?>

Yengeç Sepeti

Sümeyya Demirel

4 yıl önce

HAYAT dediğimiz VAROLUŞ HAKkını bir eve, bilmedikleri türlü çeşit evlere sığdırmaya kalkışan zihniyetin asıl amacı, seni koruma tedbiri mi sence?

Gerçekten mi?

Herkes istediği istatistiğe, veriye bakabilir:

Geçen senelerden fazla kimse hastalanmadı ve ölmedi. 

Onca algı yönetimine, uğraşa ve 'tedavi' adı altında yapılan yanlışlara rağmen...

Yalnız;

Tedbir’ dedikleri saçmalıklar sebebiyle geçen senelerden fazla artan türlü çeşit vaka ve ölümler ise özel olarak gençleri etkiliyor.

Sahi bu sözde tedbirler, tastamam neyin önlemiydi?

Geçen senelerde sayıp göstermediklerinin, bu sene sayıp gösterilince kafalarda ilginçleşmesinin tedbiri mi?

Başlangıçta “çok tehlikeli, bulaşıcı ve öldürücü bir hastalık”tan bahsediliyordu. İnsanlar eve tıkılmışken, televizyondan istediğin masalı anlat, bu kolay. Sonrasında çıkanlar, ortalıkta değişik bir durum olmadığı fikrine kapılmasın diye de maske dayattılar. Bir maksadı da inanç ayakta tutulsun.

Maske semptomlarını da 'vaka' sayıyor, o ayrı.

'Vaka' lazım 'vaka'!

Belirtisi olmayan ‘salgın’!..

Belirtisi olmayan ‘vaka’!..

Belirtisi olmayan ‘hastalık’!..

Sayı tutturamıyor ve sürü olarak gördükleri toplumu, bu kadarına bir türlü ikna edemiyorlar. Artık bu kadar tutarsızlıkla, insanlar çığ gibi konuya ayıkmaya başladı haliyle.

Bakana, görene; her yer tutarsızlık, söylenti, varsayımlar, kıvrak ‘U dönüşleri’yle doldu taştı.

Ve sıra, danışıklı dövüşte.

Bunlara alet olan tanınmış her kimse, en hafif tabiriyle komik oluyor artık. Hafif olmayanları kendileri daha iyi bilirler.

'Vaka' ve 'hastalık' tanımlarının tabiatına aykırı bu belirtisizlik.

Hastalık', bedenin bir etkiye verdiği tepkinin BELİRTİSİdir zaten.

VAKA tanımına gelince; “OLAY ve VAKA farkını nasıl öğrenmiştiniz sahi?” demek istiyorum sadece.

Ortalıktaki tek salgın belirtisi de toplumsal histeri. 

Bu da konuşulacak salgının artık farklı bir boyuta taşındığını gösteriyor.

Bir kere; “Maske… Salgın… Bulaşıcı…” hurafelerine kendileri inansaydı:

- Tek tip denetli maske dağıtılırdı. 

- Maskelerin kullanımı sınırlı süre olurdu.

- Kimse de maskeleri eline alamaz, masalara oraya buraya koyamazdı, yapanlar da sonuçlarıyla karşılaşırdı.

- Hatta maskeler çöpe dahi atılamazdı, tıbbi atık olarak toplatılırdı.

- Tükrükten test yapılabilirdi. Sözde virüsü tükrükte de bulabilirlerdi madem. 

- Kaldı ki; taa burnun dibine kadar soktukları testle de bir virüs filan bulan yok! Buldukları, beden tepkisinin çok farklı sebepleri olabileceğini de herkes biliyor. VARSAYIM sadece.

- Kimse, bir yandan yüzde 50-60 oranında yanılabilen bir testten, bir yandan da belirti göstermeyen vakalardan bahsedemezdi. 

- Artık, diğer tüm hastalıklardan ayrılabilen net bir hastalık tanımı yapabilirlerdi. Her şeyler tutarsızlık, gösteri, söylenti ve varsayımlar üzerine yürümezdi halen. 

- Söyledikleri kadar ilginç bir durum olsaydı, teste-meste hacet kalmazdı. Kendini net olarak ortalıkta gösterirdi.

“Peki neden?” deniliyor.

Sonrasında salınması planlananların adı, tanımı ‘virüs', 'hastalık' filan olmayacak.

Hmmmmm!.. Ne kadar saçma olursa olsun, yepyeni cıscıvlak bu kadar KOCA bir YALANa inanacaklar mı ki!”...

"Ne boyutta inanacaklar!.. Ohhhohhhoooo nelere inandılar tabi, buna mı inanmayacaklar!”... 

"Yok yaaa!.. Bu çok yeni, atalarından kaktırma sistem kayıtları da yok, bu nesil çok da araştırmacı filan napcaz!..

"Görülmeyen bir düşman veya tehdit illüzyonuna toplumsal histerisi ne kadar yatkın bir bakalım bakalım!” diye merak eder bakardım öncesinde, ben olsaydım da.

Konu neyse ne, dozu iyi ayarlamak lazım neticede. Toplum hassas bir yapıdır.

Zorla, hileyle, gönüllü edilerek fark etmez; 

Bir konuda çoğunluk hemfikir olunduğunda mükemmel bir güç, 'hizmetkar', 'köle', 'piyon' olur; hemfikir olmayanları da kendisi halleder!..

'Yengeç Sepeti' de derler. Hani duruma ayıkıp, sepetten çıkmaya çalışanı diğerleri aşağıya çeker. Buna güvenildiği için sepetin ağzı bile kapatılmaz.

Halbuki çıkanı takip etseler, hepsi birden kurtulacak...

Bir bebek fili, kısa süre ağaca bağlarlar. Tepinip durur, razı olur sonunda. Bu aşamadan sonra, sadece ayağına göstermelik bir ip takıldığında bir yere bağlanmış gibi durur.

Fillere şartlı refleks de sökmüyor anlaşılan; Bir tek defa hileyle aldatıldığını, 'sahibinden' güçlü olduğunu keşfeden ve hatta bir 'sahibi' filan olmadığını idrak eden bir fil, bir daha asla iflah olmaz ve ‘eğitilemez’miş de.

Ya toplum çoğunluğu duruma ayıkırsa?

İşte en istenmeyen.

İplerin zaten kopuk olduğunu farkeden bir fil gibi ezer geçer. 

Önce kendi içinde, yakınlarında bir silkinir.

Sonra da bu toplumun gücü önünde, hiç kimse, hiçbir hile-hurda duramaz...

Peki…

Gerçekte korkan kim?

?

Sümeyya Demirel, dikGAZETE.com

YAZARIN DİĞER YAZILARI