İSTANBUL (AA) - Tahranlılar 7 Haziran 2017 tarihinde İran meclisine ve İslam Cumhuriyeti'nin kurucusu Ayetullah Humeyni'nin türbesine gerçekleştirilen iki saldırıyla şaşkına döndü. Türbedeki saldırı çok az sayıda kayıpla erken bir safhada kontrol altına alınırken, meclis binasına yapılan saldırı altı saate yakın sürdü ve ardında 17 ölü ve 50'den fazla yaralı bıraktı.
En başta hemen belirtelim ki İran meclisi, mimari yapıları itibariyle birbirinden tamamen farklı iki ana binadan oluşuyor. Yedi katlı ve dikdörtgen şeklindeki yönetim binası, milletvekillerinin ofislerini barındırıyor. Meclisi ihtiva eden bina ise piramit şeklinde bir yapı. Saldırının ana hedefinin milletvekilleri olduğuna hiç şüphe yok. Aksi takdirde, herhangi bir 'kolay hedef' için meclis binasına girmeye çalışmanın getireceği ek risklere hiç gerek kalmazdı. Hedef bu olsa, Tahran'daki herhangi bir sokakta çok daha etkin bir saldırı gerçekleştirilebilirdi.
Meclis müştemilatı Devrim Muhafızları'nın bir özel kuvvetler birimi tarafından 7/24 korunuyor. Kulelerin üstünde keskin nişancılar var. Girişlerde en ileri düzeyde güvenlik ekipmanları kullanılıyor. Ayrıca saldırganların eriştiği noktaya varabilmek için, geçilmesi gereken üç katmanlı bir güvenlik kontrolü var.
Medyada çıkan haberlere göre, saldırganlar güvenlik görevlilerine ateş açarak birbiri ardınca güvenliği geçtiler ve böylece yerleşkenin bekleme salonuna girdiler. Burası, vekillerin ziyaretçileriyle ve seçim bölgelerinden gelen seçmenleriyle bir araya geldikleri salon.
Bu noktadan sonra gerçekleşen olaylara dair iki resmi sav var: Birincisine göre, saldırganlar yollarını şaşırdılar ve meclis yerine yönetim binasına girdiler. Daha önce de belirttiğimiz gibi, meclisin bulunduğu bina açıkça görülebiliyor. Oldukça sofistike görünen bir planı uygulayan saldırganlar, piramit şeklindeki bir binayı dikdörtgen şeklindeki bir binadan ayırt edebilmiş olmalıydı.
Diğer sava göre saldırganlar meclise doğru ilerliyorlardı, fakat meclisin güvenlik personeli, yerleşkenin geri kalanından meclisi ayıran kapıyı vakitlice kapattılar. Netice itibariyle, kovalanmakta olan saldırganların yönetim binasına girmekten başka çaresi kalmadı.
Video görüntüleri, bekleme/toplantı salonunun, vekilleriyle randevuları olan ziyaretçilerle dolu olduğunu gösteriyor. Bu nedenle, o sırada salonda bulunan ziyaretçilerin kalabalıklığına bakılacak olursa, orada muhakkak birkaç da milletvekili olmalı. Neyse ki saldırı sırasında, 290 milletvekilinden sadece 59 yaşındaki Kûruş Kerami salonda bulunuyordu. Kendi anlatımına göre, ölen bir güvenlik görevlisinin tabancasını alan Kerami üç saat boyunca çatışmış ve hatta saldırganları idari binanın birinci katına kadar kovalamış. Daha sonra altı metrelik bir boşluktan --aksiyon filmlerinde görebileceğimiz türde bir kahramanlıkla-- atlayarak meclise ulaşmış. Allah'tan, saldırganlarla özel kuvvetlerin arasındaki çapraz ateşte vurulmamış.
