Kadınla ilgili politikalar aileyi tüketiyor -Raşit Anaral, dikGAZETE.com için yazdı-
Raşit Anaral yazıyor...
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, 2014 yılında evlenen çiftlerin sayısı bir önceki yıla göre yüzde 0.1 azalarak 2014 yılında 599 bin 704'e geriledi. Buna karşılık, boşanan çiftlerin sayısı bir önceki yıla göre yüzd
26-04-2015 23:46
740OKUNMA
Raşit Anaral yazıyor...
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, 2014 yılında evlenen çiftlerin sayısı bir önceki yıla göre yüzde 0.1 azalarak 2014 yılında 599 bin 704'e geriledi. Buna karşılık, boşanan çiftlerin sayısı bir önceki yıla göre yüzde 4.5 kat artarak 130 bin 913’e yükseldi.
Avrupa’da ailenin yok olması, tesadüfü bir sonuç değildir. Batı’da kadının ekonomik ve sosyal hayata aktif olarak itilmesiyle bu süreç başlamıştır… Yani, bu başlangıç Sanayi Devrimiyle başlamış ve günümüze kadar gelmiştir. 18. ve 19. yüzyıllarda başlayan sanayi devriminin işçi ihtiyacı ister istemez kadınları da ekonomik hayata itmiştir… Zaten o zamana kadar kadınlara değer vermeyen Batı ülkeleri, kadınlara yeni haklar tanıyarak, onları sanayinin dişlileri arasına yerleştirmeyi başarmıştır… İngiltere’de başlayan bu devrim kısa zamanda bütün Batı ülkelerine yayılmıştır... Türkiye’de ise, cumhuriyetin kuruluşuyla kadının statüsü değiştirilmiştir. Ancak, devrimlerin birçoğu kolayca uygulandığı halde kadınla ilgili olan baskılara rağmen aile yapısı devam edebilmiştir… Aile kurumu, daha sonraki hükümetlerin “çekirdek aile ve az çocuk” politikalarıyla olumsuz etkilenmiştir…
Özellikle Ak Parti hükümetleri döneminde birbirine tezat teşkil eden uygulamalar gerçekleşmesi aileleri derin etkilemiştir… Bir taraftan üç çocuk teşvik edilirken diğer taraftan kadın, aktif olarak, siyasete, sosyal hayata ve ekonomiye itilmiştir.
Peki, kadını politikaya, sosyal hayata ve ekonomik hayata aktif olarak kattığınızda bu üç çocuğa kim bakacak? Onun da çaresini bulmuşlar; kreşler var… Üstelik kadını iş hayatına girmesini teşvik edici doğum paraları, izin avantajları vs. ek kanunlar da çıkarıldı…
Kadın ve erkek biyolojik ve psikolojik açıdan eşit değildir. Bu nedenle, kadının ve erkeğin toplumdaki yeri de bu genel özelliklere göre olması gerekir… İnsanlar, yaradılışlarının dışına çıktıkları miktarda problemlerle karşılaşmaları sürpriz olmayacaktır… Günümüzde kadınların birçoğu ev dışındaki hayatı tercih etmişlerdir. Kadınların, ekonomik bağımsızlığını kazanmalarının hazzını yaşadıkları bir gerçek… Kendilerine farklı bir güven oluşturan kadınlar, eşlerine karşı daha dik durmayı başardılar. Kadın özgürlüğü açısından bakıldığında bu durum bir zafer sayılmaktadır. Özellikle, hanımlarını ezen, maganda kocalara karşı bir güç elde edilmişti. Fakat bu durumun olumlu olduğu kadar, olumsuz yanları da vardı.
