USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000
Genel

Bakandan KPSS soruşturmasına ilişkin açıklama

Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, KPSS soruşturmasına ilişkin, "Onların hangilerinin, hangi kamu kurumlarına yerleştirildiklerinin dökümü de peyderpey ortaya çıkıyor. Milli Eğitim Bakanlığı çalışanları içerisinde olanlarla ilgili bilgiler de Bakanlığımıza ge

Bakandan KPSS soruşturmasına ilişkin açıklama
01-04-2015 21:06
Google News

Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, KPSS soruşturmasına ilişkin, "Onların hangilerinin, hangi kamu kurumlarına yerleştirildiklerinin dökümü de peyderpey ortaya çıkıyor. Milli Eğitim Bakanlığı çalışanları içerisinde olanlarla ilgili bilgiler de Bakanlığımıza geldi, onlarla ilgili işlemleri de biz yapıyoruz. Orada çok ciddi bir örgütsel tezgah var, yani göründüğü kadarıyla. Basbayağı profesyonel tezgah kurulmuş, ama işte şimdi adalete intikal etmiş vaziyette" dedi.
Milli Eğitim Bakanı Avcı, özel bir televizyon programında gündeme ilişkin soruları cevapladı. Milli Eğitim Bakanlığı’yla bir şekilde irtibatlı olmayan ailenin olmadığını belirten Bakan Avcı, “Çünkü ya çocuğu, ya yeğeni, ya torunu ya da kendisi üzerinden mutlaka yolu bir şekilde Milli Eğitim Bakanlığı’yla kesişir insanların. Biz evet doğru, en büyük kamu kuruluşuyuz. Yani mesela büyüklük ölçekleri konuşulurken, hem bütçe konusunda, hem personel konusunda genellikle Silahlı Kuvvetler ile karşılaştırılırız. Biz hem çalışan sayısı itibarıyla hem de irtibatlı olduğumuz hedef kitle bakımından en büyük kamu kuruluşuyuz. Kamuda çalışan her üç kişiden biri bizde çalışıyor. En büyük arsa spekülatörüyüz, her yerde arsalarımız var, bir türlü kamulaştırmaya para yetiremediğimiz arsalarımız var. En büyük bina stoku bizde. Velhasıl gerçekten büyük bir yapı. Dolayısıyla bu büyük yapıyla ilgili hem beşeri kaynaklarımız hem fiziki altyapımız itibarıyla ister istemez birtakım haberlere her gün konu oluyoruz” diye konuştu.

“DERSHANE MESELESİ ÇOK İYİ TEZGAHLANMIŞ BİR İLLÜZYON”
“Dershane meselesi gerçekten işin içine girdikçe daha iyi görülüyor ki çok iyi tezgahlanmış bir illüzyon” diyen Avcı, şunları kaydetti:
“Biz dershanelerin özel okula dönüştürülmesi projesini başlattığımızda da bunu söyledik ve birtakım rakamlara, ölçümlere dayanarak bunu söyledik. Yani öğrencilerin yüzde kaçı dershaneye gidebiliyor, bu gidenlerin yüzde kaçı gerçekten dershane üzerinden bir artıyla sınavlarda başarılı oluyor, bunların hepsinin çok tartışmalı olduğunu, daha doğrusu rakamların gösterdiği göstergelere baktığımız zaman illüzyonun tartışmasız olduğunu gördük. Burada şöyle bir imkânsızlıktan ötürü dershaneler bu illüzyonu bugüne kadar sürdürebilmişler. Birçok öğrenci dershaneye gittiği zaman sınavda bir puan alıyor. Şimdi dershaneye gitmeseydi o puanı almayacağını kanıtlayacak durumda değiliz. Dolayısıyla pek çok çocuğumuz aslında normal şartlarda hiç dershaneye gitmese de okuldan edindikleriyle bu aldığı puanı belki daha fazlasıyla bile alabilecekti. Burada şöyle bir sorun karşımıza çıkıyor; dikkat ederseniz sınav dönemlerinin sonunda sonuçlar açıklandığı zaman bazı çocuklar üzerine birtakım tişörtler giydirilip dershanenin başarısı olarak reklamı yapılıyordu. Bu aynı zamanda okullarımıza ve okuldaki öğretmenlerimize haksızlık. Sanki o çocuklar sadece dershanede yetişmiş ve sadece dershaneyle bu işleri yapmışlar gibi bir algı çok sistematik bir biçimde işletiliyordu. Dershanelerin dönüşüm tartışmaları sırasında bu illüzyonun kamuoyunda büyük ölçüde ortadan kalkmakta olduğunu görüyoruz. Bu illüzyon kırıldı.”
Çocukların reklam unsuru olarak kullanılmasına değinen Avcı, “Devlet kendi okullarındaki başarılı çocuklara dershaneler kadar reklam değeri vermiyor, vermemiş, vermemesi de normal. Biz çocukların böyle reklam unsuru olarak kullanılmalarının pedagojik olarak da doğru olmadığını söylüyoruz. O yüzden de çıkardığımız yeni bir genelgeyle bunu yasakladık, yani çocukların reklam unsuru olarak kullanılmasının önüne geçmeye çalışıyoruz” ifadelerini kullandı.