Saldırganlar yerleşkeyi işgal ettiği sırada, meclis başkanının yardımcısı Mesud Pezeşkiyan'ın başkanlığında bir meclis oturumu devam ediyordu. Güvenlik açısından bakılacak olursa, oturumun derhal ertelenmesi ve yerleşkenin tahliye edilmesi gerekirdi. Fakat tam tersine, milletvekilleri rutin işlerini yapmak için kalmayı tercih ettiler ve kendilerine 'aşırı' güvenlerini ispat etmek için çektikleri 'selfie'leri sosyal medya hesaplarına yüklediler. Bu sırada, o an mecliste olmayan Meclis Başkanı Ali Laricani, oturuma başkanlık etmek üzere meclise gelebilmek adına, çapraz ateşten geçerek hayatını tehlikeye attı.
Olaya dair yapılan resmi açıklamaya gölge düşüren çok açık çelişkiler var ve bunlar bizi bir takım sorular sormaya yönlendiriyor: Mesela, saldırganlar çok katmanlı güvenlik sistemini geçerek yerleşkeye nasıl sızabildiler? Elli dokuz yaşındaki bir milletvekili, sıkı talimli oldukları görünen genç saldırganların bile atlayamadığı bir yerden atlayarak meclise nasıl ulaşabildi? Humeyni'nin türbesine yapılan saldırı neden bundan birkaç gün önce, Humeyni'nin vefat yıldönümünde, türbe ziyaretçilerle dolmuş taşarken gerçekleştirilmedi? Sorular böylece uzayıp gidiyor.
Fakat bununla birlikte, olayı komplo teorisi zemininde izah etmek de güç. Zira mevcut durum itibariyle, saldırıların bizzat müesses nizam tarafından planlanıp uygulanmış bir komplo olduğunu ispatlayacak somut bir kanıt yok. Hatta resmi açıklamayla örtüşen deliller var. DEAŞ halihazırda sorumluluğu üstlenmiş bulunuyor. Saldırganların kimlikleri de doğrulandı: Kürt kökenli İranlı Sünniler. Saldırıdan evvel kaydedilmiş bir videoda saldırganlar, çok vurgulu bir şekilde, ne Suudi ne de İran ajanı olduklarını söylüyor, Irak, Suriye, Yemen ve İslam dünyasının diğer bölgelerindeki rolünden dolayı İran'ı suçluyorlar.
İranlı yetkililer İran’ın Suriye ve Irak'ta DEAŞ'la savaştığını iddia ediyor. Belli ki yaralı bir yılan misali, DEAŞ bir şeyler yapmak istiyordu. Ne de olsa bundan sadece birkaç hafta önce, Suudiler savaşı İran'ın içine taşımakla tehdit etmişlerdi. Ancak bu saldırının içeriden veya dışarıdan planlanmış olup olmaması çok fark etmeyecektir. Gerçek şu ki bir saldırı gerçekleşti, kısmen de olsa hedefine ulaştı, çok sayıda kişi öldürüldü veya yaralandı.
Nitekim terör saldırılarının nasıl gerçekleştirildiğiyle ilgili yaygın olarak düşünülenin aksine, çoğunlukla gizli planlara falan gerek yoktur. Bundan ziyade, gerçek bir durumu istismar etmede yetenekli olmak mühimdir. Dolayısıyla buradaki temel mesele bunun kimin işi olduğu değil, bu saldırıyla İran’ın elde edebileceği neyi kaybetmiş olduğudur.
Olaydan hemen sonra dünyanın dört tarafından saldırıya dair kınamalar yağdı, ancak İranlı yetkililer sessiz kaldı. Aynı gün dini lider Ali Hamaney, bir grup seçmece adanmış üniversite öğrencisiyle bir araya geldi. Hamaney herkesi şaşkına çevirecek şekilde, yaşananlardan "birkaç maytap patlatılması" olarak bahsetti ve "bugün yaşanan beceriksizce maytap saldırıları halkın iradesine etki edemeyecektir" iddiasında bulundu. İran’ın Suriye ve Irak'taki varlığını haklı gösterebilmek için bu fırsatı daha geniş bir şekilde kullanarak şöyle dedi: "İslam Cumhuriyeti [Irak ve Suriye'deki] bütün bu komplolara direnmeseydi, ülkede buna benzer çok daha fazla belayla karşı karşıya kalırdık."
