İSTANBUL (AA) - Babası ve annesini henüz 2,5 yaşında kaybettikten sonra havacılık tarihinin en önemli kişiliklerinden dayısı Vecihi Hürkuş tarafından yetiştirilen ve onun okulunda havacılık eğitimi alan Eribe Kartal Hürkuş, henüz 18 yaşındayken gerçekleştirdiği bir atlayışta paraşütünün açılmaması sonucu şehit düşerek, ilk hava şehidi Türk kadını olarak tarihe geçti.
İzmir'in işgal edilmesiyle Miralay Fethi ve Gazeteci Hasan Tahsin ile beraberindeki 9 kişinin şehit edildiği 15 Mayıs tarihi, 1935'ten bu yana "Hava Şehitlerini Anma Günü" olarak kabul ediliyor. Türk havacılık tarihine adını yazdıran isimler de bugün anılarak, hatıraları yaşatılmaya çalışılıyor.
Havacılık tarihinde şehit düşen ilk kadın, henüz 18 yaşındayken, atlayış yaptığı paraşütün açılmaması sonucu hayatını kaybeden Eribe Kartal Hürkuş'tu.
İstanbul'da 30 Ekim 1918'de dünyaya gelen Eribe, henüz 2,5 yaşındayken önce babası Binbaşı Bedrettin Bey'i, ondan neredeyse bir hafta sonra da annesi Remziye Hanım'ı kaybetti. Küçük Eribe, havacılığın duayen ismi dayısı Vecihi Hürkuş'un yanında büyüdü.
Çok erken yaşta havacılıkla tanışan Eribe Kartal Hürkuş, dayısının Kadıköy'deki Vecihi Sivil Tayyare Okulu'nun da öğrencisiydi. Henüz 16 yaşındayken pilotluğu öğrenmişti ama "uçucu" olmayı değil, "atlayıcı" olmayı istiyordu.
Türk Hava Kurumu (THK) bünyesindeki havacılık okulu Türkkuşu, 1936 yılında, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı törenlerinde öğrencileriyle bir gösteri yapmaya hazırlanıyordu. Törenler öncesinde 24 Ekim'de antrenman uçuşları ve atlayışları yapılacaktı. Dayısı Vecihi Hürkuş havada uçuş gerçekleştirirken okulun öğrencilerinden Eribe de yerden hazırlıkları izliyordu.
Bu sırada yanına gelen, dönemin THK Başkanı Fuat Bulca, 29 Ekim törenlerinden bir gün sonra 18. yaşını kutlamaya hazırlanan genç kızla sohbet etmeye başladı. Eribe de paraşütle atlayış yapma konusundaki yoğun isteğini bu sırada Bulca'ya iletti. Amacı kendisine atlayış yapması için izin vermeyen dayısını, onun çok saydığı bir kişi vasıtasıyla ikna edebilmekti. Amacına da ulaştı. Vecihi Hürkuş, uçuşunu tamamlayıp yere indiğinde Fuat Bulca onu yanına çağırarak genç kızın bu konudaki yoğun isteğinden bahsetti ve bu izni vermesini rica etti.
Yeğeninin tutkusunun önüne geçmek istemeyen Vecihi Hürkuş, istemeden de olsa izin verdi ve Eribe, ilk uçuşunu 800 metreden büyük bir başarıyla tamamladı.
29 Ekim günü geldiğinde, aslında atlayış kadrosunda olmamasına rağmen Eribe de paraşütçüler arasındaydı. Uçaktan yine atladı ama bu kez bir terslik oldu, paraşütü açılmadı. 600 metre, 500 metre, 400 metre... Tam yere yaklaşmıştı ki beyaz paraşüt önce göründü, sonra ne terslik olduysa yeniden söndü.
Yaşananları izleyen yüzlerce insanın çığlıkları arasında Eribe yere çakıldı.
Hürkuş'un kaleminden "Yavrumun Şehadeti"Yaşanan kaza, izleyen herkes için büyük şok olmuştu ama gözlerinin önünde biricik kızının düşüşünü izleyen Vecihi Hürkuş, belki de hayatının en kötü gününü yaşıyordu. Bu olaydan yıllar sonra yazdığı "Havalarda" adlı kitabında o güne yer veren Hürkuş, yaşananları "Yavrumun Şehadeti" başlığıyla şöyle anlattı:
"29 Ekim 1936. Bu büyük gün, kim bilirdi ki hayatıma korkunç bir ızdırap sahifesi olacakmış. Evvela düz bir akışla başlayan hareket kısa bir zaman sonra vrile (spin) kapılarak havanın boşluğu içinde yuvarlanmaya başladı. Bilemiyorum ben ne haldeydim. Yalnızca duyduğum, boğucu bir heyecan içinde hançerelerinden boğuk boğuk yavruma duyurmak istedikleri 'Aaaç aaaç.' diye bir çığlık halinde haykıran, etrafımda toplanan talebelerimin sesleriydi. Tayyareden ayrılışından sonra 100, 200, 400 ve 600 metre düşüş halinde yavrum bir taş gibi her an büyüyen bir hızla boşlukta yuvarlanıyor, paraşütünü açamıyordu.
