USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BÄ°ST 0.000
Gündem

Gelecek dönemde en güçlü ihtimal, Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin yeniden tanımlanması olacak

Prof. İrfan Kaya Ülger, "Önümüzdeki dönemde en güçlü ihtimal, (Türkiye ile AB arasında) ilişkilerin yeniden tanımlanması olacak. Bunun adının imtiyazlı ortaklık veya başka bir şey olması gerekmiyor." dedi.

Gelecek dönemde en güçlü ihtimal, Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin yeniden tanımlanması olacak
09-02-2021 16:36
Google News
Ankara

Türkiye’nin Avrupa BirliÄŸi'ne üyelik baÅŸvurusunu yaptığı 1959’dan bu yana 62 yıl geçti. Menderes hükümetinin baÅŸvurusu, özellikle Turgut Özal’lı yıllar ve sonrasında gelen birçok Türk hükümetinin gösterdiÄŸi çaba, Türkiye’nin AB’ye tam entegrasyonu konusunda henüz sonuç vermiÅŸ deÄŸil.

2004'te baÅŸlayan tam üyelik müzakereleri, 15 Temmuz 2016’da gerçekleÅŸen darbe giriÅŸimi sonrası adeta buzluÄŸa kaldırılmış durumda. Demokrasisi büyük badireler atlatmış Türkiye, son 5 yıldır buzların çözülmesi için yoÄŸun çaba sarf ediyor.

Son olarak CumhurbaÅŸkanı Recep Tayyip ErdoÄŸan’ın AB Komisyonu BaÅŸkanı Ursula von der Leyen ile yaptığı görüşmede, Türkiye’nin geleceÄŸini Avrupa’da gördüğünün altını çizmesi, önemli bir adım olarak deÄŸerlendiriliyor.

AB tarafı ise son 4 yıldır Ä°ngiltere’nin Brexit ile Birlik'ten ayrılma süreci ve mülteci krizinin gölgesinde geleceÄŸini arıyor.

Yeniden normale dönmeye çalışılan Türkiye-AB iliÅŸkilerini, AB ve Balkanlar uzmanı olan Kocaeli Ãœniversitesi Ä°ktisadi ve Ä°dari Bilimler Fakültesi (Ä°Ä°BF) Uluslararası Ä°liÅŸkiler Bölümü BaÅŸkanı Prof. Dr. Ä°rfan Kaya Ãœlger’e sorduk.

"Türkiye, ne kadar pahalıya mal olursa olsun Kıbrıs davasını destekledi"

Türkiye-AB ilişkilerinde 3 Ekim 2005'te tam üyelik müzakerelerine geçiş önemli bir adımdı. Öncesinde Gümrük Birliği ve benzeri süreçler yaşanmıştı. Bizim, AB ile olan ilişkilerimiz 60 yılı geçti ama bir türlü neticeye ulaşamıyoruz. Son durumu anlatır mısınız?

Türkiye ile AB arasında tam üyelik müzakereleri aday ilan edilmesinin ardından 5. senede gerçekleşti. Türkiye, Aralık 1999'da Helsinki zirvesinde AB'ye aday ilan edilmişti. O tarihte başbakanlık görevini üstlenen Bülent Ecevit, "Ön koşul kabul etmeyeceğiz." demişti fakat daha sonra müzakerelere başlamak için Türkiye'nin Kıbrıs'ta yapıcı bir çizgi ve politika lehine tavır koyması talep edildi.

Ege'deki Yunanistan'la anlaşmazlıkların da 5 yılda çözüme kavuşturulamaması halinde Uluslararası Adalet Divanına götürülmesi teklifini, Türkiye zımnen kabul etmiş oldu. Fakat sonraki zamanlarda Yunanistan'ın bu yönde bir girişim başlatmadığını görüyoruz ve müzakereler, 3 Ekim 2005'te başladı. AK Parti hükümetinin işte o tarih itibarıyla 3. yılında müzakereler başladı.

Tabii ilk 1 yıl tarama süreciyle geçti. Türk hukuku, Türk mevzuatı AB'nin "Acquis Communautaire" dediğimiz müktesebatıyla hangi oranda uyumlu, bunun tespiti yapıldı ve sonra müzakere başlıkları konusu gündeme geldi. O zamana kadar Türkiye'de kamuoyu, çok güçlü şekilde AB'ye katılma yönünde olumlu beklentiler içerisindeydi. Bunun hemen 1-2 yılda müzakerelerin başlamasından sonra kırıldığına tanık olduk.

Türkiye 2006'da ilk sürprizle karşılaÅŸtı ve ilk protokolün Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'ne (GKRY) teÅŸmil edilmesi konusunda, Türkiye ile AB arasındaki anlaÅŸmazlık bahane gösterilerek, 2006'da 35 müzakere baÅŸlığının 8’i AB Bakanlar Konseyince bloke edildi. Ardından (Fransa CumhurbaÅŸkanı Nicolas) Sarkozy döneminde 5 müzakere baÅŸlığının daha blokaja takıldığını görüyoruz ve 2009’da GKRY, 6 müzakere baÅŸlığını engelledi.

Sarkozy’den sonra Fransa’da François Hollande cumhurbaÅŸkanlığı görevine geldi. O dönemde Fransa, blokajları gevÅŸetti. Åžu an itibarıyla müzakere çerçeve belgesinde öngörülen 35 müzakere baÅŸlığından 16’sını açmış durumdayız. 14'ü halen bloke vaziyette. En son baÅŸlığı 2016'da açtık ve o günden bugüne yeni bir baÅŸlık açılmadı. Vaziyet ÅŸudur; müzakerelerde hukuken de jure olarak müzakereler devam ediyor fakat fiilen de facto olarak müzakereler aslında durmuÅŸ vaziyette.

