ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson Ortadoğu turu kapsamında yarın Türkiye’ye bir ziyaret gerçekleştirecek. Şüphesiz ki Türkiye’de bulunacağı temaslarda ana gündem maddesi TSK’nın Afrin’deki terör gruplarına karşı yürüttüğü Zeytin Dalı Harekâtı olacak. ABD'nin "Endişe duyduğu" belirtilecek. "Kaygılıyız" denilecek. Endişenin sözde sebebi "Zeyin Dalı Harekatı'nda ABD askerlerinin zarar görmesi", kaygının sözde sebebi "DEAŞ'la mücadelenin zayıflama ihtimali" olacak. Yazımda bahsettiğim üzere bunların hepsinin diplomatik bir karşılığı mevcut.
Ziyaretin; Suriye’de İsrail’e ait bir savaş uçağının düşürüldüğü, İran’a ait bir İHA’nın düşürüldüğü ve Rusya’nın Suriye hava sahasını askeri sevkiyat bahanesi ile kapattığı bir olaylar silsilesinin hemen ardından gerçekleşecek olması görüşmeyi sadece Türkiye’nin düzenlediği harekât açısından değil, kaynayan bölgenin geleceği için de önemli kılıyor.
İki gün evvel ajanslara düşen bir haberde, ABD savaş uçaklarının yanlışlıkla PYD-YPG-PKK’nın toplanma alanını vurduğundan söz ediliyordu. Kazara olduğu iddia edilen saldırıda 300 teröristin de etkisiz hale getirildiği söyleniyor. Bu durum ABD açısından -bilerek ya da yanlışlıkla fark etmez- gülünç bir durum ortaya çıkarıyor. 21. yüzyılda profesyonel ordu anlamında kimse kimseyi yanlışlıkla vurmaz, vuramaz. Olayın sıcaklığıyla konuştuğumuz için ABD'nin PYD-YPG'yi bilerek vurduğu iddiası da yarın ki Tillerson ziyareti öncesi Washington'un ziyaret çantasındaki dosyalara eklenebilecek mantıklı bir pazarlık maddesi olmakla birlikte kanıtlanabilir değil.
Diğer yandan, ziyaret öncesi Pentagon’un açıkladığı 2019 mali yılı savunma bütçesi tasarısında SDG adı altında PYD-YPG’ye 550 milyon dolarlık bütçe ayırması Tillerson ziyaretinin nasıl geçeceği hakkında ipuçları veriyor.
Kırsal alanlarda ve çölde beklemeye çekilmiş uyuyan hücreleri dışında stratejik bir hâkimiyeti kalmamış DEAŞ terör örgütü ile mücadele iddiasını ABD uzun bir süre daha sürdürecek gibi görünüyor.
***
Eğer gücünüz varsa, dış politikada hata yapmamak sizin için zor değildir. Bu noktada gücü nasıl kullandığınız önemli. Ama yapılan hatayı telafi etmek için diplomasi okulunun zorlu ve uzun derslerini geçmeye mahkumsunuz. Buna en iyi örnek olarak sözde Arap Baharının başlangıcında Türkiye'nin takındığı tavrı verebiliriz.
Belli bir süre mesainiz olmuş bir aktörle tüm kanallarınızı kapatıp ilişkiyi kesmeniz sizi uluslararası arenada yalnız bırakmaya yetecektir. Soğuk Savaşın en yıkıcı döneminde bile Sovyetler Birliği’ndeki diplomatik misyonlarını kapatmayan Birleşik Devletler bugüne kadar iletişime bu denli gösterişle önem vermesinin ekmeğini yaşadığı hemen bütün krizlerde yedi. Bu nedenle ABD yönetiminden tek toplantıyla PYD-YPG’yi silmesini beklemek oldukça anlamsız. ABD’nin SDG paravanıyla PYD-YPG’yle olan ilişkisinin tarihte yaşanan emsal olaylardan farkı, Washington’ın sadece diplomatik laf cambazlığıyla değil, bizzat sahada faal olarak PYD-YPG’ye destek olmasıdır. ABD yönetiminin DEAŞ’la mücadele iddiasıyla silah yardımı yaptığı PYD-YPG terör örgütü, 185.000 kilometrekare yüzölçümüne sahip Suriye’de bugün 45.000 kilometrekarelik bir alana hâkim. Suriye topraklarının %25’i anlamına gelen bu alanda, demografik yapıyı değiştirmek için insanları kilometrelerce uzaklara sürmüş, kalan sivilleri de kalkan olarak kullanan bir terör örgütü söz konusu. Bu örgütün, çoğunluğunda kurşun sıkmadan işgal ettiği topraklar Türkiye sınırında bulunuyor, haliyle bu mesele Ankara için bir hayatta kalma savaşını ifade ediyor.
Süreç ne kadar sürerse sürsün, dengeler ne olursa olsun, ABD PYD-YPG’den ister vazgeçsin ister onlarla yola devam etsin… Tarih sayfalarında yüz - iki yüz - üç yüz diye yanlışlıkla veya bilerek öldürülmüş terörist sayılarını oluşturan rakamlardan ibaret olacaklar. Ancak, şu an Türkiye’yi alışkın olmadığımız zorlu bir uluslararası sınav bekliyor. Alışkın olmadığımız dememin sebebi, Türkiye’nin yıllar süren ve zincirleme hataları peşinden getiren bir bekle-gör dış politikasından ziyade, çizgileri belli olan, aktif bir dış politikayla sahada baş gösteriyor olması. Tozpembe hayallerden oluşan bir dış politikada bile başımıza gelenleri düşündüğümüzde, mantık çerçevesinde gerçekçi hamlelerin yapıldığı bir dış politikada yüzleşeceğimiz sınavların sınırını tahmin edemeyiz.
***
Yarınki Tillerson temaslarından sonra yapılacak basın açıklamalarındaki kadar diplomatik lisan abidesi bir izah yapamasam da, yarın tarafların arakasında duracağı konular aşağıdaki gibi özetlenebilir:
-ABD perspektifinde: Kurulduğu günden bu yana işgal faaliyetinden başka bir vakası olmayan İsrail’e karşı tehdit olarak algılanan İran’ın bölgedeki hâkimiyetini engellemek ve yine Türkiye Cumhuriyeti sınırlarını bir nebze kontrol altında tutmak için SDG paravanıyla kurulan PYD/YPG/PKK sözde sınır güvenliği gücünü meşrulaştırmaya çalışmak;
-Türkiye perspektifinde: Ne isim verilirse verilsin, bütün terör örgütlerine aynı muamele yapılacağını ve yapılması gerektiğini savunmak.
(Esed her ne kadar kendi başına hareket ediyormuş izlenimi verse de ev sahibi Rusya olduğu için ABD perspektifine Rusya faktörünü eklemiyorum bile)