Dini lider, kurbanların ailelerine basit bir taziye mesajını bile çok gördü. Dini liderin verdiği tepkiyi, ABD'de benzer olaylar yaşandığında eski başkan Barack Obama'nın yaşlı gözlerle kurbanların aileleriyle yan yana verdiği görüntülerle mukayese etmeli. Dini lider, kendi adayı İbrahim Reisi'nin geçtiğimiz Mayıs ayında gerçekleşen cumhurbaşkanlığı seçimlerini kaybetmesinin şokunu daha üzerinden atamamış görünüyor. Ruhani hükümetine yoğun şekilde saldırdı. Dinleyici kitlelerine kendi emirlerini beklememelerini söyledi ve toplumda veya hükümet kurumlarında İslam Cumhuriyeti'nin ideallerine aykırı herhangi bir şey fark ettiklerinde "ateşin serbest" olduğunu çok vurgulu bir şekilde ifade etti.
Danışmanlarının dini lideri taziye açıklaması konusunda ikna etmeleri 24 saat sürdü. Fakat yaptığı yine siyasete alet edilmiş bir açıklamaydı. Suudi Arabistan ve ABD karşıtı söylemlerle doluydu. Konuşmasının resmi internet sitesine konulan metninden ise "maytaplar" ifadesi şimdilik çıkartılmış.
Yine de dini liderin "maytap" olarak ifade ettiği şey Devrim Muhafızları komutanları tarafından ciddiye alınmış görünüyor, zira hepsi operasyonu denetleyebilmek için bir bir çatışma sahasına girdiler. Operasyon bittikten sonra milletvekilleriyle 'selfie'ler çektirdiler. Olaydan bir yandan bir kahramanlık hikayesi çıkarmaya çalışırken, diğer yandan ekonomik faaliyetlerinden ve Ortadoğu'daki başarısız askeri maceralarından dolayı kendilerine yöneltilen güçlü eleştirilerden dolayı masumiyet kisvesine bürünmeye çalıştılar. Tıpkı dini lider gibi Devrim Muhafızları komutanları da, DEAŞ İran'a girmeden onunla Suriye'de ve Irak'ta savaşma politikalarında haklı olduklarını savunmak için, bu fırsatı kullandılar. Fakat "toplumun hafızası yoktur" diye bir söz vardır. Birileri İran'ın Suriye'ye 2012'de girdiğini, halbuki DEAŞ'ın 2014 gibi yakın bir tarihte zuhur eden bir fenomen olduğunu İranlılara hatırlatsa iyi olur.
Olaydan yararlanma girişimleri önümüzdeki günlerde ve aylarda da devam edecektir. Müesses nizam bunu, Cumhurbaşkanı Ruhani'nin güvenlik konusundaki yetkilerini kısıtlamak ve Ayetullah Humeyni'nin türbesinin kontrolünü ele geçirmek için bir bahane olarak kullanacaktır. Türbenin asıl sorumlusu halen Ayetullah Humeyni'nin torunu Hasan Humeyni. Fakat torun Humeyni müesses nizam tarafından çoktan rezil edilmiş durumda. 2016'da yapılan Uzmanlar Meclisi seçimlerine girme müracaatı Muhafızlar Konseyi tarafından reddedildi. Bu nedenle saldırı, durumdan istifade etmek ve güvenlik bahanesiyle anıtmezarın kontrolünü Hasan Humeyni'den alabilmek için, eldeki iyi bir fırsat. Bu arada, anıtmezarın birkaç milyar bütçeli bir proje olduğuna değinmek da gerekiyor. Muhtemelen dünyanın en büyük ve en pahalı anıtmezarıdır. Büyüklüğü hakkında bir fikir verebilmek adına, Humeyni'nin oraya defnedildiği 1989 yılından bu yana inşaatının devam ettiğini söylemek yeterli olacaktır. Sürekli olarak inşa ediliyor, yeniden inşa ediliyor, tasarlanıyor ve yeniden tasarlanıyor.
