Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Rejim tarafından desteklenen bir proje olan DEAŞ terör örgütü barbarca eylemleriyle Suriye’deki sorunları derinleştirme vazifesi üstleniyor” dedi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a, temaslarda bulunmak üzere geldiği Doha’da Katar Üniversitesi tarafından fahri doktora unvanı verildi. Erdoğan törende gerçekleştirdiği konuşmasında Türkiye’nin tarihi ve coğrafi özellikleri ile birden fazla fay hattının kesişim noktasında bulunan bir ülke olduğunu ifade ederek, “Kendi güvenliğimiz ve geleceğimizle birlikte bölgemizdeki tüm kardeşlerimiz ve dostlarımız için de sağlam bir duruş ortaya koymaya çalışıyoruz. Türkiye’nin güney sınırlarında Suriye ve Irak’ta yaşanan müessif olaylar her gün daha da tırmanıyor. Bildiğiniz gibi bizim sadece Suriye ile 910 bin kilometre sınırımız var. Öbür tarafta Irak’la 360-370 kilometre sınırımız var. Bu derece uzun bir sınıra sahibiz. Fakat buralarla hiç ilgi ve alakası olmayanların adeta buralara girmelerini anlamak mümkün değil. Eğer terör örgütleri ile mücadele ise eyvallah bunu beraber yapalım. Ama terör örgütleri bahane edilerek oradaki mazlum, sivil halka saldırılar düzenleniyorsa mağdur insanlar üretiliyorsa burada düşünmemiz lazım. Filistin’deki, Gazze’deki, Libya’daki, Mısır’daki, Yemen’deki, Tunus’taki, Arakan’daki, Myanmar’daki kardeşlerimizin yaşadığı sıkıntıları hep birlikte takip ediyoruz. Türkiye’nin etrafındaki sorunlar bunlarla da sınırlı değildir. Bir Akdeniz ülkesi olmanın yanı sıra aynı zamanda bir Karadeniz ülkesi olan Türkiye Karadeniz ve Güney Kafkasya’daki bir dizi sıkıntı ile de yakından ilgilenmek zorundadır. İşte şu anda Kırım’da yaşananlar ortada, Ukrayna’da yaşananlar ortada. Batımızda ise 2008 yılında yaşanan mali kriz komşumuz Yunanistan başta olmak üzere pek çok Avrupa ülkesini önemli sınamalarla karşı karşıya bıraktı. Batı dünyasının maruz kaldığı ekonomik sorunlarla Arap dünyasının başlayan değişim sürecinin zamanlaması kesişti. Bu durum Akdeniz havzasında yaşanan sorunlara etkin ve hızlı sorunlar üretilebilmesini daha da zorlaştırdı. Avrupa’da bazı çevrelerin yaşadıkları ekonomik sıkıntılara olan tepkilerini Müslüman azınlıklara ve göçmenlere yöneltmeleri ise yeni sorunlara yol açıyor. Bugün Avrupa ırkçı ve İslamofoik eğilimler karşısında tarihi bir imtihan veriyor. Bu imtihan Avrupa ülkelerinin sınırlarına dayanan Suriye kaynaklı göç krizi nedeniyle daha da güçleşti. Bu endişe verici tablo karşısında Türkiye sorumluluk sahibi bir yaklaşım sergileyen bunu herkese tavsiye eden akil bir ülke konumundadır. Bu tutumumuzu tüm tahrik ve kışkırtma çabalarına rağmen sürdürdüğümüzün altını özellikle çizmek istiyorum” dedi.
“SURİYE’DE DEVLET TERÖRÜ SEBEBİYLE 380 BİN İNSAN HAYATINI KAYBETTİ”
Bölgede yaşanan sorunların temelinde mezhepçi ve ayrıştırıcı kışkırtmaların yattığı konusunda kimsenin şüphesi olmadığını kaydeden Erdoğan, “Bu kışkırtmaların bir kısmı halkın meşru taleplerine yanıt vermek yerine kendi iktidarını koruma sayıkiyle hareket eden rejimlerden kaynaklanıyor. Bir diğer önemli karışıklıkta bölgemizde önemli karışıklıklar, mezhep ayrılıkları ve husumetleri üzerinden kendine nüfus alanı oluşturma politikası izleyen ülkelerdir. Suriye’nin senedir içinde bulunduğu şiddet ve kaos ortamının bu ikisinin çok ciddi etkisi var. Suriye’de Esad’ın kendi halkına karşı yürüttüğü devlet terörü sebebiyle 380 bin insan hayatını kaybetti, 12 milyondan fazla insan yerinden yurdundan oldu. Suriye halkının böyle bir diktatörle gelecek kurabilmesi artık mümkün değildir. Suriye krizinin boyutları bizim gibi komşuları aşıp göç ve terör vasıtasıyla Avrupa’nın derinliklerine kadar uzanan bir güvenlik tehdidine dönüştü. Rejim tarafından desteklenen bir proje olan DEAŞ terör örgütü barbarca eylemleriyle Suriye’deki sorunları derinleştirme vazifesi üstleniyor” ifadelerini kullandı.
