USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000
Kültür Sanat

Ahmet Gülhan: Beni ilk keşfeden Cahide Sonku oldu

Devekuşu Kabare'nin üç kurucusundan biri olan, "Mesela Muzaffer" ve "Şüpheli Şemsettin" gibi unutulmaz karakterlere hayat veren oyuncu Ahmet Gülhan, kendisini sahnede ilk keşfedenin, Cahide Sonku olduğunu söyledi.

Ahmet Gülhan: Beni ilk keşfeden Cahide Sonku oldu
20-12-2019 17:32
Google News
Turkey

Temmuz ayında kendisi gibi sanatçı kardeşi Yalçın Gülhan’ı kaybeden Ahmet Gülhan, Yunan askerlerini İzmir'den denize döken askerlerden biri olan ve Sarıkışla Tepesindeki Yunan Bayrağını indirip oraya Türk bayrağı dikme emrini veren babası Ömer Çavuş'u, ilk Türk kadın yönetmen Cahide Sonku'nun kendisini keşfetmesini, Haldun Taner öncülüğünde Zeki Alasya ve Metin Akpınar ile kurdukları Devekuşu Kabarenin kurucusu olarak gemiyi neden ilk kendisinin terk ettiğini ve hayatına dair tüm detayları, AA muhabirine anlattı.

Soru: "Adanalı bir aileden geldiğinizi biliyoruz, doğru bir bilgi mi?"

Sanatçı Ahmet Gülhan: "Bu yanlış bilgi."

Soru : "Bütün biyografik bilgilerinizde öyle yazıyor…"

Ahmet Gülhan: "Bu nereden çıktı bilmiyorum. Hep konferanslarda beni takdim ederken de öyle takdim ediyorlar, Adanalı diye… Ben İstanbul Kadıköylüyüm."

Soru : "O zaman İstanbullu bir ailenin çocuğusunuz?"

Ahmet Gülhan: "Evet ama İstanbullu sayılmaz. Babam Sakarya Savaşıyla, İstiklal Harbine katılmış süvari olarak. 'Atımı bırakmam' diyerek kendi atıyla katılmış. 30 Ağustos'ta Yunanlıları kovalayan 3. Tabur'un çavuşu. Bir de gazi olmuş. 9 gün koştur koştur bütün köyleri yakarak gitmiş Yunan askerleri. Yiyecek yok, ekmek yok. Atlara kuru üzüm yedirirken onlar da kuru üzüm yiyorlarmış. Bu şekilde İzmir'e inmişler. Bütün belgesellerde gösterilir, İzmir Sarıkışla'nın tepesindeki Yunan bayrağını indirip Türk Bayrağını çeken manganın emrini babam vermiş askerlerine. Komutanından emir almadan sen bunu uyguladın diye mahkemeye çıkartılıp ceza olarak 1,5 ay İstanbul'a sürgüne göndermişler. Kendisi Ürgüp, Kapadokyalı. Askerlikten sonra bir daha köyüne dönmemiş İstanbul'da kalmış."

Soru : "Çok özel bir hikaye bu"

Ahmet Gülhan: "Turgut Özakman'ın kitabında vardır, 'Ömer Çavuş' diye. O babamdır."

Soru : "Siz sanat okulu motor bölümünü bitirdiniz değil mi?"

Ahmet Gülhan: "Yok önce Tophane Erkek Sanat Okulu Endüstri Motor Bölümü. Akşam Teknik Okulu Makine Bölümü ondan sonra."

Soru : "Mekanik ile çok ilgilenmeyip spor ve atletizme geçiş yapmışsınız…"

Ahmet Gülhan: "O da enteresan. O günün teknolojisi, sanayisi, endüstrisi bir başka türlü. Mezun olmadan insan hayaller kuruyor, onu da bunu da yaparım diye. Ama hayat öyle değil. Denedim. 6 ay mensucat fabrikasında işletme şef yardımcılığı yaptım. Bir de ben hem çalıştım hem okudum. Önce Yıldız Teknik Okulu'nun sınavlarına girdim merkezi sistemle. Bin 500 kişi içinden dördüncü olarak kazandım. Babamın maaşı kadar hocalardan bana okul için alınacaklar listesi verdiler. T cetveli alacaksın, şunu, bunu alacaksın diye. Babama söyleyemedim. Devlet Demiryolları'nda çalışıyor, ayın sonunu zor getiriyordu. Ayın 25'inde borç alıyor samimi bir arkadaşından, maaşını alır almaz onu ödüyor. Yine ayın sonunda borçlanıyor. 800 lira maaş alıyor, benim siparişler 500 lira tutuyor. Bana bu parayı ver diyemem, bıraktım okulu. Gitmedim."