"DERSHANELER ÖNCEDEN BELİRLEDİKLERİ, OKULLARINDA BAŞARILI OLAN ÖĞRENCİLERİ ALIYORLAR "
Dezavantajlı çocukları değil, avantajlı çocukları daha hızlı koşturan dershane mekanizmasıyla ilgili bilgi veren Avcı, “İstatistiklere baktığımız zaman da şunu görüyoruz. Bir defa dershaneye giden-gitmeyen istatistiklerinde gidebilenlerin çok ciddi bir azınlık oluşturduklarını; o azınlığın içinde de gerçekten kendi okulunda aldıklarıyla sınavda başarılı olabilecek, fen lisesi gibi, sosyal bilimler lisesi gibi daha seçmeli öğrenciler alan kurumların öğrencilerinin dershanelerde büyük oranı teşkil ettiğini görüyoruz. Yani dershaneler dezavantajlı çocuklarımızı diğerlerine yetiştirmek üzere değil, koşuya zaten avantajlı başlamış olan çocukları biraz daha hızlı koşturmak üzerine çalışan bir mekanizma. Artı bir de şu var. Dershane var, dershane var. Hatta aynı dershanenin içinde sınıf var, sınıf var. Bizim dışımızda yapılan araştırmalar, yani biz derken Millî Eğitim Bakanlığı’nın dışında, bağımsız sivil toplum kuruluşlarının yaptığı araştırmalar gösteriyor ki; yıllık şu kadar meblağın, ki orta gelirli bir ailenin karşılayamayacağı 3 bin küsur doların üzerinde bir meblağın, üzerine çıkmadığı zaman o çocuk orada dolgu malzemesi olarak kullanılıyor. Yani dershaneler önceden belirledikleri, okullarında başarılı olan öğrencileri alıyorlar, hepsi için söyleyemem, ben tablonun geneli hakkında bir fikir vermek için bunu söylüyorum. Yoksa mesela bu süreçte gördük ki dershane sektöründe faaliyet gösteren pek çok kurum özel okula dönüşme konusunda bizimle çok güzel iş birliği yaptı ve onların gerçek eğitimciler olduklarını biz bu süreçte bir kere daha görmüş olduk. Gerçekten eğitime katkıda bulunmak isteyen, bunun için uygun yöntemler kendilerine önerildiği zaman bunları samimiyetle benimseyebilen kurumlar olduğunu da bu süreçte gördük” şeklinde konuştu.
Bakan Avcı, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Bir de şunu yapıyor belli dershane grupları, bunu herkes biliyor zaten, isim vermeme de gerek yok: Okullarda gerçekten başarılı olan öğrencileri tespit ediyorlar, hatta onları burslar vererek dershanelerine getiriyorlar ve orada onlara özel sınıflar açıyorlar, özel öğretmenler tahsis ediyorlar. Bunlar 5 kişilik, 6 kişilik, hatta bazen 3 kişilik sınıflarda, daha sonra dershanenin ve o grubun reklamını yapmak üzere özel olarak yetiştirilmiş öğrenciler. Öğrenciye bir şey katan değil, öğrencinin kendilerine bir şey kattığı bir sistem. Evet, tam bu. Yani o öğrencinin aslında avantajını kendi lehine kullanan. Öğrencinin özelliğini kendi lehine kullanan bir mekanizma. Öteki sınıflardaki normal öğrenciler ne oluyor? Yani gerçekten bu dershaneden ek bir fayda umarak gelen ve daha düşük ücretlerle dershaneye kaydolan öğrenciler de bu öğrencilere finansör gibi çalışıyor. Dolayısıyla kamuoyu bu tartışmalar sırasında bu mekanizmayı, bu dershanecilik sistemindeki bu suiistimalleri de yakından görme fırsatını buldu.”

