Yeni Kürt açılımı mı?
MHP lideri Bahçeli’nin DEM Partili milletvekilleri ile Meclis’te el sıkışması ardından, iktidarın yeni bir ‘çözüm siyaseti’ düşündüğü epeydir konuşuluyor. Bahçeli son olarak, “Öcalan Meclis’e gelsin, örgütünü dağıttığını açıklasın” diyerek, konuyu daha da alevlendirdi.
Özellikle, “yeni bir çözüm siyaseti tartışılıyor” değil, ‘konuşuluyor’ dedim. Çünkü ortada bir ‘tartışma’ yok, zaten herhangi bir konuda ve özellikle Kürt meselesi konusunda tartışma olabilmesi için, öncelikle demokratik bir tartışma alanının var olması gerekir. Bilmem, herhangi bir konuda, demokratik tartışma alanın olmadığını tekrar etmeye gerek var mı?
Her şeyden önce, Bahçeli’nin konuya ilişkin açıklamaları, demokratik bir dil ile değil, tehditkâr bir üslupla ifade buluyor. Kime hitaben olduğunu tam çıkaramadım ama “ayranımızı kabartmasınlar, asabımızı bozmasınlar” diye bağırırken; doğrusu korktum, ürktüm. Ne de olsa, bu ülkede yaşayan herkes, bu camianın “ayranının kabarmasının ve asabını bozma”nın bedelinin neler olabileceği hakkında fikir sahibi.
İşin bu yanı bir tarafa, sonuçta, belli ki, iktidarın küçük ortağı tarafından dolaşıma soktuğu bir Kürt siyaseti gündemi var. Yine belli ki, bu siyaset, iktidar partisinin son Kürt açılımında izlediği çerçevede şekilleniyor. Yani, Öcalan vasıtası ile örgütün lağvedilmesi düşünülüyor. Ancak, konu sadece örgütün lağvedilmesi müzakeresi değil. Kürt siyasetini temsil eden partinin oylarının paylaşımı meselesi. Sonuçta, ‘Kürtlerin partisi’ne verilen oylar, gelecek bir seçimde kilit niteliğinde olacak.
Bu konuda, ana muhalefet partisi CHP’nin yapabileceği bir şey yok diye düşünüyorum. Zira, Öcalan ve örgüt konusundaki tasarruflar, MHP destekli iktidar partisinin hakimiyet alanında.
Son ismi DEM Parti olan ‘Kürtlerin partisi’nin oyları meselesine gelince, artık “Türkiye demokratikleşmeden Kürt meselesine çözüm bulunamaz” ezberi çoktan bozulmuş vaziyette.
Parti, uzunca bir zamandır, “Öcalan’ın tecritinin kalması” odaklı bir siyaset izliyor. ‘Başka türlüsü mümkün mü?’ sorusunun cevabı biraz çetrefilli. Zira, iktidarın son çözüm siyaseti sürecinde, açıkça ifade bulmadı ama Öcalan’ın, iktidar partisi ile müzakeresi ile örgüt ve partinin çözüm anlayışı ayrışmıştı. Demirtaş’ın, Erdoğan’a yönelik olarak “seni başkan yaptırmayacağız” çıkışı ve sonuçlarını hepimiz biliyoruz. Biliyoruz, ama hakkıyla tartışamadık, zira Kürt siyaseti de başka bir kapalı kutu.
Sonuçta Erdoğan, başkanlık sistemini kabul ettirdi, o konu kapandı.
Başkanlık sistemi, Erdoğan’ın başkan olmasından ibaret olmadığı, yeni bir rejim kurguladığı için, Türkiye’nin demokratikleşmesi ile Kürt siyaseti arasındaki ilişki de değişti. Mevcut rejim koşullarında, Kürt siyasetinin, iktidarı karşılarına alması ve “Türkiye’nin demokratikleşmesi”ni beklemesi iyice zorlaştı.
Diğer taraftan, parti içinde öteden beri var olan, “iktidarla didişmek yerine, uzlaşma yolu aranması” yönündeki görüşün, şimdilerde ağırlık kazandığını düşünüyorum.
CHP lideri Özgür Özel’in, Demirtaş ziyareti sonrasında yapılan açıklamalarda, muğlak ifadelerden öteye geçilememiş olması da bu çerçevede anlaşılabilir. Cihangir solcularını veya demokratlarını küstürmek bahasına da olsa, gelinen noktada Demirtaş’ın, iktidar partisine karşı tutum takınması beklenemez.
Dahası, Demirtaş’ın herhangi bir inisiyatif almasının koşulları mevcut değil.
Bu işlerin sonu nereye varır, şimdiden kestirilemez. Bir yandan, siyasette kervan her zaman biraz da yolda dizilir. Söz, ortaya salınır, gelecek tepkiler ölçülür, vs. Diğer yandan, zaten işin gizli yürüyen faslını bilmemize imkân yok.
Bu arada, umarım Kürt siyasetinin, Öcalan’ın tecritinin kalkması dışında ciddi bir sözü kalmadığını söylerken haklarını yemiş olmam.
Kürt dostlarım kusura bakmasın ama, artık Kürt siyasetinin siyasi taleplerinin ne olduğunu ben bile anlamakta zorlanıyorum. Zira, öteden beri ileri sürülen yerel idarelerin güçlenmesi talebinin, mevcut cumhurbaşkanlığı sistemi çerçevesinde imkanı yok. Yerel idarelerin demokratikleşme çerçevesinde güçlenmesinden söz ediliyordu, bırakın yerel idareleri, Türkiye’de siyaset, eskisinden de güçlü biçimde merkezileşti ve otoriterleşti.
Öte taraftan, “Kürtler dilini konuşmak istiyor” talebi karşılandı, bu konuda yasaklar tarihe karıştı. Bu koşullar altında, Kürt dilinde eğitim hakkı talebinden söz edilebilir, o halde bu ve benzer taleplerin de somut öneriler şeklinde ifade bulması beklenir.
Zamanında, “Kürtlerin iki kurucu unsurdan biri” olduğunun resmileşmesi, Kürtçenin iki resmi dilden biri olması talep ediliyordu. Halen bu talepler geçerli mi belli değil.
Doğrusu, ben ‘kurucu unsur’ kavramını sorunlu bulanlardan biriyim. Türkiye’de kimliklerin çoğulluğunun kabulü yerine, Türk vurgusunun yanına Kürt vurgusunu eklemenin, demokratikleşme anlayışı ile bağdaşmadığını düşünüyorum.
Son açılım sürecinde, Öcalan’ın bu kuruculuk konusunu, Yavuz Selim ile İdrisi Bitlisi arasındaki anlaşmaya kadar geçmişe dayandırma çabası, haklı olarak Alevileri kızdırmıştı. Milli Mücadele esnasında Türk ve Kürtler arasında yaşanan Milli Müdafa ittifakı ise İslam ortak paydasında ve gayrimüslimler aleyhine kurgulanmıştı. Uzatmayayım, konu demokratikleşme ise yol uzun ve çetrefilli.Formun Altı
Son olarak, sadece kapsayıcı siyasi aflar ile sınırlı kalsa da yeni bir Kürt açılımının hayırlı olacağını düşünüyorum. Hiç olmazsa, bunu açıkça ifade etmekten imtina etmeyelim.
.
Nuray Mert, dikGAZETE.com