Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, önlerindeki dönemin çok da kolay bir dönem olmayacağını söyledi.
Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, Türkiye Kurumsal Yatırımcı Derneği’nin portföy yönetim sektörünün yönettiği büyüklüğün 100 milyar liraya ulaşması dolayısıyla düzenlediği toplantıda konuştu. Bugün sermaye piyasaları açısından önemli bir eşiği aşmanın gururu içerisinde olduğunu belirten Şimşek, "100 milyar lirayı aşan fon büyüklüğünü kutlamak için bir aradayız. 100 milyar önemli bir eşik olmakla birlikte aslında küresel ölçekteki bu tarzla yönetilen kaynaklarla karşılaştırıldığı zaman oldukça cüzi bir miktar oldu. 2014 yılında 74 trilyon dolar civarında bir ağırlık yönetildiği dikkate alınırsa ve dünya ekonomisinin büyüklüğü de 77 trilyon dolar olduğu dikkate alınırsa neredeyse dünya milli gelirin yüzde 100’üne yakın bir kaynaktan bahsediyoruz. Türkiye’de ise yüzde 5. Belki de biraz daha yüksek bir rakamdan bahsediyoruz. Daha katedecek çok mesafemiz var.
Bütün ülkelerin hedefi sürdürülebilir yüksek büyüme ve kalıcı refah artışı. Bunu sağlamanın tabi ki koşulları var. Bu koşulların bir tanesi de gelişmiş sermaye piyasalarıdır. Mesela Amerika Birleşik Devletleri, başka ülkelere oranla çok daha başarılı kılan bir çok var ama bunların başında sermaye piyasalarının derin olması geliyor. İş gücü piyasasının esnek olması geliyor. Kurumsal altyapının iyi olması geliyor. Türkiye’de bu yolculuğun şu anda ortasındayız. Biz de gerek sermaye piyasalarının derinleştirmesi, gerekse diğer bütün alanlardaki reformlarla ülkemizde kalıcı bir refah artışı için uğraşacağız" dedi.
"BAŞARI TESADÜF DEĞİLDİR"
Bugün 100 milyar lira belki küresel ölçekte büyük bir rakam olmadığını belirten Şimşek, ama Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) Başkanı Vahdettin Ertaş’ın söylediği, son 2 yıldaki artış ondan önceki 23 yıldaki artıştan daha fazla olduğunu bildirdi ve şunları söyledi: "Bu artış, bu başarı tesadüf değil. Bunların arka planında ciddi çalışmalar var ve tabi ki daha yapılacak işler var. Özellikle bizim sermaye piyasasına ilişkin yasal düzenlememiz, kurumsal altyapımızın global normlara yaklaşmış olması, o çerçevede düzenlemelerin hayata geçirilmiş olması, Borsa İstanbul’un (BİST) yeniden yapılandırılmış olması bütün bunlar çok önemli reformlardır.
Bundan sonra da tabi ki tekerleği yeniden keşfetmeyeceğiz. Küresel en iyi uygulamaları normları baz alacağız ve sermaye piyasalarını bu çerçevede geliştireceğiz. Çünkü hakikaten bu bizim önümüzdeki dönemde, biliyorsunuz 25 sektörel dönüşüm programlarının başında, İstanbul’un bir finans merkezi haline getirilmesi var ama onun arka planında sermaye piyasalarının çok daha geliştirilmesi var. Önümüzdeki dönem kolay bir dönem olmayacak. Küresel büyümenin yavaş olduğu süreçten geçiyoruz. Küresel büyüme potansiyelinin düştüğü bir dönemdeyiz. Küresel krizle birlikte hem büyüme performansı düşmüş, hem de büyüme potansiyeli düşmüştür. Gelişmekte olan ülkeler içerisinde görünüm aslında o kadar iyi değildir. Faizlerin gelişmiş ülkelerde bir miktar artacağı dönemin başındayız. Yani küresel para politikalarına küresel kriz sonrasında anormal bir durumla karşı karşıyaydık. Aşırı genişlemeci bir para politikasıyla karşı karşıyaydık. Şimdi yerini yavaş yavaş para politikasının normalleştiği, faizlerin artık yükselmeye başladığı dönemin başındayız.
Çin 30 yıllık çok yüksek büyüme performansından sonra, bu modeliyle artık eskisi gibi yüksek büyümeyi sağlayamıyor ve yeniden dengelenme sürecinde bunun getirdiği çok önemli sıkıntılar var. Özellikle emtia fiyatlarındaki düşüş çok önemli bir konu olarak karşımıza çıkıyor".
"TÜRKİYE, KÜRESEL ANLAMDAKİ BÜTÜN ŞOKLARIN NEREDEYSE MERKEZİNDE"
Türkiye’nin jeopolitik gerginliklerin neredeyse merkezinde olan bir ülke olduğunu vurgulayan Başbakan Yardımcısı Şimşek, "Yani bir taraftan aslında son birkaç yılki performansa bakarsanız. Türkiye, kendisinden kaynaklanmayan küresel anlamdaki bütün şokların neredeyse merkezinde. Avrupa Birliği (AB) küresel kriz sonrası büyük bir borç krizine girdi. 6-7 yıllık neredeyse sürekli bir durgunluk içerisine girdi ve Türkiye bundan olumsuz etkilendi. Arap baharıyla başlayan süreç, bugün büyük bir kaosa, savaşa, çatışmaya dönüşmüş durumda. Bütün bunlar tabi ki Türkiye’yi etkiliyor.
