MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “Madem İsrail ile anlaşılacak, barışılacak, kucaklaşılacaktı, bunca sert söze, bunca su katılmamış hakarete ne gerek vardı?” dedi.
MHP Genel Başkanı Bahçeli, partisinin grup toplantısında konuştu. “Brexit kararı, mali piyasaları sallamış, AB’den kopma taleplerini güçlendirmiş, karamsar bekleyişleri tırmandırmıştır” diyen Bahçeli, “Bilindiği üzere, 2002-2007 yılları arasında küreselleşme süreci parlak bir dönem yaşamıştır. Dünya ekonomisi yüzde 5’i aşan bir büyüme performansı yakalamıştır. Ne var ki, 2008 yılında ortaya çıkan finansal kriz dünya ekonomisine hakim olan sanal bahar havasını da sonlandırmış, insanlığı vahim sorunlarla yüzleştirmiştir. Krizle birlikte büyüme oranları dibe vurmuştur” diye konuştu.
"KAZANAN BİR AVUÇ ELİT, KAYBEDEN MİLYONLAR..."
Bahçeli, Avrupa ülkelerini pençesine alan durgunluk, istikrarsızlık ve işsizlik döngüsünün sosyal çöküşleri, siyasal kaynamaları, ekonomik yıkımları ardına kadar araladığını söyledi. Bahçeli, kazananın bir avuç elitten ibaret olduğunu belirterek, “Kaybedenin ise milyarlarca insan olduğu adaletsiz ve ahlaksız sömürü düzeni, haklı olarak her vicdan sahibi tarafından kıyasıya eleştirilmiştir. Özellikle Almanya, Fransa ve Birleşik Krallığın dünya ekonomisindeki payı yıllar içinde yüzde 13’ten yüzde 8,5’e gerilemiştir. Yükselen piyasalar düşüşe geçmiştir. Popülist eğilimler öne çıkmaya başlamıştır. Kontrolsüz göç dalgaları, artan şiddet ve terör vakaları, egemenlik paylaşımlarının doğurduğu yan tesirler ülkeler arasında görünmeyen duvarların örülmesine neden olmuştur. Üretimi dışlayan, finansal oyunlara dayanan dünya ekonomisi bir yanda geniş bir mağdur kitlesi yaratırken, diğer yanda çalışmadan, yattığı ve oturduğu yerden servet kazanan küçük bir zümreyi palazlandırmış, yeşertmiştir. Haklı olanın değil güçlü olanın sözünün geçtiği; kirli ve karanlık çevrelerin egemen olduğu bir dünya sisteminin elbette uzun süreli ayakta kalması, işbirliği kanallarını canlı ve açık tutması akla ve mantığa aykırı olacaktır” ifadelerini kullandı.
“AB’YLE YOLLARINI AYIRMAK İÇİN BAHANE ARAYAN BU ÜLKENİN TÜRKLÜĞE ÇAMUR ATMASI, TÜRKLERİ AŞAĞILAMASI UTANMAZLIK VE KÜSTAHLIK ÖRNEĞİDİR”
“Her ne kadar yeni bir pişmanlık referandumu için imza kampanyası düzenlense de, Britanya halkının 23 Haziran iradesi, genel olarak anlık bir gelişmenin ürünü olmayıp, uzun senelerin mahsulüdür” diyen Bahçeli şunları kaydetti:
“Bu söylediklerim Birleşik Krallıktaki referandumun bir yüzüdür. Ancak meselenin ülkemizi ilgilendiren diğer bir yüzü vardır ki, bu da samimiyetle ve milli vicdan eşliğinde yorumlanmalıdır. 23 Haziran öncesi Britanya vatandaşları Türkler gelecek diye korkutulmuş, muhtemel göçmen akışı olacak iddiasıyla demokratik tercihleri çarpıtılmıştır. Bu bize göre milletimize, Türklüğün haysiyetli ve vakarlı mevcudiyetine ağır bir hakaret ve cürümdür. İngiliz kibir ve kurnazlığı tesirlerini bir kez daha göstermiştir. AB’yle yollarını ayırmak için bahane arayan bu ülkenin Türklüğe çamur atması, Türkleri aşağılaması utanmazlık ve küstahlık örneğidir. Türk milletinin her ferdi, gittiği ülkelere sorun değil, ancak şeref kazandırmıştır. Biz vardığımız her yere onur ve itibar götürürüz, biz bulunduğumuz coğrafya ve ülkelere ahlak ve kaliteyi öğretiriz. Türkleri öcü gibi gösterip nefret suçu işleyenlerin asırlarca taşıdığı kirli mirastan bir şey kaybetmemesi ayıplı ve alçaltıcı bir handikaptır. Birleşik Krallıkta, 23 Haziran öncesi Türkler üzerinden yapılan provakatif kampanyanın her türlü spekülasyon ve saptırmaya davetiye çıkardığı, insanlık değerlerini öğüttüğü açıktır. Aşırı uçların ve marjinal kesimlerin Türkleri karalamanın bir fırsatı olarak gördüğü referandum sürecinde, Birleşik Krallık Başbakanı da iyi bir sınav verememiş ve layığını bularak sınıfta kalmıştır. Türkiye’nin AB’ye girişi için 3 bin yılını işaret eden bu şahıs, kısa sürede ağzının payı almış, üç günde kurumuş bir ağaç gibi devrilip gitmiştir. Elbette herkes mayasına, meşrebine ve mizacına uygun hareket edecektir. Diyorum ki, Türk milletini hor ve hakir görmek, küçümseyip karartmak mazisi kan ve sömürü kokan hiçbir emperyal ülkenin haddi ve harcı olamayacaktır.”
