"Unutmayın Araplar dünyanın en güzel insanlarıdır." dedi ve "Dünyanın en güzel Arapları" diye başlık atıp yazdı...
-Hemen buraya bir not: "Dünyanın en güzel Arapları" başlıklı bir yazıya, Gaziantep'te çöpten beslenmeye çalışan, kocasını savaşta kaybetmiş iki çocuklu bir kadının resmini koymak, "vurgu"nun "Bir kültür bir şehir başkalarına sofra kura kura göğe yükselir!" cümlesine dikkat içindir... Hele ki biri, "Komşusu..." değil de "Misafiri aç iken" bunu görmeyecekse!..-
Nihat Genç, başta Suriye eksenli ve geri dönecek bir ülkesi kalmamış insanların akın ettiği, bir kerre daha "tarihi göç dalgası"yla karşı karşıya kalmış bu ülkenin vicdanına sesleniyor.
-Kim ne derse desin, kimi yerlerini büyüterek, kimi yerlerin altını çizerek ya da siyahlaştırıp verdiğimiz bu yazılanları özetlemek, kısmak/kısaltmak yerine, tamamını alıntılamamız karşısında, ilgililerinin değil de dışarıdan başkalarının "hak" demesine karşılık, eğer böyle yapmazsak "hak yerini bulmamış olur" demekten başka yapacağımız bir şey yok!-Bu yazıda, bu coğrafyanın "harap oluş"una ve tarihine nasıl tanık oluşumuzla ilgili işaretler, insani his ve insana "çağrı" var...
İşte o yazı...
Metroların hizmete girmesi İstanbul trafiğinde hafif de olsa hissedilmeye başlandı. Az da olsa bu hafifleme belirtileri mucize bir haber. Bir rüya görün ve açılmakta olan yeni metrolarla trafiğin biraz daha normalleştiğini hayal edin, işte size dünyanın baş edemeyeceği muhteşem bir şehir!
Algılar bile değişmeye başladı, İstanbul trafiğinde araba kullanan her insan evladı bıkkınlık içinde ve şehirden kaçmayı emekli olmayı Ege’ye yerleşmenin planlarıyla yaşıyor. Metro kullananlar ise şehre ısınıyor ve şehirde daha kalıcı düşler kuruyor.
Ancak İstanbul’da bütün eski çağlarını aşan daha büyük rüzgarlar esmekte. Yüzelli yıl önce başlayan ve aralıksız kırk elli yıl süren büyük Balkan göçünü bugün bir daha başka yönden yaşıyoruz. İstanbul tarihte ancak bin yılda bir olan büyük kavimler göçünün tam ortasında. En kritik soruyu Radikal yazarı Ezgi Başaran sordu, bu akıp giden dolup taşan göçmenler üzerine elimizde araştırma verileri yok ve yapılması da istenmiyor.BU BİR NUH TUFANI GİBİ
Orta-doğu savaşlarının adı henüz konmadı. Müslümanın müslümanı kırdığı bu cinnetin muhataplarını çok konuştuk. Bu cinnete sebep olan vahşi siyasetten bağımsız kabuğumuzu değiştirmekte olan sosyal yönünü ise konuşmaya dilimiz varmıyor.İstanbul ve Türkiye bugün Avrupa’nın muhatap olduğu her gün manşetine taşıdığı muhacir göçmen akınının birkaç katı değil yüz iki yüz katı büyük bir insanlık seliyle karşı karşıya.
