İSTANBUL (AA) - DEAŞ’ın Batı Avrupa ülkelerinde sivil halka yönelik saldırılarından sonuncusu, 17 Ağustos’ta Barselona’nın Champs Elysées’si olarak bilinen turistik La Rambla caddesinde vuku buldu.
Alınan güvenlik önlemleri nedeniyle terör örgütünün son dönemde benimsediği 'modus operandi’ye uygun biçimde, caddenin ortasındaki yürüyüş yoluna son sürat giren bir minibüs, yaklaşık 600 metre boyunca önüne gelen yayalara çarparak on dördünün ölümüne, 150 kadarının da yaralanmasına yol açtı. Aynı gece sabaha karşı beş terörist Barselona’nın 100 kilometre güneyindeki Cambrils sahil kasabasında, aynı yöntemle, araçlarını yayaların üzerine sürerek birinin ölümüne, altısının da yaralanmasına neden oldu. Teröristler polisle girdikleri çatışmada öldürüldü.
Aslında DEAŞ’ın çok daha geniş çapta bir eylem hazırlığında olduğu, Cambrils’in biraz daha güneyindeki Alcanar’da bir evde meydana gelen patlamayla anlaşıldı. Teröristlerin evde bomba imal etmeye çalıştıkları, bu amaçla depoladıkları malzemenin patladığı ortaya çıktı. İstihbarat birimlerine göre, muhtemelen ünlü Sagrada Familia bazilikasına yönelik, kuşkusuz daha çok can kaybına yol açabilecek bir başka terör eylemi de bu sayede gerçekleşmemiş oldu.
İspanya 13 yıldır hedefte
Çoklu terör eylemi girişimi, ister istemez 11 Mart 2004’te Madrid’de meydana gelen ve toplam 191 kişinin hayatına mal olan bir dizi terör saldırısını akla getirdi. Hatırlanacağı üzere, seçimlerden üç gün önce gerçekleşen bu terör saldırılarını El Kaide üstlenmekte gecikmişti. Başarılı terörle mücadele politikası desteklenir ve oyları artar düşüncesiyle bu saldırılardan baştan itibaren ETA’yı sorumlu tutan Başbakan José Maria Aznar’ı, bu konuda yalan söylemiş olduğu gerekçesiyle halk affetmemiş, sandıkta cezalandırarak iktidardan etmişti.
Aslında El Kaide İspanya’yı tam da Aznar’ın izlediği dış politika nedeniyle hedef almıştı. Hatırlanacağı üzere, Aznar Irak’a askeri müdahale konusunda ABD Başkanı George W. Bush ve Birleşik Krallık (BK) Başbakanı Tony Blair ile birlikte hareket etmişti. 15 Mart 2003’te Azor adalarında bir araya gelerek Saddam Hüseyin’e ültimatom veren üçlü ‘Azor triosu’ (Trío de las Azores) olarak anılıyordu. Tesadüf şu ki José Maria Aznar bundan tam bir yıl sonra, 14 Mart 2004 akşamı itibariyle seçimleri kaybederek iktidardan olmuştu.
Kabul etmek gerekir ki o seçimlerde iktidarı devralan ve ardı ardına iki dönem iktidar olan Sosyalist İşçi Partisi (Partido Socialista Obrero Español/ PSOE) Irak’a askeri müdahaleye de bu ülkede asker bulundurmaya da karşıydı. 2011 erken seçimleriyle iktidara gelen ve azınlık hükümeti olarak hâlâ iktidarını sürdüren Halkçı Parti (Partido Popular/ PP) de artık Aznar’ın çizgisinde değil. DEAŞ’a karşı ABD’nin liderliğindeki koalisyonun ön saflarında ve askeri cephede yer almıyor. “Peki, o zaman neden İspanya?” sorusu işte şimdi bu nedenle gündeme geliyor.
Endülüs geçmişi
Bu soruyu, terörist grupların bir propaganda aracı olarak kullandıkları ‘Endülüs geçmişi’ üzerinden yanıtlamaya çalışanlar da var. Bu görüşü savunanlar, El Kaide’nin fikir babası olarak bilinen Abdullah El Azzam’ın sarf ettiği, Müslümanlar için cihadın Granada’nın Hristiyanların eline geçtiği 1492’den bu yana ve bu topraklar geri alınana kadar farz olduğuna ilişkin sözlerine atıfta bulunuyorlar. Ayrıca El Kaide’nin Mağrip kolunun da ‘El Endülüs’ ismini taşıdığına işaret ediyorlar.
El Endülüs, aynı zamanda Somali’de yayın yapan, Doğu Afrika’daki terör örgütü El Şebab yanlısı radyonun da adı. Konuya ayrıca DEAŞ’ın geçen yıl yayımladığı videolardan birinde de değiniliyor. Videoda, Suriye’deki çocuk askerlerin El Aksa camiinin yanı sıra, Endülüs’ün yeniden fethedilmesi için savaşmaları gerektiği yönünde eğitildikleri görülüyor. Dolayısıyla, günümüz gerçeklikleri bakımından düşünülemez olsa da ‘Endülüs’ün fethi’, Batı medyalarında DEAŞ’ın İspanya’yı hedef almasının nedenlerinden biri olarak gösteriliyor.
