?>

Zarifoğlu için, 3. sene-i devriyesinde, 28 yıl önceki yazı…

ARşiV-den YaZı-Lar

7 yıl önce

“Orası neresi? Burası -güzel- bir adam…” başlığı altında, İmza dergisinin 1990 Haziran sayısında Sacid Özen imzasıyla yayınlanan yazı…

Ne internet aracılığı ile yol bulan “çoklu ortam”, ne “sanal paylaşımlar”, bir dönem, elden ele dolaşan, masalara konan dergiler vardı. 

89, 90 belki 91 de… 

O yıllar arasında  ömrü kısa sürse de bir döneme imzasını atmış ve aylık periyodlarla yayınlanan, o günlerde pek çok isme sayfalarında yer veren İmza Dergisinin sararan yaprakları arasında kalan daha başka yazılara da belki gene yer veririz amma… 

Önce, bugün biraz da belki o “çoklu ortam” ve “vahşi paylaşım-cı-lar” aracılığıyla şu günkü “kıtlık ortamı”nda kendisine başvurulmanın dışında değeri gerçekten de yeni yeni anlaşılmaya başlanan ve vefatının üzerinden 31 yıl geçmiş Cahit Zarifoğlu için üçüncü sene-i devriyesinde yazılmış şu yazıyı arşivden çıkaralım…

Buyrun

:

Ölüm.

Ne izler bıraktı varlığımızda.

Ve neleri sürmedi ki, namluya sürülen kurşun gibi, bağrımıza.

Yavaşça çekip alınamazdı.

Çekip çıkarmak için ateşlemek gerekiyordu.

Ateşlendi,

Ve bir kıvılcım düştü bağra.

Yanıp tutuştu bağır da.

“Aşk bu

Kanatları yıldırımlanmış katı boğalar

Ateşin saydam gövdesini kırarak

Yatarak hayat dolu sarnıçların karnına

Sıkı sıkıya kapalı sivri ve kıvrak gaga.

Delip geçecek dalıp yeryüzünü…”

Daldı yeryüzüne, delip geçti ve Haziran yıldönümleri sıcaklığıyla yerleşti böğrümüze.

Aşkı adına konuşan; ölümün sarsıntıyla geldi, bültenlerde sıradan bir haber gibi geçti adın.

Ölümle kucaklaşarak, bir buluşmanın vaktine erip toprağa salındı beden.

Seksenyedi haziran yedi.

O gün beyaz haberlerle dolu bir yürekten fışkıran, üstüne kara çekilmiş beyazlıklar oldu bize kalan.

“Gözünü aç toprağa bak

Bir de insana”

Söküp atamadık daha, beyaz haberler kıyıda bucakta kaldı, üzeri toza belendi.

“beyaz haberlerim var kardeşlerim” denilmişti ya; kulaklarımız mı tıkanmıştı, yoksa yanlış haber kaynaklarına mı yönelmiştik de o sese asıl anlamını yükleyemedik.

Oysa biz; kim oldukları ilan edilmemiş olanlar mıydık.

“Hayır dokuzyüz

Milyon müslüman” İşte adımız.

Nice al-yeşil sulardan geçti de; hangi sevdalara yelken şişirdi şimdi gemimiz. Çarpıntılı yüreklerin çıkardığı gümbürtü ile hız alıp yol bulan motor seslerimiz hangi kayalıklarda boğulmakta; ne oldu rotamıza.

“Elim dizlerime Vur Kalk

Müslümanlar uyanın Eller Dizlere Vur Kalk

Yumruklar dizlere vur vur”

Neyin sancısı bu.

Nereden şişiyor bu ağrı.

Damarlara kan basıncını böylesine salan kim.

Soru işaretlerini birbirine boğum boğum düğümleyip kafalara salan alev, körüğüne bulduğu rüzgârı hangi kafesten uçurur, ne yüzünden -çapı geniş bir nokta buraya- Biraz ara ve -üstüste iki nokta daha- Göğüste kırılıp parçalanan bir kafesten -yürek açık, yürek dışarıda artık- Aşk yüzünden.

Aşk püskürür şiir olarak; sağlam bir kararlılık ve bağlılığın, çile ve dermanın, macera, isyan, öfke ve çocuksu sevecenliğin izlerini de beraberine alarak.

İlk başta kapalılık şikayetleriyle okunur bu şiirler ve devam eder bu şikayetler sonraları da.

Oysa, arayan girilecek bir kapı bulur; sıkı sıkıya kapalı da olsa.

Onulmaz bir yaranın izlerini de taşırarak gövde yüksekliğinde kurulan bina, yapıtaşları arasına yerleştirip hiç eksik etmediği ritmi de güçlendirir gün geçtikçe.

Kapalılıksa; “kendini ara bul getir, şiddetle kucaklaşalım” gibi bir dizeyle birlikte tam açıklık içre oturtur kendini.

Çocuksu bir duyarlılığın masum ve temiz dokunuşları ile hiç yabancısı olmadığımız bir iklime sürülüyordu gönlümüz.

Savaşıldı.

Ve savaş sıcaklıklarıyla berrak su serinlikleri de sürüldü dizeler arasına.

Ardından;

“Bir gözyaşı gibi

Sarktı dolandı kalpağrısına leylaklar.”

Dinle, duyuluyor; “Fil Yüreği Gibi Bir Yürek”ten kabarıp kabarıp, palaspandıras boşalan bir yankı seli bu.

Daha ne denilmeliydi. “Düşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu?”

Hayır hiçbiri değil.

Açılsın sargıları yüreğimizin; Zarif dokunuşlarla, -Adım Mustafa ve Niyazi ve Abdurrahman.

“İsmimin baş harfleri acz tutuyor” diye yakaran da sen.

De ki; adımız neye hiç anılmıyor.

Yoksa, gelip-geçiyor olmak; “Tek Filmden Bir Kare” mi!

.

Sacid Özen, İmza -Haziran 1990, Sayı 16-

:

dikGAZETE.com

YAZARIN DİĞER YAZILARI