Soru : "Babanız demiryolu teknikeriydi öyle mi?"

Ahmet Gülhan: "Evet revizör derler, trenin teknik sorumlusu."

Soru : "Onunla şehirleri gezdiniz mi?"

Ahmet Gülhan: "Yok onun seferleri Haydarpaşa-Ankara, Haydarpaşa-Eskişehir'di. Ama bütün demir yolları bedavaydı bize."

Soru : "Ne güzel, o zaman bol bol tren yolculuğu yaptınız?"

Ahmet Gülhan: "Çok. Mesela amcam İzmir’de oturuyordu, öğrenciyken trenle gider gelirdim."

Soru : "İlber Ortaylı, 'En iyi kararlar trenle yolculuk sırasında alınır.' demiş. Siz de aynı şeyi düşünerek atletizme o zaman mı karar verip geçiş yaptınız?"

Ahmet Gülhan: "Evet. Ama hayır, değil. Sıralı anlatayım. Çalışmaya başladım. Mantar tabancaları var. 30 lira haftalıkla işe başladım. Okula gidiyorum zannediyor babam. Bir gün, 'Oğlum okula gidiyorsun ne kitabın var, ne çantan.' dedi. Anlattım. Gözleri yaşardı. Büyük şans tabii, bir sömestir sonra akşam okulu açıldı. Hemen kaydımı yaptırdım. Onu da kazandım ve bitirdim, makine bölümü."

Soru : "Atletizmde Fenerbahçe Spor Kulübünde koşarak önce İstanbul sonra 4x400 engelli koşusunu 50 saniyede koşmuş ve Türkiye rekorunu kırmışsınız. Bu rekor çok uzun yıllar sonra kırılmış, öyle mi?"

Ahmet Gülhan: "Bilmiyorum takip etmedim ama atletizm sporunu bitirdiler. Zaten çok az müsabaka yapılıyor. Yerel ve uluslararası olimpiyat oluyor. 5-10 iyi atletimiz çıkıyor ama kulüpler arası yarışmalar bitti. Alttan kimse çıkmamaya başladı. Futbol, atletizm, basket takımlarımızda hep siyahiler var. 1960 olimpiyatlarında takıma seçildim. Türkiye rekorunu yeni kırmıştık. Ben ve Amerikan Kolejli arkadaşım vardı, Samim Uygun. 800-1500 metre ben de 400- 400 engelli koşacaktım ama ikimizi de götürmediler. Yerimize ağabeylerimiz gitti."

Soru: "Engellendiniz yani?"

Ahmet Gülhan: "Aydın Tunalı, 30 yaşındaydı. Ben de 20 yaşındaydım. Sonra buradaki bir müsabakada beraber koştuk Aydın Tunalı ile. Çok sevdiğim bir ağabeyim fakat maalesef geçtim. Geçerken de arkama bakarak geçmişim. Bu gelemiyorsun, demektir. Disiplin kuruluna verdiler, ceza aldım, atletizmi bıraktım."

Soru: "Peki bilimsel olarak yürümenin düşünmeyi ve karar vermeyi harekete geçirdiği koşmanın ise zihni susturup fiziksel rahatlamayı ve unutmayı sağladığı tezine katılıyor musunuz?"

Ahmet Gülhan: "Biz bunun dizisini de çektik, 'Şüpheli Şemsettin'. Atlet falan değil ama çok dürüst ve eğitimli bir genç, ablasının ve eniştesinin yanına geliyor, çalışmaya. Girdiği işte hep yanlışları gösterdiği için kovuluyor. Her bölümden sonra uzun bir koşu sahnesi vardır. O tabii meditasyon. O tarafı var tabii. Hırsını öyle çıkarıyor, koşarak. 6 bölüm çektik. 6 bölümde 9 kilometre koşmuşumdur."

Tiyatroya tesadüfen başladı

Soru: "Oyunculuğa geçişiniz çok tesadüfen olmuş. 'Duvarların Ötesi' oyununda bir arkadaşınız rahatsızlanınca siz dahil olup sahneye çıkmışsınız. Doğru mu?"