Bütün bu kazanımlara rağmen, yaşanan olay İran’ın güvenlik konusundaki itibarını önemli ölçüde zedeledi. İran makamları ülkeden, (baskıcı ve otoriter olmasına rağmen) her zaman 'belalar okyanusundaki huzur ve istikrar adası' olarak bahsetmişlerdir. Gerçek şu ki çok güçlü bir tsunami, İranlı liderlere, kendisini çevreleyen okyanus sıkıntıdayken bir huzur adasının varlığının imkansız olduğunu öğretecek şekilde, 'huzur ve istikrar adasını' vurmuş bulunuyor.
Olay aynı zamanda ülkedeki ciddi güvenlik açıklarına da işaret ediyor. Devrim Muhafızları meclisi koruyamadıysa, sıradan vatandaşları nasıl koruyabilir diye düşünülebilir. Birbiriyle paralel çalışan birkaç istihbarat kurumu var. Birbirleriyle açık bir rekabet içindeler; o derecede ki bazen birbirlerinin çalışanlarını dahi kurban ediyorlar. Mesela istihbarat bakanının muhaberat yöneticisi, Devrim Muhafızları’nın istihbarat servisi tarafından saldırıdan birkaç gün önce tutuklandı. Bunun üzerinden çok geçmeden hükümet sözcüsü, zayıflamakta olan bir istihbarat bakanının ve çalışanlarının varlığının nasıl bir tehlike olduğuna dair ikazda bulunduğu bir bildiri yayınladı.
Özetle İran toplumu, özellikle son seçimlerin ardından iyice kutuplaşmış durumda. İranlı liderler bu olayı halkı birleştirmek için kullanabilirlerdi, fakat bunu başaramadılar. Bunun yerine birbirlerine saldırmak için yeni bir zemin bulmuş oldular. Kurbanların cenaze törenlerinde atılan sloganlar, cesetlerin üstünde 'siyasi bir dans' yapıldığının açık göstergesi.
Mütercim: Ömer Çolakoğlu
* “Görüş” başlığıyla yayımlanan makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansı’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.
En başta hemen belirtelim ki İran meclisi, mimari yapıları itibariyle birbirinden tamamen farklı iki ana binadan oluşuyor. Yedi katlı ve dikdörtgen şeklindeki yönetim binası, milletvekillerinin ofislerini barındırıyor. Meclisi ihtiva eden bina ise piramit şeklinde bir yapı. Saldırının ana hedefinin milletvekilleri olduğuna hiç şüphe yok. Aksi takdirde, herhangi bir 'kolay hedef' için meclis binasına girmeye çalışmanın getireceği ek risklere hiç gerek kalmazdı. Hedef bu olsa, Tahran'daki herhangi bir sokakta çok daha etkin bir saldırı gerçekleştirilebilirdi.
Meclis müştemilatı Devrim Muhafızları'nın bir özel kuvvetler birimi tarafından 7/24 korunuyor. Kulelerin üstünde keskin nişancılar var. Girişlerde en ileri düzeyde güvenlik ekipmanları kullanılıyor. Ayrıca saldırganların eriştiği noktaya varabilmek için, geçilmesi gereken üç katmanlı bir güvenlik kontrolü var.
Medyada çıkan haberlere göre, saldırganlar güvenlik görevlilerine ateş açarak birbiri ardınca güvenliği geçtiler ve böylece yerleşkenin bekleme salonuna girdiler. Burası, vekillerin ziyaretçileriyle ve seçim bölgelerinden gelen seçmenleriyle bir araya geldikleri salon.
Bu noktadan sonra gerçekleşen olaylara dair iki resmi sav var: Birincisine göre, saldırganlar yollarını şaşırdılar ve meclis yerine yönetim binasına girdiler. Daha önce de belirttiğimiz gibi, meclisin bulunduğu bina açıkça görülebiliyor. Oldukça sofistike görünen bir planı uygulayan saldırganlar, piramit şeklindeki bir binayı dikdörtgen şeklindeki bir binadan ayırt edebilmiş olmalıydı.