"AB’NİN MÜSLÜMAN TÜRK MİLLETİNİ KABUL ETMESİ MÜMKÜN DEĞİLDİR"
Bahçeli, 23 Haziran referandumunun AB’nin fay hatlarını çatlattığını belirterek, “Birleşik Krallığın AB’den tam ayrılışı için iki yıllık bir sürenin geçmesi öngörülmektedir. AB’nin çekirdeğini oluşturan ülkeler bu ayrılığın kısa sürede olmasını istemektedir. Anlaşılan bu zorlu ve yıpratıcı sürecin daha da kronik olaylara ve telafisi maliyetli olacak hasarlara meydan vermemesi planlanmaktadır. Birleşik Krallığın karar ve iradesinden sonra AKP hükümeti de meseleye uzak kalmamıştır. Başbakan’dan bakanlara kadar herkes kendi birikim ve kanaati çerçevesinde değerlendirmeler yapmıştır. Görüldüğü kadarıyla AKP hükümeti Birleşik Krallığın AB’den kaydını sildirmesine pek de sıcak bakmamıştır. Başbakan Türkiye’nin AB yolunda çalışan bir ülke olduğunu ifade ederek, güçlenmesine vurgu yapmıştır. Bunu yaşlı kıtanın güvenliği ve istikrarı için önemli görmüştür ve de AB’nin gelecek vizyonunu gözden geçirmesini önermiştir. Şunu herkesin görmesi lazımdır ki, AB’nin yapısı fiili bir Hıristiyan kulübü şeklindedir. Eğer birliğin iddia edildiği gibi bir gelecek vizyonu varsa, buna göre temellenecektir. AB’nin, Müslüman Türk milletini bu nüfus ve değerler yapısıyla kabullenmesi zannederim mümkün değildir. Biz ne yaparsak yapalım; milli ve manevi kabullerimizden taviz vermeden, egemenlik haklarımıza sırt çevirmeden, Türklüğümüzü ve Müslümanlığımızı inkar etmeden AB’ye girmemiz devenin iğne deliğinden geçmesi kadar imkansızdır” değerlendirmesinde bulundu.
“AB, YILLARCA TÜRKİYE VE TÜK DÜŞMANLIĞINA SIĞINAK OLMUŞTUR”
Bahçeli, yıllardan beri parti ilkelerini kararlıca savunduklarını dile getirerek AB’yle ilgili düşüncelerinde çelişkiye düşmediklerini kaydetti. Bahçeli, AB’nin suyu çoktan ısınmış, kendi kendini yiyen ve tüketen bir organizmaya dönüşmüştür diyerek, “AB, yıllarca Türkiye ve Tük düşmanlığına sığınak olmuştur. AB üyesi ülkelerle elbette sosyal, ekonomik ve siyasal ilişkilerimiz karşılıklı çıkarlar ekseninde sürmeli, hatta güçlenmelidir. Buna itirazımız yoktur. Ancak sonu gelmeyen müzakere süreçlerinin, dipsiz kuyuya dönmüş ev ödevlerinin, artan baskı ve azarlamaların bir sınırı vardır ve bu sınır geçilmiştir. AKP hükümetinin AB’yle zig zaglı diyalogları, inişli çıkışlı ilişkileri, milli haklarımızı ucuz pazarlıklarla gölgelemesi, Avrupalı komiserlerin ağzına bakan acziyeti Türk milleti tarafından hiç hoş karşılanmamıştır. AB süreci mutlaka milli bir perspektifle tekrar ele alınmalıdır. Türkiye, başkasının himmet ve himayesine muhtaç olmayacak kadar büyük ve kudretli bir ülkedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AB üyeliğiyle ilgili; ‘Biz de gerekirse referanduma gideriz’ görüşü ise yersiz, anlamsız ve zamansızdır. AB ayak sürüyor, ağırdan alıyor, zamana oynuyor, Türkiye’yi almamak için bin dereden su getiriyor, Sayın Erdoğan ise halka soralım diyor. Sayın Cumhurbaşkanı, cevabı bal gibi bilinen bir soruyu aziz milletimize niye sormayı gündeme getiriyorsunuz? Buna neden ihtiyaç duyuyorsunuz? 