“SBS KALDIRILDIKTAN SONRA YERİNE TEOG DİYE AYRI BİR SINAV İHDAS EDİLMİŞ GİBİ BİR ALGI OLUŞTU, BÖYLE DEĞİL”
TEOG ile ilgili ise Bakan Avcı, “Bizim uygulamaya koyduğumuz TEOG sınavları dediğimiz, yani temel eğitimden ortaöğretime geçiş, aslında yeni bir sınav değil bu, bunu her yerde söylüyorum, ama bir kere daha söylememde fayda var, çünkü hâlâ kamuoyunda sanki SBS kaldırıldıktan sonra yerine TEOG diye ayrı bir sınav ihdas edilmiş gibi bir algı oluştu, böyle değil. TEOG dediğimiz şey, aslında hepimizin eğitim hayatımızda girdiğimiz yazılı sınavlardan, şimdi biz 6 dersten bu yazılı sınavların kontrollü olarak yapılmasını sağladık. Kontrollü ne demek? Sorular Millî Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlanıyor. Merkezî olarak gönderiliyor, çocuklar kendi sınıflarında ve her ders için ayrı ayrı oturumlarda, böyle SBS gibi bir oturumda beş ders filan meselesi de değil, daha sakin bir ortamda bu yazılılarına giriyorlar. Dolayısıyla müfredatın önemi ortaya çıktı. Çünkü bu kontrollü yazılılar belli tarihlerde yapılıyor ve öğretmenlerimiz o tarihe kadar müfredatı yetiştirmek zorundalar” ifadelerini kullandı.

“KRİMİNAL OLMAYAN DAHA ÜSTÜ ÖRTÜK BİR İŞBİRLİĞİ”
“Belli bir tarihe kadar müfredatın yetiştirilmesi zorunluluğu ne demek? Müfredatın ciddiye alınması demek” ifadesini kullanan Avcı, şöyle konuştu:
“Hâlbuki eskiden bu dershane yanılsaması yüzünden öğretmenler de veliler de öğrenciler de canım bunu nasıl olsa dershanede öğreneceksiniz veya sınavda genellikle dershanelerde eğitimi verilen birtakım konularla ilgili veya test teknikleriyle ilgili şeyler sorulacağı varsayımıyla hareket ediliyordu ki sınavlar da büyük ölçüde ona ayarlanmaya başlanmıştı. Hatta bu ilişkinin, yani sınav düzenleyicilerle sınav hazırlayıcılar arasındaki ilişkinin çok farklı boyutlarda da işlemekte olduğunu şimdi son örneklerde, adliyeye de yansıyan örneklerde görüyoruz. Ama o kadar kriminal olmayan daha üstü örtük bir iş birliği de vardı. Mekanizma böyle. Şimdi bu mekanizma bozuldu, bu illüzyon bozuldu. Şimdi öğretmenlerimiz öğrettikleri dersin sınavlara yönelik olduğunu, sınavlarda bu öğrettikleri dersten öğrencilerinin başarılı ya da başarısız olacaklarını bildikleri için müfredatı çok daha ciddiye alıyorlar. TEOG’la ilgili daha sonra yaptığımız anket çalışmalarında öğretmenlerimize, velilerimize, öğrencilerimize sorduğumuz sorulardan da bunun olumlu sonuçlarını görüyoruz. Dolayısıyla bizim başından beri söylediğimiz, okulun merkeze oturması, öğretmenin merkezde olması, müfredatın merkezde olması ve bu müfredatın test sınavı odaklı değil öğrenme odaklı hâle getirilmesi çabalarımızın olumlu bir adımı oldu bu süreç. Ama tabii bu illüzyon hâlâ bazı kesimlerde devam ediyor.”
1 Eylül 2015’ten itibaren dershanelerin kapatılacak olmasını dünyanın sonu gibi gören bir kesimin ve çok az sayıda olmakla birlikte bazı velilerinde böyle bir saplantısı olduğunu ifade eden Avcı, “Bu aslında iyi bir şey, çocuklarının eğitimine verdikleri değeri, önemi gösteriyor. Ancak eskiden beri hepimiz şikâyet etmiyor muyduk; çocukları yarış atına çevirmeyelim diye. Şimdi buna rağmen hâlâ biz bazı ailelerde bu saplantının devam ettiğini görüyoruz. Geçmiş yıllarda bunlar şöyle yapıyorlardı; çok başarılı okullardan bile öğrencileri açık liseye alıp dershaneye gönderiyorlardı. Açık liselerde devam mecburiyeti olmadığı için, çocuklar açık liseye kaydettirilip son sınıfa geldikleri zaman oradan dershaneye gönderiliyordu. Şimdi bu sene o da yok. O yol da kapandı. Şimdi temel liseleri böyle bir sapma yol gibi görmeye başladılar. Boşuna yorulmasınlar velilerimiz, yani hakikaten çocuklarına durduk yerde de zulmetmesinler” dedi.