AİLE BİRLİĞİ SADECE EKONOMİK DEĞERLERLE ÖLÇÜLEMEZ
Tabi ki aile birliği sadece ekonomik değerlerle ölçülemezdi. Sonuçta, aile bir şirket ortaklığı değildi. Ekonomiyi belirleyici ve kurtarıcı bir unsur kabul etmek, aile üyeleri arasındaki ilişkileri düzenlemekte tek başına yeterli olamıyordu. Çekirdek aile üyeleri arasında yaşlılara, eşlere ve çocuklarla karşı sorumluluktan kaçılması, aile bütünlüğü ve mutluluğu için olumsuzluğa da sebep olabiliyordu. 25 Mart 2008’de bir cinayet gazetelere şöyle manşet olmuştu: “ Profesörü kızı öldürdü “ Evde bıçaklanmış olarak bulunan O… T…'nin kızı önce 'Eve hırsız girdi' dedi, sonra itiraf etti: Tartıştık, öldürdüm… Bu üzücü olaydan dokuz ay önce bayan profesör bir gurup öğrenciyi odasına alıp ilginç bir açıklamada bulunuyor: “Ben kariyerim için çok çalıştım ve çok şey elde ettim. Ancak, ailemi, yuvamı kaybettim.” Bu sözler insanımız için önemli bir nasihat olmalıdır. Kazandıklarımızın kaybettiklerimizi karşılamadığını ancak tecrübeyle anlamaktayız.
Çocukların anne dışında üçüncü şahıslara terk edildiği, kadının dışarıda çalıştığı, evdeki işleri de yine kadının yüklendiği, yaşlıların dışlandığı çekirdek aile modeli arıza yapmadan nereye kadar dayanabilecektir?!...
Eşler arasındaki ilişkinin materyalist anlayışla ele alınması, evlilik hayatını sevgi, saygı, fedakârlık, sabır ve vefa duygularından sıyırıp, bir şirket ortaklığına dönüştürmesiyle eşler arasındaki bağlar her an kopmaya hazır bekliyor.Çocukları ve eşine karşı görevlerini yeterince yerine getiremeyen dışarıda çalışan kadınlar da eskisi kadar kocalarına sabır göstermek niyetinde değiller.
Boşanmaların ve kadın cinayetlerinin artmasının altında yatan sebeplerin kadının dışarıdaki çalışma hayatına girişiyle ilgili olduğunu da düşünmek gerekmiyor mu?
Ailesel olumsuzlukların kaynağı, devlet politikaları olduğu kadar kadınların veya aile bireylerinin tercihleri olduğu da bir gerçek olarak ortaya çıkıyor. Aile bireylerinin manevi değerlerinin azalması, -eşitlik adına- sorumsuzlukların artması ve kimlik arayışları eşlerin savrulmasına zemin hazırlamaktadır. Kısacası, Avrupa’daki ailelerin düştüğü çıkmazı, şimdilerde, Türkiye’de yaşamaktayız.
"EV KADINLARI"NA KARŞI YAYGINLAŞAN ALGI...
Ev kadınlarının hafife alınması algısının yaygınlaşması, toplumda algı mühendisliğine soyunanların ve Batı kültürü etkisinde olan kesimlerin şuuraltı propagandasının sonucudur. Bu algı öylesine yaygınlaştırılıyor ki kendisini dindar kabul eden ailelerde bile alıcısını buluyor.
Bir kadının evde yaptığı işleri yok saymak ne kadar doğruydu? Neden kadının dışarıda çalışması teşvik ediliyordu? Ev hanımları neden hafife alınıyordu? Oysa ev hanımı dediğimiz bir kadın evde en az 5–6 profesyonel meslek icra etmekteydi. Ev hanımlarının başta aşçılık olmak üzere, çamaşır, ütü, temizlik, çocuk bakımı, sağlık, alış-veriş, vb. görevleri üstlenmesi, kocasının kazancından daha fazla ev ekonomisine kazanç sağlamaktaydı. Sadece yemek yapma işlemi bile eve inanılmaz bir ekonomik katkı sağlamaktadır…
New York’ta yapılan bir araştırmaya göre ABD’de ev kadını bir anne, bakıcı, aşçı, psikolog ve üstlendiği diğer görevler de göz önünde bulundurulursa yılda yaklaşık 138 bin dolar maaşı olması gerektiği, bütün televizyonlarda Mayıs 2007’de yayınlanmıştı.