53 yıldır Avrupa kapısında bekletiliyoruz, o fasıl açıldı, bu fasıl kapanmadı diyoruz hala bir arpa boyu mesafe alamıyoruz. Türk milletinin AB’ye bakışını bilmek ve öğrenmek için plebisit türü bir oylamaya hiç gerek yoktur. Zaten her şey ortadadır. Yalnızca siyasi sorumluluk taşıyanların mühürlü kalpleri temizlensin, kapalı gözleri açılsın, tutuk iradeleri ipotekten kurtulsun yetecektir ve Türk milletinin AB’ye karşı tutumu anlaşılacaktır. Milletimiz kendi geleceği ve kaderi üzerinde dün olduğu gibi bugün de tek söz söyleyendir, bunun aksini düşünmek Brüksel tutsaklığı, yabancı hayranlığıdır ki, buna bizim sıcak bakmamız olmayacak bir şeydir” dedi.
"İSRAİL’LE İLGİLİ BU KESİN ÇARKI NASIL İZAH EDECEĞİZ"
“Bir ülkenin dış politikasını tayin eden en önemli faktör coğrafyası, jeopolitik konumu, milli ve tarihi referanslarıdır” ifadelerini kullanan Bahçeli şunları dedi:
“Ülkelerin ekonomik ve siyasi gücü de dış politikanın plan ve işleyişinde önemli bir etkendir. Bilelim ki, iç istikrarsızlık çok boyutlu ve aktif bir dış politika oluşumunun önüne set çekecektir. Dış politikanın hedefi; eldeki tüm imkanlar kullanılarak ülkenin güvenlik, siyasi, ekonomik ve kültürel çıkarlarının savunulması, geliştirilmesi olmalıdır. Belirlenmiş bir amaca ulaşmak için taktik ve stratejilerin çatısı iyi kurulmalıdır. Herhangi bir sorunun çözümünde iki taraf ülkenin aynı anda kazançlı çıkması, yani kazan kazan sloganının gerçekleşmesi uluslararası ilişkilerin ruh ve akışına istisnalar dışında uygun değildir. Her iki tarafın kazanması ancak tarafların çıkarları arasında bir denge kurulmasıyla mümkündür ki, bu da kolay olmayacaktır. Eğer bir sorunla ilgili çözüm olacaksa, bu her şeyden önce adil ve hakkaniyete müzahir olmalıdır. Sorunların çözümü ancak iki tarafça da aynı derecede ve samimiyetle istendiği takdirde gerçekleşebilecektir. Eğer karşı taraf buna hazır değilse, çözüm de imkansız veya gerçekçi değildir. AKP, 2009’dan beri İsrail’le sürtüşmekte, atışmakta, ağır eleştirilerle iç kamuoyuna mesaj vermektedir. İsrail’e söylenmedik söz bırakılmamıştır. Fakat dün Başbakan’ın yaptığı açıklamalarla İsrail ile ilişkilerin düzeleceği, yeni bir evreye gireceği müjdelenmiştir. Bugün Roma’da iki ülke karşılıklı olarak üzerinde mutabık kalınan anlaşmaya imza atacaklardır. Böylece 2009 yılının Ocak ayında Davos’ta başlayan “One Minute” şovu bitmiş, istismar perdesi kapanmış olacaktır. 31 Mayıs 2010’da, ambargo altındaki Gazze’ye insani yardım malzemesi götüren Mavi Marmara gemisine, uluslararası sularda ağır bir saldırı düzenleyen İsrail, 10 Türk vatandaşını öldürmüş, onlarcasını da yaralamıştı. Bu tarihten sonra Türkiye-İsrail ilişkileri kopmuş, iki ülke arasında her alanda bir gerileme yaşanmıştı. Cumhurbaşkanı İsrail’i terör devleti olarak defalarca suçlamıştı. İsrail Gazzeli çocukları plajlarda öldürüyordu. Erdoğan bunu haklı olarak şiddetle tenkit ediyordu. İsrail’in barbarlıkta Hitler’i geçtiğini dillendirmişti. İsrail’e döktüğü kanlardan dolayı hesap sorulacağını hatırlatıyordu. Bu ülkeden hiçbir zaman iyi niyet beklenmemesini söylüyordu. Cinayetlere seyirci kalınmayacaktı. Mavi Marmara gemisine saldırı savaş sebebiydi.”