“TEMEL LİSELER ZORUNLU DERS SAATİ SEYRELTİLMİŞ LİSELERDİR”
Temel liselerin normal liselerden farklı olarak zorunlu ders saati seyreltilmiş liseler olduğunu belirten Avcı, “Niye böyle bir kuruma ihtiyaç duyuldu? Dershanelerin özel okula dönüşümü sürecinde bazı kurumların özel okullardan beklediğimiz kriterleri, yani bahçesi olacak, laboratuvarı olacak, merdiven genişliği şu olacak filan gibi bir sürü fiziki ve beşeri altyapıya ilişkin kriterlerimiz var özel okul açmak için. Şimdi bunların bir kısmı bu kriterlere hemen geçemeyebilirler. Dolayısıyla onlara dedik ki; tamam, hemen o kriterleri yüzde 100 sağlayamayabilirsiniz, ama bize bir niyet beyanında bulunduğunuzda ve bu altyapıya dört sene içerisinde geçeceğinizi taahhüt ettiğiniz takdirde bu kriterlerden bazılarını sizde aramayacağız. Dolayısıyla böyle bir geçiş kurumu oluşturduk. Şimdi zannediliyor ki bütün son sınıflardan öğrenciler bu temel liselere giderlerse orada yine dershanecilik yapılacak, yine sınavlara dershane üzerinden hazırlanılacak. Hayır, birincisi zaten yasa gereği bu temel liseler alacakları öğrencileri sınıflara dağıtmak zorundalar. Yani diyelim ki bir temel liseye biz 100 öğrencilik bir kontenjan vermişsek, bu 100 öğrencinin 100’ünü de dördüncü sınıfına alamaz. 25’ini birinci sınıfına alacak, 25’ini ikinci sınıfına alacak, 25’ini üçüncü… Eşit dağıtacak, yüzde 30’u geçemez. Yani bir sınıfa verdiği öğrenci sayısı toplam kontenjanının yüzde 30’unu geçemez. Bu ne demektir? İstese de istemese de 4. sınıfa 30’dan fazla öğrenci alamaz” diye konuştu.

"TEMEL LİSEYE DÖNÜŞEN DERSHANE SAYISI 56"
Son gelinen noktada temel liseye dönüşmüş olan dershane sayısının 56 olduğunu kaydeden Avcı, “O bakımdan bu geçici bir düzenlemedir, 4 yıllık bir süre için yapılmış bir düzenlemedir. Bunların hepsi normal özel okullara geçecek ve normal özel okula geçtikleri zaman kendilerine bir marka değeri oluşturmaları lazım. Eğer böyle üstü örtülü bir dershanecilik yaptığına dair bir imaj oluşursa, özel okula geçtikleri takdirde şanslarını büyük ölçüde yitirmiş olurlar. Çünkü o zamana kadar bu dershane sınavcılığı bitmiş olacak, sınav teknikleri bakımından da bitmiş olacak, sınav kapsamı bakımından da bitmiş olacak. Dediğim gibi, zaten sayısal olarak buna imkân bulamayacaklar. Ama takviye kursu olabilir. Bunu devlet okullarımızda da yapıyoruz, devlet okullarında da özel okullarda da hafta sonlarında çocuklara takviye kursu verebilirsiniz. Ama dershanecilik anlamında değil, yani çocuk müfredattaki derslerden hangisinde kendinde bir eksiklik, bir zayıflık hissediyorsa onları pekiştirmek amaçlı takviye kursları tabii ki verilebilir. Zaten onunla ilgili olarak biz de okullarımızda, devlet okullarında da bunu yapıyoruz. Bu vesileyle ben bu devlet okullarındaki takviye kurslarına gelen öğretmenlerimize teşekkür ediyorum, çünkü bu gönüllülük esasına göre yürüyen bir süreç ve dediğim gibi daha önce başka yerlerde de söyledim, hafta sonlarında öğretmenlerimiz takviye kursları için geliyorlar ve çok düşük ücretler karşılığında bu dersleri yapıyorlar. Ama buna rağmen 100 binin üzerinde öğretmenimiz gönüllü olarak, gönüllü diyorum çünkü aldıkları ücret okula giderken ödediklerini belki karşılamıyor” dedi.
Takviye kurs ücretlerinde yüzde 100 artışla ilgili Avcı, “Ücretleri yüzde 100 artırdık, artırdık da ne oldu. Parası için gidilecek bir şey değil. Öğretmenlerimiz gerçekten idealist bir şekilde fedakârca bu kurslara katılıyorlar, kendilerine çok teşekkür ediyorum, 2 milyonun üzerinde öğrencimiz de bu kurslara devam ediyor. Özel okullarda da bunlar var, daha da yapılabilir. Tabii 30 yıllık, 40 yıllık bir illüzyonu bir hamlede sıfırlamak mümkün değil. Zaman alacak. Ama kamuoyunda bu illüzyonun kırıldığını gösteren çok açık işaretler var. Müfredat öne çıktı, bunu da denemeye başladık. Önümüzdeki yıl da dershanesiz olarak nasıl gittiğini göreceğiz” değerlendirmesinde bulundu.