Yine Rusya’nın yeni aktivist politikaları soğuk savaş dönemini andıran politikalara dönüşüyor. Yaklaşımları Türkiye’yi ister istemez etkiliyor. Onun için kolay bir dönem değil. Yakın döneme kadar (küresel kriz sonrası dönem) bizim önemli bir çıpamız var. O da kamu mali disiplini ve onun vermiş olduğu güven. Önümüzdeki dönemde inşallah biz, bu çıpa sayısını 3’e çıkartıyoruz.
Avrupa Birliği süreci yeni bir süreç değil fakat bir süre Avrupa Birliği’ndeki sıkıntılar nedeniyle Avrupa Birliği’nin genişlemeye ilişkin gönülsüzlüğü nedeniyle süreç bir miktar tıkanmıştı. şimdi tekrar bu sürecin canlandırılması söz konusu. İnanıyorum ki bu sürecin canlandırılması ile birlikte, özellikle hukuk devleti temel hak ve özgürlükler demokratik standartlar anlamında AB önemli bir çıpa rolü üstlenecektir.
3’üncü çıpa da yapısal reform gündemimiz. herkes reformdan bahsediyor. G20 bünyesinde de ciddi reform çalışmaları var. Ama bugüne kadar reform programını ciddi bir şekilde detaylandıran eylem planına dönüştüren, gerçekten çok kapsamlı programı sunabilen çok nadir bir ülke Türkiye’dir. Muhtemelen bu hafta içerisinde sayın Başbakanımız bu yol haritasını detaylandıracak. Bu da, bunun takibi de yeni bir çıpa görevi görecek. Dolayıyla Türkiye, bu zor ama fırsatların olduğu bir dönemde tabi ki üç çıpa ile çok daha güçlü bir şekilde yoluna devam edecek".
Mali disiplini biz üç sebepten dolayı devam ettireceklerini söyleyen Şimşek konuşmasının devamında şu ifadelere yer verdi:
"Birincisi Türkiye’nin hala yüksek bir cari açığı var ve kamu tasarruflarının arttırılması ve mevcut kazanımlarının korunması önem arz ediyor. Bir taraftan yapısal reformlarla cari açığı kalıcı bir şekilde daha iyi yönetilebilir bir düzeyde yüzde 3 ve altına çekme çabası içerisinde olacağız. Ama bunu sağlarken de mali disiplini devam ettireceğiz ki Türkiye ikiz açık sorunuyla karşı karşıya gelmesin.
İkinci sebebi de Merkez Bankası’nın elinin güçlü olması lazım. Eğer maliye politikasındaki güçlü duruş devam ederse para politikasında bir miktar alan açılıyor ve Merkez Bankası’nın enflasyonla mücadelede eli güçlendirilmiş oluyor. Bu konuda da hassasız.
Üçüncü olarak, çok kapsamlı reform uygulaması kaynak gerektiriyor. Yani reformlar için mali alan oluşturmanın da bir gereği olarak mali disiplin devam edecek. Dolayıyla birinci çıpa zaten vardı. Bu güçlü bir şekilde devam edecek ve yapısal sorunların çözümüne katkıda bulunmaya devam edecek.
Avrupa Birliği, Türkiye’deki kurumsal altyapının iyileştirilmesi düzenlemelerin birinci sınıf olarak gerçekleştirilmesi ve yine bir çok alanda evrensel normların geçerli olması anlamında önemlidir. Bu anlamda da Avrupa Birliği, önemli bir çıpa görevi görecek".
"90’LARDA KLASİK DERS KİTAPLARINDAKİ BÜTÜN SORUNLAR VAR"
Yapısal reformların, ciddi bir yapısal dönüşümü içerdiğinin altını çizen Şimşek. "90’lı yıllar Türkiye’nin aslında klasik kitabi, makro problemlerinin olduğu bir ülkeydi. Yani siyasi istikrarsızlık var. Yüksek bütçe açıkları var. Bu bütçe açıkları para basılarak finanse ediliyor. Yüksek ve oynak bir enflasyon var. Aşırı yüksek ve oynak faiz hadleri var ve inanılmaz zayıf bir bankacılık sektörü var. Dolayısıyla, böyle bir ortamda sermaye piyasaları gelişmesi, böyle bir ortamda yüksek büyümenin sağlanması, böyle bir ortamda kalıcı refahın oluşturulması neredeyse imkansız. klasik ders kitaplarındaki bütün sorunlar var. Bugün o sorunların çoğunu geride bırakmıştır. Kamu maliyesi bu sene muhtemelen (genel devlet anlamında konuşuyorum) denk bütçeyi sağlamış olacağız. Gelişmekte ve gelişmiş ülkeler ile karşılaştırdığınız zaman,
herhalde bu performansı yakalamış ülke sayısı bir elin parmakları kadar ya vardır yada yoktur. Bugün petrol zengini ülkeler de dahil çok ciddi bütçe açıkları söz konusudur. Sürdürülemez noktaya gelmiş olan kamu borç stoku (ki eskiden özel sektörün önündeki en büyük engeldi) bugün şu anda OECD ortalamalarının kur şokuna rağmen neredeyse dörtte biri düzeyine kadar düşmüştür. Kur şoku olmasaydı belki de yüzde 30 civarında veya yüzde 30’un altında bir rakamdan bile bahsediyor olabilirdik. Çünkü denk bütçe ciddi bir çabayı içeriyor. Bugün bankacılık sektörü kim ne derse desin hala ciddi bir şekilde sağlam yapısını koruyor. Sermaye yeterlilik rasyosu yüzde 15 civarında ve yasal gereklerin neredeyse iki katı civarında. Öz kaynak karlılığı hala yüzde 10’un üzerinde ve aktif kalitesi oldukça yüksek. Takibe düşen kredi oranına baktığınız zaman hala yüzde 3’ün birazcık altında. Dolayısıyla, bankacılık sektöründeki sıkıntılar giderilmiş, kamu maliyesindeki sıkıntılar giderilmiş, hatta bütün endişelere bu noktada son vermiş diyebiliriz.