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Mavi Marmara meselesi ile ilgili söylediği sözleri da hatırlatan Bahçeli, “Demek ki, zulüm bitmiş ve normalleşmenin kapakları aralanmıştır. Bizden de buna inanmamız istenmektedir. Cumhurbaşkanı bu yılın Ocak ayında, Kral Selman Bin Abdülaziz’in davetiyle gittiği Suudi Arabistan dönüşü uçakta; İsrail’e ihtiyacımız olduğunu söylemişti. Şu anda AB Bakanı olan şahıs da, AKP sözcülüğü görevini yürütürken, İsrail devletinin Türkiye’nin dostu olduğunu birden bire hatırlamıştı. Meğerse hükümet uzun süredir İsrail ile gizli gizli buluşup anlaşmanın yollarını arıyormuş da bizim haberimiz olmamıştır. Madem İsrail ile anlaşılacak, barışılacak, kucaklaşılacaktı, bunca sert söze, bunca su katılmamış hakarete ne gerek vardı? Geçmişteki sözleri nereye koyacağız? Bu keskin çarkı nasıl izah edeceğiz? Teröristlerde onur ve gurur arayanlar, dış politikada ne ilke, ne seviye, ne de inandırıcılık bırakmışlardır. Biz demiyoruz ki, İsraille kavga edelim. Biz istemiyoruz ki, İsraille düşman kamplara ayrılalım. Ancak 2009’dan beri süregelen İsrail husumetini birden bire unutmak, üzerine sünger çekmek; nerede kalmıştık, hadi işimize gücümüze bakalım demek bir defa millete saygısızlık değil midir? Gazze’yi yakıp yıkan; Doğu Kudüs’te terör estiren; fosfor bombalarını Filistin’in üzerine yağdıran İsrail nereye gitmiş; katliamlar ne çabuk unutulmuştur? Geçen hafta da söyledim; ülkeler arasında kalıcı dostluk ve düşmanlık olmaz. Fakat son yedi yıllık sözleri ne yapacağız, nasıl yok sayacağız. İsrail’in lekeli sicilinin temizlendiğini nasıl kabulleneceğiz?” eleştirisinde bulundu.
"İSRAİL’LE YAPILAN ANLAŞMANIN NERESİ ZAFERDİR?"
AK Parti hükümetinin, İsrail ile ilişkilerinin düzelmesi için özür, tazminat ve Gazze’ye uygulanan ambargonun kaldırılmasını şart olarak ileri sürdüğünü hatırlatan Bahçeli şunları kaydetti:
“İlk iki şartın yerine gelmesine rağmen, ambargonun kalkmayacağı bizzat İsrail Başbakanı tarafından itiraf edilmiştir. Başbakan Netanyahu Roma’da, Türkiye’den gönderilecek insani yardımların İsrail limanları üzerinden Gazze’ye ulaştırılacağını ifade etmiştir. İsrail Başbakanı bunun yanında, ülkemiz topraklarından İsrail’e yönelik terörist faaliyetlerine izin verilmeyeceğini, anlaşmanın İsrail doğalgazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaştırılmasına imkan vereceğini açıklamıştır. Peki bu anlaşmanın neresi zaferdir? Hangi İsrail diz çökmüştür? Türkiye’den İsrail’e yönelik, bizim bilmediğimiz hangi terörist faaliyet vardır? Eğer Netenyahu’nun bu sözleri anlaşmada açık veya örtülü varsa, hükümet buna nasıl evet demiştir? Terör ihraç eden, masumları katleden İsrail Türkiye’yi terörle aynı kefeye koyma hakkını nereden ve kimden almaktadır? İsrail doğal gazını bizim üzerimizden Avrupa’ya ulaştıracaksa, Roma’daki anlaşmanın gerçek kazananı bu ülke olmayacak mıdır? Ve de hükümet İsrail karşısında geri adım atmış sayılmayacak mıdır? Milliyetçi Hareket Partisi İsraille ilişkilerin iyileşmesinden, makul bir çerçeveye oturmasından prensipte rahatsız değildir. Bizim söylediğimiz karşılıklı çıkarların gözetilmesidir. Bizim istediğimiz geçmişteki sözlerin çiğnenmesinden dolayı hiç olmazsa aziz milletimizden özür dilenmesi veya pişmanlık emarelerinin gösterilmesidir.”