DAEŞ’in eylemlerinin dinimizle, medeniyetimizle, kültürümüzle hiçbir ilişkisi olmadığını ifade eden Erdoğan, “Tam tersine bu kaos ve terör ortamı İslam ve Müslüman algısına verdiği büyük zararla mevcut sorunları daha karmaşık hale getiriyor. Suriye ile birlikte Irak ve Yemen gibi mezhepçi bir yaklaşım bir politika ile yürütülen bu ülkelerdeki hadiselerin sınırları aşan yıkıcı sonuçlarını hep birlikte görüyoruz. Gelecek kuşaklara daha huzurlu ve müreffeh bir bölge bırakmak için ayrımcılığı körükleyen değil birleştirici yaklaşımlara ihtiyacımız var” dedi.
Ortadoğu’da yaşanan sorunun menşeinin, kökeninde Filistin meselesinin yattığını sözlerine ekleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Filistinlilerin dramı kalbimizin, vicdanlarımızın en derinlerine işlemiş bir yaradır. Kendi öz yurtlarında vatansız, topraksız, devletsiz bırakılmış bu kardeşlerimizle ilgili tarihi haksızlık mutlaka giderilmelidir. Filistin meselesine adil ve kalıcı bir çözüm bulunmadan İslam dünyasının sıkıntılarını aşabilmesi mümkün değildir. Mescid-i Aksa bu şekilde mahzun kaldığı sürece bu sıkıntıları aşmak mümkün değildir” dedi.
“HAREM-İ ŞERİFTE ESAS OLAN MÜSLÜMANLARIN RIZASIDIR”
Türkiye’nin şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da bütün imkanlarıyla Filistinli, Gazeli kardeşleriyle olmaya, onların haklı davalarını desteklemeye devam edeceğini ifade eden Erdoğan, konuşmasını şu şekilde sürdürdü:
“Gazze’de geçen sene meydana gelen yıkım bu sorunun bir an evvel çözüme kavuşturulması zaruretini bir kez daha ortaya koydu. Bu anlayışla başta abluka ve kısıtlamaların kaldırılması olmak üzere Filistinlilerin taleplerini karşılama yönelik çabalarımızı sürdüreceğiz. Bu noktada huzurlarınızda Katar yönetime gösterdikleri, hassasiyet, ilgi sebebiyle teşekkür ediyorum. İsrail’in Kudüs’teki Harem-i Şerife yönelik tecavüzlerine, saldırılarına derhal son vermesi gerekiyor. Harem-i Şerifte esas olan Müslümanların rızasıdır. Bu bakımından kuruluş gerekçesi Kudüs’teki Harem-i Şerif’in korunması olan İslam İşbirliği Teşkilatına büyük görev düşüyor. İslam İşbirliği Teşkilatının daha etkin kılınması için üye devletlerin samimi çaba göstermesi şart. 2016 yılında ülkemizde düzenlenecek İslam İşbirliği Liderler 13’üncü Zirvesi olumlu bir şekilde bu konuyu ele alacağına inanıyorum. Ev sahibi ülke olarak bu konuda elimizden gelen gayreti göstereceğiz.”
Erdoğan, Türkiye’nin körfez bölgesinin barış, güvenlik ve istikrarı için dostlarına, kardeşlerine her türlü desteği vermeye hazır olduğunu kaydederek, ”Ancak şu gerçeğin unutulmaması gerekir. Bölgenin güvenliği Türkiye’nin güvenliği ile de ilişkilidir. Bu anlayışla da dost ve kardeş körfez ülkeleri ile ilişkilerimizi her alanda güçlendirmeye çalışıyoruz. Katar’ı bu açıdan müstesna bir konumu bulunuyor. Türkiye ile Körfez İşbirliği Konseyi arasında mevcut olan Yüksek Düzeyli Stratejik Diyalog mekanizmasını daha etkin bir şekilde kullanmalıyız. Yemen’de 2011 yılında başlayan siyasi geçiş süreci 2044 yılında başlayan olayların ardından rayından çıktı. Ülkede şu an iç savaş hüküm sürüyor. Yemen’de meşru kamu otoritesinin bir an önce yeniden tesis edilmesi gerekiyor. Libya’daki siyasi bölünmüşlük hali ülkeyi müdahalelere açık hale getiriyor. Mevcut otorite bir boşluğu var. Bu otorite boşluğundan istifade ile ülkede zemin bulunan DAEŞ’in de aralarında bulunduğu terör örgütleri örgütü bölgesel istikrar ve güvenliği istikrarı tahdit ediyor. Bugün Libya’da yerlerinden edilenlerin sayısı 450 bine yaklaştı” açıklamasını yaptı.