Tarihlerde eşi benzeri görülmemiş bir kavimler göçünün tam ortasındayız, tahmini rakamlar bile üç milyon beş milyondan açılıyor, bu bir Nuh Tufanı gibi bir şey. Hep sorulur İslam dünyasının rönesansı 12. asırda niçin durup gerilemeye başladı diye. En büyük sebep Cengiz Orduları’nın İran ve Orta-doğu topraklarını kasıp kavurması gösterilir. An itibariyle bu kadar derin büyük bir tarihi dönemeçteyiz. İslam toprakları güçle kuvvetle bin yıldır coğrafyasına tutunmayı I. Cihan Harbine ve kısmen bugüne kadar başardı. Ama şimdi İslam coğrafyasının tam anlamıyla ‘infilak’ etmesi dinin kültürün çözülmesi dağılması ya da beklemediğimiz bambaşka sonuçlarıyla karşı karşıyayız. Libya Suriye Irak paramparça. Geri kalanlar sert diktatörlük ve ABD komutası altında. Ve bu kapalı rejimlerin insanları nefes almaya en az göçmenler kadar yoğunlukta en başta İstanbul’a akın ediyor.Tarihler İstanbul’da bir Haçlı Latin istilasından söz eder. Sonra İstanbul’un fethi, sonra Kırım Savaşıyla başlayıp Rus harbi ve Balkan savaşlarıyla günümüze kadar devam eden Kafkas Kırım ve Balkan göçmen selinden.
DAĞILIŞ-ÇÖZÜLÜŞLE KARŞI KARŞIYAYIZ
I. Dünya savaşı sonrası ülkelerimiz yeterince harap oldu. Dinimiz kuvvetimiz mecalimiz yeterince tahrip oldu. Ama tarihlerin bu en zor günlerinde Türkiye’de yepyeni bir ‘cumhuriyet’, tayin edilen kukla şeyhler krallıklardan bir zaman sonra Orta-Doğu’da tüm Arap coğrafyasını birleştiren ayağa kaldıran büyük siyasi heyecanlar milli-sosyalist Baas rejimleri kuruldu. Şimdi yeniden tarihlere ve tariflere sığmayacak büyük bir ‘harap’ oluş dağılış çözülüşle karşı karşıyayız. Coğrafya tarihin önündedir. Kadim Anadolu’nun en eski uygarlıklarından bugüne siyasi ve sosyal kaderimiz Araplar Kürtler Romalılar ve bakiyeleriyle içi içe yaşadı.An itibariyle durması sönmesi azalması mümkün olmayan bir göç dalgasının tam ortasındayız.
Balkan sürgünleri göçmenleri sefil perişan Tekirdağ’dan Adapazarı’na Ege sahililerine kadar geniş bir coğrafyaya yerleştirildi. Edirne’den Ankara’ya Muğla’ya kadar her şehirde göçmenleri yerleştirmek için yeni mahalleler yeni köyler kuruldu. Milli araziler bölüştürüldü. Yoğunlaştık kalabalıklaştık yeniden aile yeniden bir ülke olduk ve yüz yıldır yaralarımızı sarmaya çalışıyoruz. Şimdi muazzam bir Arap göçü karşısında çaresiz şaşkınız. Osmanlı İstanbul’un fethine kadar defter kitap tutmayı az da olsa biliyordu ama İmparatorluk’a giden yol ‘istatistik’in gücünden geçiyordu ve kayıt kuyut devletin her şeyiydi. Bugün bu modern gelişmiş iletişim çağında bu bilgilerden siyasilerin korkuları yüzünden mahrumuz. Göçmen politikamız gün itibariyle çadır ve kamp’tan öteye gidemiyor. Bu devasa sorun çadır ve kampları çoktan aşmıştır. Yepyeni mahalleler yepyeni köyler ve göçmen politikalarına dair yepyeni düzenlemelere ihtiyacımız çok acildir. Siyasi iktidar pasaport ve vatandaşlık kolaylıklarını sadece Suriye Savaşı’nda kullandığı milislerine hak görüyor, geride kalan milyonlar bir belirsizlik bekleyişi içinde son umut kırıntılarını tüketmekteler.Oysa bize içinde hayat olan içinde dükkanları sokakları yepyeni ilçeler yepyeni iller yepyeni yeni mahalleler oturma yerleşme iskan vatandaşlık yepyeni düzenlemeler lazım. Daha da ötesi kucağımıza koşan Arap nüfusa karşı medyamız akademimiz ve yazarlarımızın hazırlıklı olması lazım.