(İHA)
MHP Genel Başkanı Bahçeli, partisinin grup toplantısında konuştu. “Brexit kararı, mali piyasaları sallamış, AB’den kopma taleplerini güçlendirmiş, karamsar bekleyişleri tırmandırmıştır” diyen Bahçeli, “Bilindiği üzere, 2002-2007 yılları arasında küreselleşme süreci parlak bir dönem yaşamıştır. Dünya ekonomisi yüzde 5’i aşan bir büyüme performansı yakalamıştır. Ne var ki, 2008 yılında ortaya çıkan finansal kriz dünya ekonomisine hakim olan sanal bahar havasını da sonlandırmış, insanlığı vahim sorunlarla yüzleştirmiştir. Krizle birlikte büyüme oranları dibe vurmuştur” diye konuştu.
"KAZANAN BİR AVUÇ ELİT, KAYBEDEN MİLYONLAR..."
Bahçeli, Avrupa ülkelerini pençesine alan durgunluk, istikrarsızlık ve işsizlik döngüsünün sosyal çöküşleri, siyasal kaynamaları, ekonomik yıkımları ardına kadar araladığını söyledi. Bahçeli, kazananın bir avuç elitten ibaret olduğunu belirterek, “Kaybedenin ise milyarlarca insan olduğu adaletsiz ve ahlaksız sömürü düzeni, haklı olarak her vicdan sahibi tarafından kıyasıya eleştirilmiştir. Özellikle Almanya, Fransa ve Birleşik Krallığın dünya ekonomisindeki payı yıllar içinde yüzde 13’ten yüzde 8,5’e gerilemiştir. Yükselen piyasalar düşüşe geçmiştir. Popülist eğilimler öne çıkmaya başlamıştır. Kontrolsüz göç dalgaları, artan şiddet ve terör vakaları, egemenlik paylaşımlarının doğurduğu yan tesirler ülkeler arasında görünmeyen duvarların örülmesine neden olmuştur. Üretimi dışlayan, finansal oyunlara dayanan dünya ekonomisi bir yanda geniş bir mağdur kitlesi yaratırken, diğer yanda çalışmadan, yattığı ve oturduğu yerden servet kazanan küçük bir zümreyi palazlandırmış, yeşertmiştir. Haklı olanın değil güçlü olanın sözünün geçtiği; kirli ve karanlık çevrelerin egemen olduğu bir dünya sisteminin elbette uzun süreli ayakta kalması, işbirliği kanallarını canlı ve açık tutması akla ve mantığa aykırı olacaktır” ifadelerini kullandı.
“AB’YLE YOLLARINI AYIRMAK İÇİN BAHANE ARAYAN BU ÜLKENİN TÜRKLÜĞE ÇAMUR ATMASI, TÜRKLERİ AŞAĞILAMASI UTANMAZLIK VE KÜSTAHLIK ÖRNEĞİDİR”
“Her ne kadar yeni bir pişmanlık referandumu için imza kampanyası düzenlense de, Britanya halkının 23 Haziran iradesi, genel olarak anlık bir gelişmenin ürünü olmayıp, uzun senelerin mahsulüdür” diyen Bahçeli şunları kaydetti:
“Bu söylediklerim Birleşik Krallıktaki referandumun bir yüzüdür. Ancak meselenin ülkemizi ilgilendiren diğer bir yüzü vardır ki, bu da samimiyetle ve milli vicdan eşliğinde yorumlanmalıdır. 23 Haziran öncesi Britanya vatandaşları Türkler gelecek diye korkutulmuş, muhtemel göçmen akışı olacak iddiasıyla demokratik tercihleri çarpıtılmıştır. Bu bize göre milletimize, Türklüğün haysiyetli ve vakarlı mevcudiyetine ağır bir hakaret ve cürümdür. İngiliz kibir ve kurnazlığı tesirlerini bir kez daha göstermiştir. AB’yle yollarını ayırmak için bahane arayan bu ülkenin Türklüğe çamur atması, Türkleri aşağılaması utanmazlık ve küstahlık örneğidir. Türk milletinin her ferdi, gittiği ülkelere sorun değil, ancak şeref kazandırmıştır. Biz vardığımız her yere onur ve itibar götürürüz, biz bulunduğumuz coğrafya ve ülkelere ahlak ve kaliteyi öğretiriz. Türkleri öcü gibi gösterip nefret suçu işleyenlerin asırlarca taşıdığı kirli mirastan bir şey kaybetmemesi ayıplı ve alçaltıcı bir handikaptır. Birleşik Krallıkta, 23 Haziran öncesi Türkler üzerinden yapılan provakatif kampanyanın her türlü spekülasyon ve saptırmaya davetiye çıkardığı, insanlık değerlerini öğüttüğü açıktır. Aşırı uçların ve marjinal kesimlerin Türkleri karalamanın bir fırsatı olarak gördüğü referandum sürecinde, Birleşik Krallık Başbakanı da iyi bir sınav verememiş ve layığını bularak sınıfta kalmıştır. Türkiye’nin AB’ye girişi için 3 bin yılını işaret eden bu şahıs, kısa sürede ağzının payı almış, üç günde kurumuş bir ağaç gibi devrilip gitmiştir. Elbette herkes mayasına, meşrebine ve mizacına uygun hareket edecektir. Diyorum ki, Türk milletini hor ve hakir görmek, küçümseyip karartmak mazisi kan ve sömürü kokan hiçbir emperyal ülkenin haddi ve harcı olamayacaktır.”