Fransız La Croix, böyle bir şeyin mümkün olmadığını ortaya koymak amacıyla, 18 Ağustos tarihli nüshasında, “Bugünkü İspanya’nın İslam’ı artık Endülüs’ünki değil” başlıklı bir haber-analiz yayımladı. Delphine Allaire imzalı haber-analizde, İspanya İslam Toplulukları Birliği (Unión de Comunidades Islámicas de España/ UCİDE) tarafından yayımlanan bir rapora atıf yapılarak İspanya’da yaşayan 1 milyon dolayındaki Müslümanın çoğunluğunun (yüzde 67) toplumla bütünleşmiş olduğu ortaya konuluyor.
Ne var ki Müslüman İspanyolların büyük çoğunluğunun, sanayi bölgesi olduğu için toplandığı Katalunya’daki Müslüman nüfusun, UCİDE raporuna göre yüzde 40’ını oluşturan Fas asıllılarla ilgili bazı sorunlar olduğunu belirtmekte de yarar var. Rapor bu sorunlara, Afrika’daki Melilla ve Ceuta özerk kentleri bir tarafa bırakılacak olursa, özellikle 90’lardan bu yana gettolaşmanın yaygınlaştığı Katalunya genelinde ve Barselona özelinde rastlandığına dikkat çekiyor.
İspanya’daki terör tehdidi
İspanya’nın resmi kanallardan desteklenen (kuruluşunda onursal başkanı zamanın Asturias Prensi olan şimdiki Kral VI. Felipe idi) think-thank’lerinden Real Instituto Elcano’nun geçen yıl yayımladığı raporda, Katalunya’nın ve özellikle Barselona kentinin ‘cihatçı’ grupların sadece İspanya değil, Güney Avrupa’daki başlıca merkezi olduğunun altı çiziliyor. Rapor İspanya’da yaşayan 160 militanın DEAŞ saflarına katılmış olduğunu, 29’unun çatışmalarda öldüğünü, 20 kadarının da İspanya’ya döndüğünü belirtiyor. Fransa ile karşılaştırıldığında DEAŞ’a katılım bakımından bu son derece düşük bir rakam elbette, ama İspanya’nın söz konusu terörist grupların Avrupa’ya geçiş yolu üstünde bulunduğunu ve burada bir merkeze ihtiyaç duyduklarını da göz önüne almakta yarar var.
İspanya İçişleri Bakanlığı’nın Ağustos ayı başında yayımlanmış verilerine göre, son 5 yılda bu gruplara yönelik operasyonlarda yakalanan teröristlerin sayısı 259. Bunlardan 77’si Katalunya’ da ele geçirilmiş. Elcano Enstitüsü’nün yukarıda atıf yapılan raporuna göre, tutuklu teröristlerin yüzde 23’ü Barselona cezaevlerinde bulunuyor. Real Elcano’ya göre, radikalleşmenin merkezine dönüşmüş olan Barselona’da, özerk polisin (Mossos d’Esquadra) operasyonları da yoğunlaşmış durumda.
Mossos d’Esquadra 2015 yılında Katalunya’da terör eylemleri planlamakta olan 11 kişilik bir hücreyi çökertmişti. Beş Fas, beş Müslüman İspanyol ve bir Paraguay vatandaşından oluşan 11 kişilik bu hücrenin saf dışı bırakılması, DEAŞ’ın Katalunya’daki örgütlenmesine indirilen önemli bir darbe olarak nitelenmişti. Geçen Nisan ayında da dördü Brüksel’deki havalimanı katliamıyla ilişkili 9 terörist Barselona’da yakalanmıştı.
Ne var ki özerk polisin bu gayretleri genelde Katalunya, özelde Barselona’yı terör tehdidinin İspanya’daki merkezi olmaktan çıkarabilmiş değil. Nitekim cumartesi günü El Español’da yayımlanan bir özel habere göre, Katalunya’da halen 50 kadar cami, radikal fikirleri yaydıkları gerekçesiyle İçişleri Bakanlığı’nın takibinde bulunuyor.
Sonuç olarak, Müslümanların yoğun olarak yaşadığı ve eylem için hazır odakların bulunduğu Katalunya ve Barselona’nın DEAŞ tarafından seçilmesinin, terör eylemlerinin daha kolay gerçekleştirilmesi gibi pratik bir nedenden kaynaklanmış olması da mümkün. Bu olasılığı da hesaba katmakta yarar var.
Aslında bu konuda göz ardı edilmemesi gereken bir neden daha var. O da yaz tatilinin tam ortasında Barselona’nın, özellikle turistlerin kaynadığı La Rambla’nın seçilmesinin, sadece İspanya’ya değil, tüm Avrupa’ya mesaj verme ihtiyacından ya da arzusundan kaynaklanma olasılığı. Ölen ve yaralanan insanların 35 farklı ülkenin vatandaşı olması dikkate alındığında, bir korku minibüsüyle gerçekleştirilen bu terör eylemiyle, aynı anda 35 ülkenin birden tehdit edilmiş olduğu görülüyor. Bu olasılıkta, İspanya ve Barselona’nın terör örgütünce belki sadece bir suç mekanı olarak seçildiği sonucu ortaya çıkıyor, ama bu seçimin de gelişigüzel değil, yukarıda dile getirilen birçok husus birlikte değerlendirilerek yapıldığına kuşku yok.
["İspanya Siyasi Tarihinde Bask Milliyetçiliği" ve "Çoğul İspanya: Anayasal Sistemi ve Terörle Mücadele Modeli" kitaplarının yazarı olan Akın Özçer 1979-2006 yılları arasında, sonuncusu Lyon Başkonsolosluğu olmak üzere, Dışişleri Bakanlığı'nda çeşitli görevlerde bulunmuştur]
“Görüş” başlığıyla yayımlanan makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansı’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.