Çok iyi bir tanımlama yaptınız. Hukuken devam ediyor ama fiilen durmuÅŸ vaziyette. Bu durgunluÄŸu da toplumun tüm kesimleri hissediyor. Birtakım görüşmeler, ziyaretler oluyor ama 2016’dan bu yana hiçbir hareket yok. Bu donmanın temel sebebi nedir sizce?

Aslında belki daha geçmiÅŸe gitmek lazım. Müzakere Çerçeve Belgesi’ne bakmak lazım, yani müzakereler nasıl yürütülecek? Bu konuda 3 Ekim 2005'te böyle yolda kılavuzluk niteliÄŸi taşıyan Müzakere Çerçeve Belgesi'ne baktığımızda, aslında biraz teknik yapısı, gerçekçi bir bakış açısıyla incelediÄŸinizde söz konusu çerçeve belgesiyle tam üyelik mümkün olmaz sonucu çıkarılabilir. Çünkü pek çok AB zirvesinde, Türkiye'ye karşı hiçbir ayrım yapılmayacağı, diÄŸerlerinin (eski VarÅŸova Paktı, Sovyet ardılı, eski Yugoslavya ardılı DoÄŸu blokunun) AB'ye katılması aÅŸamasında onlar hangi koÅŸullara tabi olmuÅŸsa, Türkiye de aynı koÅŸullara tabi olacak ÅŸekilde taahhütler yapıldı. Fakat pratikte bunun sorunlarla karşılaÅŸtığını ve pratiÄŸe yansıtılmadığını görüyoruz.

Bunun bir örneği de Müzakere Çerçeve Belgesi. Çünkü diğer ülkelerde yapılan müzakerelerde, müzakerelerin açılması esnasında ve bir de kapanması esnasında bir oylama yapılıyordu. Oysa Müzakere Çerçeve Belgesine göre, Türkiye'de her bir müzakere başlığının açılması aşamasında oy birliği, konsensüs ve yine kapanması aşamasında aynı şekilde konsensüs isteniyor. Bu durumun bizi en başta zora sokacağı belli idi ve nitekim bunun yansımalarını daha sonraki aşamalarda da gördük.

Temel sebep aslında, en önemli sebeplerden birisi, Kıbrıs meselesi. Åžimdi Kıbrıs’a böyle pozitif ve negatif yönden bakabiliriz. Bir taraftan 1974'te Türkiye'nin Kıbrıs'a müdahale etmesi, garantörlük haklarının bir sonucu. 1959-60 Londra, Zürih müzakereleri çerçevesinde ortaya çıkan temel metinlerin doÄŸal bir sonucu. Bir taraftan Türkiye hak ve çıkarlarını korudu. Kıbrıs'taki soydaÅŸlarının hak ve çıkarlarını korumak için buraya müdahale etti. Bunun çok ağır faturasıyla karşılaÅŸtı. O dönemde iÅŸte DoÄŸu bloku, Batı bloku, baÄŸlantısız ülkeler, Arap dünyası, Ä°slam dünyası hepsi Türkiye'nin müdahalesine karşı çıktı ve bu çerçevede Türkiye, diplomasinin inceliklerine vakıf oldu ve ne kadar pahalıya mal olursa olsun Kıbrıs davasını destekledi, desteklemeye devam etti.

Åžimdi burada AB sürecinde, Kıbrıs sorununun tekrar karşımıza çıktığını görüyoruz. Ä°ÅŸte bu 8 müzakere baÅŸlığının engellenmesinin sebebi, 'Kıbrıs Cumhuriyeti' ismini itirazi bir kayıtla, bir çekinceyle kabul ettik. Buradaki Kıbrıs Cumhuriyeti'nden biz, 'Ada’nın güneyindeki Kıbrıs Rum Yönetimi'ni anlıyoruz' diye bir kayıt koyduk ve temel mesele, temel ihtilaf buradan çıktı. 8 müzakere baÅŸlığının bloke edilmesinin sebebi bu. Sonraki zamanlarda da Avrupalıların, Türkiye konusunda müzakerelerin baÅŸlatılması konusunda böyle zor karar verdiklerini gösteren iÅŸaretler ortaya çıktı. Bir taraftan müzakerelerin baÅŸlanması isteniyor, öbür taraftan da onun sonuçlanması ve nihai hedefine gitmesi engelleniyor. Avrupa aslında müzakereleri baÅŸlatmakla, Türkiye'yi Batı kontrollü denetimi altında olan bir devlet konumunda tutmak istedi ve buna muvaffak oldu. Bu Müzakere Çerçeve Belgesi’nde zaten tam üyelik hedefinin gerçekleÅŸme ihtimali düşüktü. Bunun belki zamanla revize ettirilmesi ve tartışmaya açılması gerekebilirdi. Avrupa'nın karşı karşıya kaldığı sorunlar ve uluslararası siyasi sistemdeki geliÅŸmeler, tüm bunları engellemiÅŸtir.

"Türkiye'nin Kıbrıs'a müdahalesine Arap ülkeleri de karşı çıktı" dediniz herhalde tamamı değil, bazı Arap ülkelerini kastediyorsunuz? Çünkü Libya'nın o dönem destek verdiği biliniyor."

Åžu anlamda söyledim; Kıbrıs Cumhuriyeti, BaÄŸlantısızlar Hareketi Bandung Konferansı ile kurulan DoÄŸu ve Batı blokunun dışında BaÄŸlantısızlar Hareketi'nin bir üyesiydi. Arap coÄŸrafyasındaki ülkelerin büyükçe bir kısmı da bu harekete üyeydi. BaÄŸlantısızlar da o tarihlerde açıklamalar yaptı. Tabii Libya gibi münferit örnekler var. Türkiye, o tarihlerde Arap dünyasına, Orta DoÄŸu'ya, Ä°slam dünyasına daha mesafeli davranıyordu. Sonradan 1980’den sonra bu coÄŸrafyaya yönelik açılımlar da yaptı. O tarihte, sizin bahsettiÄŸiniz gibi, hem DoÄŸu bloku hem Batı bloku hem baÄŸlantısız ülkeler karşı çıktı. Libya gibi istisna Türkiye’yi destekleyen ülkeler de oldu.