"SİSTEM OTURUYOR"
Sistemin gerçekten oturmakta olduğunun göstergeleri olduğunu söyleyen Avcı, “Şimdi son TEOG sonuçlarıyla ilgili olarak şöyle bir söylem geliştirilmeye çalışıldı: Efendim, 4500 öğrenci tam puan aldı, yani diyelim yazılıdan 10 üzerinden 10 aldı. Peki sınava giren öğrenci sayısı kaç? Yaklaşık 1 milyon 300 bin. 1 milyon 300 bin öğrencinin girdiği bir sınavda bunu ister klasik sınav olarak yapın, yani açık uçlu yazılı, ister kompozisyon yapın, ister sadece akademik bir sınav olmasa, mesela beden eğitimi sınavı da olsa, müzik de olsa, 1 milyon 300 binin içinden 4 bin 500 tane tam puan alan örgenci çıkması hiç şaşırtıcı değil. Hatta sevindirici, keşke daha fazlası olsa. Biz neden yakınıyoruz? Mesela üniversite sınavlarında da tersi söyleniyor; efendim şu kadar öğrenci şu derslerden sıfır çekti. Tamam, zaten bazı öğrenciler, belli şeyler için giriyorlar, diyelim fizik sorularını hiç cevaplandırmıyorlar, o yüzden o oran çok düşüyor, ama ayrıca da bizim üniversite sınavlarından çıkardığımız bir ders var ki, o da; ortaöğretimde kalitenin ciddi manada yükseltilmeye ihtiyacı var, bu bildiğimiz bir şey, zaten bu düzenlemeleri bunun için yapıyoruz” ifadelerini kullandı.

"AMAÇ, ÜNİVERSİTEYE DAHA HAZIRLIKLI ÖĞRENCİLER GÖNDERMEK"
Avcı, şunları kaydetti:
“Biz öğrenciyi liselerden üniversiteye hazır olarak gönderemiyoruz, bunu görüyoruz, onun için bu tedbirleri alıyoruz zaten, üniversiteye daha hazırlıklı öğrenciler göndermek için. Şimdi bu temel eğitimden ortaöğretime geçiş, yani TEOG sınavlarında 4 bin 500 öğrencinin tam puan almasına niye sevinmiyoruz? Sanki bu 4 bin 500 öğrenci, bir de bu yakınlarda 2010 KPSS’sinde soruların sızdırılması, acaba burada da mı böyle bir şey var, suiistimal var gibi bir algı oluşturulmaya çalışılıyor. Hayır, bu 4 bin 500 kişinin dağılımı zaten Türkiye genelinde çok rasyonel bir dağılım. Bir de dediğim gibi bunu hangi sınav türünde yaparsanız yapın, hatta sınava bile gerek yok, işte 1 milyon 300 bin öğrencinin içinde boyu 1.80’den yukarı olanlar ayrılsın dediğiniz zaman da hani en uç, o yaşta 1.80 üzerinde çocuk bulmak azdır ama, orada bile 4 bin 500 öğrenci çıkar. Dağılımlarda anlamlı bir eğri görülüyor zaten. Bizim derdimiz, alt kattaki, yani daha başarısız olan öğrencileri yukarıya çekmek, başarılıların sayısını da mümkün olduğu kadar yükseltmek; derdimiz bu. Bu da yavaş yavaş değil hızlı bir şekilde oluyor, olacak inşallah, bunu görüyoruz. TEOG’dan aslında koparılmak istenen bütün gürültüye rağmen velilerimiz, öğretmenlerimiz ve öğrencilerimiz, yani işin asıl muhatapları çok memnunlar.”
Ailelere ‘çocuklara dayatmada bulunmayın’ uyarısında bulunan Avcı, “Aslında biraz daha rahat, biraz daha esnek olmaları lazım. Çocuklarının geleceği konusunda tek belirleyici olmadıklarını, çocukların da kendilerine göre tercih hakları olduğunu, kendilerine göre yetenekleri veya eğilimleri, tercihleri olduğunu ve olabileceğini artık kabul etmeleri gerekiyor. Çocuklarına illa kendi olamadıkları şeyi olmak için birtakım dayatmalara girmemeleri gerekiyor. Kendi atlayamadıkları çıtayı çocukların önüne koymasınlar. Bunu çok kibarca söylemeye çalışıyorum, o veliler ne demek istediğimi, özellikle o çocuklar ne demek istediğimi çok iyi anlıyorlar” dedi.