BÜYÜK BİR SOSYAL FELAKET YAŞIYORUZ
Osmanlı’nın borçlarını Osmanlı’yı bitiren Cumhuriyet ödedi. Bu büyük kavimler göçüne sebep olanlar tarih önünde yargılanır, ayrı, şimdi artık sorumluluk tercihimiz değil kaderimizdir, bu büyük Arap nüfus dalgasını nasıl karşılayacak ve kucaklayacağız sorusu ortadadır.Bütün hesaplar Esat’ın yenilgisi üzerine yapıldığı için büyük bir sosyal felaket yaşıyoruz. Esat’ın yenilgisi bir savaş hesabı yanılgısını çoktan geçmiştir. Esat’ın yenilgisinin tüm Orta-Doğu’nun çözülüşü dağılışı infilak ettireceğini ve sosyal hezimetin başımıza kalacağı gün gibi ortaya çıkarmıştır.
İşini yurdunu ailesini evini ocağını terk etmiş ve geriye dönüş umutları hiç olmayan milyonlardan söz ediyoruz. Daha düne kadar Halep’te bir hastane başhekiminin üç-beş yaşındaki çocukları şimdi İstanbul Harbiye’de otomobilinizin camını tıklatıp birkaç lira istemekte… Bir kısmı tam olarak sefil korunmasız inşaatlarda parklarda harabelerde yatıyor. Bir kısmı otellerde son kuruşlarını harcıyor. Bir kısmı son umut son dermanlarıyla gidecek ülke arıyor. Bir kısmı dönercisinden lokantasına iş çevirmeye yerleşmeye çalışıyor. Orta-Doğu bataklığına saplandığımız açık ve acı ve talihsiz bir gerçektir. Saplandığımız orta-doğu topraklarından çıkabilmemizin tek şansı çaresizce kucağımıza koşan Araplar’la kuracağımız güzel günler yeni dünyalar bu karanlık günlerin tek umut ışığı olmalı.ARAP DÜNYASI HAÇLI SAVAŞLARINDA GÖRDÜĞÜMÜZ BÜYÜK BİR İŞGAL İÇİNDE
Unutmayın Araplar dünyanın en güzel insanlarıdır. Türkiye’de ‘arap’ algısı hep iç savaş manzaralarıyla yani savaş fotoğraflarıyla gündeme gelmiştir. Asya’dan çıkanlar olarak Çinlilerle Hintlilerle Farslarla Rumlarla Slavlarla en çok evlenen karışan bir kültürüz ama tüm tarih içinde en yakın olduğumuz ortak aileler şehirler ülkeler kültürler inşa ettiğimiz Araplar’dır. Memluklu devleti en güzel örnektir.Başkalarıyla dostluk aile kurma başkalarıyla geçinme başkalarıyla bir arada yaşamak Araplar’ın çok yüksek medeni sosyal gücüdür, bir zamanlar Bağdat Kahire Şam bin çeşit kültürü ve insanı barındıran en güzel şahitleridir.
Asırlar boyu sömürge yaşamış asırlar boyu ezilmiş ve asırlar boyu saldırılmış bir coğrafyanın hazin tarihinden bahsediyoruz. Dünyada tarih boyu benim diyen kim varsa Pers krallarından İskender’e Sezar’ından Moğol’una Haçlısına Baybars’ına Yavuz’una Napolyon’una İngilizine Bush’una Obamasına kadar herkes bu topraklara saldırmış işgal etmiştir. Dünya imparatorluğu kurmak isteyen herkesin gözü bu topraklarda olmuştur ve an itibariyle dünya imparatorlarının uçak gemilerinden üslerine radarlarına kadar bütün savaş makineleri halen bu toprakları infilak ettirmekle tetiktedir.Ve şimdi Arap dünyası bir benzeri ancak Haçlı savaşlarında gördüğümüz büyük bir işgal parçalanma günlerinin içinde. Ve daha hazini ülkelerini terk eden milyonlarca Arap’ın‘yurt’ ‘ev’ ‘toprak’ ‘memleket’ ‘vatan’ duyguları kabus ötesi bir savaş içinde bitmiş tükenmiştir.
Kardeşlerim, bu amansız saldırılara şimdi otel ve sokaklarımızda yeni yeni içimize yerleşmekte olan Araplar’la birlikte göğüs germek zorundayız.
Allah korusun, Türkiye ‘infilak’ ederse ortada İran ve Kürt ve Arap ve Türk ve devlet ve din ve kültür olarak hiçbir şey kalmaz, artık topraklarımıza ‘birlikte’ tutunacağız!
