Raşit Anaral yazıyor: MUTLULUK ve HUZUR
Mutluluk ince bir sanattır. Mutluluğu sadece olaylara veya bir konuma bağlamak doğru değildir. Mutluluğun anahtarı beyinde saklıdır.
Ünlü Amerikan yazarı Dale Carnegie’nin Türkçe’ ye çevrilen kitabı “Üzüntüyü bıra
Raşit Anaral yazıyor: MUTLULUK ve HUZUR
Mutluluk ince bir sanattır. Mutluluğu sadece olaylara veya bir konuma bağlamak doğru değildir. Mutluluğun anahtarı beyinde saklıdır.
Ünlü Amerikan yazarı Dale Carnegie’nin Türkçe’ ye çevrilen kitabı “Üzüntüyü bırak yaşamaya bak” dünyada en çok satan kitaplar arasındadır. Maksadımız bu kitabın reklamını yapmak değil… Bu kitap, insanın nasıl endişesiz ve mutlu yaşayabileceğini hayatın içinden alınmış örneklerle sunmaktadır.
Kitabın orijinal ismi “How to Stop Worrying and Start Living” Türkçe anlam karşılığını “Endişeleri durdurup, hayata başlamanın yolu” olarak tercüme edebiliriz.
Bu kitapta da belirtildiği gibi, üzüntülerin kaynağı, olaylardan çok, olaylar hakkındaki düşüncelerimizden kaynaklanmaktadır. Yani, burada söz konusu olan mutluluk, beynimizin düşünüş biçimiyle ilgili olarak karşımıza çıkıyor.
Bir örnek verecek olursak, genç yaşta saçlarını kaybetmiş iki insanı ele alalım. Biri, saçlarının dökülmesinden dolayı müthiş bir üzüntü duyar. Bu üzüntü, onu saçlarına yeniden sahip olabilmesi için birçok deneylere iter. Bu riskli girişimlerin çoğunda başarılı olamayınca da üzüntüsü artarak devam eder ve hayata kahreder. Bu insan, yaşadığı anı da geleceğini de kendine zehir eder. Bu tür insanların üzüntüleri devam eder.
Diğer kişi ise saçlarının olmayışına üzülecek, ama saçlarına yeniden kavuşmasının kolay olmadığını anlayacak ve vücuduna ek rahatsızlık getirecek maceraya girmek yerine “Olsun!.. Birçok insanın saçı yok; bu, dünyanın sonu da değil. Benim saçı olan birçok insandan daha üstün özelliklerim var. Bu benim mutlu olmam için yeterli…” Diyebilecektir. Saçlarının olmayışını kabullenme onun üzüntüsünü büyük ölçüde ortadan kaldıracaktır. Aynı zamanda bu insan hayata pozitif bakacak, bu problemin çok da önemli olmadığını kabul ederek, dikkatini ve enerjisini başka önemli işlere verecektir...
Dikkat edilirse, buradaki üzüntünün kaynağı olayın kendisi değil, olay hakkındaki düşüncemizden kaynaklanmaktadır.
Üzüntü ve endişelerimizi frenlemek için 3 uygulama :
1 - Olayı inceleyip, en kötü ihtimal nedir? Bunu araştırmak.
2 - Gerekirse bu en kötü ihtimali kabullenmek.
3 -Sonra ise, sakin bir şekilde zararı azaltmanın yollarını aramak.
Hayatta olanlarla, olması istenenler farklı gelişir.
Unutmamak gerekir ki gerçek hayatımız hep problemlerle doludur. Bu problemleri kendimize zarar vermeden aşmak için esnek ve hoşgörülü olmalıyız. Aksi takdirde çabuk yıpranırız.
Otomobilin icadında tekerlerin yollara dayanması için içlerini doldurdular. Ancak, içi dolu tekerler yollara dayanamadı ve çabuk parçalandı.
Daha sonra -günümüzdeki- içi hava dolu tekerler yapıldı ve yollara karşı daha uzun dayanması temin edildi.
Demek ki sert tekerler yola dayanamıyor. O halde hayat yoluna çıkarken sert tekerler gibi çabuk yıpranmak istemiyorsak esnek olmak zorundayız.
Dünyamızda bu düşünceyi başaran insanlar mutlu olabilmektedir.
İnsanların iyimser (hoşgörü sahibi) olanları yarım bardak suya “Bardağın yarısı dolu” derken kötümser olanlar “Bardağın yarısı boş” demektedir. Oysa burada yarım bardak suyun bir günahı yok. Onu değerlendiren kişinin beyniyle ilgili yaklaşıma göre durum farklılaşabiliyor.
Aslında, insanların mutlulukları ve huzurları olaylardan çok, olayı yorumlayışlarıyla ilgilidir.
Bir insan küçük bir konuyu çok önemli ve de vazgeçilmez kırmızı çizgi sayabilir. Bu yüzden başını büyük belalara da sokabilir. İnsanlar, beyinleriyle duygularını kontrol etmeye başardıkça mutluluğa daha çabuk ulaşabilirler.