"AB’NİN MÜSLÜMAN TÜRK MİLLETİNİ KABUL ETMESİ MÜMKÜN DEĞİLDİR"
Bahçeli, 23 Haziran referandumunun AB’nin fay hatlarını çatlattığını belirterek, “Birleşik Krallığın AB’den tam ayrılışı için iki yıllık bir sürenin geçmesi öngörülmektedir. AB’nin çekirdeğini oluşturan ülkeler bu ayrılığın kısa sürede olmasını istemektedir. Anlaşılan bu zorlu ve yıpratıcı sürecin daha da kronik olaylara ve telafisi maliyetli olacak hasarlara meydan vermemesi planlanmaktadır. Birleşik Krallığın karar ve iradesinden sonra AKP hükümeti de meseleye uzak kalmamıştır. Başbakan’dan bakanlara kadar herkes kendi birikim ve kanaati çerçevesinde değerlendirmeler yapmıştır. Görüldüğü kadarıyla AKP hükümeti Birleşik Krallığın AB’den kaydını sildirmesine pek de sıcak bakmamıştır. Başbakan Türkiye’nin AB yolunda çalışan bir ülke olduğunu ifade ederek, güçlenmesine vurgu yapmıştır. Bunu yaşlı kıtanın güvenliği ve istikrarı için önemli görmüştür ve de AB’nin gelecek vizyonunu gözden geçirmesini önermiştir. Şunu herkesin görmesi lazımdır ki, AB’nin yapısı fiili bir Hıristiyan kulübü şeklindedir. Eğer birliğin iddia edildiği gibi bir gelecek vizyonu varsa, buna göre temellenecektir. AB’nin, Müslüman Türk milletini bu nüfus ve değerler yapısıyla kabullenmesi zannederim mümkün değildir. Biz ne yaparsak yapalım; milli ve manevi kabullerimizden taviz vermeden, egemenlik haklarımıza sırt çevirmeden, Türklüğümüzü ve Müslümanlığımızı inkar etmeden AB’ye girmemiz devenin iğne deliğinden geçmesi kadar imkansızdır” değerlendirmesinde bulundu.
“AB, YILLARCA TÜRKİYE VE TÜK DÜŞMANLIĞINA SIĞINAK OLMUŞTUR”
Bahçeli, yıllardan beri parti ilkelerini kararlıca savunduklarını dile getirerek AB’yle ilgili düşüncelerinde çelişkiye düşmediklerini kaydetti. Bahçeli, AB’nin suyu çoktan ısınmış, kendi kendini yiyen ve tüketen bir organizmaya dönüşmüştür diyerek, “AB, yıllarca Türkiye ve Tük düşmanlığına sığınak olmuştur. AB üyesi ülkelerle elbette sosyal, ekonomik ve siyasal ilişkilerimiz karşılıklı çıkarlar ekseninde sürmeli, hatta güçlenmelidir. Buna itirazımız yoktur. Ancak sonu gelmeyen müzakere süreçlerinin, dipsiz kuyuya dönmüş ev ödevlerinin, artan baskı ve azarlamaların bir sınırı vardır ve bu sınır geçilmiştir. AKP hükümetinin AB’yle zig zaglı diyalogları, inişli çıkışlı ilişkileri, milli haklarımızı ucuz pazarlıklarla gölgelemesi, Avrupalı komiserlerin ağzına bakan acziyeti Türk milleti tarafından hiç hoş karşılanmamıştır. AB süreci mutlaka milli bir perspektifle tekrar ele alınmalıdır. Türkiye, başkasının himmet ve himayesine muhtaç olmayacak kadar büyük ve kudretli bir ülkedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AB üyeliğiyle ilgili; ‘Biz de gerekirse referanduma gideriz’ görüşü ise yersiz, anlamsız ve zamansızdır. AB ayak sürüyor, ağırdan alıyor, zamana oynuyor, Türkiye’yi almamak için bin dereden su getiriyor, Sayın Erdoğan ise halka soralım diyor. Sayın Cumhurbaşkanı, cevabı bal gibi bilinen bir soruyu aziz milletimize niye sormayı gündeme getiriyorsunuz? Buna neden ihtiyaç duyuyorsunuz? 