"Türkiye'de AB konusunda 2 bakış açısı var"

Hocam tam üyelik müzakereleri meselesi, bizim toplumumuzda da AB'ye bahsettiÄŸiniz gibi 2000’li yıllarda bir umut olarak baÅŸlamıştı. 2005'te ortam da çok iyiydi ama ÅŸu an geldiÄŸimiz noktada, tam üyelik müzakereleri konusunda pek inanç kalmış gibi görünmüyor. Siz nasıl görüyorsunuz bu konuyu? Burada bahsettiÄŸiniz gibi Avrupa'nın kendi iç sorunları, uluslararası konjonktür, tam üyelik rasyonel bir hedef mi yoksa daha önce Sarkozy'nin imtiyazlı ortaklık açıklaması vardı. Türkiye, tam üye olabilecek mi gerçekten? Siz, Avrupa'nın reflekslerini göz önüne aldığınızda ne görüyorsunuz, yoksa boÅŸa mı kürek çekiyoruz?

Tabii AB, yakın zamana kadar belli bir cazibe merkezi iÅŸlevi görüyordu. Artık AB'nin gelecek perspektifi belirsiz hale geldiÄŸi için AB ülkelerinde bile bir negatif bakış açısı söz konusu. Åžimdi Türkiye'de AB konusunda 2 bakış açısı var. Biri, AB'ye katılacağız tüm sorunlarımız çözülecek ve Batı’nın ileri ülkeleri seviyesine AB'ye katılmakla ulaÅŸmış olacağız. Ä°kincisi de AB'nin böyle sömürgecilerin, emperyalizmin yeni versiyonu olarak gören bir bakış açısı. Yahut dünyanın pek çok yerini eskiden yaÄŸmalayan ve oralarda emperyalizm uygulayanların olduÄŸu yeni bir yönetim biçimi ÅŸeklinde ideolojik deÄŸerlendirmeler. DoÄŸrusu gerçeÄŸi böyle tespit etmeye çalışıyoruz.

Türkiye'nin AB'ye katılma yönünde iradesi, bana göre doğru bir karar. Neticede birdenbire şekillenmedi, bunun arka plan bilgileri var çünkü 90 yıllık Cumhuriyet tarihine baktığımızda, işte bugün itibarıyla 97. yılı geride bıraktık. Türkiye, kendi başına çağdaş normlara ulaşmada zorlanıyor ve gecikmeler yaşıyor. Türkiye'nin çok partili hayata geçmesi de Batı baskısıyla olmuştur. 1946'da Avrupa Konseyinin kuruluş hazırlıklarının yapıldığı dönemde, Türkiye'ye "bu oluşumda yer almak istiyorsanız çok partili hayata geçmeniz gerekiyor" şeklinde empoze yapılmıştır. Ve o tarihte yeni bir siyasi parti kurulması halinde macerayla karşılaşabileceğini düşünenler, parti kurmamışlardır ve CHP içinden 4 milletvekili ile Demokrat Parti kuruldu. O tarafı biraz iç siyasi gelişmelere ilişkin bir konu fakat çok partili hayata geçişimizi Avrupa Konseyi örgütünün yaptığı baskı sağlamıştır.

Åžimdi Türkiye'nin demokratikleÅŸmesi, temel hak ve özgürlükler bakımından belli bir seviyeye gelmesi, Türkiye'nin iktisadi bakımdan kalkınması için mevzuatını çaÄŸdaÅŸ seviyeye ulaÅŸtırmasında da AB'nin olaÄŸanüstü ölçüde katkısı olmuÅŸtur. Mesela, Gümrük BirliÄŸi'nin kurulması öncesinde 1 Ocak 1996, Türkiye'ye gelen yabancı sermaye yatırımlarının yıllık miktarı 1 milyar doların altındadır. Gümrük BirliÄŸi’nden sonra bunun hızlı ÅŸekilde yükseldiÄŸine tanık oluyoruz. Tam üyelik müzakereleri öncesinde de bu trend devam etmiÅŸtir; Türkiye, "aday ülke" ilan edildikten sonra ve müteakiben aday ilan edilmesiyle artmıştır ve Türkiye'de o dönemlerde fert başına gelir 2-3 bin dolar iken birden 10 bin dolar seviyelerine çıkmıştır. Son dönemlerde biraz azalmış olsa da Türkiye, orta gelir kuÅŸağını yukarıya doÄŸru kırma trendine girmiÅŸtir. İçinde bulunduÄŸumuz dönemlerde biraz aÅŸağı biraz yukarı gidiyor. Buralarda AB’nin katkısı yadsınamaz vaziyette.

Yine Türkiye'de hukuk mevzuatı, Avrupa ülkeleri seviyesine ulaşmıştır. Müzakereler, bu işin teknik boyutunu oluşturuyor. Müzakerelerin öncesinde de Türkiye Katılım Ortaklığı Belgesi ile taahhüt altına girdiği yükümlülükleri, ulusal programlarla uygulamaya aktarmıştır. Aslında bugün, Türkiye'deki tüm kamu kurumlarında, belediyelerde AB daireleri, AB başkanlıkları, AB uyum ofisleri vardır. Türkiye, kelimenin tam anlamıyla AB sürecinde bir transformasyon ve değişim yaşamıştır. Türkiye'de askeri vesayet bitmiştir. NATO ülkelerinde İtalya'da nasılsa, Fransa'da nasılsa o seviyeye gelmiştir. Bir darbe tehdidi, teknik olarak buna yol açabilecek hukuki bakımdan bir mevzuat değişikliği yoluyla o yol kapatılmıştır.

