakalı ve tabii ki aynı zamanda da görüntünün kirlenmesi ve devamlı çok yoğun bir görüntü bombardımanı haline tutulan televizyonun, internetin görüntülü her şeyin, sömürü aracına dönüştüğü günümüzde, saf sinemanın kendini var edebilmesi çok da kolay olmuyor. Tıpkı saf edebiyatın, saf müziğin kendini devam ettirememesi gibi." değerlendirmesinde bulundu.
"Kendi külliyatımızı, kadim edebiyatımızı sinemaya mutlaka taşımamız lazım"
Kaplanoğlu, Türk toplumunda müthiş bir irfan geleneği olduğunun altını çizerek, konuşmasına şöyle devam etti:
"Bu irfan geleneğinin büyük yazarları, büyük şairleri var. Niyazi-i Mısri, Yunus Emre daha niceleri, binlerce divan, yazmalar belki bugün açığa çıkmamış, görünmemiş. Biz, çok küçük bir kısmını görüyoruz. İşte ben uzun zamandır bu geleneğin sesini, kokusunu, zaman algısını, manevi hazinesini anlamaya ve bunun bize ait bir sinemanın olabilirse, bir imkanı varsa, -büyük bir söz gibi düşünebilirsiniz bunu- imkanların içine nasıl dahil edebiliriz diye düşünmeyin. Bunu sadece bir hikayeymiş ya da konuları ele alış olarak görmüyorum. Bunda bir ruh, ses, hal var. Zaten bana göre sinema zaman inşa etme sanatıysa, aynı zamanda bir hal sanatı. Bir hale sokuyor hepimizi."
Kuran-ı Kerim tefsirlerinin de bir film ortaya çıkarma konusunda etkili olduğuna dikkati çeken Kaplanoğlu, "Kuran-ı Kerim hakkında yüzlerce, binlerce tefsir var. Bu tefsirler aslında bizim film yapmamıza, düşünmemize, akletmemize kaynaklar ve belli bakış açıları zenginliği taşıyabilir. Bu anlamda bizim kendi külliyatımızı da kadim edebiyatımızı da sinemaya mutlaka taşımamız lazım." dedi.
,
dikGAZETE.com