“KENDİ İMKANLARIMIZLA EKİLİ MÜCADELE ORTAYA KOYUYORUZ”
Afrika kıtasından Avrupa’ya yasadışı göç etmeye çalışanların sayısının 300 bine vardığını belirten Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Libya üzerinden Avrupa’ya yönelen bu insanların Akdeniz’de yaşadıkları bu insani dramlara neredeyse her gün şahit oluyoruz. Çok enteresandır. Ege’de Akdeniz’de denizden topladığımız insan sayısı 70 bine ulaştı. 7’den 70’e çoluk çocuk bunları Türkiye’nin sahil güvenlik botları denizden topluyor. Ama bakıyorsunuz birileri de o botları şişlemek suretiyle onların denizde ölümüne sebep oluyor. Bizlerle onların arasındaki fark bu. Bu kötü manzaranın önüne geçilebilmesi için Libyalı kardeşlerimizin ülkenin güvenini ve refahını temin edebilecek bir milli mutabakat hükümeti teşkil etmeleri şarttır. Tunus demokratik geçiş sürecinde gösterdiği başarılı performansa sürece rağmen ekonomik ve güvenlik sorunlarını halen aşamadı. Son dönemde çok sayıda Tunuslu kardeşimizin hayatını kaybetmesine yol açan terör saldırıları bu birlikte bölgenin de demokrasi ve refah arayışlarını tehdit ediyor. Tüm bu zorluklar karşısında Türkiye kardeş bölge halklarının yanında yer alamaya sürdürecektir. Diğer yandan Türkiye hiçbir çifte standart uygulamadan ve ilkeli bir duruşla terörle mücadelesini devam ettiriyor. Uluslararası platformlarda terörizme karşı mücadeleyi de destek sağlıyoruz. Terörle Mücadele Küresel Forumu ve anti DAEŞ koalisyonunda eş başkanı olduğumuz yabancı terörist savaşçılar çalışma grubunda önemli çalışmalar yürütüyoruz. Başından bu yana DAEŞ terör örgütü ve yabancı savaşçılar konusunda asılsız ve bir takım çirkin iddialara, algı operasyonlarına maruz kalıyoruz. Türkiye sınırlarına gelen Suriyeli ve Iraklı kardeşlerine kucak açarken bir yandan da son derece karmaşık olan bu süreçte DAEŞ’le olan mücadelesini sürdürüyor. Şuanda Türkiye’de Irak ve Suriye’den mülteci sayısı 2.5 milyon. Bunun 2 milyon 200 bini Suriye, 300 bini Irak’tan. Şu ana kadar yaptığımız harcama dokuz milyar dolara doğru yaklaşıyor bunu yaparken dünyadan gelen destek 420 milyon dolar. Şimdi bazı kararlar alınıyor. AB bu mutabakatı yerine getirecek mi? Biz bu konuda açık kapı politikasıyla varil bombaları altında ölüme mahkum edilen Suriyeli kardeşlerimizi orada bırakmadık, kapımızı açtık, buyurun gelin diye” cümlelerini kullandı.
Bu süreçte yabancı terörist savaşçılara kaynak teşkil eden bazı ülkelerden desteğin alınmadığını belirten Erdoğan, “Buna rağmen kendi imkanlarımızla ekili mücadele ortaya koyuyoruz. Daha da ötesine geçerek diyorum ki dünyada DAEŞ’le mücadele kapsamında Türkiye kadar kapsamlı ve sonuç alıcı mücadele yürüten başka ülke yok. Kimileri DAEŞ’i bahane ederken kendi projelerini hayat geçirirken Türkiye, bu örgütün saldırılarına maruz kalma pahasına mazlum kardeşlerinin yanında yer almayı tercih etmiştir. Bölgemizdeki kardeşlerimizin yanında olmak, terörün karşısında en etkili şekilde mücadele etme kararlılığımızı sonuna kadar sürdüreceğiz. Özellikle dünyada 20 milyonu mülteci statüsünde olmak üzere 620 milyon yerinden zorlu edilmiş inan bulunuyor. bu acı tablo küresel sınamalara karşı küresel çözümler getirilmesi bir ilkedir. Bu ilkenin mutlaka hayata geçirilmesine işaret ediyoruz. Sığınmacılara yönelik dışlayıcı, kapıları kapatan bu tavırlarına ardından dini ve etnik ayrımcıların bulunduğunu görmek insanlık adına son derece üzüntü vericidir. Terörü bir dinle eşleştirmek en çok teröristlerin amaçlarına hizmet eder. Aynı şekilde terör ve baskıdan özgürlüğe kaçan insanları dinleri ve kökenleri nedeniyle ayrımlaştırıcı söylemlerden beslenen kesimlerin işine yarar. Ne diyor ’Sadece gayrimüslimleri bize gönderin’ bakıyorsunuz bir açıklama duyuyoruz nitelikli olanları bize gönderin, nitelikleri olmayanları sakın ha” dedi.