Burada AB sürecinin katkısı yadsınmaz ama öte taraftan 2006'da müzakere başlıklarının bloke edilmesinden sonra da Türkiye'de AB'ye duyulan kuşkunun arttığına tanık oluyoruz ve "Türkiye'nin oyalandığı, aslında AB'ye alınmak istenmediği" şeklinde kamuoyunda güçlü bir eğilim ortaya çıktı. Bunun gerçeklik temelleri var mı yok mu diye karşı tarafa gidip baktığımızda, AB tarafında da aslında Türkiye konusunda bir müphemiyet, belirsizlik ortaya çıktığı görülüyor. Bu sadece Türkiye'yle bağlantılı bir konu değil.

AB'nin geleceği konusunda da aslında bütünleşmenin bundan sonra ne tarafa gitmesi gerektiği konusunda da üye devletler arasında da görüş ayrılıkları var. Şimdi Avrupa'nın iç sorunlarına baktığımızda 2004-2005 itibarıyla o zamana kadar yükselen trendin, bu tarihte duraklamaya girdiğini görüyoruz. Sebepleri pek çok, belki bir düzineye yakın. Birkaç tanesini söylemek gerekirse, büyük bölümü eski doğu bloku ülkelerinden oluşan ülkeler içeri alındı, 12 tane. Bunların içerisinde hür dünyadan sadece GKRY ve Malta var. Diğerlerin hepsi ya Varşova Paktı ya Sovyetler Birliği veya eski Yugoslavya ardılı devletler. Bunların AB'de absorbe edilmesi, uyumlaştırılması oradaki refah toplumu göstergelerini aşağıya çekti. Sebeplerden biri bu.

İkincisi, tabii bir taraftan Avrupa birleşiyor. 45'lerde ayrılan demir perde ortadan kalkıyor. Siyasi bakımdan tamam fakat iktisadi bakımdan bunun yansımaları, Avrupa'da ortalama refahı düşürdü. Avrupalılar tek devlete gitmek istiyorlardı. Bu, Avrupa Birleşik Devletleri mi yoksa Avrupa Federasyonu mu olacak, bu konuda kendi aralarında uzun müzakerelerden sonra tedricen federasyona gitme eğilimi baskın çıktı. Bunun için 2002'de bir konvansiyon kurucu meclis toplandı ve Avrupa anayasasını hazırladı. Bu anayasayı, Fransa ve Hollanda 2005'te reddetti. Şimdi gelecek perspektifi böyle belirsiz hale geldi anayasanın reddedilmesiyle.

Üçüncü sebep, Avrupa ülkelerinde daha önceden marjinal konumda olan, sınırlı biçimde destek bulan aşırı milliyetçi yabancı düşmanı zenofobik, İslamofobik siyasi akımlar güçlenmeye başladı ve bunların seçimlerde kamuoyu desteği daha önce 3-5 puanlarda seyrederken, birtakım ülkelerde ana muhalefet partisi haline geldiler ve Avrupa'da esas gövdeyi oluşturan sosyal demokrat partiler, Hristiyan demokrat partiler desteği kaybetmemek için bu söylemleri kendileri de telaffuz etmeye başladı.

Avrupa'da içinde bulunduÄŸumuz son 10-15 yılda marjinal eÄŸilimlerin, marjinal siyasi hiziplerin güçlendiÄŸine tanık olduk. Bunlar, Avrupa Parlamentosu seçimlerinde 2014’te ve 2019’da parlamento içerisinde de temsil edildi. Bu da gelecek perspektifi bakımından bir olumsuzluk ortaya çıkarttı. Bunu destekleyen bir baÅŸka geliÅŸme, Arap Baharı sonrasında pek çok yerden Avrupa’ya mülteciler ulaÅŸtı. Türkiye üzerinden Ege adalarından, Ä°talya’dan ve Ä°spanya üzerinden. Avrupa’da yabancıların görünürlükleri arttı. Bir de Avrupa ülkelerinde mesela Ä°ngiltere’de, Ä°ngiliz uluslar topluluÄŸu, Fransa’da Frankofon ülkeler, Almanya’da Türkler gibi zaten eskiden beri var olan azınlıklara ilave olarak bu yeni Arap Baharı sonrasında mülteci akını, Türkiye'ye karşı bakışı ve genel olarak içe kapanma eÄŸilimlerini etkiledi.

Türkiye’ye negatif bakış güçlendi ve yabancılara karşı her ne kadar hukuki bakımdan sorun olsa da negatif bakış öne çıkmaya baÅŸladı. Çünkü hukuk diyor ki; ayrım yapmayacaksın. Neye göre? Irka, dine, dile, mezhebe göre. Fakat fiiliyatta ise Avrupa vatandaşı olan, Fransa vatandaşı olan, orada doÄŸup büyüyen ama rengi bir ÅŸekilde eski sömürgeden geldiÄŸi için siyahi olanlara karşı ayırım yapıldı. Ä°ÅŸte Fransa, daha pek çok ülkede Ä°ngiltere’de, Hollanda’da buna tanık oluyoruz.

Bir baÅŸka geliÅŸme, Avrupa içerisinde bütünleÅŸmenin nereye gideceÄŸi konusundaki görüş ayrılıkları giderilemedi ve bütünleÅŸmeyi frenlediÄŸi ithamıyla, suçlamasıyla karşı karşıya kalan Ä°ngiltere, popülist bir söylemin peÅŸinden giderek 23 Haziran 2016’da referandum yaptı. Brexit referandumunda yüzde 51,9’la Ä°ngiltere ayrılmaya karar verdi. Ayrılma müzakereleri 2 yıl sürdü. Ayrılma anlaÅŸmasının onaylamasında Ä°ngiltere’de 3 hükümet deÄŸiÅŸti. Ä°ngiltere, hukuken AB'den ayrıldı. Gelecek konusunda da böyle negatif bir perspektif var. Ä°ngiltere’yi baÅŸka ülkelerin takip etme ihtimalleri düşük olsa da var. Ä°ÅŸte tüm bu konjonktür ve koÅŸullar içerisinde içeriye katılan 12 ülke kadar coÄŸrafi ve nüfus gücü olan Türkiye’nin AB'ye katılması ve bu konuda Avrupalarla bir konsensüs saÄŸlanmasının güçlükleri var. Stratejik bakanlar, Türkiye’nin AB'ye katılması halinde AB'nin siyasi bakımdan güçleneceÄŸini düşünenler, diÄŸerlerini ikna edemiyor.