Ahmet Gülhan: "Doğru. Ben teknik okulda dernek başkanıydım. Milli Türk Talebe Birliği İcra Konseyi Başkanlığı yaptım. Spor ve tiyatro bana bağlıydı. Alpullu Şeker Fabrikasından önceden para almışlar. Fakat başrollerden birini oynayan arkadaşımız 41 derece ateşle yatıyordu. Gitmesi mümkün değildi. 'Sen oyna.' dediler. İçlerindeydim çocukların, 15-20 kere oyunu seyrettim, provaları biliyordum. Oynadım ama ne oynadığımı hatırlamıyorum. Oyun bitti, selam verdik, perde kapandı. Beni havalara attılar. Sonra iki oyun daha oynadım. Müsahipzade ve Harold Pinter'in oyunları. Ama öğrenci tiyatrosu, amatör tiyatro. Takılmalar ve şakalar bol aramızda. Bir gün geldim. Dediler ki, 'Cahide Sonku seni bekliyor.' Dalga geçmeyin, dedim."

Soru: "Gerçekten mi?"

Ahmet Gülhan: "Güldüler. Böyle şaka olmaz diye gırgır yapıyoruz. İçeri girdim. Cahide hanım içeride, yıl 1961. 'Ahmet, oğlum.' dedi. Cahide hanım o zaman 45 yaşında, ben 21 yaşındayım. Aramızda 24 yaş fark var. 'Ben senin oyununu izledim, bayıldım senin oyunculuğuna. Biz yeni bir tiyatro kurduk. Cahit Irgat- Cahide Sonku. Orada bir rol var, onu oynamanı istiyorum.' dedi. 5 ay Anadolu turnesi yaptık ve bütün Türkiye’yi gezdik. Ve kararımı verdim, tiyatro yapacağım diye."

Soru: "Bu anlamda Cahide Sonku’nun keşfisiniz?"

Ahmet Gülhan: "Evet."

Soru: "Sonrasında Haldun Taner’in öncülüğünde Devekuşu Kabare mi geldi?"

Ahmet Gülhan: "Ulvi Uraz Tiyatrosu'ndaydım. 6 oyun oynadım. Zeki (Alasya) ve Metin'le (Akpınar) beraberliğimiz oradandır. Zeki ile Metin son yıl ayrıldılar. Ben bir sene daha devam ettim. Haldun Taner'e gitmişler. Haldun Taner’le daha evvel dostluğumuz var. 'Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım' zamanından. Haldun Taner’in bir özelliği vardı. Birkaç tane sevdiği tiyatronun kulisine uğrardı. Akşam yarım vapuruyla gider. Onlar demişler ki 'Hocam bize bir oyun verin.' demişler. 'Ahmet’i de çağırın o da olsun, oturalım konuşalım.' demiş. Gittim, Tepebaşında Pelit Pastanesinde sözleştik. 'Çocuklar Kabare Tiyatrosu kuralım.' dedi."

Soru: "Biliyor muydunuz Kabare Tiyatrosu'nu?"

Ahmet Gülhan: "Bilmiyoruz Kabare Tiyatrosu’nun ne olduğunu. Haldun Taner, 1936 yılında Heidelberg Üniversitesi’nde Sanat Tarihi okuyor, Hitler dönemi. Kabare tiyatrosunu anlattı bize. Bir reaksiyon, başkaldırı, yanlışları seyirciye aktarır diye. O anlattı, biz uyguladık. İlk oyunumuz 'Vatan Kurtaran Şaban' oldu. Sonra ben atladım gittim Zeki ile Metin askerliklerini yapmadığı için yurt dışına çıkamıyordu. Haldun Taner'in söylediği kabareleri dolaştım, geldim, anlattım. Bu zinciri her sene tekrar ettirdim. Münih, Frankfurt, Berlin, Hamburg'u dolaştım. Böylece kabare tiyatrosu hakkında çok bilgi sahibi oldum. Sonra bunun konferanslarını verdim. Haldun Taner'den sonra tabii ki. Zaten Haldun Taner yalnız kabare tiyatrosu değil, tiyatronun her dalında ustalığı, tecrübesi olan bir insan. Onun üzerine de tanımıyorum. Allah rahmet eylesin. 1967 yılında Devekuşu Kabare Tiyatrosu'nu kurdum. 11 oyun oynadık, 1978'de de ayrıldım."

