İstanbul
Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan, 10 yıl önce bugün başlayan "Arap Baharı" adı verilen halk hareketlerinden bu yana dış politikada halkın taleplerine karşı çıkan ve demokrasi dışı yollarla iş başına gelen yönetimleri desteklemeyi, iç politikada ise demokratik reform taleplerine kulak tıkayarak baskı politikaları uygulamayı tercih etti.
Tunus'ta, 17 Aralık 2011'de başlayan ve "Arap Baharı" olarak bilinen olayların üzerinden tam 10 yıl geçti. Arap Baharı, Orta Doğu'daki birçok ülkenin kendisini yeniden konumlandırmasına veya iç ve dış politikada farklı yollara başvurmasına neden oldu.
BAE ve Suudi Arabistan, Arap Baharı'nda otoriter yönetimleri ve darbecileri destekleyerek dengeleri altüst edecek bir dış politika izledi.
Bölgedeki otoriter rejimlerin yıkılması veya değişmesiyle birlikte Orta Doğu'daki tüm ülkelerde benzer taleplerin yükselmesi, BAE ve Suudi Arabistan gibi otoriter monarşileri endişeye sevk etti.
Arap Baharı sürecindeki demokratikleşmenin önemli dinamiği kabul edilen Müslüman Kardeşler Teşkilatı (İhvan), Abu Dabi ve Riyad'ın büyük düşmanlıklarına ve saldırgan politikalarına maruz kaldı.
Söz konusu Körfez ülkeleri, 10 yıllık süre zarfında, Mısır, Libya ve Tunus'ta darbe yaptırdı veya darbe teşebbüsünde bulundu, Yemen ve Libya'daki iç savaşın da önemli aktörleri arasında yer aldı.
Mısır
BAE ve Suudi Arabistan özellikle Mısır'daki Hüsnü Mübarek rejiminin devrilmesi ve yapılan ilk demokratik seçimlerde Muhammed Mursi'nin Cumhurbaşkanı seçilmesini "ciddi bir tehlike" olarak algıladı.
Bu iki ülke, Mısır'daki bu değişikliği doğrudan hedef aldı ve dönemin Genelkurmay Başkanı Abdulfettah es-Sisi'nin 2013'teki kanlı darbesine destek verdi.
Mısır örneğinde görüldüğü gibi bu iki Körfez ülkesi, dış politikada, kendi rejimlerinin bekası için bölge ülkelerinin demokratikleşmesini engellemeyi önemli bir hedef olarak belirledi.
Halihazırda Sisi yönetimindeki Mısır, bölgesel düzeyde her iki ülkenin önemli müttefiki konumunda.
Libya
BAE, Nisan 2019'da, Mısır'daki darbenin aynısını Libya'daki hükümete karşı da yapmak istedi.
Abu Dabi yönetiminin açık bir şekilde askeri ve mali desteğini alan Libya'daki darbeci General Halife Hafter, başkent Trablus'u ele geçirmek için ciddi askeri hamleler gerçekleştirse de hedefine ulaşamadı.
Hafter'in Türkiye'nin desteklediği Libya ordusu tarafından hezimete uğratılmasına rağmen, darbeci generale bağlı milis güçler halen ülkede ciddi bir istikrarsızlık faktörü olarak varlık göstermeye devam ediyor.
Yemen
Yemen'de 2011 yılında yükselen özgürlük ve eşitlik taleplerinden BAE ve Suudi Arabistan pek memnun olmadı.
Suudi Arabistan öncülüğünde ve BAE'nin de aktif şekilde katılım gösterdiği Arap koalisyonu, 26 Mart 2015'te Yemen'deki iç savaşa müdahil oldu.
Arap koalisyonunun hedefi, İran destekli Husilerle savaşmanın yanı sıra İhvan'ın Yemen'deki kolu kabul edilen Islah Partisi'nin ülkedeki varlığını da zayıflatmaktı.
Halihazırda Suudi Arabistan, Yemen'deki hükümete destek verirken, BAE ise güneydeki ayrılıkçı Güney Geçiş Konseyi ve ona bağlı milisleri finanse etmeyi sürdürüyor.
Tunus
BAE'nin, Tunus'taki demokratik sistemi baltalamak ve bu ülkedeki nüfuzunu artırmak için birkaç defa darbe teşebbüsünde bulunduğuna dair pek çok iddia gündeme geldi.
Abu Dabi'nin darbe teşebbüsü iddiaları özellikle 2017-2018 yıllarında sıklıkla dillendirilse de Tunus makamlarından bu iddiaları doğrulayan resmi bir açıklama yapılmadı.
Eski Tunus Cumhurbaşkanı Munsif Merzuki, 2019'da yaptığı bir açıklamasında, Tunus'ta Mısır'dakine benzer bir karşı devrim yapılması yönünde BAE'nin ciddi çabası bulunduğunu söyledi.
Mısır, Suudi Arabistan ve BAE'ye ait medya organları, İhvan'a fikri yakınlığı bulunan Nahda Hareketi ile Nahda lideri ve Meclis Başkanı Raşid el-Gannuşi'yi hedef alan itham ve karalamaya dönük kampanyalarından hala vazgeçmiş değil.
Suudi Arabistan ve BAE'de muhaliflere yönelik baskılar
Siyasi partiler ve halkın katıldığı gerçek anlamda seçimlerden yoksun BAE'de, demokratik reform talebinde bulunan muhalifler yıllardır "stratejik güvenlik" suçlamasıyla hapse atılıyor.
BAE de bölgedeki diğer ülkeler gibi İhvan'a yakınlığıyla bilinen Islah Hareketi'ni, 1994'ten bu yana kıskaca alıp faaliyet alanını zamanla daralttı.
Islah Hareketi Başkanı Şeyh Sultan bin Kayed Kasımi, Mart 2011'de ülkenin siyasi yapısında reformlar yapılması talebiyle imzaladığı bildiri nedeniyle tutuklandı. Arap Baharı'ndan sonra Islah Hareketi mensubu yaklaşık 60 kişi daha hapse atıldı.
İngiltere merkezli "BAE'de Özgürlük için Uluslararası Kampanya" platformunun raporuna göre, ülkedeki tüm siyasi muhalifler, başkent Abu Dabi'den yaklaşık 120 kilometre uzaklıkta yer alan, genellikle düşünce suçlularının bulunduğu maksimum güvenlikli ve "BAE'nin Guantanamosu" adı verilen Er-Razin Cezaevi'nde tutuluyor.
BAE gibi Suudi Arabistan'ın da ülkedeki muhaliflere yönelik baskıcı uygulamaları ve keyfi tutuklamaları uluslararası kurumların hazırladığı raporlarla gündeme geliyor.
Riyad yönetiminin muhaliflere karşı yürüttüğü politikayı anlamak için Suudi Arabistanlı gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın Ekim 2018'de ülkesinin İstanbul Başkonsolosluğu'nda vahşice öldürülmesine bakmak yeterli.
Kaynak: AA
dikGAZETE.com