"Türkiye, içeri katılmak için yapılması gereken her şeyi fazlasıyla yaptı"

Bunların sayısı az mı yoksa özgün ağırlıkları mı yetersiz?

Avrupa’da aslında AB'de, 1990’a kadar patron yani bütünleÅŸme hareketinin patronu Fransa’ydı. 90’da iki Almanya’nın birleÅŸmesinden sonra Almanya’nın öne geçtiÄŸini, dominant pozisyona ulaÅŸtığını görüyoruz ve Almanya, AB adına dış dünyada çıkarları da koruyor. Åžimdi Almanya’da da (Eski Åžansölye Gerhard) Schröder döneminde, Türkiye’nin katılmasını isteyen siyasi bir irade vardı. İçinde bulunduÄŸumuz dönemde, (Åžansölye Angela) Merkel iktidarının ilk yıllarında, Türkiye’ye tepki ortaya çıktı ama daha sonraki zamanlarda biraz daha AB’nin çıkarları çerçevesinde Türkiye'yle iliÅŸkilerin saÄŸlıklı ÅŸekilde yürütülmesi, yönlendirilmesi görüşü ağır bastı.

Türkiye konusunda Avrupa tam ikiye bölünmüş vaziyette. Ä°ÅŸte en çok Avrupa içerisinde Türkiye’yi destekleyen ülkeler ki bunların başında Ä°ngiltere geliyor, o dışarda kaldı. Ä°ÅŸte Ä°spanya, Ä°talya, Malta gibi ülkeler. En çok karşı çıkanlar da Avusturya, Fransa gibi ülkeler. Bunların yanında diÄŸerleri zaman zaman farklı kombinasyonlar ortaya koyabiliyor. Avrupa’da Türkiye konusunda bir görüş birliÄŸi saÄŸlanabilmiÅŸ deÄŸil, bunu söyleyebiliriz. Ayrıca bunu saÄŸlamış olsalar iÅŸ çok daha kolaylaÅŸacak fakat sorun, tek bununla da bitmiyor. AB'ye Türkiye katıldığında mesela bir kaygı var; 'Türkiye kanalıyla çok sayıda Orta DoÄŸu'dan Avrupa’ya göç olacağı ÅŸeklinde, Orta DoÄŸu'nun sorunlarının Avrupa'ya taşınacağı' ÅŸeklinde kaygı var. Bunların gerçek olması gerekmiyor fakat bunlar Türkiye-AB iliÅŸkilerine karşı çıkanlar tarafından güçlü biçimde kullanılıyor.

9 Ocak’ta CumhurbaÅŸkanı ErdoÄŸan, AB Komisyonu BaÅŸkanı Ursula von der Leyen ile video konferans görüşmesi yaptı ve orada altını çizerek, Türkiye’nin yerinin Avrupa olduÄŸunu bir kez daha ifade etti. Yine ocak sonlarına doÄŸru DışiÅŸleri Bakanı Mevlüt ÇavuÅŸoÄŸlu'nun Brüksel’de temasları vardı ve o da AB DışiÅŸleri ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josef Borrell ile görüşmesinde olumlu mesajlar verdi. Bu görüşmeler her ne kadar AB’nin kafa karışıklığının giderilmesi için yapılsa da karşı taraftaki endiÅŸeler bir türlü bitmiyor. Sizce bütün bu olumlu atmosfer, yakın vadede sorunları çözülebilecek mi?

Aslında Türkiye, AB'ye 2004’te katılan 10 ülke, 2007’de katılan Bulgaristan, Romanya, 2013’te katılan Hırvatistan, bu ülkelerin AB’ye katılma esnasında "Acquis Communautaire" dediÄŸimiz AB müktesebatını yerine getirme yükümlülüğünü bugün itibarıyla fazlasıyla yapmış durumda. Mevzuat uyumu anlamında Türkiye, Gümrük BirliÄŸi’nden bu zamana kadar devasa mesafe katetti. Bunun olumlu yansımalarını da bazı sektörlerde gördük. Tabii bazı sektörlerde, Türkiye’nin yaÅŸadığı iç sorunlar nedeniyle geriye gitmeler oldu. 2016'da darbe teÅŸebbüsü oldu. Bu teÅŸebbüsün ardından devlete karşı isyanla mücadele için özüne dokunulmadan olaÄŸanüstü hal koÅŸullarında bazı özgürlükler sınırlandırıldı. Buna, Avrupa’nın eleÅŸtirilerine tanık oluyoruz. Bunlar belki de hayati ehemmiyet taşımayan ve aşılması kolay olan konular. Türkiye, içeri katılmak için yapılması gereken her ÅŸeyi fazlasıyla yaptı, Türkiye-AB iliÅŸkiler konusunda önümüzde üç seçenek var.

Birincisi; Avrupa’nın tırnak içinde "imana gelmesi". "Türkiye’ye çok haksızlık yapıldı" diye olumlu bir tavır, tutum, irade ortaya koyması ve kısa sürede geriye kalan baÅŸlıkların tamamlanması. Avrupa böyle bir irade ortaya koyarsa hemen iki yılda Türkiye’nin AB'ye katılması iÅŸten bile deÄŸil. Her sektör, kelimenin tam anlamıyla uygulamada hazır, tabii eksiklikler de pek çok noktada var. Onlar hızlı ÅŸekilde ortadan kaldırılabilir. Birinci seçenek bu fakat bunun olaÄŸan koÅŸullarda böyle gerçekleÅŸme ihtimali çok düşük gözüküyor. OlaÄŸanüstü bir uluslararası geliÅŸme olursa ancak Avrupa, Türkiye konusunda negatif bakışını deÄŸiÅŸtirirse o zaman mümkün olabilecek.