Diğer sava göre saldırganlar meclise doğru ilerliyorlardı, fakat meclisin güvenlik personeli, yerleşkenin geri kalanından meclisi ayıran kapıyı vakitlice kapattılar. Netice itibariyle, kovalanmakta olan saldırganların yönetim binasına girmekten başka çaresi kalmadı.
Video görüntüleri, bekleme/toplantı salonunun, vekilleriyle randevuları olan ziyaretçilerle dolu olduğunu gösteriyor. Bu nedenle, o sırada salonda bulunan ziyaretçilerin kalabalıklığına bakılacak olursa, orada muhakkak birkaç da milletvekili olmalı. Neyse ki saldırı sırasında, 290 milletvekilinden sadece 59 yaşındaki Kûruş Kerami salonda bulunuyordu. Kendi anlatımına göre, ölen bir güvenlik görevlisinin tabancasını alan Kerami üç saat boyunca çatışmış ve hatta saldırganları idari binanın birinci katına kadar kovalamış. Daha sonra altı metrelik bir boşluktan --aksiyon filmlerinde görebileceğimiz türde bir kahramanlıkla-- atlayarak meclise ulaşmış. Allah'tan, saldırganlarla özel kuvvetlerin arasındaki çapraz ateşte vurulmamış.
Saldırganlar yerleşkeyi işgal ettiği sırada, meclis başkanının yardımcısı Mesud Pezeşkiyan'ın başkanlığında bir meclis oturumu devam ediyordu. Güvenlik açısından bakılacak olursa, oturumun derhal ertelenmesi ve yerleşkenin tahliye edilmesi gerekirdi. Fakat tam tersine, milletvekilleri rutin işlerini yapmak için kalmayı tercih ettiler ve kendilerine 'aşırı' güvenlerini ispat etmek için çektikleri 'selfie'leri sosyal medya hesaplarına yüklediler. Bu sırada, o an mecliste olmayan Meclis Başkanı Ali Laricani, oturuma başkanlık etmek üzere meclise gelebilmek adına, çapraz ateşten geçerek hayatını tehlikeye attı.
Olaya dair yapılan resmi açıklamaya gölge düşüren çok açık çelişkiler var ve bunlar bizi bir takım sorular sormaya yönlendiriyor: Mesela, saldırganlar çok katmanlı güvenlik sistemini geçerek yerleşkeye nasıl sızabildiler? Elli dokuz yaşındaki bir milletvekili, sıkı talimli oldukları görünen genç saldırganların bile atlayamadığı bir yerden atlayarak meclise nasıl ulaşabildi? Humeyni'nin türbesine yapılan saldırı neden bundan birkaç gün önce, Humeyni'nin vefat yıldönümünde, türbe ziyaretçilerle dolmuş taşarken gerçekleştirilmedi? Sorular böylece uzayıp gidiyor.
Fakat bununla birlikte, olayı komplo teorisi zemininde izah etmek de güç. Zira mevcut durum itibariyle, saldırıların bizzat müesses nizam tarafından planlanıp uygulanmış bir komplo olduğunu ispatlayacak somut bir kanıt yok. Hatta resmi açıklamayla örtüşen deliller var. DEAŞ halihazırda sorumluluğu üstlenmiş bulunuyor. Saldırganların kimlikleri de doğrulandı: Kürt kökenli İranlı Sünniler. Saldırıdan evvel kaydedilmiş bir videoda saldırganlar, çok vurgulu bir şekilde, ne Suudi ne de İran ajanı olduklarını söylüyor, Irak, Suriye, Yemen ve İslam dünyasının diğer bölgelerindeki rolünden dolayı İran'ı suçluyorlar.