Türkiye bir çok diğer makro reformu yapmış. Enflasyonu tek haneye düşürme başarısı göstermiştir. Fakat bugün 2 temel sorun alanımız var. Birincisi cari açıktır. Bu bir makro problemdir ama bu problemin altında mikro sorunlar vardır. Yani düşük verimlilik vardır. Katma değer zincirinde Türkiye’nin alt kademelerde olması vardır. Bu şirketlerin tabiki tasarruf olanını sınırlar. Çünkü kar marjları düşüktür. Düşük istihdam vardır. Bu iş gücü piyasasındaki katılıklardan kaynaklanıyor. Çünkü, düşük istihdam demek, bağımlılık oranının yüksek olması demek ve düşük tasarruf oranı demek. Bu aynı zamanda, düşük tasarruf dengesi olarak karşımıza çıkıyor. Bunun da arka planına baktığınız zaman, yine mikro sorunlar olduğunu görüyorsunuz. Bugün Türkiye’deki hane halkının varlıklarının önemli bir kısmı kanallarda yönetilmiyor. O nedenle önümüzdeki dönemde imar rantlarının verilmesi, şehir rantlarının vergilendirilmesi çok çok önemli bir konu olarak karşımıza çıkıyor. Bu konuda da önemli bir reform çerçevesinde, hem de yolsuzluk ve şeffaflık çerçevesinde atacağımız adımların temel unsurlarından bir tanesi olarak karşımıza çıkıyor.
Dolayısıyla cari açık aslında bir rekabet gücü, katma değer, toplam verimlilik meselesidir. O nedenle 25 sektörel dönüşüm programındaki mikro reformlar cari açığın kalıcı bir şekilde çözümüne yönelik önemli unsurları içeriyor. Benzer şekilde enflasyon sadece ortodoks para politikalarıyla kalıcı başarı elde edilemeyebilir. Çünkü yine belli sektörlerde rekabetin önünde engeller var. Bugün en çok son birkaç yılda enflasyonu hedeften saptıran faktör ne diye sorarsanız, işlenmemiş gıda ürünlerindeki fiyat artışlarıdır. Çünkü fiyatlar tarımdaki ölçek ve verimlilik ile ilişkilidir. Dolayısıyla aslında bizim sorunlarımız, ne kadar enflasyon ve cari açık gibi makro sorunlar gibi görünse de temelde endüstri düzeyinde, firma düzeyinde mikro problemlerdir. Bu sebeple 25 sektörel dönüşüm programı çerçevesinde öngördüğümüz 1250 civarındaki mikro reform çok önemlidir".
Önümüzdeki dönemde enflasyonu tek hanelere çekmek ve bunu yapısal reformlarla gerçekleştirme çabası içerisinde olacağını belirten Başbakan Yardımcısı Şimşek, "Benzer şekilde cari açıkta bir daralma vardır. Bu sene muhtemelen milli gelirin yüzde 4,7’si civarında olarak gerçekleşecek. Esas itibariyle petrol fiyatlarındaki düşüşten kaynaklanıyor. Önümüzdeki sene Rusya şokunu dahi dikkate alırsak yüzde 4’e doğru bir gerileme ihtimali oldukça yüksek. Bu çerçevede baktığımız zaman olumludur ama bizim bunu kalıcı bir şekilde yüzde 3 ve altına çekmemiz lazım. Önümüzdeki dönemde tabi ki firmalarımızın öz kaynak ağırlıklı bir çaba içerisine girmeleri gerekiyor.
Bir devrin sonuna geldik. Küresel kriz sonrasında gelişmiş ülkeler krizden çıkmak için büyük ölçekte para bastılar. Bu likiditenin bir kısmı gelişmekte olan ülkelere aktı. Hem maliyetleri aşağıya çekti, hem de yatırımların rahat bir şekilde finansmanını sağladı. Şimdi yeni bir döneme giriyoruz. Küresel para politikalarındaki normalleşme ile birlikte, bu likidite eskisi kadar bol olmayacak. Hatta Amerika Merkez Bankası’nın (Fed) tavrına ve oradaki gelişmelere göre, sermayenin yönü zaten şu anda tersine dönmüş durumdadır. Önümüzdeki sene, muhtemelen gelişmekte olan ülkeler rezerv hariç, net olarak belki 300 milyar doların üzerinde bir para çıkışı yaşanacak. Bırakın bol sermaye akışını, tersine bir akış ve rüzgarla karşı karşıya olacağız. Biz bunları daha önceden gördük ve bu sebeple firmalarımızı geçmişte olduğu gibi, yabancı kaynak üzerinden bir modelle yoluna devam etmesi yerine sermaye piyasasına gelmelerini, halka açılmalarını kendi sermayelerini arttırmalarını teşvik edici adımlar attık.