“BU SÜRECİN AKAMETE UĞRAYACAĞI, BU DÖNÜŞÜM SÜRECİNİN BAŞARILAMAYACAĞI, BUNUNLA BAŞA ÇIKILAMAYACAĞI GİBİ BİR ALGI OLUŞTURMAYA ÇALIŞTILAR”
Bazı dershane gruplarının sürecin akamete uğrayacağı beklentisi olduğunu belirten Avcı, “Şimdi bunun en açık göstergelerinden bir tanesi de şu: Başından beri bazı dershane grupları özellikle meseleyi hukuk düzeyinde farklı bir mecraya getirebilecekleri iddiasını kamuoyuna pompaladılar ve dolayısıyla bu sürecin akamete uğrayacağı, bu dönüşüm sürecinin başarılamayacağı, bununla başa çıkılamayacağı gibi bir algı oluşturmaya çalıştılar. Bunun arkasında da büyük ölçüde Anayasa Mahkemesi’ne yapılmış olan itiraza ilişkin beklentiler vardı. Bekliyorlardı ki Anayasa Mahkemesi dershanelerin devamı yönünde bir karar verecek. Bunu sürekli hem kamuoyunda dershanelere yönelik talebi diri tutmak için, hem de Anayasa Mahkemesi üzerinde belli bir baskı oluşturmak için sistematik bir şekilde böyle bir algı operasyonunu sürdürdüler. Bunun sonucu olarak biz aslında dönüşüm sürecini aşamalı düşünmüştük ve işte birinci fazda, ikinci fazda, üçüncü fazda dönüşenler için her faza göre farklı teşvik paketleri öngörmüştük. Şimdi bakın çok enteresandır, bu iş, dönüşüm süreci 2 Haziran 2014’te, yani aşağı yukarı 1 sene önce başlatıldı. İlk elde 327 dershane dönüşüme başvurdu. Sonra bu kampanya başladı, çünkü o dönem aynı zamanda yeni kayıt alma dönemi, Anayasa Mahkemesi’nden bu iş dönecek, siz merak etmeyin, dershaneler devam edecek, dolayısıyla çocukları getirin. Bu kampanyanın bir neticesi olarak bizim tahminimize göre, ilk elde 327 olan başvuru daha sonraki fazda 240, bir sonraki fazda 182, düşüyor müracaat. 31 Aralık 2014’te biten üçüncü fazda 182. Sonra bu sene başında 2 Ocak’ta başladı dördüncü fazımız, bugüne kadar 885. Artık Anayasa Mahkemesi’nden öyle de karar çıksa, böyle de karar çıksa bu illüzyon dağıldı, veliler bu konuda gerçekten ciddi manada bilinçlendiler, eğitim kamuoyu bu konuda gerçekten neyin ne olduğunu daha iyi anladı ve artık bunlar da bu dalganın önünde duramayacaklarını gördüler ve şimdi sıraya girdiler. Tabii biz de kendi mülahazalarımızı ilettik, hatta ben ayrıca sözlü savunma yapmak için de yani durumumuzu bir de ben geleyim sözlü olarak da orada anlatayım diye de müracaat ettik, ama bugüne kadar bir dönüş olmadı. Ama dediğim gibi, yani buradan ben farklı bir şey çıkacağını tahmin etmiyorum” şeklinde konuştu.

“YÖK MESELESİ ANAYASA MESELESİ”
YÖK meselesinin büyük ölçüde Anayasa meselesi olduğunu belirten Bakan Avcı, “Bir kere daha vurgulamakta da fayda var, bizim yasama kültürümüzde maalesef şöyle bir yanlışlık var: Biz aslında bir yasayla halledilebilecek şeyleri Anayasa’ya ayrıntılı olarak yazmışız, yazıyoruz, geçmişteki uygulamayı söylüyorum. Yönetmeliklerle, yönergelerle, tüzüklerle yapılabilecek işleri yasalara yazmışız. Niye böyle yapmışız? Çünkü bizim anayasalar hep askeri vesayet dönemlerinde hazırlanmış ve anayasayı hazırlayan ve hazırlattıran askerler, ihtilalciler, darbeciler şöyle düşünmüşler: Yarın siviller gelir bu bizim yaptıklarımızı değiştirirler öyle sağlam kazıklara bağlayalım ki değiştiremesinler veya zor değiştirsinler. Kendi açısından mantıklı iyi bir tedbir almışlar ve o yüzden biz de işte yıllardır herkes şikâyet ettiği hâlde, herkes şurasından, burasından eleştirdiği hâlde, hatta fırsat buldukça şurasını, burasını değiştirdiği hâlde bütününe ilişkin bir düzenleme yapmak konusunda bir türlü gerekli yasal süreci başlatamadık. Niye? Çünkü YÖK’le ilgili yapılacak düzenlemeler Anayasa konusu ve Anayasa değişikliği gerektiriyor. Meclis’te de her şeye rağmen yeni bir Anayasa konusunda geçmiş dönemde bir ortaklaşma sağlanamadı maalesef. Sadece YÖK için değil veya yükseköğretim düzeni için değil ama pek çok konuda yeni bir Anayasa’ya ihtiyacımız olduğu çok açık. İnşallah önümüzdeki dönemde Anayasayı değiştirecek bir çoğunlukla bunları da halledilecek” dedi.