53 yıldır Avrupa kapısında bekletiliyoruz, o fasıl açıldı, bu fasıl kapanmadı diyoruz hala bir arpa boyu mesafe alamıyoruz. Türk milletinin AB’ye bakışını bilmek ve öğrenmek için plebisit türü bir oylamaya hiç gerek yoktur. Zaten her şey ortadadır. Yalnızca siyasi sorumluluk taşıyanların mühürlü kalpleri temizlensin, kapalı gözleri açılsın, tutuk iradeleri ipotekten kurtulsun yetecektir ve Türk milletinin AB’ye karşı tutumu anlaşılacaktır. Milletimiz kendi geleceği ve kaderi üzerinde dün olduğu gibi bugün de tek söz söyleyendir, bunun aksini düşünmek Brüksel tutsaklığı, yabancı hayranlığıdır ki, buna bizim sıcak bakmamız olmayacak bir şeydir” dedi.
"İSRAİL’LE İLGİLİ BU KESİN ÇARKI NASIL İZAH EDECEĞİZ"
“Bir ülkenin dış politikasını tayin eden en önemli faktör coğrafyası, jeopolitik konumu, milli ve tarihi referanslarıdır” ifadelerini kullanan Bahçeli şunları dedi:
“Ülkelerin ekonomik ve siyasi gücü de dış politikanın plan ve işleyişinde önemli bir etkendir. Bilelim ki, iç istikrarsızlık çok boyutlu ve aktif bir dış politika oluşumunun önüne set çekecektir. Dış politikanın hedefi; eldeki tüm imkanlar kullanılarak ülkenin güvenlik, siyasi, ekonomik ve kültürel çıkarlarının savunulması, geliştirilmesi olmalıdır. Belirlenmiş bir amaca ulaşmak için taktik ve stratejilerin çatısı iyi kurulmalıdır. Herhangi bir sorunun çözümünde iki taraf ülkenin aynı anda kazançlı çıkması, yani kazan kazan sloganının gerçekleşmesi uluslararası ilişkilerin ruh ve akışına istisnalar dışında uygun değildir. Her iki tarafın kazanması ancak tarafların çıkarları arasında bir denge kurulmasıyla mümkündür ki, bu da kolay olmayacaktır. Eğer bir sorunla ilgili çözüm olacaksa, bu her şeyden önce adil ve hakkaniyete müzahir olmalıdır. Sorunların çözümü ancak iki tarafça da aynı derecede ve samimiyetle istendiği takdirde gerçekleşebilecektir. Eğer karşı taraf buna hazır değilse, çözüm de imkansız veya gerçekçi değildir. AKP, 2009’dan beri İsrail’le sürtüşmekte, atışmakta, ağır eleştirilerle iç kamuoyuna mesaj vermektedir. İsrail’e söylenmedik söz bırakılmamıştır. Fakat dün Başbakan’ın yaptığı açıklamalarla İsrail ile ilişkilerin düzeleceği, yeni bir evreye gireceği müjdelenmiştir. Bugün Roma’da iki ülke karşılıklı olarak üzerinde mutabık kalınan anlaşmaya imza atacaklardır. Böylece 2009 yılının Ocak ayında Davos’ta başlayan “One Minute” şovu bitmiş, istismar perdesi kapanmış olacaktır. 31 Mayıs 2010’da, ambargo altındaki Gazze’ye insani yardım malzemesi götüren Mavi Marmara gemisine, uluslararası sularda ağır bir saldırı düzenleyen İsrail, 10 Türk vatandaşını öldürmüş, onlarcasını da yaralamıştı. Bu tarihten sonra Türkiye-İsrail ilişkileri kopmuş, iki ülke arasında her alanda bir gerileme yaşanmıştı. Cumhurbaşkanı İsrail’i terör devleti olarak defalarca suçlamıştı. İsrail Gazzeli çocukları plajlarda öldürüyordu. Erdoğan bunu haklı olarak şiddetle tenkit ediyordu. İsrail’in barbarlıkta Hitler’i geçtiğini dillendirmişti. İsrail’e döktüğü kanlardan dolayı hesap sorulacağını hatırlatıyordu. Bu ülkeden hiçbir zaman iyi niyet beklenmemesini söylüyordu. Cinayetlere seyirci kalınmayacaktı. Mavi Marmara gemisine saldırı savaş sebebiydi.”