“İNSAN OLMAYI HEDEFLEDİK”
Türkiye’nin böyle bir ayrım yapmadığını kaydeden Erdoğan, “Biz Müslümanını da aldık, gayrimüslimini de aldık. Niye? Çünkü insan olmayı hedefledik. Zira yaratılanı, yaratandan ötürü sevdik. Bizim farkımız bu. Suriye’ye ve Irak’a komşu bir ülke olarak Türkiye bu insani trajedi ile 5 yıldır yüz yüze. Biz insani ve vicdani sorumluluğumuz gereğince açık kapı politikasını sürdürüyoruz. Son dönemde bu insanların Avrupa’ya yönelmelerinin sebebi ülkelerinde insanca bir hayat sürdürme çabalarını tamamen kaybetmeleri. Suriye’de yaşanan krizin başından itibaren bu krizin etkilerini geniş bir coğrafya tarafından hissedileceğini ifade ettik, ifade ediyoruz. Bu krize gerçek bir siyasi değişimle çözüm bulunmadıkça mülteci sorunun üstesinden gelinemez. Türkiye’nin bölgesinde ve etrafınsa istikrar ve refaha yönelik katkıları sadece krizden karşısındaki tutumuyla sınırlı değildir. Ülkemizde son 13 yıldır gerçekleştirdiğimiz reformlar vatandaşlarımızın geleceği güvenle bakabilmelerini sağlamıştır. Ekonomideki politikalarımız sayesinde 2008 küresel krizi ülkemizi benim deyimimle teğet geçmiştir” açıklamasını yaptı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan bölgesel ve küresel sorunlara çözüm için kurulan pek çok platformda etkin bir üye olarak görev alındığını aktararak, “G20 dönem başkanlığımız süresince küresel ölçekte daha kapsayıcı bir ekonomik sistemin tesisi için gayret gösterdik. Kapsayıcılık dedik. Her kesimi kucakladık. Uygulama dedik. Lafla bu işler olmuyor. Yatırımların bütün uygulanışı götürelim dedik. Ve 3 yatırımlardı. Alt yapı, üst yatırımlarıydı. 2030’a girerken alt yapı, üst yapı yatırımlarında 80-100 trilyon doların buna harcanması, peki bu kaynak nereden bulunacak. İşte bütün bu kaynağın bulunmasına da yönelik tekliflerimizi ortaya koyduk. Küresel barış ve istikrar tesis edilmeden sürdürülebilir ekonomik gelişmenin mümkün olamayacağı görüşümüzü G20 Antalya Liderler Zirvesi’nin gündemine taşıdık. G20 Liderler Zirvesi’ne ilk defa “Woman 20” bunu getirdik. Dolayısıyla kadınlarla ilgili bu olayı da G20 de gündeme taşıdık. 2016 yılında bir ilki teşkil edecek olan Dünya İnsani Zirvesi’ne ev sahipliği yapacağız. Bu zirvesin uluslararası insani hukuk, insani müdahale ve yardımlar gibi alanlarda geleceğin gündeminin belirlemesini amaçlıyoruz. Afrika’da izlediğimiz inani diplomasi odaklı dış politikanın en güzel örneği Somali’de kendini gösteriyor. Türkiye, Asya Pasifik’te de Müslüman kardeşlerimizin sorunlarının çözümüne yapıcı katkılar sağlıyor. Güney Filipinlerde devam eden barış sürecine hem Filipinler hükümetinin hem de Moro İslami Kurtuluş Cephesi’nin ortak davetiyle destek veriyoruz. Myanmar’da Rohingya Müslümanlarının etkilendiği olaylara ilk günden tepkisini ortaya koyan ülkelerin başında geliyoruz” dedi.
“GÜÇLÜ OLAN HAKLI OLAN DEĞİLDİR. HAKLI OLAN GÜÇLÜDÜR”
Erdoğan konuşmasını şu şekilde tamamladı:
“Türkiye ve İspanya’nın girişimi ile 2005 yılında başlatılan medeniyetler ittifakı barış gücünü güçlendirme ve karşılıklı saygı atmosferini oluşturma amacına yönelik çalışmalarımız sürüyor. Bu çalışmalarımızdan başta Katar olmak üzere dostlarımızın güçlü desteğini yanımızda görmeyi arzu ediyoruz. İnsan onuruna, adalete önem veren ve bir barış dini olan İslam’ı yeniden insanlığın sorunlarının çözüm adresi haline getirmek mecburiyetindeyiz. Fakirlik gıda güvenliği, çevre, inan hakları gibi temel sorunlarda hep birlikte çalışmalı takip eden değil, takip edilen ülkeler haline gelmeliyiz. Önümüzdeki dönemin Müslümanlar için güzel gelişmelere, müjdelere gebe olduğuna inanıyorum. Şunu özellikle vurgulamak istiyorum. Güçlü olan haklı olan değildir. Haklı olan güçlüdür. Bu tezden hareket ediyoruz. Tek otorite tek galip odur. Hiç kimse benim şu gücüm var, bu gücüm var, bundan dolayı galibim diye kibirlenmesin, böbürlenmesin.”