(Salary.com araştırmasını 26 bin ev kadını anne ve 14 bin çalışan annenin katılımıyla gerçekleştirdiği açıklandı.) Nedense, ülkemizde “Ev hanımlığı” alt düzey bir konum olarak algılanıyor ve kadının dışarıda çalışması teşvik görüyor. Hatta soru ve cevaplarımızda bile bu anlayışa hizmet vermek yanlışlığıyla karşı karşıya bırakılmaktayız. ”Hanımınız çalışıyor mu? Hayır.” Dikkat edildiğinde, bu soruda ve cevaptaki kelimelerin yanlış seçilmesi, toplum mühendisliğinin bir sonucudur. Giyim ve kuşamlarımızı belirleyen ve toplumu yönlendiren odaklar, kelimelerimizi nerede nasıl kullanacağımızı da bizlere ezberletmişler. Yukarıdaki soruya verilen cevabın açılımı :“Hanımım çalışmıyor. Hanım evde akşama kadar hiç iş yapmadan oturuyor.” Ne dediğimizin bazen farkında bile olmuyoruz… Kısacası, ezberimizi bozamaz hale getirildik. Bize ezberletilenlerin dışına bir türlü çıkamıyoruz.
EV HANIMLARININ OLUŞTURDUĞU KATMA DEĞER...
Oysa evde görev üslenen kadın, aileye ve topluma maddi ve manevi büyük katkılar sağlamaktadır. Ev hanımlarının oluşturduğu katma değer ve toplumsal verimliği arttırmadaki rolü inanılmaz boyutlardadır. Milli hâsılada gösterilmediği halde, bütün dünya evde yapılan işlerin dünyada yapılan mal ve hizmet üretiminde ilk sırada olduğunu kabul etmektedir… Bir kadının maddi olarak aileye sağladığı gelir, dışarıda kazanacağından daha fazladır. Üstelik kocası ve çocuklarına karşı verdiği hizmetin aile bütünlüğüne sağladığı katkılar inkâr edilemeyecek kadar büyüktür.
Ayrıca, kadının hem dışarıda, hem evde görev yapması, kadına yapılan bir haksızlık olduğu da bir gerçek. Bu yüzden kapitalist sistemin emellerine kadının araç olmasının getireceği aile problemlerini de iyi hesap etmek gerekiyor…
Ailede iş bölümü yapılırken kadın ve erkeğin biyolojik ve psikolojik yapısı ihmal edildiğinde, çıkacak problemlerin sürpriz olmayacağı gerçeğini anlamak zorundayız. Kadın ve erkek farklılığının bize tanıdığı doğal alanları iyi tespit etmeliyiz. Ailede iş bölümü yapılırken, sadece görünen bedensel yapımız değil, hormonlarımız ve psikolojik yapımızın da görevimize etkisi olduğu unutmamalıyız… Bu yapıyı hiçe sayan zorlamalar, aile mutluluğunu tehlikeye sokabilir. Aslında, mutluluk sadece paraya dayalı bir unsur da değildir. Birçok zengin insanın bile mutlu olamamasının nedenlerini oturup, düşünmek gerekiyor. Hâttâ, en zengin ülkelerin “En mutlu ülkeler” sıralamasında başlarda yer alamamasını neyle açıklayabiliriz?...
"ERKEKLERİN İNSANLIĞA VERDİĞİ ZARARLARI..."