Soru: "Ne güzel oyunlar oynadınız. Üçlüydünüz aslında. Neden ayrıldınız?"

Ahmet Gülhan: "İki sene Ulvi Uraz, 14 sene beraberliğimiz var. Yıl 1978, sokaklarda insanlar öldürülüyor, çatışmalar var. Onlar da sinemaya girdiler Ertem Eğilmez ile. Bizim salonumuz 200 kişilik bir salondu ama 200 kişiyle biz bayağı beyin jimnastiği yapıyorduk. Oyun oynamıyoruz. Onlar algılıyorlar çünkü. Espriler direkt değil, seviyesiz değil, çok ince. Onlar dedi ki bu gidişle ne olacağımız belli değil. İzmir Açıkhava Tiyatrosu full. Ankara’ya gidiyoruz bin kişilik full. Nereye gidersek gidelim dolu ama kendi salonumuz 200 kişi. Ama sezonda 30 bin seyircimiz var. 30 bin entelektüel. Muhsin Ertuğrul bir yıl ortalarda, 'Ahmet yanlış yapıyorsunuz be oğlum' dedi. Niye hocam dedim. 'Tutan bir oyun bırakılır da yeni bir oyuna geçilir mi? Devam etsenize.' dedi. Bir kere devam ettik, boyumuzun ölçüsünü aldık. 'Haneler' oyunu."

Soru: "Neden boyunuzun ölçüsünü aldınız?"

Ahmet Gülhan: "Seyirci değişti, yeni bir seyirci geldi. 30 bin, 60 bin oldu. Öyle olunca da esprileri algılayamayanlar, daha kaba espriye gülenler gibi bir karışım oldu. Onlar denedi. Hatta Zeki Alasya’nın bir lafı vardı. Bu arada dostluğumuz hiç bozulmadı. Yalnız arkadaşlığımız devam etti. Zeki, 'Kim haksız çıkarsa öbür taraftan özür dileyecek mi?' dedi. Ben mevcut durumu savunuyorum, bunu yapıyorum. Para kazanılır, başka türlü kazanılır. Siz sinemadan kazanırsınız, ben başka türlü kazanırım, ama bu sistem bozulmaz. Tabii özür dilenir dedim. Aradan 3 sene geçti, yapamadılar. Büyük salonlara geçtiler, paralar kazandılar ama olmadı. Yani 800 kişiye oynadılar, seyirci kalitesi düştü. Bir gün Metin'le bir masada yemekte yan yana oturuyoruz. Kulağıma eğildi, “'Ortak sana bir özür borcumuz var.' dedi. Hala görüşüyoruz."

"İlk Hababam Sınıfı'nda da biz oynadık"

Soru: "Hababam Sınıfı Müzikali’nde oynadığınız müfettiş Ahmet Şevki Topuz, kısa ve izleyici tarafından hep beklenen bir karakterdi, neler söyleyeceksiniz?"

Ahmet Gülhan: "O zaman Şan Tiyatrosundaydık. Aslında o şöyle oldu, dekoru Ankara Devlet Tiyatrosu'nda bir karı-koca yaptı. Sınıf, öğretmenler odası, koridor, alan gibi mekanlar var. Ertem Eğilmez de süpervizörlük yapıyor. İlk Hababam Sınıfı'nda da biz oynadık."

Soru: "Şan Tiyatrosu'ndan önce mi? Nerede?"

Ahmet Gülhan: "Ulvi Uraz Tiyatrosu'nda. Metin Akpınar 'Refüze Ekrem', ben 'Güdük Necmi', Zeki (Alasya) 'Tulum Hayri'yi oynadık. Yıl 1965."

Soru: "Yani Hababam Sınıfı, filminden önce ilk olarak müzikalde seyirciyle buluştu?"

