Şan Tiyatrosu’ndan ayrılmışım, USG’de bir sıkıntı var gibi…
Yok, Egemen Bostancı önde görünen; aslında patron BABA Ferhan.
Kasımpaşa’da, Deniz Neferi, Fırıncı Şükrü, Deli Vahap, Nuri ve Ötekiler'i yapmışız; kesin başarısızlık.
Kadro sıkı, en çaylağımız Rasim Öztekin.
Millet o kadar de-politize olmuş ki.
Oyuna seyirci olsalar Milli Güvenlik Konseyi’nden veto yiyecekler sanıyorlar; seçimlerde aday olanlara yapıldığı gibi.
Ne demokrasi!
Halkın hür (hua hua hua) iradesiyle seçeceklerini, önce Askerler ayıklıyor.
“Devlet batar Kastelli batmaz” deniyordu.
Battı benim Mevduat sertifikaları sağlamdı, kuruşuna kadar ilk sıradan aldım.
Para gani alemde; keyifteyim, hem “Beta” hem “VHS” videom var!
Var da huzur yok; “Yanlış yaşıyorum” gibi tuhaf duygular içindeyim…
“Şahlar” ile Ankara turnesindeyiz ve büyük başarı umuyoruz.
Kavaklıdere SES Sineması’ndayız yer güzel; gündüzleri film, akşamları biz oynuyoruz.
İyi de; seyirci yok!..
Ya oyunun zamanı geçmiş ya "İran soğumuş!" bilinmez.
Fakirin işine, seyircinin gişesine akıl sır ermez.
1 ayı geçti; “Ferhan dönelim” diyoruz ya inat ya da başka birşey.
Devlet yardımını kolluyor.
Nisan bitti…
Benim doğum günüm yaklaşıyor!
Ankara’yı hiç sevmem; Ankara doğumluyum ya rastlantı.
Annem hamile, babam askeri doktor Kırşehir’de.
Hani rivayete göre M. Kemal o zaman, iyice yoksul bu şehri görünce “Kırı gördük de şehir nerede?” demiş.
İmkanlar kısıtlı, ağrılar başlayınca kapmış babam annemi, Ankara’ya.
Doğum günüm 4 Mayıs yaklaşıyor ve 35. yaşım.
Hani, C. Sıtkı Tarancı’nın kendisinden ünlü dizeleri vardır:
“Yaş 35 yolun yarısı eder
Dante gibi ortasındayız ömrün…”
O zamanlar insanlar daha çok yaşarmış.
Şimdi herhal “3’te ‘si ediyor ömrün” diye düşündüm.
Yanlış tam tersiymiş ancak benim yaşamımı düze çıkardı bu bunalım.
Ölüm, ölümden sonrasını fikretmeye başladım ve nasıl açıklanır, herkes hemen kavrar mı bilemem, ancak şöyle bir slogan yerleşti kafama;
“Senin şimdiye kadarki bunalımın inkarcılığındandır! Allah’ı tanı ve kurtul; çok az vaktin var”
Bir kitaptan, yazıdan okuduğum bir paragraf değil, film sahnesi, rüya hiç değil, birinin söylemesi de değil; devamlı kafamın içinde bir anafor beni dibine, bu cümlelere çekiyor.
“Eyvah” dedim, “yine kafayı yiyorum”; öylesi vukuatlarım da var.
Sonra bir sükunet geldi; dinginlik değil, dingil dingil.
Oteli değiştirdim.
Tarık Papuççuoğlu, Rasim üçümüz kalıyorduk.
Onlara nasıl açıklayacağım, bir gün önceki Ulvi ile şimdikini?
Ferhan memnun bile olmuştur!
“Bir boğaz” pardon, “bir yatak eksildi” diye.
“USG” ile her yıl geldiğimiz Ankara turnelerinde kaldığımız otele geçtim, Meşrutiyet Caddesi’nde.
Şimdi öğrenci yurdu.
Sanki tüm dünyaya ilan zorundaydım biraz da bu yüzden, toplumcu kitaplar Remzi diye bir tanıdığıma gittim; Zafer çarşısında.
“Bana bir Kur’an-ı Kerim lazım” dedim.
Dükkanda bir müşteri daha vardı; sesini iyice kıstı:
“Bende öyle şeyler yoktur ama sana getirteyim” dedi.
Hala orada Sıhhiye’de, Diyanet’in bir kitapevi var.
“-Ben Hadis kitabını istiyorum” dedim.
Tezgahtar:
Ohoo!.. 30 TL’ye de var, 30.000 TL’ye de…
“Ucuzundan olsun” diyip, “250 Hadis” adında ince bir kitap aldım.
AKşam oyunlarımı oynayıp sonra Kur’an, 250 Hadis, Namaz Hocası yanında Mustafa Kutlu’nun “Ya Tahammül Ya Sefer” ve İsmet Özel’in “Zor Zamanda Konuşmak” kitaplarını okuyordum.
Bir çok aynı macerayı yaşamış olanların anılarında rastladım.
Bazı ayetler o günlerde Ankara’da “bana hitaben yazılmış gibi” geldi.
Mustafa Kutlu ile yeni tanışmanın ayıbı sardı yüreğimi
İsmet Özel’i, Ataol Behramoğlu ile çıkardıkları “Militan” dergisinden bilirdim ya derinlikli bir evren kavrayışı çarptı beni.
Fazla uzatmayayım “Instagram”da tanışıp, “Seni engelledim”; “Face… msg" ile ayrılan bir kuşağa da seslenmek isterim çünkü.
-“Hayatta Oynamam” adlı çıkacak kitabımdan-.
Ulvi Alacakaptan, dikGAZETE.com