Geçtiğimiz yaz, önemli bir düzenleme yaptık. Artık piyasa faizi üzerinden artış yaptığınız sermayeyi siz vergi matrahından düşebiliyorsunuz. Yani parayı dışarıda tutup onu sermaye yerine borç olarak getirmenin bir mantığı yok. Zaten 2018 yılından itibaren, bütün ülkeler arasında muhtemelen otomatik bilgi değişimi söz konusu olacak. Yani Türk vatandaşlarının yurt dışındaki bütün ekonomik faaliyetlerine işlemlerine ilişkin veriler, otomatik olarak Türkiye maliyesine aktarılacak. Bunun anlaşmalarını G20 düzeyinde çerçeveyi oluşturduk. Şimdi bir çok ülke bu anlaşmalara taraf oluyor. Şu anda da karşılıklı bilgi değişimi içeren anlaşmalar olsa da, karşı tarafın talep etmesi gerekiyordu. Ama muhtemelen 2018 yılından itibaren talebe de gerek kalmayacak. Ülkeler talebe de gerek kalmadan bilgi değişimine direk gidecekler. Dolayısıyla sermayesini dışarıda tutanların, artık hangi sebeple olursa olsun parasını dışarıda tutmasının bir anlamı kalmadı. Buraya borç getirmenin de bir anlamı yok. Çünkü biz sermayeye güçlü bir destek veriyoruz. Sermayeyi koruyoruz ve teşvik veriyoruz. Halka açık şirketlerde özellikle biz bu oranları yüksek tuttuk. Çünkü firmalarımızın halka açılmasını ve daha sağlıklı kaynaklarla beslenmesini istiyoruz.
Bankacılık sektörü sağlam. Ama kredilerin mevduata oranı yüzde 120’leri aşmış oranda. Ciddi bir şekilde sistem büyümeden, dış kaynak artmadan, kredilerin çok büyük oranda arttırılmasının bir sınırı var. O neden le sermaye piyasalarının gelişmesi kritik bir öneme sahiptir. Yapısal reformlarla biz potansiyel büyümeyi yükselteceğiz ve bu sermaye piyasalarının gelişimiyle paralel olacak. Sermaye piyasalarının gelişimi demek, sadece kurumsal altyapı, yasal altyapı yeni enstrümanlar değildir. Aslında kültür olarak bir bütünü gerektiriyor. Önümüzdeki dönem şartlar bunu zorlayacak. Çünkü biz vergilendirme sistemini değiştireceğiz. Bu portföy şirketleri çerçevesinde kaynak potansiyelini arttıracak. Başta gayri menkul olmak üzere, belirli alanlara büyük istisnalar, büyük imtiyazlar söz konusu. Bunun düzeltilmesiyle birlikte kaynaklar, profesyonel bir çerçevede sermaye piyasalarında yönetilebilecek. Bu kaynaklar yatırımlara dönüşecek ve gerekirse bir düzenleme yapılır. Eğer hisse ağırlıklı ise bir endeks performansının tutturulması için aslında yöneticiye bile gerek yoktur. Bir bilgisayar modeli bile bazen yeterli olabiliyor. Onun için bizim portföy yönetim şirketlerinin de giderek daha inovatif, daha verimli, daha düşük ücretlerle ve daha kaliteli hizmetle, daha şeffaf bir şekilde bu hizmetleri vermesi gerekiyor" ifadelerini kullandı.
Bireysel Ekonomik Sistemi (BES) büyük bir başarı hikayesi olduğunu kaydeden Şimşek, bir takım önerileri bir takım ülke modelleri olduğunu, önümüzdeki dönemde bu konu ile ilgili adım atacaklarını söyleyerek, "Yüzde 25’lik destek bütçede çok önemli bir kaleme ulaşmaya başladı. Belki 2016 yılında 3-3,5 milyar liralık ilave bir yük demek. Bu bir çok bakanlığın bütçesinden kat kat daha yüksek bir rakama tekabül ediyor. Onun için beklentilerin o çerçevede oluşturulması lazım. Biz tabi ki önümüzdeki dönemde finansal okur yazarlığı bir proje olarak çok ön planda tutmamız gerekiyor. Özellikle Sermaye Piyasası Kurulu’muzun Borsa İstanbul’un ve diğer bütün paydaşların, bu konuda ilave çaba göstermesi gerekiyor. Finansal okur yazarlık arttıkça aslında bu ülkenin sorunları da azalır. Ama daha önemlisi, bence fon yönetiminde büyük bir potansiyel ve kaynak üretme potansiyelimiz olur.
Önümüzdeki dönem reformların güçlü bir şekilde yapıldığı dönem olacak. Yol haritası yakında açıklanacak. Türkiye’nin aslında temelleri sağlam. Kırılganlığına ilişkin bazı noktalara biz zaten müdahale ediyoruz. Önümüzdeki dönem inanıyorum ki, Türkiye’nin bu reformlarla birlikte, tekrar yüksek büyüme patikasına oturması ve temellerinin sağlamlaşması ile birlikte not arttırımının gündeme gelmesi vadelerin uzamasına ve sermaye piyasasının sadece tabi ki fon yönetim boyutuyla değil, aynı zamanda devletin kaynak ihtiyacının azalması ile birlikte özel sektöre çok çok daha fazla alan açılması söz konusu olacak. Özel sektör tahvillerinin ve diğer bütün enstrümanlarının çok daha güçlü bir şekilde, sermaye piyasasında yer bulacağı bir döneme girmeyi ümit ediyoruz" diye konuştu.
Bunların hepsinin başında düşük tek hane enflasyon, daha düşük cari açık ve daha yüksek büyüme olması gerektiğini vurgulayan Şimşek, sözlerini şöyle tamamladı: "Bunların da ana girdisi sermaye piyasalarının daha da gelişmesidir. Bankacılık sektörüne dayalı finans sektörü değil, tam aksine bankacılık sektörüne alternatif sermaye piyasası gelişim sürecini inşallah hep birlikte öngörüyoruz ve başaracağız".