Ahmet Gülhan: "Filmler falan hepsi sonra. Rıfat Ilgaz'ın Hababam Sınıfı'nı ilk biz oyunlaştırdık. Zeki, Metin ve ben. O rolleri oynamak istiyoruz. Ulvi Bey'e 'Ne olur bunu oynayalım.' diyoruz, geçiştiriyor. Rıfat Ilgaz geldi bir gün tiyatroya, Ulvi bey, 'Çocuklar senin Hababam Sınıfı'nı hazırladı. Baksana şuna' dedi. 'Olmaz, ben Devlet Tiyatrosu’na verdim.' demiş Rıfat Ilgaz. 'Ya bir bak, ondan sonra karar ver, olur mu, olmaz mı' dedi Ulvi bey. 20 gün sonra geldi 'Yapalım' dedi. Seviniyoruz ve o rolleri oynamak istiyoruz biz. Hatta Suzan Uztan 'İnek Şaban'ı oynadı erkek olarak. Kapalı gişe, kırdı, geçirdi. Yıllar sonra filmleri yapıldı. 1964-1965 sezonundan sonra Şan'daki müzikali 1984 yılında oynadık."

Soru: "Mesela Muzaffer diziniz gazetecilik, dedektiflik ve komedi üçgeninde Sherlock Holmes hikayesi gibi seyirciye yansıdı sanki. Öyle mi?"

Ahmet Gülhan: "Bütün dünyada tutmuş polisiye romanları okudum. Diziye en elverişli olmayan, Agahta Christie. Bir şey tespit ettim Agahta Christie de finalde çözüyor. 'O da olabilir, bu da olabilir'e getiriyor, seyirciyi öyle yönlendiriyor. Finalde sürpriz. Bu seyircinin hoşuna gitmez, kandırılmış hisseder kendini. Neticede romanları bir kenara bıraktım. Format Komiser Kolombo. Neden? Cinayeti baştan gösteriyor, katili de gösteriyor. Eğer Kolombo yanlış giderse, Aman ha değil' diyerek seyirci katılıyor. Biz Mesela Muzaffer'de o formatı kullandık."

Soru: "Kolombo gibi karakterleri seyirci kendilerine yakın bulduğu, sevdiği için mi Mesela Muzaffer'i de ona benzeterek kurguladınız ve sevdiler sizce?"

Ahmet Gülhan: "Tabii, tabii. Bir de üstelik o, özel hafiye. Türkiye’de özel dedektiflik yok. Öyle bir değişiklik yaptık. O, gazetede polis muhabiriydi. Ben bunu Ankara televizyonunda bir sohbet programında anlatırken, Ankara Valisi Saffet Arıkan Bedük de konuktu. İki kişiydik. Program bitti ve bana 'Ahmet bey, bu öğlen yemeği beraber yiyelim mi?' dedi. Tabii, hay hay dedim. Çıktık, bana 'Bayıldım projene. Ama bir ricam olacak. Benim polisimi saç, baş dağınık gösterme.' dedi. 'Söz veriyorum polis kadrosu çakı gibi olacak.' dedim. Hakikaten öyle yaptım. Engin İnal o da starlardandır. İki genç oyuncu zehir, zımba gibi, bir de kadın polis vardı. Ben de gazetede polis muhabiri."

Soru: "Yeni bir proje var mı?"

Ahmet Gülhan: "Evet önümüzdeki yaz yapacağım bir projem var. 4 senedir uğraşıyoruz. Fakat beraber yola çıktığımız Cankat Ergin, 'Sev Kardeşim'in yönetmeni, vefat etti. O biraz sarstı bizi ama seneye yapacağım. Adı, Kekova Mavi Tur. Tatile çıkamayanların ekran başından ayrılmayacağı bir format. 20 bölüm."

Soru: "Ne anlatacaksınız?"

Ahmet Gülhan: "Köyün içerisindeki hesaplaşmalar var. Çatışmalar, çekememezlikler, kıskançlıklar, aşk, başarı var. Denizaltı kullanacağım. Bir drone, bir jimmy jib, bir sualtı kamerası, bir tane takip kamerası ve bir tane de esas teknedeki kamera var. 60 kişi hesabım. Çift tekne, biri takip, diğeri tur teknesi. Her hafta 6 konuk. Yolcu her hafta değişiyor. Aşağı yukarı 6 kere 20, toplam 120 oyuncu kullanacağım. Bunların içinde ünlüler de var. Hafta bittikten sonra bir güle güle partisi. Şarkıcısı bile belli. Ama 70 dakikadan fazla olmaz, anlaşabilirsem."

Soru: "Dizi gibi mi düşünmeliyiz bunu?"