(İHA)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a, temaslarda bulunmak üzere geldiği Doha’da Katar Üniversitesi tarafından fahri doktora unvanı verildi. Erdoğan törende gerçekleştirdiği konuşmasında Türkiye’nin tarihi ve coğrafi özellikleri ile birden fazla fay hattının kesişim noktasında bulunan bir ülke olduğunu ifade ederek, “Kendi güvenliğimiz ve geleceğimizle birlikte bölgemizdeki tüm kardeşlerimiz ve dostlarımız için de sağlam bir duruş ortaya koymaya çalışıyoruz. Türkiye’nin güney sınırlarında Suriye ve Irak’ta yaşanan müessif olaylar her gün daha da tırmanıyor. Bildiğiniz gibi bizim sadece Suriye ile 910 bin kilometre sınırımız var. Öbür tarafta Irak’la 360-370 kilometre sınırımız var. Bu derece uzun bir sınıra sahibiz. Fakat buralarla hiç ilgi ve alakası olmayanların adeta buralara girmelerini anlamak mümkün değil. Eğer terör örgütleri ile mücadele ise eyvallah bunu beraber yapalım. Ama terör örgütleri bahane edilerek oradaki mazlum, sivil halka saldırılar düzenleniyorsa mağdur insanlar üretiliyorsa burada düşünmemiz lazım. Filistin’deki, Gazze’deki, Libya’daki, Mısır’daki, Yemen’deki, Tunus’taki, Arakan’daki, Myanmar’daki kardeşlerimizin yaşadığı sıkıntıları hep birlikte takip ediyoruz. Türkiye’nin etrafındaki sorunlar bunlarla da sınırlı değildir. Bir Akdeniz ülkesi olmanın yanı sıra aynı zamanda bir Karadeniz ülkesi olan Türkiye Karadeniz ve Güney Kafkasya’daki bir dizi sıkıntı ile de yakından ilgilenmek zorundadır. İşte şu anda Kırım’da yaşananlar ortada, Ukrayna’da yaşananlar ortada. Batımızda ise 2008 yılında yaşanan mali kriz komşumuz Yunanistan başta olmak üzere pek çok Avrupa ülkesini önemli sınamalarla karşı karşıya bıraktı. Batı dünyasının maruz kaldığı ekonomik sorunlarla Arap dünyasının başlayan değişim sürecinin zamanlaması kesişti. Bu durum Akdeniz havzasında yaşanan sorunlara etkin ve hızlı sorunlar üretilebilmesini daha da zorlaştırdı. Avrupa’da bazı çevrelerin yaşadıkları ekonomik sıkıntılara olan tepkilerini Müslüman azınlıklara ve göçmenlere yöneltmeleri ise yeni sorunlara yol açıyor. Bugün Avrupa ırkçı ve İslamofoik eğilimler karşısında tarihi bir imtihan veriyor. Bu imtihan Avrupa ülkelerinin sınırlarına dayanan Suriye kaynaklı göç krizi nedeniyle daha da güçleşti. Bu endişe verici tablo karşısında Türkiye sorumluluk sahibi bir yaklaşım sergileyen bunu herkese tavsiye eden akil bir ülke konumundadır. Bu tutumumuzu tüm tahrik ve kışkırtma çabalarına rağmen sürdürdüğümüzün altını özellikle çizmek istiyorum” dedi.
“SURİYE’DE DEVLET TERÖRÜ SEBEBİYLE 380 BİN İNSAN HAYATINI KAYBETTİ”
Bölgede yaşanan sorunların temelinde mezhepçi ve ayrıştırıcı kışkırtmaların yattığı konusunda kimsenin şüphesi olmadığını kaydeden Erdoğan, “Bu kışkırtmaların bir kısmı halkın meşru taleplerine yanıt vermek yerine kendi iktidarını koruma sayıkiyle hareket eden rejimlerden kaynaklanıyor. Bir diğer önemli karışıklıkta bölgemizde önemli karışıklıklar, mezhep ayrılıkları ve husumetleri üzerinden kendine nüfus alanı oluşturma politikası izleyen ülkelerdir. Suriye’nin senedir içinde bulunduğu şiddet ve kaos ortamının bu ikisinin çok ciddi etkisi var. Suriye’de Esad’ın kendi halkına karşı yürüttüğü devlet terörü sebebiyle 380 bin insan hayatını kaybetti, 12 milyondan fazla insan yerinden yurdundan oldu. Suriye halkının böyle bir diktatörle gelecek kurabilmesi artık mümkün değildir. Suriye krizinin boyutları bizim gibi komşuları aşıp göç ve terör vasıtasıyla Avrupa’nın derinliklerine kadar uzanan bir güvenlik tehdidine dönüştü. Rejim tarafından desteklenen bir proje olan DEAŞ terör örgütü barbarca eylemleriyle Suriye’deki sorunları derinleştirme vazifesi üstleniyor” ifadelerini kullandı.