(İHA)
Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, Türkiye Kurumsal Yatırımcı Derneği’nin portföy yönetim sektörünün yönettiği büyüklüğün 100 milyar liraya ulaşması dolayısıyla düzenlediği toplantıda konuştu. Bugün sermaye piyasaları açısından önemli bir eşiği aşmanın gururu içerisinde olduğunu belirten Şimşek, "100 milyar lirayı aşan fon büyüklüğünü kutlamak için bir aradayız. 100 milyar önemli bir eşik olmakla birlikte aslında küresel ölçekteki bu tarzla yönetilen kaynaklarla karşılaştırıldığı zaman oldukça cüzi bir miktar oldu. 2014 yılında 74 trilyon dolar civarında bir ağırlık yönetildiği dikkate alınırsa ve dünya ekonomisinin büyüklüğü de 77 trilyon dolar olduğu dikkate alınırsa neredeyse dünya milli gelirin yüzde 100’üne yakın bir kaynaktan bahsediyoruz. Türkiye’de ise yüzde 5. Belki de biraz daha yüksek bir rakamdan bahsediyoruz. Daha katedecek çok mesafemiz var.
Bütün ülkelerin hedefi sürdürülebilir yüksek büyüme ve kalıcı refah artışı. Bunu sağlamanın tabi ki koşulları var. Bu koşulların bir tanesi de gelişmiş sermaye piyasalarıdır. Mesela Amerika Birleşik Devletleri, başka ülkelere oranla çok daha başarılı kılan bir çok var ama bunların başında sermaye piyasalarının derin olması geliyor. İş gücü piyasasının esnek olması geliyor. Kurumsal altyapının iyi olması geliyor. Türkiye’de bu yolculuğun şu anda ortasındayız. Biz de gerek sermaye piyasalarının derinleştirmesi, gerekse diğer bütün alanlardaki reformlarla ülkemizde kalıcı bir refah artışı için uğraşacağız" dedi.
"BAŞARI TESADÜF DEĞİLDİR"
Bugün 100 milyar lira belki küresel ölçekte büyük bir rakam olmadığını belirten Şimşek, ama Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) Başkanı Vahdettin Ertaş’ın söylediği, son 2 yıldaki artış ondan önceki 23 yıldaki artıştan daha fazla olduğunu bildirdi ve şunları söyledi: "Bu artış, bu başarı tesadüf değil. Bunların arka planında ciddi çalışmalar var ve tabi ki daha yapılacak işler var. Özellikle bizim sermaye piyasasına ilişkin yasal düzenlememiz, kurumsal altyapımızın global normlara yaklaşmış olması, o çerçevede düzenlemelerin hayata geçirilmiş olması, Borsa İstanbul’un (BİST) yeniden yapılandırılmış olması bütün bunlar çok önemli reformlardır.
Bundan sonra da tabi ki tekerleği yeniden keşfetmeyeceğiz. Küresel en iyi uygulamaları normları baz alacağız ve sermaye piyasalarını bu çerçevede geliştireceğiz. Çünkü hakikaten bu bizim önümüzdeki dönemde, biliyorsunuz 25 sektörel dönüşüm programlarının başında, İstanbul’un bir finans merkezi haline getirilmesi var ama onun arka planında sermaye piyasalarının çok daha geliştirilmesi var. Önümüzdeki dönem kolay bir dönem olmayacak. Küresel büyümenin yavaş olduğu süreçten geçiyoruz. Küresel büyüme potansiyelinin düştüğü bir dönemdeyiz. Küresel krizle birlikte hem büyüme performansı düşmüş, hem de büyüme potansiyeli düşmüştür. Gelişmekte olan ülkeler içerisinde görünüm aslında o kadar iyi değildir. Faizlerin gelişmiş ülkelerde bir miktar artacağı dönemin başındayız. Yani küresel para politikalarına küresel kriz sonrasında anormal bir durumla karşı karşıyaydık. Aşırı genişlemeci bir para politikasıyla karşı karşıyaydık. Şimdi yerini yavaş yavaş para politikasının normalleştiği, faizlerin artık yükselmeye başladığı dönemin başındayız.
Çin 30 yıllık çok yüksek büyüme performansından sonra, bu modeliyle artık eskisi gibi yüksek büyümeyi sağlayamıyor ve yeniden dengelenme sürecinde bunun getirdiği çok önemli sıkıntılar var. Özellikle emtia fiyatlarındaki düşüş çok önemli bir konu olarak karşımıza çıkıyor".
"TÜRKİYE, KÜRESEL ANLAMDAKİ BÜTÜN ŞOKLARIN NEREDEYSE MERKEZİNDE"
Türkiye’nin jeopolitik gerginliklerin neredeyse merkezinde olan bir ülke olduğunu vurgulayan Başbakan Yardımcısı Şimşek, "Yani bir taraftan aslında son birkaç yılki performansa bakarsanız. Türkiye, kendisinden kaynaklanmayan küresel anlamdaki bütün şokların neredeyse merkezinde. Avrupa Birliği (AB) küresel kriz sonrası büyük bir borç krizine girdi. 6-7 yıllık neredeyse sürekli bir durgunluk içerisine girdi ve Türkiye bundan olumsuz etkilendi. Arap baharıyla başlayan süreç, bugün büyük bir kaosa, savaşa, çatışmaya dönüşmüş durumda. Bütün bunlar tabi ki Türkiye’yi etkiliyor.