Ahmet Gülhan: "Evet dizi gibi. Kekova bir cennet, olağanüstü bir yer. O manzara bile yeter. 5 tane koy var. (Programda) Denizaltı var. Bir takım aşklar, banka soyguncuları var. Kaçmış ve oraya sığınmışlar, silahlar çekiliyor, Yunanistan'a kaçacaklar. Marketçinin kızı kaptana aşık, kaptan teknenin sahibinin kızıyla beraber. Muhtarın oğlu marketçinin kızına aşık. Ben de kaptanın babasıyım. Kısa bir şey ama elim üzerinde olsun diye."

"Bazen 30 bazen 60 yaşında oluyorum"

Soru: "Sizin hakkınızda yüzünüze bakan pozitif enerji alıyor ve hemen gülümsüyor şeklinde yorumlar var. İçinizdeki muzır ve çocuksu halinizi hiç kaybetmediniz mi?"

Ahmet Gülhan: "Öyle mi? Sağ olun. Onu yitirmek hoş bir şey değil tabii. Zaman zaman 30, zaman zaman 50, 60 oluyorum. 70'ten yukarı çıkmak istemiyorum ama çıktım. Sizce kaç yaşındayım?"

Soru: "Biyolojik olarak çıkmış olabilirsiniz ama ruh olarak?"

Ahmet Gülhan: "Seksen yaşındayım."

Soru: "Maşallah. Nasıl hissediyorsunuz, 'Seksen yaşındayım' dediğinizde?"

Ahmet Gülhan: "Vallahi, bundan 5 sene evvelki kadar dinç olmadığımı hissediyorum. Zaman zaman yorgun oluyorum. Yazlığım Kalkan'da, çok güzel bir yazlığım var marinanın üzerinde. Bir tane motor yatım vardı, kaptan yüzünden sattım. İnsan çalıştırmak çok zor."

Soru: "Ama hayatı dolu dolu yaşamışsınız. Çok güzel bu."

Ahmet Gülhan: "Dört kere tutuklandım. Ama kısa kısa, en uzunu bir hafta. Hep talebe hareketleri. Devekuşu'nda İzmir'de tutuklandım oyunumuzdan. Adana'da tutuklandım oyunumuzdan. Ama Paris'te de tutuklandım."

Soru: "Orada niye tutuklandınız?"

Ahmet Gülhan: "Talebe otelinde kalıyoruz. Orada Cezayirli öğrenciler varmış. Ahbap olduk. Talebe otelinin müdürü emniyete telefon etmiş, 'Bunların arkadaşları geldi' diye. Onlar da bir polis öldürmüş. Ama tabii talebe liderliğinin, o aktif yaşamın bir alışkanlığı var. Yanımda beraber götürdüğüm Hayat Hastanesinin sahibinin oğlu Lokman, Fransız Koleji mezunu. Harika Fransızcası var. Onu mihmandar olarak aldım. Çalışma kampına gittik Fransa'ya. Öğrenciyiz, bu olay geldi başımıza. Paris'e gidinceye kadar Lyon, Chalon, Dijon'da kamplarda da çalıştık, hatta futbol da oynadık. Gelmişken bir de Paris'i görelim dedik. Nereden gördük. Gittiğim gün bir tutanakla geldi. Lokman'a, 'Oku bakayım ne diyor.' dedim. 'Biz polisi tartaklamışız, apoletini yırtmışız.' dedi. 'Ver onu bana.' dedim, yırttım. Derhal büyükelçilikten bir görevli ve avukat istiyorum dedim. Şaşırdı adam. Burada yazılanların aslı yok. Kafeteryada otururken onlarla sohbet ettik, tamam da ben onların kim olduğunu bilmiyorum."

Soru: "İlginç ve bazen tesadüfen bile olsa içinde aksiyon ve suç dosyaları barındıran bir hayatınız olmuş. Hiç pişmanlık duyduğunuz bir şey oldu mu?"

Ahmet Gülhan: "Hayır, hiç olmadı. Hala tuttuğum, inandığım yerdeyim. Ufak tefek şeyler olmuştur. Yani bu maça gitmeseydim keşke de mağlup olduğumuzu görmeseydim keşke diye."

Soru: Kardeşiniz Yalçın Gülhan'dan da biraz bahsedelim. Allah rahmet eylesin. Genç yaşta kaybettiniz onu."