Türkiye toprakları bütün umutsuzluklara ve iç siyaset çatışmalarına rağmen ‘huzur’ adası olmak Türkiye artık varıyla yoğuyla hem entelektüel birikimini hem kardeşliğini hem de maddi iskan gücünü ortaya koymak zorundadır, bu büyük nüfus selini geri döndürme imkanı kalmamıştır.
Bu büyük Arap göçüyle çatışmasız ve kardeşçe yeni bir dünya inşa etmek zorundayız.
Ekonomimizi şehirlerimizi siyasetimizi artık bu büyük Arap nüfusu önümüze koyarak hesap ederek yeniden düzenlemek zorundayız.
Bu beklenmedik savaş ve göç karşısında huzuru bozulan bir çok sınır şehrimizde iç karışıklıklar olabilir, bunlar normaldir. Ama İstanbul bütün Türkiye’ye ve tarihe bir daha öncülük rolünü oynamak zorundadır.
BEYOĞLU ARAP İŞGALİ ALTINDA
Bir şehir olarak İstanbul’un tarih boyu öne çıkmasının bir dünya şehri olmasının mucizevi sosyal özelliği budur. İçine alacak emecek karıştıracak tanıştıracak iş güç sahibi kişilik ve kimlik sahibi yapacak. İstanbul hep böyleydi bir tarafta ihtişam ve lüks diğer tarafta sefil dipsiz bir yoksulluk tarih boyu hep İstanbul’da yanyana yaşadı. Birkaç yıl içinde Beyoğlu yani Türkiye’nin en iftihar edilen caddesi tam anlamıyla Arap işgali altında. Tanıdığım ne kadar yayıncı varsa pılını pırtını toplayıp Kadiköy’e kaçıyor. Beyoğlu’nda Türk nüfus kağıdı taşıyanlar artık iş saati sabahın dokuzunda görünür oluyor. Otellerin hepsi yığma Arap. Bir kafede oturun önünüzden geçen değil yirmi kişiden elli kişiden kırkdokuzu Arap. İstanbul! Herkesin elinde bir paket taşıdığı şehirden söz ediyoruz. İstanbul! Tek bir kişinin yere değil herkesin etrafına bakındığı şehirden konuşuyoruz!Aksaray’ın bütün sokaklarını dolaşın başka bir ülke kurulmuş, bu göç yirmi yıl öncesinin çözülen Sovyetler’in Rus Ukraynalı akınına hiç benzemiyor. İstanbul’a akın eden Ruslar’ın ellerinde bavul dönecekleri bir ülkeleri vardı, Araplar’ın yok. Avrupa ülkeleri an itibariyle onbin kişi yirmi bin kişi kabul ederim hesabında ne on bin ne yirmi bin hesap milyonları aştı.
Aksaray’da Beyoğlu’nda o kadar başka bir ülkenin içindesiniz ki tanıdık bizden birini görünce ‘hemşehrim’ deyip boynuna sarılacağınız geliyor. İstanbul çok sert sosyal bir devrim yaşıyor. Kabuğunu bu sefer Araplar soyuyor ve değiştiriyor. Hazırlıklı ol İstanbul, onları hala turist sananlar çok fazla! İlk şaşkınlığım yanımdaki arkadaşlarım sokaklarımızdaki bu Araplar’ı zengin Suud ve Katar aileleriyle çokça karıştırıyor. Oysa sokaklarımızda Araplar bu vahşi petrol zenginlerinden en az sizin kadar nefret ederler. İkinci şaşkınlığım, sokaklarımızdaki Arap aileleri orta-doğu’nun elinde kaleşnikof tutan sakallılarıyla karıştıranlar. Oysa bu vahşi şiddet piskopatlarından en az sizin kadar nefret ederler. Ve unutmayın, iç savaştan kaçıp gelen insanların camii önlerine değil eğlenceli tempolu müzikler çalan Beyoğlu’na dadanmaları hepimizde güzel duygular uyandırsın hem de çok derin hayat neymiş sualleri içinde düşündürtsün… Kendi sokaklarında kendi ülkelerinde vur patlasın çal oynasın atamadıkları göbekleri üstelik başörtülerini çıkartmadan bizim sokaklarımızda kıvıra kıvıra atmaları ve bu savaş felaketinin ortasında neşelenmeye çalışmaları, hayatlarımız için bize çok büyük varoluşsal sorular sorsun. Onların sokaklarımızdaki bu sokak neşesi hepimizin neşesi olup bizleri mutlu kılsın. Aileleri parçalanmış çocukları ölmüş yurtlarını kaybetmiş bu insanların İstanbul sokaklarında vur patlasın çal oynasın eğlencesinden ‘ey insanlık!’ büyük dersler çıkartsın. İstanbul bunun için büyülü ve mucizevi bir şehir! İhtişam ve zafer günlerinde İslam ve Doğu topraklarının başkentiydi ve şimdi en sefil hezimet günlerinde yine en önde başkent!İSTANBUL BİR YÜCELİŞ ANI YAŞIYOR
İstanbul! Arapların Farsların eğlenceli tempotik gerdan kırmalı şarkılarına hiç de yabancı değil! Bir köşesinde Kürtler bir köşesinde İranlılar bir köşesinde Araplar! Hepsi yanyana iç içe kardeş şarkılarını söylüyor! Onlar meydanın ortasında kıvırdıkça yüzler yumuşuyor! Coğrafya yumuşuyor! Tarih yumuşuyor! Onlar ya habibi dedikçe hepimizin yüzü tek bir şarkıya dönüşüyor! Onlar sokak ortasında çalkalayıp kaynaştıkça sınırlarımızdaki vahşi savaşı unutuyoruz! Onlar şarkılarını söyledikçe İstanbul bir yüceliş anı yaşıyor! Onlar vur patlasın oynadıkça İstanbul’un hayalleri büyüyor! Tarihlerin en vahşi savaşından kaçanlar tarihlere sığmayacak bu felaketi İstanbul sokaklarında şarkılarla bir nebze olsun unutuyor unutturuyorlar!Asla korkmuyor İstanbul, bitkin yorgun umutsuz gidecek kapı bulamayan Araplar’ın varlığıyla çember daralmıyor, aksine insanlık dairemiz İstanbul’da bir kat daha büyüyor genişliyor!
Yoksulluk diz boyu sefalet umutsuz ve nereye kaçacağını bilmeyen milyonlarca arap’ın İstanbul sokaklarında kimseye beddualar okumadan büyüleyici şarkıları söylemesi, ey insanlık, birlikte kurup yeniden başlayacağımız hayatımızın coşkun ateşli marşları olsun! Kardeşlerim, Araplar Farslar Kürtler! Tarihin en büyük acıları ortasında bu büyüleyici şarkıları söyleyebiliyorlarsa hesap hatası yapan vahşi siyasilerdir, birlikte varettiğimiz kültürümüz değil! Unutmayın şehrin her bolluğu HOŞGÖRÜ’yü getirir ve hepimize bir daha öğretir! Unutmayın en zehirli günlerimizi lezzetlere dönüştürecek bir kültürün çocuklarıyız! Unutmayın büyük şehirler de yılanlar gibidir kabuk değiştirmeseler ölürler! Unutmayın hepimizi ateş renginde eriten uçsuz bucaksız türkülerin şarkıların lezzetlerin evliliklerin çocuklarıyız! Unutmayın bu toprakların cenneti karışma ve kaynaşmadır!Unutmayın araplar yeni bir misafir değil açmakta olduğun kucağın son misafire sofraya koyacağımız son tabak, hiç değil!
Unutmayın Boğaz’ın pırıl pırıl ışıkları akşamları bir sofrayı kaldırır sabahları yeni misafirlerine yeni bir sofra kurar!Bir kültür bir şehir başkalarına sofra kura kura göğe yükselir!
Bir şehir kucağını aça aça betondan çelikten çıkıp insanlığın kutsandığı tapınak’a dönüşür! Unutmayın başta İstanbul, Anadolu, tarihin her rüzgarını taşıyacak kadar test edilmiş kuvvetli yelken direklerine sahip!
Nihat Genç
Kaynak: Odatv