Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u kuşattığı zaman Bizans İmparatoru, Ayasofya’da ekibiyle “Melekler erkek midir, dişi midir?” diye tartışıyormuş.
24 Ocak akşamı Elazığ’da meydana gelen deprem, ülkemizde derin bir üzüntüye vesile olmuştur.
Onlarca can enkaz altında can vermiştir. Allah rahmet eylesin.
Teknoloji çağının gereği olarak ulusal kanallar bölgeden haberleri Türkiye’ye ve tüm dünyaya yaymışlardır.
Kalbi, bu ülke için atan herkesin gözlerinden yaşlar gelmiş; insanların sağlıklı bir şekilde kurtulabilmesi için dualar etmişlerdir.
İnsani değerlere sahip olanlar üzüntülerinin yanında bir şeyler yapamamanın ıstırabıyla kavrulmuşlardır.
Ülkemiz, dünyanın en güzel bir yerinde bulunmasının yanında, bu coğrafyada yaşamanın bedeli olarak da adı “Deprem” olan bir komşumuz var.
Bu komşu ile yaşamak zorundayız.
Bu komşu ile iyi geçinmek zorundayız.
Bize zarar vermemesi için tedbirler almamız gerekiyor.
Bugün Elazığ’da meydana gelen bu depremin, yarın bizleri inşaat enkazının altına sokmayacağının da garantisi yoktur.
Ne dedik, “Deprem bizim komşumuzdur” ve onunla barış içerisinde yaşamamızın yollarını araştıracağız ve gereğini yapacağız.
Çok zengin bir ülkeyiz, bilim adamları bakımından, ömrünü müspet ilme adamış bu insanların dediklerini yapmak, bu insanların söylediklerini herkesin uygulayabilmesi için yapılması gerekenler var.
Ne zaman bir deprem ya da doğal afet olsa, bütün TV kanalları bu güzide insanlarla doluyor.
Her bilim adamı, alınması gereken tedbirleri söylüyor.
Bu tedbirleri uygulamaktan, bu ülkede yaşayan bütün birey ve makamlar sorumludur.
Deprem bir şahıs değil ve elinde de silah da yok.
Deprem bize; “Ben yer küreyi sarsarım. Bu sarsıntıya benim ihtiyacım var. Siz insanlar da buna göre tedbirinizi alın. Benim amacım insan öldürmek değil” diyor. Ancak insanları öldüren binaların -katil binaların- yapılmasına bu ülkeyi yönetmek için çeşitli makamlarda bulunanlar müsaade ediyorlar.
“Allah korkusu” olmayandan korkacağız!
Aldığımız maaşın hakkını vereceğiz.
İnşaat yapılıyorken malzemeden çalınmasına göz yumanlar, katil adayları olarak lanse edilmelidir.
Bu dünyada her şeyi yerine koyabiliriz ancak bir canı yerine getiremeyiz.
Kişilerin görevlerini yerine getirmemesi bir başkasının kaderi olmamalıdır.
Vatandaş her zaman en ucuza maletmek ister binasını. “Başıma yağmur yağmasın gerisi önemli değil” der.
O tür düşünen vatandaşların bilinçlendirilmesi de yine bu ülkeyi yönetenlere düşüyor.
Çok zengin bir ülkeyiz.
Üniversitesi olmayan hiçbir ilimiz yok. Ve bu üniversitelerde akademisyenler görev yapıyorlar.
Yine mahalli televizyon kanalı olmayan ilimiz de yok.
Günümüzde öğrenmek için okullara gitmeye de gerek yok.
İllerdeki kamu hizmeti veren yerel kanallar marifetiyle insanların eğitilmeleri, bilinçlendirilmeleri mümkün iken güzel yurdumun güzel insanı “ben bu para ile kaç daire yaptırıp kiraya verebilirim/miras olarak bırakabilirim” gibi düşüncelerin rüyalarını yaşamaktalar.
Ne zamana kadar sürüyor bu rüya?
Doğal bir afet meydana gelene kadar.
Milleti millet yapan değerlerimiz vardır bizim.
Hiçbir millete nasip olmayan bilincimiz var bizim.
Birimizin derdini, hepimizin derdi olarak görürüz.
Daha önceki depremlerde olduğu gibi ülkemiz, Elazığ’da da kadirşinaslığını göstermiştir.
Şu anda ülkeyi yönetenler, “Daha büyük bir felaket karşısında ne yapabiliriz” diye mutlaka düşünüp çalışıyorlar.
“Kriz yönetimi” konusunda yapılması gerekenler üzerine zinciri oluşturan halkalar ile (mühendisinden, akademisyenine kadar) ortak çalışma grupları oluşturuyorlar.
Ülkemizdeki yerel ve ulusal kanallar da ellerinden gelenin en iyisi için çaba sarf ediyor; özellikle beklenen “Büyük İstanbul Depremi” için.
Bazı kanallarda bazı profesörler ve yetkililer, bazı kanallarda ise daha önce deprem afetinden kurtulmuş insanlarla programlar yapılıyor.
Tek amaç insanları bilinçlendirmek.
Bu tür faaliyet içerisindeki bütün kanal sahibi ve yöneticilerine saygılarımı sunuyorum.
Sizlerin programlarını on milyon kişi izlese ve bunca kişiden bir kişi depremle ilgili tedbirler alsa ve bunun en sonunda da oluşacak bir depremde bir kişinin bile kurtulmasına vesile olmanızın onuru ve mutluluğu yeter.
Yazımın başlığı “Yaprak Sarma Yeme Yarışması!”
Elazığ ve Malatya’da annesi ile kuzusu, babası ile oğlu deprem neticesi çöken binaların içerisinde, nefes alamıyorken, bir kısmı vefat etmiş, bedeni beton kesilmiş insanların bulunduğu ve en yakınından en uzak şehirlerden arama kurtarma ekipleri sevdiklerini geride bırakıp bir canı kurtarabilme umuduyla bölgeye gelmiş elleri öpülesi insanlar.
“Sesimi Duyan Var mı?” seslenişine merakla cevap arayan resmi ve özel kurtarma ekiplerinin atan kalpleri.
Bu arada, depremin olduğu geceyi takip eden günün akşamı, yani deprem olalı daha yirmi dört saat bile geçmemiş, bütün haber kanalları bölgeden canlı yayınla Türk Milletini aydınlatmaya, bilgilendirmeye çalışıyorken; evde kanallar arası geçiş yapıyordum.
Ulusal bir kanalın ana haber öncesi yayımladığı, spikeri ile kameramanı ile İstanbul’daki bir ilçede restoran önünde çekimi daha önce yapılmış olan “Yaprak Sarma Yeme Yarışması”nın “haber” olarak yayınmasını görmekten ben utandım.
Konsept daha önceden hazırlanmış olabilir.
Bütün ülke kan ağlıyorken, bu ülkede hiçbir şey olmamış gibi böyle yayınların yapılmasının amacı nedir; anlayamadım.
Bu tür tabii afetler, insanların duygularını doğrudan etkileyen olaylardır ve böyle bir anda yapılacak olan uyarıcı yayınlar son derece yararlı olacaktır.
Böyle bir durumda İstanbul, “Yaprak Sarma Yeme Yarışması” yaparak “Büyük İstanbul Depremi”ne hazırlanıyor.
İnşallah o tür bir yayının yapılmasını isteyenler, bir gün bir enkazın altında kalıp yardıma muhtaç olmazlar.
Düşünebilmek Güzeldir.
.
Seyfi Turan, dikGAZETE.com