Ahmet Gülhan: "Yetenekli bir oyuncuydu, yakışıklı bir delikanlıydı. Kadir İnanır ile filmleri vardı birkaç tane. Unutulmayan filmler. Biraz baştan çıkarıcı tipler oynardı. Malı Kadir götürür, yani."

"İnsan çalışmadıkça yoruluyor"

Soru: "Kendisi hayattayken yazdığı 'Görünürken Neler Gördüm' adlı kitabında, meslek hayatı boyunca gözlemlediklerini ve deneyimlerini, dönemlerini ve 1980’li yıllarda yaptığı filmlerini, neler yaptığını ve yaşadığını yazmış."

Ahmet Gülhan: "Değil mi? Enteresan. Ben İzmit Bölge Tiyatrosu'nu kurduğum zaman Yalçın bana uğradı. Askere gidiyor, Bahriyeli. Işıkçım Turgut Üregül'ün kardeşi, 13-14 yaşında. Çok güzel bir çocuktu. Ben 'Ne haber yakışıklım' derdim. 'Ahmet ağabey, Yalçın ağabeyle bir fotoğraf çektirebilir miyim?' dedi. 'Tabii oğlum.' dedim. Kimdi o çocuk? Tarık Akan'dı"

Soru: "Meslektaşınız Gülümser Gülhan ile başarılı ve mutlu bir evliliğiniz var. Biraz bu mutluluktan da bahsedelim mi?"

Ahmet Gülhan: 45 yılımız bitti. Ben Devekuşu'nda, Genco Erkal da Dostlar Tiyatrosunda çalışıyordu. Orada 3-4 oyun oynadı. Çok başarılı performans sergiledi. Arkadaş olduk. Arkadaşlığımız birbirimizi daha çok tanımamızı, anlamamızı, paylaşacağımız şeyler olduğunu gösterdi. Sonra evlenmeye karar verdik. 1974'te evlendik."

Soru: "Eşinizle, ayrı tiyatroların yanında birlikte de çok tiyatro yaptınız değil mi?"

Ahmet Gülhan: "Tabii, Zeki ile Metin ayrıldıktan sonra Haldun Taner ile kurduğumuz TEF Kabare'de birlikte oynadık. Uğur Yücel, Necati Bilgiç gibi isimlerden oluşuyordu kadro. Tabii, Uğur çok iyi yerlere geldi. İyi usta oldu. Eksik olmasın, 'Ahmet Gülhan'dır” der. Hala söylüyor. Gülümser sonra Ferhan Şensoy, Gülriz Sururi ve Engin Cezzar ile eski bir müzikalde oynadı."

Soru: "Kaldırım Serçesi mi?"

Ahmet Gülhan: "Kaldırım Serçesi'nde oynadı. Oyunda değil ama onun dizisini yaptı, Anadolu Üniversitesi'nde çekildi. Ben de oynadım. Boksör sevgilisinin antrenörünü oynadım. Dört bölüm yayınlandı televizyonda. Ya meşhur bir müzikaldi. Kusura bakmayın, unutuyor insan."

Soru: "Ayşe Opereti mi?"

Ahmet Gülhan: "Ayşe Opereti, bravo. En son Bakırköy Belediye Tiyatroları'nda 3 oyunda oynadı. Sonra bir kırgınlık dolayısıyla ayrıldı. Bir daha da tiyatro yapmadı."

Soru: "Bu çok yaşanan bir şey değil mi Ahmet bey? Yani kırgınlıklar, küsmeler yüzünden mesleği bırakmalar?"

Ahmet Gülhan: "Evet, ne bileyim, Zeliha Berksoy yüzünden oldu. Ama tiyatro yapmamaya karar verdi."

Soru: "Kekova dizi projenizde Gülümser hanım da yer alacak mı?"

Ahmet Gülhan: "Zannetmiyorum o zaman beraber (oraya) taşınmamız lazım. Ben ayarladım her şeyi. Ben Pazar akşamı gidip, pazartesi döneceğim. O ondan yana da değil, 'niye yoruyorsun kendini?' diyor. Çalışmadıkça insan yoruluyor, biliyor musunuz."

Kaynak: AA

dikGAZETE.com
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
ÇOK OKUNANLAR
ARŞİV ARAMA
PUAN DURUMU TÜMÜ
GÜNÜN KARİKATÜRÜ TÜMÜ
Günün çizgisi
ANKET TÜMÜ