Ä°kinci seçenek, Türkiye’de "Avrasyacı" olarak kendini tanımlayanların gündeme getirdiÄŸi görüş, "Avrupa ile bütün baÄŸlantılarımızı koparalım ve Rusya, Çin ve Ä°ran’la Türkiye, bir Avrasya devleti olarak doÄŸuya açılsın." Bu da çok hayatın gerçekleriyle çok örtüşmüyor ve geniÅŸ kitleler tarafından zaman zaman dile getiriliyor, deÄŸiÅŸik versiyonları ile benimseniyor olsa bile bu da bir diÄŸer ekstrem görüş olarak karşımıza çıkıyor.

Üçüncü seçenek de AB ile iliÅŸkilerin bu zamana kadar olan geçmiÅŸini de dikkate alarak yeniden tanımlanması. Ä°ÅŸte bu noktada Avrupa’nın ve Türkiye’nin uluslararası toplumun geliÅŸmeleri önem taşıyor. Benim kanaatime göre, bu saatten sonra Türkiye’nin AB'ye katılması veya dışarda kalması çok da fazla bir ÅŸey deÄŸiÅŸtirmeyecek çünkü dışardan bile biz Türkiye olarak, AB standartlarını birtakım alanlarda geriye gitmiÅŸ olmamıza raÄŸmen yakalamış durumdayız, yakalayabiliyoruz. Mesela tek paraya geçme kriterlerini dış borcun gayri safi milli hasılaya oranı, azami olarak yüzde 60 olacak. Mesela biz çok iyi durumdaydık hatta Avrupa para birliÄŸi içindeki ülkelerden bile iyi durumdaydık. Daha sonra Suriye’deki çatışmalar, terör, tedhiÅŸ olayları, darbe teÅŸebbüsü gibi meseleler, ekonomik sıkıntılar birtakım konularda bizim AB'ye uyum bakımından saÄŸladığımız mesafenin geriye gitmesine yol açtı.

Åžunu söylemek istiyorum; bundan sonra Avrupa’yla yapılması gereken iliÅŸkileri yeniden tanımlamaktır. Benim tahminime göre, tam üyeliÄŸin türevi niteliÄŸinde 2004'te EFTA ülkeleri ile (Avrupa Serbest Ticaret BirliÄŸi) AB arasında imzalanan Avrupa Ekonomik Alanı anlaÅŸması var. Ä°ÅŸte o anlaÅŸmadaki hükümlerin bir benzerinin Türkiye bakımından da yürürlüğe girmesi ÅŸeklinde. Burada dört özgürlük var. Mesela Avrupa’yla bizim iliÅŸkilerimiz sadece Gümrük BirliÄŸi çerçevesinde sınırlı ölçüde, gümrük birliÄŸi ÅŸeklinde. Mallar sınırda serbest dolaşıyor, oysa dört özgürlükte mallara ilave olarak hizmetler, kiÅŸiler ve sermaye de serbest dolaşıyor. Bir de AB'nin böyle dış dünyadaki faaliyetleri, ortak dış güvenlik politikası ÅŸemsiyesi altında yürüttüğü faaliyetlere biz zaten NATO üyesi olduÄŸumuz için onların o faaliyetlerine muvafakat vermemizi öngören 2002'de bir düzenleme yapıldı. O boyutuyla da AB’nin faaliyetlerine dışarıdan katılabiliyoruz.

Benim tahminime göre, bundan sonra, bu ne zaman olacak bilmiyorum ama önümüzdeki dönemde, en güçlü ihtimal iliÅŸkileri yeniden tanımlama ÅŸeklinde olacak. Bunun adının "imtiyazlı ortaklık" veya baÅŸka bir ÅŸey olması gerekmiyor. Bir de Avrupa'nın kendi içinde ÅŸunu da görmemiz lazım; Avrupa artık tek tip bütünleÅŸmeden uzaklaÅŸmış durumda. Bir bakış açısına göre, merkezi ve çevre ülkeler gibi bir sınıflandırma var. Bir baÅŸka bakış açısına göre, hangi Avrupa diye sormak lazım çünkü birbirinden çok farklı katmanlaÅŸmış bir Avrupa’yla karşı karşıyayız. Mesela, AB ülkelerinden bazıları NATO ülkesi ve bunların bazıları NATO ülkesi deÄŸil. Bir kısmı askeri iÅŸ birliÄŸine sıcak bakıyor bir kısmı negatif bakıyor. 27 ülkenin 19’u avro kullanıyor. Eurozone’da, Euro Bölgesi’nde. Bazıları onun dışında ve kendi ulusal paralarını kullanıyor. Schengen sistemi var. AB üyelerinin dışında EFTA üyelerini de içeriyor bu sınır kontrollerinin kaldırıldığı sistem. Dışarıdan baktığımızda yeknesak tek tip bir Avrupa da yok aslında. Bu anlamda biz zaten Avrupa’nın içindeyiz.

İç içe geçen halka ÅŸeklinde düşünün, en dış halkada Türkiye var. Biraz daha en dıştan içeriye doÄŸru ikinci halkaya ve öbür taraflara gitme ihtimali seçeneÄŸi önümüzdeki dönemde ortaya çıkabilir. Avrupa’nın da bir transformasyon ve deÄŸiÅŸim yaÅŸadığını görmemiz lazım. EÄŸer pandemi olmasaydı 2020'de AB üyesi devletler ve AB organları, Avrupa’nın GeleceÄŸi Konferansı'nı toplayacaklardı ve burada bütünleÅŸme nereye gidiyor, bundan sonra ne yapmamız lazım, dış politikada, iç politikada, komÅŸularla iliÅŸkilerde, Türkiye konusunda, Batı Balkanlar konusunda bunu konuÅŸmaları için bir kurgu yapılmıştı. Avrupa yeknesak tek tip bir Avrupa deÄŸil. Artık kendi içinde farklılaÅŸan bir Avrupa var ve bu farklılaÅŸan Avrupa’da da yeni tanım yapılmak suretiyle Türkiye güçlü bir biçimde yerini alacaktır. Ben buna inanıyorum.