İranlı yetkililer İran’ın Suriye ve Irak'ta DEAŞ'la savaştığını iddia ediyor. Belli ki yaralı bir yılan misali, DEAŞ bir şeyler yapmak istiyordu. Ne de olsa bundan sadece birkaç hafta önce, Suudiler savaşı İran'ın içine taşımakla tehdit etmişlerdi. Ancak bu saldırının içeriden veya dışarıdan planlanmış olup olmaması çok fark etmeyecektir. Gerçek şu ki bir saldırı gerçekleşti, kısmen de olsa hedefine ulaştı, çok sayıda kişi öldürüldü veya yaralandı.
Nitekim terör saldırılarının nasıl gerçekleştirildiğiyle ilgili yaygın olarak düşünülenin aksine, çoğunlukla gizli planlara falan gerek yoktur. Bundan ziyade, gerçek bir durumu istismar etmede yetenekli olmak mühimdir. Dolayısıyla buradaki temel mesele bunun kimin işi olduğu değil, bu saldırıyla İran’ın elde edebileceği neyi kaybetmiş olduğudur.
Olaydan hemen sonra dünyanın dört tarafından saldırıya dair kınamalar yağdı, ancak İranlı yetkililer sessiz kaldı. Aynı gün dini lider Ali Hamaney, bir grup seçmece adanmış üniversite öğrencisiyle bir araya geldi. Hamaney herkesi şaşkına çevirecek şekilde, yaşananlardan "birkaç maytap patlatılması" olarak bahsetti ve "bugün yaşanan beceriksizce maytap saldırıları halkın iradesine etki edemeyecektir" iddiasında bulundu. İran’ın Suriye ve Irak'taki varlığını haklı gösterebilmek için bu fırsatı daha geniş bir şekilde kullanarak şöyle dedi: "İslam Cumhuriyeti [Irak ve Suriye'deki] bütün bu komplolara direnmeseydi, ülkede buna benzer çok daha fazla belayla karşı karşıya kalırdık."
Dini lider, kurbanların ailelerine basit bir taziye mesajını bile çok gördü. Dini liderin verdiği tepkiyi, ABD'de benzer olaylar yaşandığında eski başkan Barack Obama'nın yaşlı gözlerle kurbanların aileleriyle yan yana verdiği görüntülerle mukayese etmeli. Dini lider, kendi adayı İbrahim Reisi'nin geçtiğimiz Mayıs ayında gerçekleşen cumhurbaşkanlığı seçimlerini kaybetmesinin şokunu daha üzerinden atamamış görünüyor. Ruhani hükümetine yoğun şekilde saldırdı. Dinleyici kitlelerine kendi emirlerini beklememelerini söyledi ve toplumda veya hükümet kurumlarında İslam Cumhuriyeti'nin ideallerine aykırı herhangi bir şey fark ettiklerinde "ateşin serbest" olduğunu çok vurgulu bir şekilde ifade etti.
Danışmanlarının dini lideri taziye açıklaması konusunda ikna etmeleri 24 saat sürdü. Fakat yaptığı yine siyasete alet edilmiş bir açıklamaydı. Suudi Arabistan ve ABD karşıtı söylemlerle doluydu. Konuşmasının resmi internet sitesine konulan metninden ise "maytaplar" ifadesi şimdilik çıkartılmış.
Yine de dini liderin "maytap" olarak ifade ettiği şey Devrim Muhafızları komutanları tarafından ciddiye alınmış görünüyor, zira hepsi operasyonu denetleyebilmek için bir bir çatışma sahasına girdiler. Operasyon bittikten sonra milletvekilleriyle 'selfie'ler çektirdiler. Olaydan bir yandan bir kahramanlık hikayesi çıkarmaya çalışırken, diğer yandan ekonomik faaliyetlerinden ve Ortadoğu'daki başarısız askeri maceralarından dolayı kendilerine yöneltilen güçlü eleştirilerden dolayı masumiyet kisvesine bürünmeye çalıştılar. Tıpkı dini lider gibi Devrim Muhafızları komutanları da, DEAŞ İran'a girmeden onunla Suriye'de ve Irak'ta savaşma politikalarında haklı olduklarını savunmak için, bu fırsatı kullandılar. Fakat "toplumun hafızası yoktur" diye bir söz vardır. Birileri İran'ın Suriye'ye 2012'de girdiğini, halbuki DEAŞ'ın 2014 gibi yakın bir tarihte zuhur eden bir fenomen olduğunu İranlılara hatırlatsa iyi olur.