Bir insanın etnik kökeni veya dine dayalı yapısı veya savunduğu ideoloji ne olursa olsun dünyamızda Optimist (İyimser) ve Pesimist (Kötümser) dediğimiz iki çeşit insan mevcuttur. Pesimistler, sürekli karamsar tablolar ortaya koydukları için hiçbir zaman mutlu ve huzurlu olamazlar ve de çevrelerindeki iyi insanları da zamanla kaybederler.
Bundan başka bir de bencil tipler mevcuttur. Genelde bu tipler paylaşmasını bilmeyen bencil yapılı insanlardır. Bu insanlar kendilerini her konuda güçlü gören bir yapıya sahiptirler. Hele çevresindekilerin yalakalık ve dalkavukluklarıyla da şımaranlar kendilerini ilah gibi görmeye başlarlar. Şüphesiz bu tip insanlar, hem çevrelerini hem kendilerini mutsuz edeceklerdir.
İnsanların çoğu elde ettikleriyle mutlu olacaklarına elde edemedikleriyle mutsuz oluyorlar... İnsan olarak bazen çok önemli olan değerleri ihmal ederiz... Yakınımızdaki bizim için çok önemli olan değerlerin bile farkında olmayız. Zamanında hiç aklımıza getirmediğimiz bu değerleri, her nedense kaybettiğimizde fark edebiliyoruz. Ne yazık ki elimizde sahip olduğumuz değerleri fark edip, mutlu olmayı da beceremiyoruz...
Bir insan bir gözünü iki milyara vermez, diğer uzuvlarını da hesap ettiğimizde bir insanın bedensel olarak bile "trilyonlarca" lira değere sahip olduğu görülür. Ama, insanoğlu hiçbir zaman sahip olduklarını fark etmez ve düşünmez.
İnsan, bütün mal varlığını kaybetse bile kendine yaratıcısı tarafından bedava verilen bu vücutla yeniden ihtiyacı olan bir çok şey elde etme imkanına kavuşabilir.
Polyanna felsefesi ve Dale Carnegie’nin kitabının temel felsefesi de İslam’daki kader anlayışıyla uyum göstermektedir. İslam’ı gerçek anlamda yaşayan insanların aşırı endişe etmeleri ve mutsuz olmaları söz konusu olamaz.
Fazilet sahibi insanlar, ekonomiyi amaç değil, araç olarak kabul ederler. Paylaşmayı insan olmanın bir gereği sayarlar. Bencillik ve cimrilik yapmazlar. Yardımlaşma onların hayatının bir parçası olur. Problemlerin kaçınılmaz sonuçlarının karşısında isyan etmez, çözebildiği kadar çare arar ve çözemediği noktada sonucu kabul eder ve huzur içinde hayatlarına devam ederler.
Kaçınılmaz üzüntülerimiz olduğunda kendimizi kontrol etmekte zorlandığımız olur. Örneğin: "Ölüm" herkes için üzüntü verici bir pratik olarak karşımıza çıkar.
Sevdiklerimizin ölümü tabi ki bizleri üzecektir. Ancak, burada da iki davranış biçimi sergilenmektedir. Birinci davranış biçimi: Kendimizi üzüntüye bırakıp, hayatımızı perişan ederek, hem kendimize hem çevremize zarar vermek.
İkinci davranış biçimi ise, üzüntümüzü kontrol ederek, ölüm olayının bir bitiş ve kayboluş değil, başka bir boyuta geçiş olduğunu kabullenmek. Bu şekilde davrananlar, ölen kişinin de başka bir dünyada devam eden bir hayatı olduğunu düşünerek rahatlar. Dahası, ölüm korkusu ve endişesi de azalır.
Bu davranış biçimini, daha çok İslam’ı içselleştirmiş ve de yaşam biçimi haline getirebilmiş, düzgün karakterli ve mütevazı insanlarda görebilmekteyiz. Bu insanların mutlu ve huzurlu olmaları daha kolay olmaktadır.
Burada da görüldüğü gibi, endişe ve üzüntülerimiz olayın kendisinden kaynaklanmıyor; olay hakkındaki düşüncelerimizden ve bakış açımızdan kaynaklanıyor.
Bu anlatılanlar İslam Felsefesi olarak Kur’an’da mevcuttur.
İlk halledilmesi gereken sorun düşünüş biçimidir. Mutlu olmak istiyorsak zor da olsa bakış açımızı değiştirmeliyiz. Bakış açımızın davranışlarımıza yön veren etkisi, hayat içindeki fonksiyonlarımızın temel kaynağı olacaktır.
Şüphesiz ki Medeniyetler, din, bilim ve sanat felsefesi üzerine kurulmadığı müddetçe insanların materyalist bir hayatın malzemesi konumundan kurtulmaları zordur.
Materyalist bir sosyoekonomik yapı içerisinde insanların mutlu ve huzurlu olması da güçtür. Olumsuz ekonomik şartlara rağmen İslam felsefesini yaşam biçimine dönüştürebilirsek huzur ve mutluluğu yakalayabiliriz.
Endişesiz ve üzüntüsüz, mutlu bir hayat dileğiyle…
Raşit Anaral