"Türkiye, Ä°ngiltere’nin yerini alabilecek bir ülke"

Hocam, "Ä°liÅŸkilerin yeniden tanımlanması" kavramı bence çok doÄŸru bir tanımlama oldu. Yıllardır tam üyelik için koÅŸturuyoruz hem karşı taraf hem biz bu konuda bazı adımlar atıyoruz ama bizde de karşı tarafta da ne olacağına dair bir bilinmezlik var. Belki bizdeki durum daha net. BahsettiÄŸiniz gibi kriterlerin yerine getirme konusunda 2004’te üye olan ülkelere nazaran çok daha iyi durumdayız ancak Avrupa’nın endiÅŸesi bir türlü geçmiyor. Bu çerçevede baktığınızda, Türk halkının nasıl bir ruh hali içerisinde olmasını önerirsiniz? Hayal kırıklığı mı yaÅŸamalıyız yoksa daha rasyonel mi bakmamız lazım? VatandaÅŸ sizce nasıl bakmalı bu konuya?

Gelgit ÅŸeklinde. "Aslında belli dönemlerde Avrupa’ya katılacağız, tüm sorunlarımız çözümlenecek" ÅŸeklinde iyimser bakış açısı güçlüyken, belli dönemlerde tam tersi negatif, pesimist, kötümser bakış açısı güçlü oluyor. Aslında bu, Türkiye ile sınırlı da deÄŸil. Avrupa’nın içerisinde de AB genelinde de AB'nin geleceÄŸi konusunda belli dönemlerde negatif görüşlerin güçlendiÄŸini görüyoruz. AB'ye bakış açımızda perspektif olması açısından ÅŸunu konuÅŸabiliriz; AB nedir aslında? Bir ütopyanın, bir hayalin, bir projenin pratiÄŸe aktarılması. Tarih boyunca Avrupa’da devlet adamları, din adamları, generaller, filozoflar "bir araya gelelim, hepimiz Hristiyanız, hepimiz bir kolektif yapı kuralım" diye bu kategori görüşleri dile getirdi fakat 2. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan konjonktüre kadar bunu pratiÄŸe aktarmak mümkün olmadı.

AB aslında bir ütopyanın pratiÄŸe aktarılması. Tıpkı Türk BirliÄŸi; Turan gibi tıpkı "Ä°slam BirliÄŸi’ni kuralım, yahut Ä°srail’in projesi var; Arz-ı Mevud, Yunanistan’ın ütopik bir projesi var; Megali Ä°dea, Sırpların bir projesi var; bütün eski Yugoslavya üzerinde büyük Sırbistan" gibi. Åžimdi de "bu Batı'nın birliÄŸi, bizim burada ne iÅŸimiz var" diye bakabiliriz. Bu okuma çok normal fakat biz öte taraftan Batı’nın da bir parçasıyız. Sadece Osmanlı döneminde deÄŸil daha önceki zamanlarda da mesela Macaristan diye bir devlet var. Nedir bunun Ä°ngilizcesini bakıyorsunuz Hungary. Yani Hunlardan geliyor deÄŸil mi? Hunların ülkesi. Avrupa’nın tarihinde biz de varız ve Avrupa entegrasyonu içerisinde bu bakış açısıyla Türkiye’nin yer alması da yanlış bir ÅŸey deÄŸil.

AB içerisinde Türkiye yer aldığı takdirde mevcut dinamizmiyle, nüfus potansiyeliyle, giriÅŸimciliÄŸiyle hızlı ÅŸekilde Avrupa’da tam üye olarak katılması mümkün olursa, Ä°ngiltere’nin bıraktığı boÅŸluÄŸu doldurabilecek potansiyele sahip bir ülke, Ä°ngiltere’nin yerini alabilecek bir ülke. Ä°deolojik bakış açılarının daha çok hayatın gerçekleriyle örtüşmediÄŸi kanaatindeyim. Tercih olarak doÄŸru tabii ki. Osmanlı’nın son döneminde baÅŸlayan arayışın bir uzantısı. Neden küffar karşısında biz yeniliyoruz, biz kılıçları çekmiÅŸken adam hiç bize yaklaÅŸmadan çok uzaktan ateÅŸli silahlarla bizi periÅŸan ediyor. Nerede hata yaptık? Bu arayışın Cumhuriyet döneminin başında reformlar yapılmak suretiyle adaptasyonu yeni koÅŸullara uyarlanması.

Türkiye hem bir Ä°slam ülkesi hem bir Akdeniz ülkesi hem bir Karadeniz ülkesi ama aynı zamanda da bir Avrupa ülkesi ve Batı içerisinde ne derece yer alacağını kendi tercihleriyle belirleyecek bir ülke ve bu tercihleriyle 1959'dan bu zamana kadar siyasi irade olarak ortaya koydu. 31 Temmuz 1959’da Adnan Menderes hükümeti döneminde Türkiye, AET’ye katılmak için baÅŸvuru yaptı. O zamandan bugüne iradesini koruyor. Konjonktüre, koÅŸullara göre tam üyelik olur yahut bunun türevi olur, bunu Türkiye’deki siyasi irade, AB tarafı, müzakereleri neticesi bunun ne olacağını belirleyecektir. Ama önümüzdeki dönemde, Batı ile iliÅŸkilerimizin ÅŸimdikinden çok daha ileri seviyede olması, Türkiye’nin de arzusu, Avrupa’da da realist bakanlar ve Avrupa’nın bir vizyonu olduÄŸunu ileri süren siyasi akımlar, Türkiye’nin dışlanmasının Avrupa perspektifine zarar vereceÄŸi görüşünde. Önümüzdeki dönemde bunların netleÅŸeceÄŸini düşünüyoruz.