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Mavi Marmara meselesi ile ilgili söylediği sözleri da hatırlatan Bahçeli, “Demek ki, zulüm bitmiş ve normalleşmenin kapakları aralanmıştır. Bizden de buna inanmamız istenmektedir. Cumhurbaşkanı bu yılın Ocak ayında, Kral Selman Bin Abdülaziz’in davetiyle gittiği Suudi Arabistan dönüşü uçakta; İsrail’e ihtiyacımız olduğunu söylemişti. Şu anda AB Bakanı olan şahıs da, AKP sözcülüğü görevini yürütürken, İsrail devletinin Türkiye’nin dostu olduğunu birden bire hatırlamıştı. Meğerse hükümet uzun süredir İsrail ile gizli gizli buluşup anlaşmanın yollarını arıyormuş da bizim haberimiz olmamıştır. Madem İsrail ile anlaşılacak, barışılacak, kucaklaşılacaktı, bunca sert söze, bunca su katılmamış hakarete ne gerek vardı? Geçmişteki sözleri nereye koyacağız? Bu keskin çarkı nasıl izah edeceğiz? Teröristlerde onur ve gurur arayanlar, dış politikada ne ilke, ne seviye, ne de inandırıcılık bırakmışlardır. Biz demiyoruz ki, İsraille kavga edelim. Biz istemiyoruz ki, İsraille düşman kamplara ayrılalım. Ancak 2009’dan beri süregelen İsrail husumetini birden bire unutmak, üzerine sünger çekmek; nerede kalmıştık, hadi işimize gücümüze bakalım demek bir defa millete saygısızlık değil midir? Gazze’yi yakıp yıkan; Doğu Kudüs’te terör estiren; fosfor bombalarını Filistin’in üzerine yağdıran İsrail nereye gitmiş; katliamlar ne çabuk unutulmuştur? Geçen hafta da söyledim; ülkeler arasında kalıcı dostluk ve düşmanlık olmaz. Fakat son yedi yıllık sözleri ne yapacağız, nasıl yok sayacağız. İsrail’in lekeli sicilinin temizlendiğini nasıl kabulleneceğiz?” eleştirisinde bulundu.
"İSRAİL’LE YAPILAN ANLAŞMANIN NERESİ ZAFERDİR?"
AK Parti hükümetinin, İsrail ile ilişkilerinin düzelmesi için özür, tazminat ve Gazze’ye uygulanan ambargonun kaldırılmasını şart olarak ileri sürdüğünü hatırlatan Bahçeli şunları kaydetti:
“İlk iki şartın yerine gelmesine rağmen, ambargonun kalkmayacağı bizzat İsrail Başbakanı tarafından itiraf edilmiştir. Başbakan Netanyahu Roma’da, Türkiye’den gönderilecek insani yardımların İsrail limanları üzerinden Gazze’ye ulaştırılacağını ifade etmiştir. İsrail Başbakanı bunun yanında, ülkemiz topraklarından İsrail’e yönelik terörist faaliyetlerine izin verilmeyeceğini, anlaşmanın İsrail doğalgazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaştırılmasına imkan vereceğini açıklamıştır. Peki bu anlaşmanın neresi zaferdir? Hangi İsrail diz çökmüştür? Türkiye’den İsrail’e yönelik, bizim bilmediğimiz hangi terörist faaliyet vardır? Eğer Netenyahu’nun bu sözleri anlaşmada açık veya örtülü varsa, hükümet buna nasıl evet demiştir? Terör ihraç eden, masumları katleden İsrail Türkiye’yi terörle aynı kefeye koyma hakkını nereden ve kimden almaktadır? İsrail doğal gazını bizim üzerimizden Avrupa’ya ulaştıracaksa, Roma’daki anlaşmanın gerçek kazananı bu ülke olmayacak mıdır? Ve de hükümet İsrail karşısında geri adım atmış sayılmayacak mıdır? Milliyetçi Hareket Partisi İsraille ilişkilerin iyileşmesinden, makul bir çerçeveye oturmasından prensipte rahatsız değildir. Bizim söylediğimiz karşılıklı çıkarların gözetilmesidir. Bizim istediğimiz geçmişteki sözlerin çiğnenmesinden dolayı hiç olmazsa aziz milletimizden özür dilenmesi veya pişmanlık emarelerinin gösterilmesidir.”
(İHA)