Yine Rusya’nın yeni aktivist politikaları soğuk savaş dönemini andıran politikalara dönüşüyor. Yaklaşımları Türkiye’yi ister istemez etkiliyor. Onun için kolay bir dönem değil. Yakın döneme kadar (küresel kriz sonrası dönem) bizim önemli bir çıpamız var. O da kamu mali disiplini ve onun vermiş olduğu güven. Önümüzdeki dönemde inşallah biz, bu çıpa sayısını 3’e çıkartıyoruz.
Avrupa Birliği süreci yeni bir süreç değil fakat bir süre Avrupa Birliği’ndeki sıkıntılar nedeniyle Avrupa Birliği’nin genişlemeye ilişkin gönülsüzlüğü nedeniyle süreç bir miktar tıkanmıştı. şimdi tekrar bu sürecin canlandırılması söz konusu. İnanıyorum ki bu sürecin canlandırılması ile birlikte, özellikle hukuk devleti temel hak ve özgürlükler demokratik standartlar anlamında AB önemli bir çıpa rolü üstlenecektir.
3’üncü çıpa da yapısal reform gündemimiz. herkes reformdan bahsediyor. G20 bünyesinde de ciddi reform çalışmaları var. Ama bugüne kadar reform programını ciddi bir şekilde detaylandıran eylem planına dönüştüren, gerçekten çok kapsamlı programı sunabilen çok nadir bir ülke Türkiye’dir. Muhtemelen bu hafta içerisinde sayın Başbakanımız bu yol haritasını detaylandıracak. Bu da, bunun takibi de yeni bir çıpa görevi görecek. Dolayıyla Türkiye, bu zor ama fırsatların olduğu bir dönemde tabi ki üç çıpa ile çok daha güçlü bir şekilde yoluna devam edecek".
Mali disiplini biz üç sebepten dolayı devam ettireceklerini söyleyen Şimşek konuşmasının devamında şu ifadelere yer verdi:
"Birincisi Türkiye’nin hala yüksek bir cari açığı var ve kamu tasarruflarının arttırılması ve mevcut kazanımlarının korunması önem arz ediyor. Bir taraftan yapısal reformlarla cari açığı kalıcı bir şekilde daha iyi yönetilebilir bir düzeyde yüzde 3 ve altına çekme çabası içerisinde olacağız. Ama bunu sağlarken de mali disiplini devam ettireceğiz ki Türkiye ikiz açık sorunuyla karşı karşıya gelmesin.
İkinci sebebi de Merkez Bankası’nın elinin güçlü olması lazım. Eğer maliye politikasındaki güçlü duruş devam ederse para politikasında bir miktar alan açılıyor ve Merkez Bankası’nın enflasyonla mücadelede eli güçlendirilmiş oluyor. Bu konuda da hassasız.
Üçüncü olarak, çok kapsamlı reform uygulaması kaynak gerektiriyor. Yani reformlar için mali alan oluşturmanın da bir gereği olarak mali disiplin devam edecek. Dolayıyla birinci çıpa zaten vardı. Bu güçlü bir şekilde devam edecek ve yapısal sorunların çözümüne katkıda bulunmaya devam edecek.
Avrupa Birliği, Türkiye’deki kurumsal altyapının iyileştirilmesi düzenlemelerin birinci sınıf olarak gerçekleştirilmesi ve yine bir çok alanda evrensel normların geçerli olması anlamında önemlidir. Bu anlamda da Avrupa Birliği, önemli bir çıpa görevi görecek".
"90’LARDA KLASİK DERS KİTAPLARINDAKİ BÜTÜN SORUNLAR VAR"
Yapısal reformların, ciddi bir yapısal dönüşümü içerdiğinin altını çizen Şimşek. "90’lı yıllar Türkiye’nin aslında klasik kitabi, makro problemlerinin olduğu bir ülkeydi. Yani siyasi istikrarsızlık var. Yüksek bütçe açıkları var. Bu bütçe açıkları para basılarak finanse ediliyor. Yüksek ve oynak bir enflasyon var. Aşırı yüksek ve oynak faiz hadleri var ve inanılmaz zayıf bir bankacılık sektörü var. Dolayısıyla, böyle bir ortamda sermaye piyasaları gelişmesi, böyle bir ortamda yüksek büyümenin sağlanması, böyle bir ortamda kalıcı refahın oluşturulması neredeyse imkansız. klasik ders kitaplarındaki bütün sorunlar var. Bugün o sorunların çoğunu geride bırakmıştır. Kamu maliyesi bu sene muhtemelen (genel devlet anlamında konuşuyorum) denk bütçeyi sağlamış olacağız. Gelişmekte ve gelişmiş ülkeler ile karşılaştırdığınız zaman,
herhalde bu performansı yakalamış ülke sayısı bir elin parmakları kadar ya vardır yada yoktur. Bugün petrol zengini ülkeler de dahil çok ciddi bütçe açıkları söz konusudur. Sürdürülemez noktaya gelmiş olan kamu borç stoku (ki eskiden özel sektörün önündeki en büyük engeldi) bugün şu anda OECD ortalamalarının kur şokuna rağmen neredeyse dörtte biri düzeyine kadar düşmüştür. Kur şoku olmasaydı belki de yüzde 30 civarında veya yüzde 30’un altında bir rakamdan bile bahsediyor olabilirdik. Çünkü denk bütçe ciddi bir çabayı içeriyor. Bugün bankacılık sektörü kim ne derse desin hala ciddi bir şekilde sağlam yapısını koruyor. Sermaye yeterlilik rasyosu yüzde 15 civarında ve yasal gereklerin neredeyse iki katı civarında. Öz kaynak karlılığı hala yüzde 10’un üzerinde ve aktif kalitesi oldukça yüksek. Takibe düşen kredi oranına baktığınız zaman hala yüzde 3’ün birazcık altında. Dolayısıyla, bankacılık sektöründeki sıkıntılar giderilmiş, kamu maliyesindeki sıkıntılar giderilmiş, hatta bütün endişelere bu noktada son vermiş diyebiliriz.