Olaydan yararlanma girişimleri önümüzdeki günlerde ve aylarda da devam edecektir. Müesses nizam bunu, Cumhurbaşkanı Ruhani'nin güvenlik konusundaki yetkilerini kısıtlamak ve Ayetullah Humeyni'nin türbesinin kontrolünü ele geçirmek için bir bahane olarak kullanacaktır. Türbenin asıl sorumlusu halen Ayetullah Humeyni'nin torunu Hasan Humeyni. Fakat torun Humeyni müesses nizam tarafından çoktan rezil edilmiş durumda. 2016'da yapılan Uzmanlar Meclisi seçimlerine girme müracaatı Muhafızlar Konseyi tarafından reddedildi. Bu nedenle saldırı, durumdan istifade etmek ve güvenlik bahanesiyle anıtmezarın kontrolünü Hasan Humeyni'den alabilmek için, eldeki iyi bir fırsat. Bu arada, anıtmezarın birkaç milyar bütçeli bir proje olduğuna değinmek da gerekiyor. Muhtemelen dünyanın en büyük ve en pahalı anıtmezarıdır. Büyüklüğü hakkında bir fikir verebilmek adına, Humeyni'nin oraya defnedildiği 1989 yılından bu yana inşaatının devam ettiğini söylemek yeterli olacaktır. Sürekli olarak inşa ediliyor, yeniden inşa ediliyor, tasarlanıyor ve yeniden tasarlanıyor.
Bütün bu kazanımlara rağmen, yaşanan olay İran’ın güvenlik konusundaki itibarını önemli ölçüde zedeledi. İran makamları ülkeden, (baskıcı ve otoriter olmasına rağmen) her zaman 'belalar okyanusundaki huzur ve istikrar adası' olarak bahsetmişlerdir. Gerçek şu ki çok güçlü bir tsunami, İranlı liderlere, kendisini çevreleyen okyanus sıkıntıdayken bir huzur adasının varlığının imkansız olduğunu öğretecek şekilde, 'huzur ve istikrar adasını' vurmuş bulunuyor.
Olay aynı zamanda ülkedeki ciddi güvenlik açıklarına da işaret ediyor. Devrim Muhafızları meclisi koruyamadıysa, sıradan vatandaşları nasıl koruyabilir diye düşünülebilir. Birbiriyle paralel çalışan birkaç istihbarat kurumu var. Birbirleriyle açık bir rekabet içindeler; o derecede ki bazen birbirlerinin çalışanlarını dahi kurban ediyorlar. Mesela istihbarat bakanının muhaberat yöneticisi, Devrim Muhafızları’nın istihbarat servisi tarafından saldırıdan birkaç gün önce tutuklandı. Bunun üzerinden çok geçmeden hükümet sözcüsü, zayıflamakta olan bir istihbarat bakanının ve çalışanlarının varlığının nasıl bir tehlike olduğuna dair ikazda bulunduğu bir bildiri yayınladı.
Özetle İran toplumu, özellikle son seçimlerin ardından iyice kutuplaşmış durumda. İranlı liderler bu olayı halkı birleştirmek için kullanabilirlerdi, fakat bunu başaramadılar. Bunun yerine birbirlerine saldırmak için yeni bir zemin bulmuş oldular. Kurbanların cenaze törenlerinde atılan sloganlar, cesetlerin üstünde 'siyasi bir dans' yapıldığının açık göstergesi.
Mütercim: Ömer Çolakoğlu
* “Görüş” başlığıyla yayımlanan makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansı’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.