“SİSTEMİN RASYONEL ZEMİNE OTURMASI İÇİN ŞARTLAR DEĞİŞİYOR”
“Tabii sistemin daha iyi işlemesi için, daha rasyonel bir zemine oturması için şartlar değişiyor” diyen Avcı, “Öğrenci sayıları değişiyor, üniversite sayılarımız değişiyor, YÖK yasasında yapılabilecek veya yükseköğretim düzeninde yapılacak değişiklikleri anlatırken ısrarla söylediğim şeylerden biri de o, mevcut yapı 27 devlet üniversitesine göre tasarlanmış bir yapı. Üç aşağı, beş yukarı birbirine benzeyen bir homojen gruba göre tasarlanmış bir yapı. Şimdi sayıları 200’e yaklaştı 177, bir sene içerisinde 200’ü bulur veya yaklaşır. Sadece sayısal artış da değil söz konusu olan, niteliksel olarak da üniversiteler çok farklılaştı. Şimdi devlet üniversitelerimiz var kendi içinde çok farklılaşmış, çok köklü eski kurumsal kültürünü oluşturmuş üniversitelerimiz de var, daha yeni ayakları üzerinde durmaya çalışan yeni kurulmuş üniversitelerimiz de var. Vakıf üniversitelerimiz de kendi içinde çeşitlenmiş durumda. Bir kısmı gerçekten sağlam vakıf gelirlerine sahip üniversiteler, bir kısmı işte anayasa değişikliği olsa, yeni yükseköğretim düzeyinde özel üniversiteciliğe izin verilse vakıf olmaktan çıkıp özel üniversite olarak çalışarak kurumlar da var. Dolayısıyla, bütün bu çeşitliliği ve sayısal büyüklüğü idare edebilecek esnek bir çerçeveye sahip değiliz” ifadelerini kullandı.

“PEK ÇOK YARDIMCI KİTAP PEDAGOJİK OLMAKTAN ZİYADE, TİCARİ AMAÇLARLA PİYASAYA SÜRÜLÜYOR”
Pek çok yardımcı kitabın aslında pedagojik olmaktan ziyade, ticari amaçlarla piyasaya sürüldüğünü söyleyen Avcı, “Biz her yıl, kitaplarımızı sıraların üzerine sene başında koyarak başlıyoruz. Bu kitaplarda yetersizlikler olabilir mi? Olabilir. Ama zaten müfredat yenileme çalışmalarımız sürekli devam ediyor. Ayrıca bizim EBA Portalımız var oraya da yardımcı materyallerimizi koymaya başladık. Dolayısıyla öğrencilerin mümkün olduğu kadar yardımcı kitaba ihtiyaç duymayacakları bir altyapıyı hazırlıyoruz. Ve biliyorsunuz kitap sektöründe bandrol alma zorunluluğu var. Yaptığımız çalışmalar gösteriyor ki, çok ciddi bandrolsüz, korsan yardımcı kitap sektörü oluşturulmuş. Bunun farklı amaçlarla kullanıldığını da farklı yapılanmalar için farklı amaçlarla kullanıldığını da biliyoruz, bununla ilgili tedbirlerimizi de alıyoruz” dedi.

“ATAMA AĞUSTOS’TA YAPILACAK”
Öğretmen atamalarıyla ilgili ise Avcı, şunları kaydetti:
“Şimdi öncelikle bu konuda Meclis’in gösterdiği dirayete teşekkür ediyorum. Millî Eğitim Bakanı olarak böyle bir kadro için Maliye Bakanlığımıza teşekkür ediyorum, tabi Başbakanımıza teşekkür ediyorum. Şimdi bunun 47 binin 47 bini de hemen atanacak diye bir şey söz konusu değil. İhtiyaçlara göre, yani branş bazında ve iller bazında hangi branşta, hangi ilde, ne kadar öğretmene daha ihtiyacımız var onların dökümü yapıldıktan sonra bir öncelik sırasına koyuyoruz ve ona göre atamaları yapıyoruz. Atama Ağustos’ta yapılacak. Daha önce yapılmayacak. Bu seçim yatırımıyla birlikte düşünülecek bir iş değil, dolayısıyla, öyle bir popülizm içerisinde değiliz. Zaten sadece bu alanda değil, hiçbir alanda bugüne kadar yani son 12 yıllık, 13 yıllık AK Parti iktidarında seçim ekonomisi uygulamadık. Seçime gidiyoruz diye yapmamamız gereken birtakım hovardalıkları tabiri caizse yapmadık, burada da aynı şekilde. Yani öğretmen atamalarının ne zaman yapılacağı belli zaten Temmuz başında KPSS sınavı yapılacak, o KPSS’ye girecek adaylar da Ağustos atamasını bekliyorlar. Şimdi Nisan’da olsun diyen arkadaşları ben anlıyorum, onlar da şu anda sınırda kalmış, mesela diyelim bin 500 öğretmen almışız, o bin 560’ıncı bir 100 kişi daha alınsa o da girecek, bunu anlıyorum, keşke öyle bir imkânımız da olsa. Ama onları aldığın zaman da bu sefer ondan sonraki 60’ıncı bir 100 kişi daha alınmasını isteyecek. Kural, Temmuz başında KPSS ve alan sınavları yapılacak, o sınav sonuçlarına göre de Ağustos’ta inşallah öğretmen alımlarımızı yapacağız. Branşlara göre dağılımı da o zaman konuşabilecek duruma geleceğiz.”