Türkiye bir çok diğer makro reformu yapmış. Enflasyonu tek haneye düşürme başarısı göstermiştir. Fakat bugün 2 temel sorun alanımız var. Birincisi cari açıktır. Bu bir makro problemdir ama bu problemin altında mikro sorunlar vardır. Yani düşük verimlilik vardır. Katma değer zincirinde Türkiye’nin alt kademelerde olması vardır. Bu şirketlerin tabiki tasarruf olanını sınırlar. Çünkü kar marjları düşüktür. Düşük istihdam vardır. Bu iş gücü piyasasındaki katılıklardan kaynaklanıyor. Çünkü, düşük istihdam demek, bağımlılık oranının yüksek olması demek ve düşük tasarruf oranı demek. Bu aynı zamanda, düşük tasarruf dengesi olarak karşımıza çıkıyor. Bunun da arka planına baktığınız zaman, yine mikro sorunlar olduğunu görüyorsunuz. Bugün Türkiye’deki hane halkının varlıklarının önemli bir kısmı kanallarda yönetilmiyor. O nedenle önümüzdeki dönemde imar rantlarının verilmesi, şehir rantlarının vergilendirilmesi çok çok önemli bir konu olarak karşımıza çıkıyor. Bu konuda da önemli bir reform çerçevesinde, hem de yolsuzluk ve şeffaflık çerçevesinde atacağımız adımların temel unsurlarından bir tanesi olarak karşımıza çıkıyor.
Dolayısıyla cari açık aslında bir rekabet gücü, katma değer, toplam verimlilik meselesidir. O nedenle 25 sektörel dönüşüm programındaki mikro reformlar cari açığın kalıcı bir şekilde çözümüne yönelik önemli unsurları içeriyor. Benzer şekilde enflasyon sadece ortodoks para politikalarıyla kalıcı başarı elde edilemeyebilir. Çünkü yine belli sektörlerde rekabetin önünde engeller var. Bugün en çok son birkaç yılda enflasyonu hedeften saptıran faktör ne diye sorarsanız, işlenmemiş gıda ürünlerindeki fiyat artışlarıdır. Çünkü fiyatlar tarımdaki ölçek ve verimlilik ile ilişkilidir. Dolayısıyla aslında bizim sorunlarımız, ne kadar enflasyon ve cari açık gibi makro sorunlar gibi görünse de temelde endüstri düzeyinde, firma düzeyinde mikro problemlerdir. Bu sebeple 25 sektörel dönüşüm programı çerçevesinde öngördüğümüz 1250 civarındaki mikro reform çok önemlidir".
Önümüzdeki dönemde enflasyonu tek hanelere çekmek ve bunu yapısal reformlarla gerçekleştirme çabası içerisinde olacağını belirten Başbakan Yardımcısı Şimşek, "Benzer şekilde cari açıkta bir daralma vardır. Bu sene muhtemelen milli gelirin yüzde 4,7’si civarında olarak gerçekleşecek. Esas itibariyle petrol fiyatlarındaki düşüşten kaynaklanıyor. Önümüzdeki sene Rusya şokunu dahi dikkate alırsak yüzde 4’e doğru bir gerileme ihtimali oldukça yüksek. Bu çerçevede baktığımız zaman olumludur ama bizim bunu kalıcı bir şekilde yüzde 3 ve altına çekmemiz lazım. Önümüzdeki dönemde tabi ki firmalarımızın öz kaynak ağırlıklı bir çaba içerisine girmeleri gerekiyor.
Bir devrin sonuna geldik. Küresel kriz sonrasında gelişmiş ülkeler krizden çıkmak için büyük ölçekte para bastılar. Bu likiditenin bir kısmı gelişmekte olan ülkelere aktı. Hem maliyetleri aşağıya çekti, hem de yatırımların rahat bir şekilde finansmanını sağladı. Şimdi yeni bir döneme giriyoruz. Küresel para politikalarındaki normalleşme ile birlikte, bu likidite eskisi kadar bol olmayacak. Hatta Amerika Merkez Bankası’nın (Fed) tavrına ve oradaki gelişmelere göre, sermayenin yönü zaten şu anda tersine dönmüş durumdadır. Önümüzdeki sene, muhtemelen gelişmekte olan ülkeler rezerv hariç, net olarak belki 300 milyar doların üzerinde bir para çıkışı yaşanacak. Bırakın bol sermaye akışını, tersine bir akış ve rüzgarla karşı karşıya olacağız. Biz bunları daha önceden gördük ve bu sebeple firmalarımızı geçmişte olduğu gibi, yabancı kaynak üzerinden bir modelle yoluna devam etmesi yerine sermaye piyasasına gelmelerini, halka açılmalarını kendi sermayelerini arttırmalarını teşvik edici adımlar attık.