DAEŞ’in eylemlerinin dinimizle, medeniyetimizle, kültürümüzle hiçbir ilişkisi olmadığını ifade eden Erdoğan, “Tam tersine bu kaos ve terör ortamı İslam ve Müslüman algısına verdiği büyük zararla mevcut sorunları daha karmaşık hale getiriyor. Suriye ile birlikte Irak ve Yemen gibi mezhepçi bir yaklaşım bir politika ile yürütülen bu ülkelerdeki hadiselerin sınırları aşan yıkıcı sonuçlarını hep birlikte görüyoruz. Gelecek kuşaklara daha huzurlu ve müreffeh bir bölge bırakmak için ayrımcılığı körükleyen değil birleştirici yaklaşımlara ihtiyacımız var” dedi.
Ortadoğu’da yaşanan sorunun menşeinin, kökeninde Filistin meselesinin yattığını sözlerine ekleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Filistinlilerin dramı kalbimizin, vicdanlarımızın en derinlerine işlemiş bir yaradır. Kendi öz yurtlarında vatansız, topraksız, devletsiz bırakılmış bu kardeşlerimizle ilgili tarihi haksızlık mutlaka giderilmelidir. Filistin meselesine adil ve kalıcı bir çözüm bulunmadan İslam dünyasının sıkıntılarını aşabilmesi mümkün değildir. Mescid-i Aksa bu şekilde mahzun kaldığı sürece bu sıkıntıları aşmak mümkün değildir” dedi.
“HAREM-İ ŞERİFTE ESAS OLAN MÜSLÜMANLARIN RIZASIDIR”
Türkiye’nin şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da bütün imkanlarıyla Filistinli, Gazeli kardeşleriyle olmaya, onların haklı davalarını desteklemeye devam edeceğini ifade eden Erdoğan, konuşmasını şu şekilde sürdürdü:
“Gazze’de geçen sene meydana gelen yıkım bu sorunun bir an evvel çözüme kavuşturulması zaruretini bir kez daha ortaya koydu. Bu anlayışla başta abluka ve kısıtlamaların kaldırılması olmak üzere Filistinlilerin taleplerini karşılama yönelik çabalarımızı sürdüreceğiz. Bu noktada huzurlarınızda Katar yönetime gösterdikleri, hassasiyet, ilgi sebebiyle teşekkür ediyorum. İsrail’in Kudüs’teki Harem-i Şerife yönelik tecavüzlerine, saldırılarına derhal son vermesi gerekiyor. Harem-i Şerifte esas olan Müslümanların rızasıdır. Bu bakımından kuruluş gerekçesi Kudüs’teki Harem-i Şerif’in korunması olan İslam İşbirliği Teşkilatına büyük görev düşüyor. İslam İşbirliği Teşkilatının daha etkin kılınması için üye devletlerin samimi çaba göstermesi şart. 2016 yılında ülkemizde düzenlenecek İslam İşbirliği Liderler 13’üncü Zirvesi olumlu bir şekilde bu konuyu ele alacağına inanıyorum. Ev sahibi ülke olarak bu konuda elimizden gelen gayreti göstereceğiz.”
Erdoğan, Türkiye’nin körfez bölgesinin barış, güvenlik ve istikrarı için dostlarına, kardeşlerine her türlü desteği vermeye hazır olduğunu kaydederek, ”Ancak şu gerçeğin unutulmaması gerekir. Bölgenin güvenliği Türkiye’nin güvenliği ile de ilişkilidir. Bu anlayışla da dost ve kardeş körfez ülkeleri ile ilişkilerimizi her alanda güçlendirmeye çalışıyoruz. Katar’ı bu açıdan müstesna bir konumu bulunuyor. Türkiye ile Körfez İşbirliği Konseyi arasında mevcut olan Yüksek Düzeyli Stratejik Diyalog mekanizmasını daha etkin bir şekilde kullanmalıyız. Yemen’de 2011 yılında başlayan siyasi geçiş süreci 2044 yılında başlayan olayların ardından rayından çıktı. Ülkede şu an iç savaş hüküm sürüyor. Yemen’de meşru kamu otoritesinin bir an önce yeniden tesis edilmesi gerekiyor. Libya’daki siyasi bölünmüşlük hali ülkeyi müdahalelere açık hale getiriyor. Mevcut otorite bir boşluğu var. Bu otorite boşluğundan istifade ile ülkede zemin bulunan DAEŞ’in de aralarında bulunduğu terör örgütleri örgütü bölgesel istikrar ve güvenliği istikrarı tahdit ediyor. Bugün Libya’da yerlerinden edilenlerin sayısı 450 bine yaklaştı” açıklamasını yaptı.