"ORADA ÇOK CİDDİ BİR ÖRGÜTSEL TEZGAH VAR"
KPSS soruşturmasına değinen Avcı, “Onların hangilerinin, hangi kamu kurumlarına yerleştirildiklerinin dökümü de peyderpey ortaya çıkıyor. Millî Eğitim Bakanlığı çalışanları içerisinde olanlarla ilgili bilgiler de Bakanlığımıza geldi, onlarla ilgili işlemleri de biz yapıyoruz. Orada çok ciddi bir örgütsel tezgah var, yani göründüğü kadarıyla. Bas bayağı profesyonel tezgah kurulmuş, ama işte şimdi adalete intikal etmiş vaziyette” değerlendirmesinde bulundu.
Paralel medyanın yaptığı yayınların, sistematik bir algı operasyonu olduğunu ifade eden Avcı, “Çok sistematik bir kampanya yürütüldüğü konusunda hiçbir endişem, şüphem yok. Çünkü işte alt alta dizdiğiniz zaman haberleri ve bunların hangilerinin gerçek, hangilerinin düzmece olduğunu araştırdığınız zaman görüyorsunuz. İkincisi, haber kaynaklarına baktığımız zamanda hep aynı kaynaktan, aynı medya grubundan neşet eden ve aynı üslupla sürdürülen bir kampanya var. Şimdi biz de kendimize dönüp baktığımızda hiç mi hatamız yok? Bu kadar büyük camiada tabii ki olur. Ama özellikle belli bir medya grubunun yaptığı yayınlara baktığımız zaman bunların çok sistematik bir algı operasyonu olduğunu net bir şekilde görüyoruz. Zamanlamaları itibarıyla görüyoruz, içerikleri itibarıyla görüyoruz. Şimdi düşünün Ağrı’nın bir köyünde, bir okulda öğrenciler ellerinde tezeklerle okula gidiyorlar. Manşet, Milli Eğitim Bakanlığı yurt dışındaki okulları düşüneceğine Ağrı’daki tezekli eğitime son versin. Araştırdık orada bu yapıyla alakalı bir öğretmen ve bir muhtar, o yapının haber ajansını çağırıyorlar, çocukların ellerine tezekleri veriyorlar, fotoğraflarını çekiyorlar ve servis ediyorlar. Okulda 15 ton kömür var, 2,5 tona yakın odun var ama mizansen, çünkü tezekli eğitim çok akılda kalabilecek bir şey” diye konuştu.

“PARANOYAK OLMANIZ TAKİP EDİLMEDİĞİNİZ ANLAMINA GELMEZ”
Avcı, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Gümüşhane’nin bir köyündeki bir ilkokulun sınıfının camı kırılmış neticede oradaki muhtarın bile hâl edebileceği bir sorun, ama eğitim çöktü, okullar çocuklar rüzgarda, karda kışta kırık pencereli sınıflarda eğitim görüyor. Dolayısıyla, bunları bir araya topladığınız zaman şunu görüyorsunuz: Paranoyak olabilir insan zaman zaman o tür şeylere kapılabilir ama meşhur sözdür biliyorsunuz paranoyak olmanız takip edilmediğiniz anlamına gelmez. Dolayısıyla, bizim böyle şeylerden şüpheleniyor olmamız çok sağlıklı bir işaret. Ama biz de günlük her gün, onlar belki yeterince yer almıyor olabilir ama, her gün her yalan haberin cevabını veriyoruz. Büyük, küçük demeden her haberi tahkik ediyoruz, doğruysa hakikaten bir haber, bizim için de uyarıcı oluyor ve gerekeni de yapıyoruz. Ama onun dışında düzmece, belli bir algı oluşturmaya yönelik, Milli Eğitim ile ilgili ve oradan yola çıkarak AK Parti’ye veya hükümete yönelik bu tür kampanyaların da farkında olduğumuzu kamuoyunun bilmesini istiyorum.”
(İHA)
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
ÇOK OKUNANLAR
ARŞİV ARAMA
PUAN DURUMU TÜMÜ
GÜNÜN KARİKATÜRÜ TÜMÜ
Günün çizgisi
ANKET TÜMÜ