Geçtiğimiz yaz, önemli bir düzenleme yaptık. Artık piyasa faizi üzerinden artış yaptığınız sermayeyi siz vergi matrahından düşebiliyorsunuz. Yani parayı dışarıda tutup onu sermaye yerine borç olarak getirmenin bir mantığı yok. Zaten 2018 yılından itibaren, bütün ülkeler arasında muhtemelen otomatik bilgi değişimi söz konusu olacak. Yani Türk vatandaşlarının yurt dışındaki bütün ekonomik faaliyetlerine işlemlerine ilişkin veriler, otomatik olarak Türkiye maliyesine aktarılacak. Bunun anlaşmalarını G20 düzeyinde çerçeveyi oluşturduk. Şimdi bir çok ülke bu anlaşmalara taraf oluyor. Şu anda da karşılıklı bilgi değişimi içeren anlaşmalar olsa da, karşı tarafın talep etmesi gerekiyordu. Ama muhtemelen 2018 yılından itibaren talebe de gerek kalmayacak. Ülkeler talebe de gerek kalmadan bilgi değişimine direk gidecekler. Dolayısıyla sermayesini dışarıda tutanların, artık hangi sebeple olursa olsun parasını dışarıda tutmasının bir anlamı kalmadı. Buraya borç getirmenin de bir anlamı yok. Çünkü biz sermayeye güçlü bir destek veriyoruz. Sermayeyi koruyoruz ve teşvik veriyoruz. Halka açık şirketlerde özellikle biz bu oranları yüksek tuttuk. Çünkü firmalarımızın halka açılmasını ve daha sağlıklı kaynaklarla beslenmesini istiyoruz.
Bankacılık sektörü sağlam. Ama kredilerin mevduata oranı yüzde 120’leri aşmış oranda. Ciddi bir şekilde sistem büyümeden, dış kaynak artmadan, kredilerin çok büyük oranda arttırılmasının bir sınırı var. O neden le sermaye piyasalarının gelişmesi kritik bir öneme sahiptir. Yapısal reformlarla biz potansiyel büyümeyi yükselteceğiz ve bu sermaye piyasalarının gelişimiyle paralel olacak. Sermaye piyasalarının gelişimi demek, sadece kurumsal altyapı, yasal altyapı yeni enstrümanlar değildir. Aslında kültür olarak bir bütünü gerektiriyor. Önümüzdeki dönem şartlar bunu zorlayacak. Çünkü biz vergilendirme sistemini değiştireceğiz. Bu portföy şirketleri çerçevesinde kaynak potansiyelini arttıracak. Başta gayri menkul olmak üzere, belirli alanlara büyük istisnalar, büyük imtiyazlar söz konusu. Bunun düzeltilmesiyle birlikte kaynaklar, profesyonel bir çerçevede sermaye piyasalarında yönetilebilecek. Bu kaynaklar yatırımlara dönüşecek ve gerekirse bir düzenleme yapılır. Eğer hisse ağırlıklı ise bir endeks performansının tutturulması için aslında yöneticiye bile gerek yoktur. Bir bilgisayar modeli bile bazen yeterli olabiliyor. Onun için bizim portföy yönetim şirketlerinin de giderek daha inovatif, daha verimli, daha düşük ücretlerle ve daha kaliteli hizmetle, daha şeffaf bir şekilde bu hizmetleri vermesi gerekiyor" ifadelerini kullandı.
Bireysel Ekonomik Sistemi (BES) büyük bir başarı hikayesi olduğunu kaydeden Şimşek, bir takım önerileri bir takım ülke modelleri olduğunu, önümüzdeki dönemde bu konu ile ilgili adım atacaklarını söyleyerek, "Yüzde 25’lik destek bütçede çok önemli bir kaleme ulaşmaya başladı. Belki 2016 yılında 3-3,5 milyar liralık ilave bir yük demek. Bu bir çok bakanlığın bütçesinden kat kat daha yüksek bir rakama tekabül ediyor. Onun için beklentilerin o çerçevede oluşturulması lazım. Biz tabi ki önümüzdeki dönemde finansal okur yazarlığı bir proje olarak çok ön planda tutmamız gerekiyor. Özellikle Sermaye Piyasası Kurulu’muzun Borsa İstanbul’un ve diğer bütün paydaşların, bu konuda ilave çaba göstermesi gerekiyor. Finansal okur yazarlık arttıkça aslında bu ülkenin sorunları da azalır. Ama daha önemlisi, bence fon yönetiminde büyük bir potansiyel ve kaynak üretme potansiyelimiz olur.
Önümüzdeki dönem reformların güçlü bir şekilde yapıldığı dönem olacak. Yol haritası yakında açıklanacak. Türkiye’nin aslında temelleri sağlam. Kırılganlığına ilişkin bazı noktalara biz zaten müdahale ediyoruz. Önümüzdeki dönem inanıyorum ki, Türkiye’nin bu reformlarla birlikte, tekrar yüksek büyüme patikasına oturması ve temellerinin sağlamlaşması ile birlikte not arttırımının gündeme gelmesi vadelerin uzamasına ve sermaye piyasasının sadece tabi ki fon yönetim boyutuyla değil, aynı zamanda devletin kaynak ihtiyacının azalması ile birlikte özel sektöre çok çok daha fazla alan açılması söz konusu olacak. Özel sektör tahvillerinin ve diğer bütün enstrümanlarının çok daha güçlü bir şekilde, sermaye piyasasında yer bulacağı bir döneme girmeyi ümit ediyoruz" diye konuştu.
Bunların hepsinin başında düşük tek hane enflasyon, daha düşük cari açık ve daha yüksek büyüme olması gerektiğini vurgulayan Şimşek, sözlerini şöyle tamamladı: "Bunların da ana girdisi sermaye piyasalarının daha da gelişmesidir. Bankacılık sektörüne dayalı finans sektörü değil, tam aksine bankacılık sektörüne alternatif sermaye piyasası gelişim sürecini inşallah hep birlikte öngörüyoruz ve başaracağız".
(İHA)