“KENDİ İMKANLARIMIZLA EKİLİ MÜCADELE ORTAYA KOYUYORUZ”
Afrika kıtasından Avrupa’ya yasadışı göç etmeye çalışanların sayısının 300 bine vardığını belirten Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Libya üzerinden Avrupa’ya yönelen bu insanların Akdeniz’de yaşadıkları bu insani dramlara neredeyse her gün şahit oluyoruz. Çok enteresandır. Ege’de Akdeniz’de denizden topladığımız insan sayısı 70 bine ulaştı. 7’den 70’e çoluk çocuk bunları Türkiye’nin sahil güvenlik botları denizden topluyor. Ama bakıyorsunuz birileri de o botları şişlemek suretiyle onların denizde ölümüne sebep oluyor. Bizlerle onların arasındaki fark bu. Bu kötü manzaranın önüne geçilebilmesi için Libyalı kardeşlerimizin ülkenin güvenini ve refahını temin edebilecek bir milli mutabakat hükümeti teşkil etmeleri şarttır. Tunus demokratik geçiş sürecinde gösterdiği başarılı performansa sürece rağmen ekonomik ve güvenlik sorunlarını halen aşamadı. Son dönemde çok sayıda Tunuslu kardeşimizin hayatını kaybetmesine yol açan terör saldırıları bu birlikte bölgenin de demokrasi ve refah arayışlarını tehdit ediyor. Tüm bu zorluklar karşısında Türkiye kardeş bölge halklarının yanında yer alamaya sürdürecektir. Diğer yandan Türkiye hiçbir çifte standart uygulamadan ve ilkeli bir duruşla terörle mücadelesini devam ettiriyor. Uluslararası platformlarda terörizme karşı mücadeleyi de destek sağlıyoruz. Terörle Mücadele Küresel Forumu ve anti DAEŞ koalisyonunda eş başkanı olduğumuz yabancı terörist savaşçılar çalışma grubunda önemli çalışmalar yürütüyoruz. Başından bu yana DAEŞ terör örgütü ve yabancı savaşçılar konusunda asılsız ve bir takım çirkin iddialara, algı operasyonlarına maruz kalıyoruz. Türkiye sınırlarına gelen Suriyeli ve Iraklı kardeşlerine kucak açarken bir yandan da son derece karmaşık olan bu süreçte DAEŞ’le olan mücadelesini sürdürüyor. Şuanda Türkiye’de Irak ve Suriye’den mülteci sayısı 2.5 milyon. Bunun 2 milyon 200 bini Suriye, 300 bini Irak’tan. Şu ana kadar yaptığımız harcama dokuz milyar dolara doğru yaklaşıyor bunu yaparken dünyadan gelen destek 420 milyon dolar. Şimdi bazı kararlar alınıyor. AB bu mutabakatı yerine getirecek mi? Biz bu konuda açık kapı politikasıyla varil bombaları altında ölüme mahkum edilen Suriyeli kardeşlerimizi orada bırakmadık, kapımızı açtık, buyurun gelin diye” cümlelerini kullandı.
Bu süreçte yabancı terörist savaşçılara kaynak teşkil eden bazı ülkelerden desteğin alınmadığını belirten Erdoğan, “Buna rağmen kendi imkanlarımızla ekili mücadele ortaya koyuyoruz. Daha da ötesine geçerek diyorum ki dünyada DAEŞ’le mücadele kapsamında Türkiye kadar kapsamlı ve sonuç alıcı mücadele yürüten başka ülke yok. Kimileri DAEŞ’i bahane ederken kendi projelerini hayat geçirirken Türkiye, bu örgütün saldırılarına maruz kalma pahasına mazlum kardeşlerinin yanında yer almayı tercih etmiştir. Bölgemizdeki kardeşlerimizin yanında olmak, terörün karşısında en etkili şekilde mücadele etme kararlılığımızı sonuna kadar sürdüreceğiz. Özellikle dünyada 20 milyonu mülteci statüsünde olmak üzere 620 milyon yerinden zorlu edilmiş inan bulunuyor. bu acı tablo küresel sınamalara karşı küresel çözümler getirilmesi bir ilkedir. Bu ilkenin mutlaka hayata geçirilmesine işaret ediyoruz. Sığınmacılara yönelik dışlayıcı, kapıları kapatan bu tavırlarına ardından dini ve etnik ayrımcıların bulunduğunu görmek insanlık adına son derece üzüntü vericidir. Terörü bir dinle eşleştirmek en çok teröristlerin amaçlarına hizmet eder. Aynı şekilde terör ve baskıdan özgürlüğe kaçan insanları dinleri ve kökenleri nedeniyle ayrımlaştırıcı söylemlerden beslenen kesimlerin işine yarar. Ne diyor ’Sadece gayrimüslimleri bize gönderin’ bakıyorsunuz bir açıklama duyuyoruz nitelikli olanları bize gönderin, nitelikleri olmayanları sakın ha” dedi.
