Koşmak için adım atmak, hayatın mutluluğuna erişmek için ise kaliteyi yakalamak gerekiyor. Bu da ancak doğruların yanında olmakla mümkün.
Kime göre, neye göre doğru?
Eğer o doğru, kişiye veya zamanın şartlarına göre değişiklik gösterir ise, işimiz hiç de kolay değil.
Yok eğer aldığımız her nefese bir mana verebilmemiz gibi düşünce ve eylemlerimiz, kısacası hayatımızın merkezine Kur’an-ı Kerim’i yerleştiriyorsak, işte o vakit ‘mutluluk’ kapısını sonuna kadar aralıyoruz manasına gelir.
Kutsal kitabımızı anlama konusunda içimizde bir ‘hardal’ tanesi kadar tereddüt var ise, imdadımıza Hazreti Peygamberimizin hayatı yetişiyor…
Veda Hutbesi’nde Alllah’ın (cc) Resulû ne buyuruyor "Size iki şey bırakıyorum. Bunlara uyduğunuz müddetçe asla sapıtmayacaksınız: Allah’ın Kitab’ı ve Resûlü’nün sünneti…”
Bu demek oluyor ki, başımıza ne geliyorsa kaderimizden, başa gelenlere şükür ve hamd edip etmeyişimiz ise ilmimizle bağlantılı.
Madem bilgi sahibi olduk, öyle ise günlük hayatta yaşananlardan kendi üzerimize düşen payı almak, harmanlamak, bugün olduğu gibi kamuoyuyla paylaşmak gerekiyor…
SAHİ, TMOK NE İŞ YAPAR?
Bizim mutlu olmamız yetmiyor, mutluluğu hak edenlerin de bizim sahip olduğumuz duyu ve uygulamaların içerisinde yer almasını arzuluyoruz.
Madem konu YÖK’ten açıldı ve bu konuda görüşlerimizi paylaştık, Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi (TMOK) bu sürecin neresinde!
Yıllarca sorulan ve karşılığı bir türlü bulunamayan bir soru var; "TMOK ne iş yapar?”
Öyle ya, Komitenin kuruluş amacı "Ülkemizde Olimpiyatlar düzenlemek..." ise, bu Olimpiyatlarda ‘ideolojik (tamamen Haçlı/Siyonist anlayış hakim) nedenlerle Türkiye’ye verilmiyor ise, yarım asra dayanan bir kurumun ülkemizde devamlılık arz etmesinin ne manası/anlamı var.
Bu kurumla aynı çatı altında faaliyet gösteren Paralimpik Komitesi için de benzer durum söz konusu.
Bir ülkede, Olimpiyatlar olacak ise Paralimpik Oyunlar da bu kapsamın ayrılmaz bir parçası, eyvallah.
2020 yılı Yaz Olimpiyat Oyunları "oylama"sını ve “lobi" sonucu kaybedilen oyunları hatırlayın.
Türkiye’ye karşı gerçekleştirilen ve tam bir batılı anlayışın sonucunda verilen "karar" için, Başkanımız Recep Tayyip Erdoğan, “Madem masa başı oyunlar sporun içinde; öyle ise 2024’de biz yokuz..." şeklinde bir açıklama ile kararlı ve dik bir duruş sergilemişti.
Bu demek oluyor ki, Hak ile Batılın ayırt edilmesi gereken süreç, geldi de geçiyor bile…
Bu bağlamda, merakım o ki "Belli anlayış, (bu anlayışın adı Batıl) bir ülkeye Olimpiyat vermiyor ise, bu ülkede Olimpiyat Komitesi veya Paralimpik Komitenin varlığından söz etmenin ne manası olabilir?
Merakım o ya; "Bu Komitelerin mali kaynakları nedir? Tamamen fahri bir görev midir? Hangi kurumların denetimi altındadır?”
Bizimkisi sadece merak!
Bu merakın cevabı/karşılığı, devletin ilgili/yetkili kurum ve kuruluşlarca bulunmalı ve kamuoyuyla paylaşılmalı.
Şunu da belirtmek isteriz “Türkiye, Dünya’da Olimpiyat yasına çıkaran tek ülke (imiş!)" Buna rağmen, halen "Türkiye’ye Olimpiyatları niçin vermiyorlar?" sorusu gibi, değerini yitirmiş (anlamı bilinen sorunun ne kıymeti olabilir ki) bir soru mu soracağız? Hayır!..
OLİMPİYAT ŞAMPİYONLUĞU SEVİNCİ...
Evet, kim kimin ‘aklıyla’ dalga geçiyor, bilmek lazım.
Bu tür süreçler, ülke gündeminde yer alan ve ekonomik darbenin bahanesini oluşturan "Papaz Dolar" orta oyununu hatırlattı.
Sözün özü, bırakın "Organizasyon"u, şunu, bunu, sağlıklı nesiller için herkese spor değil, hareket ve egzersiz yaptıralım.
Bu yaklaşımımıza engelli vatandaşlarımız dahil.
İşte o vakit "Gönüllerin Olimpiyatı"nı yapmakla kalmaz, katılımcıların her birine Olimpiyat Şampiyonu sevinci de yaşatırsınız, vesselam…
.
Ahmet Gülümseyen, dikGAZETE.com