Bu an, bir heyecan içinde çırpınan duygularım ne ile ifade edilebilir? Acz içinde titreyen dudaklarımla ulu Allah'ıma yalvarıyorum, yalnız O'ndan istimdat ediyorum, yavrumu koru... Tam 600 metre düşüşten sonra bir an yavrumun üzerinde beyaz bir kubbe göründü. Evet paraşüt açılmıştı ama ne idi bu menhus tesadüf. Açılan paraşütü uçan bir yıldızın kuyruğu gibi büzüldü ve sonra yavrum dumanlı gözlerimde kayboldu. Koşuyorum. O yere koşuyorum, nasıl bir koşuş bu, heyecanım bende şuur diye bir şey bırakmamış ki bacaklarıma hakim olamıyorum ve düşüyorum. Yine sıçrıyor koşuyor ve koşuyorum, yanıma yetişen motorlu araçları istiskal eden bir his var içimde. Çocuklar 'Hocam gel gel.' diye bağırıyorlar, güvenim yok ben onlardan daha çabuk yetişeceğim yavruma inancı var içimde.
Nihayet yavrumun yanındayım. Karşılaştığım hazin sahne ile ruhumu karartan korkunç hadise arasında manası anlaşılmayan bir tezat var. Totom 800 metreden düşüyor ve şimdi yaşıyor. Makulata sığmayan bu hali ifade edecek tek kelime 'Mucize.' Yalnız yaşamak değil, hem konuşuyor... Ben mi öldüm ya Rabbi?
Heyecanla üstüne atılıyorum ve yavruma sarılıyorum. Beni görünce gözlerinde beliren bir sevinç hali var. Gülüyor, gülmeye çalışıyor. Yavrum çektiği büyük acıyı suni tebessümü ile etrafına hissettirmemeye gayret ederek bir hata sandığı hareketimi mazur göstermek için, 'Babacığım kabzayı çektim çektim çok uğraştım ama paraşüt açılmadı. Sonra yedek kabzayı çektim, sonrasını bilmiyorum babacığım.' diye inliyordu."
"Öldürücü derdin örtüsü"Vecihi Hürkuş, hatıralarında manevi kızı Eribe'nin hastaneye götürülürken belden aşağısının felç olduğunu anladığını, o sırada daha fazla acı çekmemesi için yanına gelen doktorlar tarafından yapılan morfin nedeniyle acısını hissetmediğini, sadece solunum güçlüğünden şikayet ettiğini aktardı.
Vurulan morfinin Eribe'nin asıl büyük sorununun anlaşılmasının ise önüne geçtiğine dikkati çeken Hürkuş, "Yalnız ızdıraplarının değil, öldürücü derdinin de örtüsü oluyordu." diyerek, yazısına şöyle devam etti:
"Kuvvetli bünyesinin tahammül haddine katılan morfinin tesiri ona bütün doktorları şaşırtacak kadar normalin üstünde bir kudret vermişti. Doktorlar muayenelerinde ızdıraplarını soruyorlar, o sadece ciğerlerinden muzdarip olduğunu normal bir insan gibi konuşarak söylüyordu. Yavrumun bu mücadelesi tam 9 saat devam etti. Yavrum komalar halinde bile hep uçuyor ve hep atlıyor, sonra da 'Babacığım açtım, açtım fakat o açılmadı.' diye inliyordu. Sabah saat 06.10'da değişmeyen kaide tecellisini göstermişti. Gözleri son bir defa 'Anne' feryadı ile etrafında aranmış ve kapanmıştı. Doktorlar ve hemşireler etrafında, bütün bakışlar onun kapalı gözlerinde sessiz ayakta idik. Bir feryat, bir hıçkırık tufanı, yaşlar artık beni dinlemedi. Bütün sevgimi, şefkatimi, ümidimi ve her şeyimi bağladığım evladıma feryat idi bu."
Vecihi Hürkuş, "cüretli bir uçucu" ve "Türk havacılığının ruhen çok erken yükselmiş bir vücudu" diye tanımladığı yeğeni Eribe Kartal Hürkuş'un vefatının ardından hatıralarını yazmaya devam etmekten de vazgeçti.
"THK ile kadınlar da havacı oldu"Eribe Kartal Hürkuş'un hikayesini AA muhabiriyle paylaşan Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Havacılık ve Uzay Mühendisliği Bölümünde Havacılık Tarihi eğitimi veren Öğretim Görevlisi Bülent Yılmazer, kadınların havacılık alanında eğitim almasının, o yıllardaki THK'nin en önemli hedefleri arasında olduğuna işaret etti.
THK'nin ülkenin savunmasında görev yapmak kadar gençlere havacılığı sevdirmek gibi de bir hedefi olduğunun altını çizen Yılmazer, kurumun Türkkuşu adı verilen havacılık okuluna 1935 yılı başında kız ve erkek öğrencileri kabul etmeye başladığını anlattı.
Türkkuşu'nun nizamnamesinde amaç yazılırken, "Kadın ve erkek gençleri paraşütçülüğe alıştırmak, planör eğitimi vermek" şeklinde bir ifadeye rastlandığına işaret eden Yılmazer, "Bu Cumhuriyet'in kazanımlarından biridir... Kadını öne almıştır. Erkek ve kadın değil, kadın ve erkek diye bir sıralama vardır." dedi.
Yılmazer, Eribe Kartal Hürkuş'un yaşadığı elim kazanın, diğer öğrencilerin yollarına devam etmelerinde bir engel teşkil etmediğini, arasında kadınların da olduğu çok sayıda gencin uçuş eğitimlerini tamamlayarak havacılık alanında ülke için çalışmaya başladığını ifade etti.
Bülent Yılmazer, Vecihi Hürkuş'un anılarını "Havalarda" adlı iki kitapta toplamayı planladığını, 1925-1940 yılları arasını anlatacağı ikinci kitabını, Eribe'nin ölümünün ardından tamamlamaktan vazgeçtiğini de sözlerine ekledi.