Åžimdi hükümet, tabii ki 15 Temmuz sonrasında ortaya çıkan bu negatif imaj, Türkiye’de temel hak ve özgürlüklere karşı mesafeli bir yaklaşım ortaya çıktı. Bunlara saygı gösterilmiyor ÅŸeklindeki olumsuz imajı ortadan kaldırmak ve aslında Batı normlarının güçlü biçimde ayakta olduÄŸunu, hukukumuzun bir parçası olduÄŸunu göstermek için bir giriÅŸim ve atılım baÅŸlatıyor. Bence çok doÄŸru bir çaba ve bunun Türkiye’ye karşı ön yargıların aşılmasına, kırılmasına katkı saÄŸlayacağını düşünüyorum.

Son olarak AB'nin geleceÄŸini nasıl görüyorsunuz? Pandemi olmasaydı Avrupa geleceÄŸini oturup tartışacak, konuÅŸacaktık. Bu noktada Ä°ngiltere’nin Brexit’le ayrılmasından sonra yeni ayrılmalar, yeni kopuÅŸlar bekliyor musunuz? Önümüzdeki dönemde nasıl bir Avrupa tasavvur ediyorsunuz?

2018'de Komisyon bu konuda "AB'nin geleceÄŸi ne olacak?" diye bir rapor yayımladı ve 5 seçenek ortaya çıkardı. Aslında daha fazla seçenek var. Ä°ngiltere’nin ayrılması, Avrupa entegrasyonu bakımından bir baÅŸka bakış açısına göre doÄŸru olmuÅŸ da olabilir. Çünkü Ä°ngiltere, bugüne kadar Avrupa entegrasyonun mesafe katetmesini hep engelliyordu, yavaÅŸlatıyordu. Tabii ki çok büyük bir parça koptu. Mesela, AB'deki en yoksul 18 ülkenin gayrisafi milli hasıla toplamı kadar Ä°ngiltere’nin gayrisafi milli hasılası büyüklüğü. Ekonomik bakımdan baktığımızda çok büyük bir parçanın AB’den ayrıldığını görüyoruz ama öte taraftan da bugüne kadar bütünleÅŸme hareketini yavaÅŸlatan Ä°ngiltere’nin ayrılması, atılım yapma fırsatı verdi denilebilir. Åžu an karşımızda AB’nin geleceÄŸi konusunda 6 seçenek var. Bunların belki bir kısmı ütopik, ayakları çok fazla yere basmıyor.

Hızlıca saymak gerekirse, hangisi bundan sonra Avrupa bütünleÅŸmesini yönlendirecek diye bakmak gerekirse birinci seçenek, "Seçmeli Avrupa". Ä°ngiltere’nin savunduÄŸu görüştü bu. AB içerisine katılan devletler, hangi politikaları istiyorlarsa onlara dahil olsun ve sadece onlardan sorumlu olsun. AB’nin mevcut bütünleÅŸmesini serbest ticaret bölgesi haline getirmeyi amaçlayan bir proje. Bunun olaÄŸan koÅŸullarda gerçekleÅŸme ihtimali düşük.

Ä°kinci seçenek; "idealist bir düşünce." Nasıl ki ABD’de 50 federe devlet var ve orada bir federal yapı var deÄŸil mi? Washington merkez. Dış politika ve savunma politikası Washington’dan yönetiliyor ama içeride 50 federe devlet var. Avrupa BirleÅŸik Devletleri projesi, ikinci proje. Bu da aşırı ütopik bir proje.

Üçüncü seçenek, çok vitesli Avrupa seçeneÄŸi. Dördüncü seçenek, deÄŸiÅŸken geometrili Avrupa. Sonraki seçenek, iç içe geçen halkalar sistemi ve son seçenek de esnek bütünleÅŸme ÅŸeklinde. Mevcut koÅŸullarda fiili görünüm, deÄŸiÅŸken geometrili Avrupa’ya uyarlılık taşıyor. AB adı altında bir araya gelenler, tek tip, yeknesaklıktan uzaklaÅŸmışlar, her birinin farklı angajmanları var. Benim tahminime göre, önümüzdeki dönemde Avrupa’da katmanlı, böyle iç içe geçen halkalar ÅŸeklinde entegrasyon olacak. Merkezde en ileri bütünleÅŸme seviyesini saÄŸlayan ülkeler, sert çekirdek olacak. Merkezin etrafında ikinci halkada ekonomik parasal bir Euro bölgesi, üçüncü halkada dört özgürlük bölgesi, dördüncü halkada da Gümrük BirliÄŸi bölgesi olacak. GidiÅŸat bu tarafa doÄŸru.

Türkiye, ÅŸu anda dördüncü halkada. Bu perspektifi esas aldığımızda Türkiye’nin Gümrük BirliÄŸi’nden içeriye, dört özgürlüğün saÄŸlandığı bölgeye, hatta önümüzdeki dönemde parasal birliÄŸe doÄŸru gitmesi mümkün olacak. Avrupa’nın mevcut yapısının da deÄŸiÅŸiminin konuÅŸulduÄŸu bir aÅŸamadayız. Onun için çok iyimser ve çok kötümser olmamak, biraz daha hatta pragmatik perspektiften bakmak gerekiyor görüşündeyim.

Kaynak: AA

dikGAZETE.com
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
ÇOK OKUNANLAR
ARŞİV ARAMA
PUAN DURUMU TÜMÜ
GÜNÜN KARİKATÜRÜ TÜMÜ
Günün çizgisi