“İNSAN OLMAYI HEDEFLEDİK”
Türkiye’nin böyle bir ayrım yapmadığını kaydeden Erdoğan, “Biz Müslümanını da aldık, gayrimüslimini de aldık. Niye? Çünkü insan olmayı hedefledik. Zira yaratılanı, yaratandan ötürü sevdik. Bizim farkımız bu. Suriye’ye ve Irak’a komşu bir ülke olarak Türkiye bu insani trajedi ile 5 yıldır yüz yüze. Biz insani ve vicdani sorumluluğumuz gereğince açık kapı politikasını sürdürüyoruz. Son dönemde bu insanların Avrupa’ya yönelmelerinin sebebi ülkelerinde insanca bir hayat sürdürme çabalarını tamamen kaybetmeleri. Suriye’de yaşanan krizin başından itibaren bu krizin etkilerini geniş bir coğrafya tarafından hissedileceğini ifade ettik, ifade ediyoruz. Bu krize gerçek bir siyasi değişimle çözüm bulunmadıkça mülteci sorunun üstesinden gelinemez. Türkiye’nin bölgesinde ve etrafınsa istikrar ve refaha yönelik katkıları sadece krizden karşısındaki tutumuyla sınırlı değildir. Ülkemizde son 13 yıldır gerçekleştirdiğimiz reformlar vatandaşlarımızın geleceği güvenle bakabilmelerini sağlamıştır. Ekonomideki politikalarımız sayesinde 2008 küresel krizi ülkemizi benim deyimimle teğet geçmiştir” açıklamasını yaptı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan bölgesel ve küresel sorunlara çözüm için kurulan pek çok platformda etkin bir üye olarak görev alındığını aktararak, “G20 dönem başkanlığımız süresince küresel ölçekte daha kapsayıcı bir ekonomik sistemin tesisi için gayret gösterdik. Kapsayıcılık dedik. Her kesimi kucakladık. Uygulama dedik. Lafla bu işler olmuyor. Yatırımların bütün uygulanışı götürelim dedik. Ve 3 yatırımlardı. Alt yapı, üst yatırımlarıydı. 2030’a girerken alt yapı, üst yapı yatırımlarında 80-100 trilyon doların buna harcanması, peki bu kaynak nereden bulunacak. İşte bütün bu kaynağın bulunmasına da yönelik tekliflerimizi ortaya koyduk. Küresel barış ve istikrar tesis edilmeden sürdürülebilir ekonomik gelişmenin mümkün olamayacağı görüşümüzü G20 Antalya Liderler Zirvesi’nin gündemine taşıdık. G20 Liderler Zirvesi’ne ilk defa “Woman 20” bunu getirdik. Dolayısıyla kadınlarla ilgili bu olayı da G20 de gündeme taşıdık. 2016 yılında bir ilki teşkil edecek olan Dünya İnsani Zirvesi’ne ev sahipliği yapacağız. Bu zirvesin uluslararası insani hukuk, insani müdahale ve yardımlar gibi alanlarda geleceğin gündeminin belirlemesini amaçlıyoruz. Afrika’da izlediğimiz inani diplomasi odaklı dış politikanın en güzel örneği Somali’de kendini gösteriyor. Türkiye, Asya Pasifik’te de Müslüman kardeşlerimizin sorunlarının çözümüne yapıcı katkılar sağlıyor. Güney Filipinlerde devam eden barış sürecine hem Filipinler hükümetinin hem de Moro İslami Kurtuluş Cephesi’nin ortak davetiyle destek veriyoruz. Myanmar’da Rohingya Müslümanlarının etkilendiği olaylara ilk günden tepkisini ortaya koyan ülkelerin başında geliyoruz” dedi.
“GÜÇLÜ OLAN HAKLI OLAN DEĞİLDİR. HAKLI OLAN GÜÇLÜDÜR”
Erdoğan konuşmasını şu şekilde tamamladı:
“Türkiye ve İspanya’nın girişimi ile 2005 yılında başlatılan medeniyetler ittifakı barış gücünü güçlendirme ve karşılıklı saygı atmosferini oluşturma amacına yönelik çalışmalarımız sürüyor. Bu çalışmalarımızdan başta Katar olmak üzere dostlarımızın güçlü desteğini yanımızda görmeyi arzu ediyoruz. İnsan onuruna, adalete önem veren ve bir barış dini olan İslam’ı yeniden insanlığın sorunlarının çözüm adresi haline getirmek mecburiyetindeyiz. Fakirlik gıda güvenliği, çevre, inan hakları gibi temel sorunlarda hep birlikte çalışmalı takip eden değil, takip edilen ülkeler haline gelmeliyiz. Önümüzdeki dönemin Müslümanlar için güzel gelişmelere, müjdelere gebe olduğuna inanıyorum. Şunu özellikle vurgulamak istiyorum. Güçlü olan haklı olan değildir. Haklı olan güçlüdür. Bu tezden hareket ediyoruz. Tek otorite tek galip odur. Hiç kimse benim şu gücüm var, bu gücüm var, bundan dolayı galibim diye kibirlenmesin, böbürlenmesin.”
(İHA)