Erkeklerin egemen olduğu bir dünyada, erkek yöneticilerin insanlığa verdiği zararları biraz olsun önleyebilmesinde kadınların müsait şartlarda sosyal ve kültürel hayata katılmasının insanlığa fayda sağlayacağı da bir gerçek… Tabi, bu görevi üstlenirken aileye ait görevlerinin aksatılmaması da gerekir. Çünkü toplumun en küçük parçası sayılan ailenin sağlam temeller üzerinde oturması gerekiyor. Aksi takdirde Avrupa ülkelerinde olduğu gibi ailelerin dağılması veya evliliklerin zaafa uğratılmasının getirdiği problemleri yaşamamız sürpriz olmayacaktır.
"EVLER, KALEDİR... KARARGAHTIR..."
Evler akşamları yatılacak bir otel gibi düşünülmemeli. Ev, sadece bedenin biyolojik ihtiyacını karşılayan bir mekân değildir. Ev, aile bireylerinin yüreklerinin birleşerek güç kazandığı bir kaledir. Ev, bütün aile bireylerini kuşatan, koruyan, sevgi, şefkat, dayanışma ve doğal eğitimin karargâhıdır. Ev, hayat dalgalarının yıkıcı etkilerinden kaçıp, sığınılacak bir limandır. Kadın ve erkek bu karargâhın gönüllü kurucu üyeleri olmalıdır. Ailede eşlerin eşit olması değil, mutlu olması hedeflenmelidir.
AVRUPA'DA KADIN YALNIZLIĞA SÜRÜKLENMEKTE...
Mesleğim icabı kadınla ilgili bir belgesel yapmak için Türkiye’de ve Batı’da kadın hakkında yazılan kitapların çoğunu okudum. Batı’daki kadınların çoğunun boşanmış olması veya psikolojik tedavi alması, çocukların daha küçük yaşta aileden kopması ve uyuşturucuyla tanışması toplumu tehlikeye sokmuştur. Avrupa’ toplumu -Amerika’nın aksine- kendi yaşamlarında ayak bağı olmasın diye devletin çocuk parası vermesine rağmen çocuk yapma mesuliyetinden kaçmaktadır.
Avrupa, kadınların yalnızlığa itildiği bir toplum haline gelmiştir. Kadını en fazla mutlu eden aslında erkek tarafından sahiplenilmesi duygusu yok oldukça kadın da yalnızlığa sürüklenmektedir. Amerika toplumu ise, kadının aktif olarak ekonomik hayata katılmasının zararlarını fark ettiği için kadınların evlerine dönmesi için çağrılar yapmaktadır.
KADIN VE ERKEK EŞİT DEĞİLDİR...
Kadın ve erkek biyolojik ve psikolojik olarak eşit değildir. Bu doğal gerçek, bizi iş bölümü ve sorumlulukların farklı olması gerçeğine götürmektedir. Yasalar yapılırken kadınların yaş itibarıyla erkeklerden önce emekli olmasının kadın ve erkeğin haklar bakımından da eşit olmadığını gösteriyor. Burada kadın ve erkeği bağlayan temel insan hakları olmalıdır. “İnsan Hakları Beyannamesi” şu anda bütün dünyanın ölçü olarak kabul ettiği ve altına imza attığı bir sözleşme olarak karşımıza çıkıyor.
ERKEK DE KADIN DA EZİLİYOR...
Uygulamalara bakıldığında ise, maalesef devletlerin çoğu kendi dayatma ve politikaları yüzünden insanlara zulüm etmekten geri kalmıyor. Bu noktada erkekler de kadınlar da eziliyor. İnsan olarak, istismara açık “Kadın Hakları” yerine “İnsan Hakları” nı savunmamız tüm insanlığın hayrına olacaktır. Kadınların sosyal ve ekonomik alana aktif olarak itilmeleri önlenmediği sürece aile müessesesinin korunamayacağını bir kere daha vurgulamakta yarar var. Hükümetin, politikalarını değiştirerek, ailedeki bu olumsuzlukların giderilmesine katkı vermesi gerekiyor…